Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Bediüzzaman Haz. ve Talebeleri hakkındaki görüşleri -2

“Büyük doğumların ve iz bırakan hareketlerin temelinde Asr-ı ‎Saadet’in iz düşümü denebilecek bir hayat tarzı vardır. Her dönemde insanlığa yeni ufuklar gösterenler, doya doya sıcak bir çorba yudumlayamayan, sırtlarına geçirecek bir palto bulamayan ve dünya nimetlerinden kâm alma peşine kat’iyen takılmayan kimseler olmuşlardır. Fakat, onlar öyle beklentisiz ve o denli fedâkarâne yaşamışlardır ki, maddî fakirliklerine rağmen mana âleminin sultanları hâline gelmiş ve bütün mü’min gönülleri kendilerine taht yapmışlardır. Bediüzzaman hazretlerinin ilk talebeleri de o kıvamda insanlardır.”


Bu ifadeler Fethullah Gülen Hocaefendiye ait..Daha önce Hocaefendi hakkında o zatların bazı kanaatlerini bir arada size sunmuştuk. O yazıya gösterdiğiniz ilgi, bu konuda bir ihtiyaç olduğunu düşündürdü. Bundan dolayı, Hocaefendinin ağabeyler hakkındaki kanaatlerini de bir araya getirdik. Sohbetlerinin büyük kısmını taradık, kitaplarının tamamına yakınını gözden geçirdik. Bunlarda karşımıza çıkan, o muhlis insanlara karşı hep büyük bir vefa, hürmet, saygı, minnet, ağzını tutma, hep hayırla yad ve kadirşinaslık oldu.



Bir sohbetinde bunu şöyle ifade eder; “Ben bir dönemde sırf ona hizmet etmiş zatların yanında elime kitap alıp okumayı bile terbiyesizlik saydım. Onlar onlar dedim” Bir başka musahabede; “Arkadaşlarımız bu terbiyeyi çok iyi aldıklarından dolayı inşallah öyledir.. ta ilk talebelerinden, Hulusi Efendilerinden, Sıddık Süleymanlara, Hüsrev Efendilere, orta dönem talebeleri Zübeyir Gündüzalplere, Mustafa Sungurlara, yakın dönem talebeleri gibi, Ceylanlara, Bayramlara kadar.. bunlara karşı hep Allah Resulü’nün ashabına, tabiin döneminde duyulan saygıyı duymuşuzdur. Onlara laf ettirmemişizdir” ifadeleri ile bu saygı ve sevgiye işarette bulunur..

İlk başta genel ifadelerine yer vereceğimiz hocamızın, daha sonra bazı ağabeyler hakkında ifadelerini, alfabetik sıralamaya göre vereceğiz. Kitaplardan alıntılarda kaynaklarını belirttik. Diğerleri Hocaefendinin muhtelif zaman ve zeminlerde yaptığı sohbetlerdir. Burada ismi geçen ağabeyler hakkında bilgiler vermek meseleyi çok uzatacağından merak edenlere Sayın Necmeddin Şahiner’in Son Şahitler adlı beş ciltlik çalışmasını(Nesil Yay.) ve Ömer Özcan beyin yakınlarda neşredilen Ağabeyler Anlatıyor (Nesil Yay) adlı kıymetli çalışmasını tavsiye edebiliriz. Ve minallahi tevfik.

“Bir Hafız Ali, bir Hasan Feyzi, bir Hüsrev Efendi, bir Hulusi Efendi. Bunlar normalde anadan doğmuş insan gibi değildir yani. Bunlar insanüstü insanlar, harika insanlar. Hayatlarını bu işe vermişler. Başka hiç bir yer düşünmemişler. Yazmış, çizmiş, etmiş. Hatta kafasının köşesinden evlenmeyi bile geçirmemiş bu adamlar.”

“Böyle işte bazıları gramer deyip, geveleyip bazı şeylere takılırlar, bazıları üslup, bazıları ifade, bazıları şu bazıları bu.. mini bir takdir, onun ötesinde bir şey yok. Dünya kadar yanılmış insanla karşılaşırsınız. Çeyreğini bile çözdüğünüz zaman anlayış adına bir sürü kör topal insanla karşı karşıya kalırsınız hâsılı. Ama O'nu bir de Ahmet Feyzi Abiye sormak lazım. Ben Hasan Feyzi, Hafız Ali abileri görmedim. Tahir Mutlu’ya, Zübeyr Gündüzalp’e, Sungur Abi'ye, Kırkıncı Hoca'ya sormak lazım.”

“Tarih, üstadımızın etrafındaki yücebaşları tanıması lazım. Eğer ihlas, fedakarlık ve feragatın bir manası varsa, zirvede kutbiyyet bunların hakkıdır.”(Pensilvanya Günlüğü)

“Abilere bütün  güzellikler çok yakışıyor. İlk gördüğüm günden beri, onları sahabelerin günümüz temsilcileri olarak tanıdım. Bu kanaatim hiç değişmedi” (Pensilvanya Günlüğü)

“Evet, onlar mana âleminin birer sultanıydılar ama dünya onları tanıyamadı. Onların, mahviyet, tevazu ve hacâletle mühürlenen tabiatları başkalarını aldattı. İnsanlardan bazıları gururlarına; kimileri hasetlerine ve bir kısmı da bencilliklerine yenildiler ve ne Hulusi Efendi’yi, ne Tahirî Mutlu’yu, ne Sadullah Nutku’yu ne de Mehmet Feyzi’yi tanıyabildiler. Oysa, onlar bir dirilişin ilk mimarları ve Hazreti Mîmâr-ı Azam’ın vefalı temsilcileriydiler.. Hasan Feyzi'ye, Hafız Ali'ye, Hoca Sabri’ye ve Hüsrev Efendi’ye sonraki nesillerin de ihtiyacı vardı. Dünya Ahmet Fevzi'yi, Atıf Efendi’yi ve Asım Bey’i mutlaka bilmeliydi. Bir ışık kaynağının hâlesini teşkil eden, herbiri ayrı birer derinlik adamı olan ve bazıları itibarıyla hala dipdiri ve olabildiğine canlı, Nur Risaleleri’ni dünyanın yetmiş diline çevirerek herkese ulaştırmak için çalışan başyüce insanlar herkes tarafından kabul edilmeliydi. Fakat maalesef, alperen yürekli ve uhrevî derinlikli Zübeyir Gündüzalp misali vefa abidelerini insanlık gerektiği gibi tanıyamadı..

Onlar çok gerilerde durdular, çok küçük göründüler, hep mahviyet içinde oldular.. el-âlem de yalnızca o görünüşe ve o duruşa baktı, onları sadece zahire göre değerlendirdi. Onların herbirisi ihtimal bir kutbiyeti, bir gavsiyeti temsil ediyorlardı ama nâdanlar bunu anlayamadılar. Zaten, sohbet-i nâdanla telezzüz edenlerin onları anlamaları da beklenemezdi. Anlamadılar ve kendilerine yazık ettiler. Bilmem ki, biz onları gerektiği ölçüde anlamaya muvaffak olabildik mi?..”

1-Abdullah Yeğin: “Üstad Kastamonu'dayken diyor ki, “bazı lise talebeleri geldiler.” İki üç taneymiş onlar, fakat onlardan bir tanesi hem hayatta, hem de istikametini korumuş Abdullah Yeğin. Ben ilk Adana'da delikanlıyken görüştüm, mübarek bir insandır.”

“O talebelerden bazıları kimlerdi bilemeyeceğim. Fakat namlı, şanlı, nişanlı, adlı, ünvanlı bir tanesi var ki, bizden de beş on yaş büyük, hala aramızdadır: Abdullah Yeğin. O talebelerden birisidir.”

2-Abdülmecid Nursi: “Abdülmecit Efendi de kardeşi, onu görme şerefi nasip oldu bana.”

3-Abdurrahman Cerrahoğlu:
“Hala hayatta olan Abdurrahman Abi (Cerrahoğlu) var, geçende de bir yolunu bulmuş, üstadımızın kullandığı, kutu dediği radyosunu bulup bana göndermiş, ben de onu o mikro-müzeme koydum. Cerrahoğlu atmış-yetmiş yaşında, İzmir'de Nur iklimine ilk açılan, benim geldiğimde de tanıdığım ilklerden..”

4-Ahmet  Feyzi Kul: “Ahmet Feyzi Abi çok akıllı bir adamdı.”

“Hulusi abiyle çok ciddi muarefesi vardı. Aralarında hatıra anlatma, fıkra anlatma kabilinden konuşmaları vardır. İki başa güreşen insanın peşrevi gibi, reveransları gibi şeyler bakarsınız. Ahmet Feyzi daha mütevaziyane Hulusi Abiye bir şeyler sorar. O da anlatır. Hulusi abinin ona nisbeten evveliyeti var, daha önce. Kampda da yine öyle karşılaşıp konuşmuşlardı. Çünkü Hulusi abi bizim kampta kaldı. Güzel insanlardı. Ben onları her duamda ismen zikrediyorum. Çünkü sahabe-i kiram, Efendimize nisbeten ne ise, Üstadın hizmetinde, bugün bu ikinci dirilişi temsilde o insanlar odur. Sahip çıkmışlar Üstada.”

“Ahmet Fevzi, rahmetlik ne derin adamdı.”

“Ahmet Feyzi rahmetlik çok dikkatli namaz  kılar, ellerini kaldırırken duyardı, tahiyyatta otururken duyardı.”

“Bazen öyle ahireti arzulatıyorlar ki benim yanımda. Şimdi diyorum mesela bir Ahmed Fevzi, ne kadar şeker şerbet insandı. Arkaya kaykılır, öyle ağır ağır, her kelimeyi bir kaç defa tartar öyle konuşuyor. Bayağı düzgün konuşmaya hususi ihtimam gösterir. Yok yani şimdi bir Ahmed Fevzi. 71'de vefat etti, 25 sene. Nakletmişimdir, Edremit'e tayinim çıktı oraya vaaza gidiyorum. Arabanın arka koltuğunda oturuyorum, bazen arkadaşlar arabalarla götürürlerdi bazen biri de refakat eder de, belki çok defa da işte bir arabaya biner giderdim. Böyle uyku uyanıklık arasında, birden bire o arabanın arka kapısı açıldı, başında beresi içeriye girdi. Çok net ama. Allah Allah, sevindim ben de. Gittik Edremit’e, biraz sonra İlhan bey, “Ahmed Fevzi ağabey” vefat etti dedi.”

4-Atıf Ural: “Ben görmedim, bizlerden de dört beş yaş büyük. Bunların yetişmesinde büyük tesiri olmuş. Öyle tatlı Risale okurmuş ki, Osman Yüksel bir defasında “herkes senin gibi okusa Risaleler'i, o Risaleleri okumayacak insan kalmazdı” demiş. Onun noktalanması, virgüllenmesi demek değil. Kendine göre ayrı, spikerlerin de okuyamayacağı şekilde enfes.. Atıf Ural, ilk Sözler'i basanlardan.”

5-Bayram Yüksel: Muhterem Osman Şimşek bey, Bahara Yolculuk adlı kıymetli eserinde nakline göre Bayram ağabeyin vefatından sonra, Fethullah Gülen Hocaefendinin bir meclisinde Bayram ağabeyden bahis açılması üzerine bir misafirin “Çok da ilmi yoktu ama” demesi üzerine Hocaefendi celallenip; “Öyle demeyin. O yüzlerce alim kadar bu dine, millete hizmet etmiştir”karşılığını vermiş..

6-Bekir Berk; Bu Bekir bey, dünyayı tepti, tekmeledi, geldi. Öyle kolay bir şey değil.

“Bu düşünceler bana Bekir Berk Beyi hatırlattı. Ara sıra oturduğu yerden kalkar, sağa sola dolaşır, yumruğunu sıkar, savurur. “Neden böyle yapıyorsun?” dendiğinde  “Bu adamların yazdıkları şeyler kalbimde yara yapmasın diye fikren reddediyorum” derdi.” (Fasıldan Fasıla-3)

7-Hafız Ali: “Benim bu büyük bezmi başlatanlar arasında en çok hayranlık duyduğum insanlardan. Ve bana göre tam sahabi deliliği ölçüsünde bir cinneti paylaşan büyük bir kahraman.”

“Hafız Ali’yi ben görmedim. Ama en çok sevdiklerimden birisidir. Üstad Bediüzzaman'ın Hz. Ebubekir’i. Zehirlenmiş Denizli hapishanesinde. Denizli kahramanı.”

“Çok hayranlık duyduğum, hatta bana göre başta gibi Hafız Ali, çok zannediyorum böyle Üstadın Ebubekir’i gibi bir insan.”

“Ben gözümde çok büyüttüğüm, görmedim fakat aşk derecesinde sevdiğim Hafız Ali.”

“Üstadın zannediyorum Fetası Hafız Ali Abi. Ama havarisi Zübeyr Gündüzalp. Bunlar farklı şeyler.”

8- Hafız Tevfik: Bir de Hz. Üstad’ın o engin düşüncesine bakın: Hafız Tevfik, herkesin Üstad’dan kaçtığı dönemde ona talebe olup Risaleleri eliyle istinsah eden şanlı ve devâsâ bir insandır. Nur’un ilk kahramanlarından olan bu zat, ihtimamla fötr giyen birisidir. Aynı zamanda sigara tiryakisidir. Üstad ona, üç-beş sayfa risale yazdıktan sonra dermiş ki, “Tevfik’im, sen kalk biraz dışarıda dolaş.”(Fasıldan Fasıla-3)

9-Hasan Feyzi Yüreğil: “Bir muallim, mükemmel bir edebiyatçı, çok güzel şiir yazıyor ve tasavvufta da irşat mertebesine gelmiş.  Bütün bunları bir yana itip, geliyor ve bir ruh mimarına teslim oluyor.”(Amerika’da Bir Ay-İsmail Ünal)

10-Hulusi Yahyagil: “İnsanın gönlü arzu ediyor ki, bu misallerle Üstadımız bize ne demek istiyor hemen anlayalım. Hem muhtevasını anlayalım, hem de icabında Kırkıncı Hoca gibi, Tahiri Mutlu gibi, Hulusi Efendi gibi hiç zihnimizde ruhumuzda düşüncemizde Nurlar eskimese, hep böyle terü-taze canlı gerçekler.”

“İşte o manada bir kere daha böyle nurların yorumu öyle sunuluşu çok önemli geliyor bana da fakat o da yine öyle, o Hulusi ağabey çok rahat konuşurdu, oturur çok yayardı böyle, belki bir yönüyle sulandırma denirdi. Fakat öyle işin içinden çok rahat çıkardı ki, demek ki üstadı çok dinlemiş. Üstad risaleleri izah edermiş.”

“Eğridir'de, adeta ihlasın sembolu olan Hulusi Efendi ile karşılaştı. Çiçeği burnunda bir yüzbaşı, üniformasıyla şeyh aramak için gelmişti, onu şeyh zannetmişti. Fakat şeyhlerde aradığı şeyi, kader, kendisini müflis gösteren o zatın mütevaziyane hücresinde, semavi maidelerle ona ihsan etmek suretiyle Hulusi Efendiyi cezp etmişti.”

“Hulusi abi rahmetli, çarşıdan geçerken o Aleviler ayağa kalkardı. Bir arkadaşımız o Alevilerden birine demiş ki, bu Hulusi Efendi kimdir? O demiş ki, “Bizim Şarkın yıldızıdır. Ona bir şey dedirtmeyiz biz.”

11- Hüsrev Altınbaşak: “Hüsrev Efendi'nin malayani şeylerle meşgul olmayıp, risaleleri yazayım diye, onbeş sene kapısını ördürerek odasını hücre haline getirdiğini anlatırlar. Kaldı ki o esnada çok ciddi takip de söz konusudur. Mesela, o mübarek zat, yazdığı risaleleri rulo yapıp, banyodan dışarıya, suyu boşaltmak için kullanılan küçük bir borucuk içine bırakır, birileri de ara sıra gelip, boru içinden ruloları alır, altı saat uzaklıktaki köylere giderek risaleleri yerlerine ulaştırırlarmış. Sonra taş baskılar yapılıp, benzer tabyelerle dağıtım yapılırmış. İşte bu ihlâs ve bu sistem sayesinde Üstad, bir avuç talebesiyle Türkiye'nin her tarafına risaleleri dağıtmıştır. (Prizma-3)

“Hüsrev Abi başlı başına bir ihlas kutbudur.”

“Hüsrev abiyi tanıma imkânı, fırsatı olmadı benim için. Fakat derin bir insandı, umman gibi. Bakışları bile Allah'a inanmış bir insan şeyi hemen hasıl ederdi, insanın üzerinde, bakış. Hatta sesinin tın tın ötüşünde onu dinleyebilirdiniz.”

“O Hüsrev abi, kanserdi, son on sene kanserli yaşadı, ben görüşemedim tabi onunla. Kendi el yazısıyla yazdığı Kuran'da, o kelimelerin hepsi teker teker yazılmış yapıştırılmış, yazılmış, yapıştırılmış öyle. Sadettin bey der ki, ben giderdim yanına, hasta haliyle, 90 yaşına dayanmış, kanserli, hala o işi yapıyor. O tevafuklu Kuran'ı bitiriyor, vefat ediyor.”

12- Mehmed Emin Birinci: “Hep takdirle yad ederim, hala hayatta olan ve bu hizmette bir Hüsrev Efendi gibi, bir Mehmed Birinci vardır, Rizeli'dir bu insan veya Trabzonlu.. evlendiği gece nasılsa içine birden bire Üstadımızı bırakmış, gitmiş izin almış, orada düğün yapmışlar..  tam zifaf olacağı gece, gelin duvağı ile yanına gelmiş.. birden bire Üstad tüllenmiş gözlerinin önünde. “Üstadım orada sahipsiz, hizmetini görüyordum, çayını kim yapar, ya arkadaşlardan ona hizmet edenler de vefat ederse Üstadım çay yapacak, kahve yapacak insan bulamazsa.. yazıklar olsun sana.” “Sen bundan sonra benim bacımsın” der, ayrılır gelir, on beş sene sonra bize derler di ki “hala o bacımız evde bekliyor, o da Üstad'ın yanında çay yapıyor.” İşte bu kadar işe dilbeste gönüller.”

13-Mehmed Feyzi Pamukçu: Bana onu görmek nasip olmadı. Ama ben hep ismen dua ettiklerimde onları sayıyordum. Fotoğrafları var bende çok seviyordum, sahabe efendilerimiz gibi seviyordum.”

14- Mehmed Kırkıncı: Üstad Bediüzzaman Hazretlerine saygı ile dopdolu ve hayatta iken kendisini ziyaret eden bahtiyarlardan birisi, bana bir rüyasını anlatmıştı. Bilinmesinde fayda mülâhaza ettiğim için, şimdiye kadar birkaç defa anlatmış olmama rağmen, müsaadenizle bir kere daha anlatmayı düşünüyorum. Rüyada Anadolu’nun her tarafını bir baştan bir başa seylâplar kaplamış ve âdeta Nuh tufanı gibi, önüne kattığı her şeyi sürükleyip götürüyor. Koca koca binaları, büyük büyük blokları seller, birer kütük gibi sürüklüyor. Ümit adına herkesin sarsıldığı ve yeis girdabı içinde panik yaşadığı bir anda, nereden ve nasıl çıktığı belirsiz şekilde birden bire Üstad Bediüzzaman beliriverir. Çelik-çavak hareketleri ile Türkiye’nin dört bir bucağında açılmış olan yurtları, okulları, kursları dağdan kaya koparıyor gibi kucaklayıp, selin önüne koyar.. ve bu sayede sel durur; orada bir baraj oluşur ve her taraf eski halini alır. Rüyayı tabir etmeme gerek yok zannediyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlattı o zat bana bu rüyasını. Evet, Anadolu’da ve hususiyle Güneydoğu’daki azgın bir şekavetin yegâne çaresi eğitim ve kültürdür. Aksi halde, bu iki toplumu birbiriyle bütünleştirecek, birleştirecek ortak paydalar bulununcaya, bulunduktan sonra da onların üzerinde anlaşılıncaya kadar problemler devam edeceğe benzer.”(Fasıldan Fasıla: 3)

““Ufkumu aşan birisi..”

“Yani çok rahatlıkla diyebilirsiniz, Sungur abinin vefatı nurun vefatı, Zübeyir abinin vefatı nurun vefatı, Kırkıncı hocanın vefatı nurun vefatı gibi. Mevtül alim mevtül alem gibi diyebilirsiniz. Arkasında bunlar var tabi.”

“Erzurum’daki Kırkıncı Hoca, bu insanın siyaset adına bir beklentisi yoktur. Sinesi ülke ve vatan sevgisiyle doludur. Aklı erdiğince bu mevzuda çok engin düşünceleri vardır.”

“Bir diğer taraftan bizim Kırkıncı Hoca, hocadır yani. Hani Üstada hoca olduğu halde saygı duyan dünya kadar insan vardır, ama ben bir arkadaş olarak tanıdım. Hocam da vardı benim; Osman Hoca, Kırkıncı Hoca da ondan ders okuyordu, fakat hoca küçümsenecek bir insan değildir. O bir yerde enaniyetini aştı geldi, kendisini bir buz parçası gibi havuzun içine attı eritti, yok oldu orda. Üstadı solukluyordu yani. Sevenler, sayanlar, onu başının üstünde gezdirenler de nasibini alıyor. Büyük görüyor, dua ediyorlar, “başımızdan Allah eksik etmesin” diyorlar.”

“İnsanın gönlü arzu ediyor ki, bu misallerle Üstadımız bize ne demek istiyor hemen anlayalım. Hem muhtevasını anlayalım, hem de icabında Kırkıncı Hoca gibi, Tahiri Mutlu gibi, Hulusi Efendi gibi hiç zihnimizde ruhumuzda düşüncemizde Nurlar eskimese, hep böyle terü-taze canlı gerçekler.”

“Geçen gün Kırkıncı hoca duygulanarak söyledi burda, “Allah müslüman etmeseydi biz müslüman olamazdık ki. Allah nur talebesi yapmasaydı olamazdık yani bu cemaatin içine girmezdik.” Akılla makılla da meseleler muvazene edilir değil. Çok akıllı insanlar var. Mantığın ortasından konuşuyorlar. Fakat böyle küçük bir mantık isteyen meselede kaybediyorlar.”

“Kırkıncı Hoca çok gayretliydi, o ilk Muzaffer Aslan geldiği zaman bizi 15–20 tane insan topladı götürdü, doldu orası. Fakat hiç biri devam etmedi. hepsi, birler ikiler üçler, o mollalar, o imam hatipliler döküldüler.”

15-Milaslı Halil İbrahim Çöllüoğlu:
Çok hayranlık duyduğum Milaslı Halil İbrahim’in hizmeti.”

“Derince hayranlık duyduğum, o dönem itibariyle Milas'lı Halil İbrahim; derin bir insan. Bunlar zannediyorum her birisi birer kutup.”

16- Molla Hamid Ekinci: Üstadımızın Hamid Efendi diye bir talebesi vardı. Vanlı Hamid Efendi. Sağda solda gezer hep Üstad'ın gençliği dönemi, Üstad'a Van'da talebelik yapmış, o döneme ait hatıra anlatırdı. Onun hayatı hep hatıralardı. Fakir de görmüş tanımış o hatıraların bazılarını da kendinden dinlemiştim. Sonra kitap haline de getirdiler. Aslında öyle çok abdal bir insan değildi. Fakat çok okumamış. Eski usul  Üstad'tan biraz okumaya çalışmış da çok okumamış. Yine de oldukça derli toplu bir muhakemesi vardı. O da kendisini o işe vermişti. Üstad'tan ders okurken talebeleri arasında Üstad diyor ki, "bütün dünya toplansa, bütün şüphe ve tereddüt sistemlerini işletseler, benim bu Hamid'imin kafasına bir şey sokamazlar" Herkes niye diye bakıyor da, "çünkü kafasına hiçbir şey girmez de ondan" diyor. Üstadımız öyle dediğine göre mübalağa yapmaz. Bir hakikat payı vardır. İhtimal ki Üstadımız zeki dediği kendi yeğeni Abdurrahman Abi gibi, Fuat abi gibi, o sülale cins kafa hepsi. Okuduğu bir şeyi bir defa okuyor ikinci defa okuma lüzumu duymuyor. Ailece öyle. Onlara zeki diyorsa Üstad, biz hepimiz Üstad'ın nazarında aptal kategorisine dâhil oluruz.”

17- Mustafa Birlik:
“İzmir’de de Mustafa Abi çok götürülmüştür İçeriye. O 12 Mart'taki en son oldu onun için, daha götürmediler. Fakat o günlerde o da çok önemliydi. O evinde haftada iki kere ders yapılırdı, millet bayağı tehlikeyi göze alarak giderdi.”

18- Mustafa Gül: Mustafa Gül bazen gelirdi, o da yazıyordu evet o da yazmıştı bir şey, o da çok kıymetli bir insandı. Ben dualarıma ismen yad ettiklerimden."

19-Mustafa Sungur: (Üstad) “Biz inayet altındayız” diyor. Hayatı boyunca hep öyle diyor. Bu çok önemli bir faktör yani. Tabi herkes bir yönüne, Sungur Abi bu yönüne tutkun."

“Bizim daire içinde çok dikkatli namaz kılan arkadaşlarımız var. Ben büyüklerden gördüğüm Tahir Abi, Sungur Abi, rahmetlik Cahid Erdoğan çok dikkatli kılar.”

“Benim çok sevdiğim, bu eğitim faaliyetlerine de saygılı bir zatla bir gün namaz kılmıştık. Zannediyorum namazı da ben kıldırmıştım. Bana dedi ki “Kardeşim, Üstad Hazretleri’nin çok gönlü yoktu değiştirilmesinde. Üstad Hazretleri’nin söylediği bazı sözler var ki, sehl-i mümtenidir, zor söylenir onlar.”(Gurbette Fethullah Gülen)

“Şimdi Sungur Abi'nin ufkunu yakalayabilmek için Hz. Üstad'ın huzurunda bulunma, o insibağı yaşamak lazım biraz. Onun gizli açık hayatında öyle enginliklere vakıf olmuşlar ki bakışının bizim bakışımız seviyesinde kalması düşünülemez artık, çok farklı bakıyor, farklı görüyor. Biz bakar kör gibi bakıyoruz ona. Onu o hususi kıyafetiyle şöyle bir insan böyle bir insan olarak görüyoruz. Oysa onun manası cismaniyetine aşkın olduğundan dolayı ihtimal o manada bir mecazidir. Ama Allah o mecazi manaya Allah bir güç vermiş kapıyı da kapamıştır. Onlar muhtevayı görüyorlar. Zarfa değil de mazrufa bakıyorlar bir yönüyle. Belki zarf silinip gidiyor, tamamen mazrufu gördüklerinden böyle bir görme her zaman olmuştur.”

“Vaizlik çıkınca karşıma, ben dedim, “yahu vaizlik kim, ben kim”  Bu adamlar bu işi ayağa düşürseler bile, ben haddimi bilmeliyim, vaizliği ayağa düşürmemeliyim dedim. Ben, Hz. Pir'in çok sadık bendelerinden, hala hayattadır Allah uzun ömür versin, hizmet etmiş bizzat, eski bir muallim, muallimliği bırakmış hizmetkârlığı muallimliğe tercih etmiş, gönül kahramanlarından birisi, onunla o gün için karşılaşınca bana bir vaizlik düştü, dedim. Bana şöyle dedi o; Üstadın yanında duruyorduk. Biri geldi Üstada dedi ki, benim vaazlık hak ve salahiyetim var ama kendim yapmak istemiyorum dedi. Aynı düşünce gibi biraz. Üstad ona dedi ki, sen halka irşat adına bu hakikatleri konuşman yararlı olur. Fakat sen resmen vaiz olmasan camii kürsülerinde bunu ifade etme imkânını sana verirler mi? O da “hayır vermezler, resmen vaiz olmayınca bu hakkı sana vermezler” dedi.  Üstad “Öyle ise sen bir şeyi ifade etmek için o resmi hakkını kullan. İhtiyacın yoksa maaşını alma”dedi.

“Ben bir adama odama girebilir diyorsam anahtarımı ona veriyorsam orda ortada olan benim kitaplarımın yerini bile değiştirmeyeceğine güvenerek veririm. Hasırımdan küçük bir çöp koparmayacağı mülahazası ile veririm. Onun ötesinde işte o oda ne türlü bir emanet mülahazası ister, o mülahazaya harfiyen riayet etmesi gereklidir. Onun için Üstad etrafında çok sadık talebeler var, ben Sungur Abiden bir iki defa dinlemiştim, bir defa kendi odada yoktu, süpürgeyi aldım odaya girdim süpürmeye başladım ben orayı. İçeriye girdi şiddetle beni tokatladı kovdu dışarıya... Üstad'ın odası diye. “Şurada benden beş kuruş olsa teberrüken alayım dersen bu hıyanettir” dedi.

“O Sungur Abi'nin ne kadar hapis yattığını hatırım almıyor, o kadar. Hiç sebep yokken.. ya sonunda beraat ederler veya işte af çıkar bir şey olur.”

“Sungur Abi de Bediüzzaman mesleğine çok bağlıdır, çok vefalıdır. Ben zannediyorum kırk senedir tanıyorum.. bir dirhem vefasızlık yapmamıştır, hiç değişmemiştir.”

“Size deseler ki iki tane namaz kılan gösterin? Dersiniz ki, eskiden Hüsrev Efendi varmış, şimdi de Sungur abi. Millet kendini namaz kılıyor zannediyor da kim onu öyle bal kaymak yudumluyor gibi, secdede ayrı bir derinlik, kavme de ayrı bir derinlik hatta üzerinde namaz kıldığı halının nakışlarını görmeyecek kadar gözleri öbür alemde, yanına gelmişler gitmişler. En basit avamcası budur bu meselenin. Daha aşağısı hayvancası onun zaten. Onlar da yiyor içiyor yan gelip kulaklarının üzerine yatıyorlar.”

20-Muzaffer Aslan: “Hiç unutmam, unutamam Hz. Pir-i Muğan, Isparta’da iken, Doğu’ya birisini göndermişti. O zat, halkın içinde otururken dizlerindeki yamaları göstermemek için, sırtına aldığı eski pardösünün etekleri ile onları kapamaya çalışıyordu. Onun pantolonu, ceketi böyle ise, yediklerini tahmin edebilirsiniz.” (Fasıldan Fasıla:3)

“Onlardan birini ilk dinlediğim anı hiç unutamam: O günlerde Isparta’da ikamet eden Üstad Hazretleri, Doğu’ya bir talebesini göndermişti. O zat, halkın içinde bazı hakikatleri anlatırken, dizlerindeki ‎yamaları göstermemek için, sırtındaki eski pardösünün etekleriyle onları kapamaya çalışıyordu. Anlattığı hakikatler de çok cazip gelmekle beraber, asıl onun kendi hâli, sadeliği, samimiyeti ve bir sahabe hayatı yaşaması bana çok tesir etmişti. Onu görünce, “Aradığım insanları şimdi buldum” demekten kendimi alamamıştım. Zaten, ondan sonra etrafa saçılan ışıktan tohumlar, o tohumlar üzerine bina edilen büyük kompleksler ‎ve dünyanın yedi bucağında açılan okullar hep bu “ilkler”in tesiriyle hasıl olan samimiyet zemininde ve onların izinden giden insanların ‎gayretleriyle günyüzüne çıktı.”(herkul.org)

“Şark'a yeni bir ruh, yeni bir can gelsin diye Isparta'da bulundukları zaman Hz. Pir-i Muğan doğuya gönderdiği insanı hiç unutmam. Medresede otururken dizlerindeki yamaları göstermemek için, sırtına aldığı eski bir pardösüyle o yamaları kapamaya çalışıyordu. Pantolonu, ceketi öyleyse şayet bu insanların yediği de ondan geri değildi.”

21-Said Özdemir: “Neşir hayatı adına, Üstadın önemli varislerinden olan Said Özdemir.”

“Ben Ankara'ya uğrayışımda her defasında hemen.. birinde Said Abi'yi evinde veya dükkanda görürsün, öbüründe içerdedir. Gider hapishanede ziyaret edersin. Öyle yani çok çile ile götürüldü.”

22- Tahiri Mutlu: Kitaplar ilk defa baskıya gireceği dönemde Üstad, sağa-sola hem de 50–100 lira gibi küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahiri Mutlu -makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün mülkünün satılık olduğunu ilan ediyor, arazisinin bir kısmını haraç-mezad satıyor.. satıyor ve parayı sevine sevine getirip Üstadına teslim ediyor. (Fasıldan Fasıla:3),

“O kahraman Tahiri Mutlu”

“Rahmetlik Tahiri abi kükreyerek “Gıybet edenin dilini kökünden almak lazım der.”

“O Tahir abi, ben çok veli gördüm, veli huzurunda oturdum, bir Alvar İmamı gibi, bir İrhamizade Sivasi gibi, Tahir abinin huzurunda ben onu duyardım. O büyük zatların huzurunda olduğumu. Fakat o kadar da mahviyet, o kadar da hacalet, o kadar.”

“Bir yere geldiğinde bir odada ilk defa sorduğu şey şudur; “Beni hangi odada yatırıyorsanız, gece kalkıp ben leğenimi, abdest ibriğimi, seccademi sereceğim koyabileceğim müsait bir yer varsa oraya yatırın beni.” Hiç bir kimsede olmayan bir şey. Güzel bir önlük takar kendisine, ma-i müstamel vücuduna, üstüne sıçramasın diye, öyle abdest alır. Öyle namaz kılar, ama “namaz” kılardı.”

“Tahiri Ağabey de en son o Mektubat'ı yazdı Kur'an hattı ile. Çok yazanlardan, kendine has güzel bir yazısı vardı. Tam bir Çelebi idi, bir Osmanlı efendisi. Çok kibar, çok saygılı.. Yüzünde hat hat Allah'a imanın çizgileri vardı. Onda çok müthiş bir derinlik var.”

“Tahiri Mutlu benim beraber çok kaldığım insan, değişik yönleriyle çok ilerde birer insandı bunlar. Her birisinin bir aşkın yanı vardı, o zattan istifade etmişlerdi.”

“Bir insanın kendi makamını görmemesi iyi bir şey ama bir başkasının görmesi ayrı bir şey. Ama siz görse idiniz Tahiri Abi'nin o halini, elli defa da söyleseniz yine de inandıramazdınız ona. Çünkü o kendisini çok mücrim, biri elinden tutmasa kurtulamayacağını zanneden bir insandı.”

23- Zübeyir Gündüzalp: Hz. Üstad’a kadar gelen çilekeşler, o ve onun ilk saftaki has talebeleri kulağımıza “sebat” deyip fısıldayıp geçmeliler. Zübeyr Gündüzalp’in Afyon’da idamla yargılanacakları zaman yaptığı, dağları bile paramparça edecek müdafaası ne müthiştir ve bize metanet fısıldayan ne muhteşem bir hitabedir!(Prizma:2)

“Üstad'a Zübeyr b. Avvam misali havarîlik yapmış olan, abid, sâcid, müttaki Zübeyir Abi, bir gün "Üstadım, akıbetimden çok korkuyorum" der. Üstad birden sert bir sesle ona "korkma, titre" cevabını verir. Evet, âhiret çok pahalıdır ve onun için sadece bir korkma yetmez; titremeli ve gereğine göre hareket edilmelidir” (Prizma:3)

“Üstad için ölebilecek, çok vefalı birisi.” (Gurbette Fethullah Gülen)

“Benim de hatırını kıramayacağım birisi”

“Bir büyük insan, bir dertli ve muzdarip ruh şöyle der ve inler: "Bir gencin imansızlığı karşısında, inanan insanın kalbinin, vücudunun zerreleri adedince parçalara ayrılması gerekir..." İşte muzdarip kalb budur”(İrşad Ekseni)

“Hz.Bediüzzaman'ın ileri talebelerinden birisi sayılan o alp erenlerden birisi Zübeyir Gündüzalp”

“Hiç başka bir şey olmasa, Zübeyr abi hiç Nurları bilmese Üstadın huzurunda bulunmuşluğun ona verdiği bir şey vardır ki, teker teker tırnağı kadar parçalasaydınız onu, aklının köşesinden muhalefet etme geçmezdi. Tepeden tırnağa vefalıydı. Bir acaip”
“Zübeyr abi konuşurken bulanık konuşurdu çok. Elli bin türlü rahatsızlığı vardı, zannederdiniz ki, böyle göklerden gelen bir ses sizin sinenize çarpıyor. Şimdi bunlar önemli bir misyonu temsil eden insanlar. Çok önemli mevhibelerle bunlar daima beslenen insanlardır. Öyle halikürade tecellilere zuhurlara bakmaktan daha ziyade bunların eda ettikleri vazifelere bakmak lazım”

“Ben rahmetlik Zübeyir abiye uğramıştım, işte 70'den evvel, o 71 senesinde vefat etti, öyle çok ciddi bir insandı. Ben Zübeyir abinin hayatta hiç güldüğünü görmemiştim, sürekli ciddiyet, bir vakar abidesi gibiydi. Zaten benim gibi çok hastalıkları da vardı. 20 çeşit ilaç kullanırdı."

“O bir kutuptu, başlı başına bir kutup”

“Biz genelde Risale-i Nur’un bir nesil, iki nesil, üç nesilden sonra belki bilemiyorum, onlar hakikaten nefislerine okuyorlardı. Mesela bir Zübeyr Gündüzalp’ın, -makamı cennet olsun- soluklarını dinlerseniz, öyle delice medyundur ki ona, gerçekten o imanın üzerine konan tozu toprağı onunla süpürmüş ve öyle bir ruh haleti içinde derin bir medyuniyeti taşır. Mahkemelerde dahi bunu gürül gürül haykırmıştır, işte Şualardaki müdafaa. O medyuniyeti duymuştur.”

KAYNAKLAR

1-Fasıldan Fasıla:3-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları
2-Prizma-2-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları
3-Prizma–3-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları
4- İrşad Ekseni- M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları
5-Gurbette Fethullah Gülen- Nuriye Akman-Zaman Kitap
6-Fethullah Gülenle Amerika’da Bir Ay-İsmail Ünal- Işık Yayınları
7-Bahara Yolculuk- Osman Şimşek-Işık Yayınları
8-Hocaefendinin muhtelif sohbetleri
9-Pensilvanya Günlüğü-Ahmed Özer-Ufuk Kitap-İst-2006
10-http://www.herkul.org

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları sultan-ı kainat birdir. herşeyin anahtarı onun yanında, herşeyin dizgini onun elindedir. Hakikat Damlaları

Bediüzzaman

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu