Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Haydar Baş'tan gelen tarihi(!) mektub

BTP Genel Başkanı’nın , muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye yazdığı tarihi(!) mektubun tahlili

06.02.1998 tarihinde BTP Genel Başkanı Haydar Baş’ın muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye  yazdığı bu tarihi(!) mektubu , gelen yoğun istek üzerine tahlil edeceğiz. Tahlilde , görüleceği üzere birtakım yanlış anlamaları izah edecek ve Kur'anın siyak-sibak bütünlüğü çerçevesinde ele alındmadığında düşülen yanlışları , dotsane bir uyarı mahiyetinde dile getireceğiz.


Mektub’un “Muhterem kardeşim Fethullah Efendi” şeklinde başlaması müminlerin birbirlerine karşı nezaket ve zerafet göstermesi noktasında doğrudur ve olumludur. Lakin , BTP’nin Medya Grubunun, kendi Liderleri ile tenakuz edercesine aynı “Fethullah Efendi” hakkında kısa bir süre sonra kullandığı “Gizli kardinal” , “nurcu papaz” , “Hıristiyan nur talebesi” , “Truva atı” tarzındaki basit - delilsiz isnad ve iftiraları incelediğimizde , “Fethullah Efendi” ifadesinin samimi söylenmediği veya takiyye yapılmak suretiyle söylendiğini görmekteyiz.


"Müminler ancak kardeştir" ve kardeşler, birbirine yıkayan iki el gibidirler. Kardeşin kardeş üzerinde hem hakkı hem de sorumluluğu vardır. Eğer bir Mü'min kaderin şevkiyle bir camianın sorumluluğunu taşıyorsa bu sorumluluk, bu vebal daha da artmakta ve önem kazanmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mes'ûlsünüz"  buyurmaktadır. Bu sebepledir ki, birbirimizi lüzum görülen hususlarda aydınlatmak, istişare etmek, varsa bir yanlıştan sakındırmak, üzerimize bir borç olduğu gibi, kardeşlik hukukunun da bir gereğidir.

“Ayinesi iştir kişinin , lafa bakılmaz “ fehvasınca , bir müminin söylemleri ile icraatleri  tezat içeriyorsa , ki yukarıda izah ettiğimiz üzere içeriyor , o zaman burada “samimiyetten” bahsetmek mümkün değildir. Kardeşlikten, istişareden , yanlıştan sakındırmaktan bahsediliyor , diğer yandan tekfir ediliyor. Bu halet-i ruhiye samimi bir müminin yapacağı bir tavır olmasa gerek. Şayet denilecek olunursa “Mektub 1998 yılında henüz Papa ile görüşülmeden önce yazılmıştır , o günlerde Diyalog faaliyetleri yoktu, ona isnaden uslub doğruydu . Daha sonraları yapılan Diyalog faaliyetleri üzerine uslubları sertleşti“  , bizde deriz ki “ Diyalog Hizmetleri 1940’lı yıllarda Bediüzzaman Hazretleri ile “Ferdi” bazda başladı , 1964 yılında Vatikan ile kurumsallaştı , 1994 yılında Türkiye’de Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesinde devam etti “. Demek ki , 1998 yılında yazılan bu Mektubtan 4 sene önce Diyalog faaliyetleri vardı , İftar yemekleri verilmekteydi , Diyalog ve Hoşgörü toplantıları yapılmaktaydı. Şayet bunlar yanlıştıysa , neden buzamana kadar aynı sert uslub kullanılmadı , şayet değildiyse neden şimdi eleştiriliyor ? İşte bu heyetin tenakuzu burada başlıyor zaten !



Öte yandan zat-i âliniz ve arkadaşlarınızın ülkemizde ve dünyada yaptığı hayırlı hizmetleri takdirle karşılıyor ve hayırla anıyoruz. Bu cümleden olarak bu mektubu, hem bir istişare maksadıyla hem de bir mükellefiyetin gereğini yerine getirmek üzere yazıyorum.

1998 yılında Dünya çapındaki hizmetleri ve okulları öven bu ifadeler , daha sonraları yerini “Hizmet okullarında domuzeti servisi” , “Washington-vatikan hattı” , “Amerikaya hizmet eden okullar” şeklinde anılacaktır. Yine bir tenakuz yine bir çelişki girdabı ile karşılaşıyoruz.

 

Bir müddet evvel basına yansıyan bir beyanatınızda başörtüsüne "teferruat" demişsiniz.


Yüksek İslam Entstitüsünü bitirmiş bir insanın , İslamın Genel Hükümlerinin Usul ve Fur’u olarak iki kategoride irdelendiğini , Farz olan tesettüründe Furuata ait bir hüküm olduğunu nasıl bilmez ? Şayet biliyor idiyse , “imanın yanında tesettür furuattır” hükmünü neden anlamamış gibi sorgular ?

Çok iyi bilirsiniz ki tesettür, başörtüsü bir vecibedir, farzdır. Ayetlerle sabittir. Ayette başörtüsü, "Hamr" kelimesiyle anlatılır. Bir manası başı, diğer bir manası da göğsü örtmek hakkındadır. Ma'lumunuzdur ki, lafızların kelime manası esas alındığında mesele sapar ve saptırılır. Zira bu kelimenin elliye yakın manası vardır. Bir manası da içkidir. Sadece kelime manasından yola çıkarak kalkıp da ayette geçen'Hamr' kelimesini içki anlamıyla kabul edersek "içkiyi örtmek" gibi bir şey ortaya çıkar ki, bu mantıksızlıktır………Yine biliriz ki, bir farzı basite almak, helâli haram, haramı helâl kabul etmek, itikadı açıdan pek vahim sonuçlar doğurur.

Fethullah Gülen Hocaefendinin ; ”Tesettür Farz değildir”,” Tesettür Kur’an Ayetleri ile sabit değildir”, “Ayette geçen Hamr kelimesi tesettür dışında bir anlam ifade eder” şeklinde bir beyanatı olmadığına göre bunca izahat neden ? Bir şeyin Fur’u olması , o şeyin basit olduğu anlamı taşımadığına göre , “Farzı hafife almaktan” bahis neden ?



Bu kadar vahim dalâlet, sapıklık ve tezat içinde yüzenlere binbir zahmetlerle kurduğunuz TV kanalınızda zehirli fikirlerini yayma fırsatı veriyorsunuz. Bundan daha da vahimi, sözünü ettiğimiz şahıs ve şahıslara plaket vermek suretiyle ödüllendiriyorsunuz; bunun adı tolerans, müsamaha oluyor. Böylece hem bu gibiler özendiriliyor, hem de büyük kitleler bu yapılanların meşru olduğu zannına kapılıyor.

Verilen ödüller kişilerin Dindarlığına verilmiş ödüller olsaydı , belki bu itiraza haklılık payı verilebilinirdi. Ülkemizde , farklılıklara rağmen bir arada yaşamayı kabullenen , Barış ve Huzuru tesis etme adına verilen Hoşgörü ödüllerinin , ilgili kişilerin fikirlerine verildiği anlamı taşımaz. Bu insanları , bize göre yanlış düşüncelerine rağmen , bu yanlış düşünceleri sergilenmedikten sonra nasıl bir zarar veriyor , anlamak mümkün değil. Diğer yandan , şayet farklı düşüncedeki insanları TV programına çıkartmak yanlış bir uygulama ise , neden bazı ateist köşe yazarlarına kendi TV kanallarını açtılar ? “Yeni Mesaj–Meltem ekibi”nin BTP’si ile, “Aydınlıkçılar”ın İP’sinin “müşterek düşmana karşı hedefte birlik” içinde bulunmalarından da derin haz duyduğumu elbette belirtmeliyim.”(Yeni Mesaj , 11.06.2002 , Hüseyin Mümtaz) yazısını neşrettiler. Bu ifade ile sizin mantığınıza göre İşçi Partisi meşrulaştırmış oldunuz ?

Hatta son günlerde çıkan bir haberden takip ettiğimize göre bir iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resûlü'nü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber'dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür Rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber  demek nasıl mümkün olur?... Halbuki küfür olan Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur.

Bir Hıristiyan Ruhaninin , İslam ölçüleri dışına (Rabbimiz İsa , babamız tanrı gibi) çıkmamak koşulu ile dua yapmasında nasıl bir sakınca olabilir ? Meşhur Sultanımız Melik Şah ve yine meşhur müçtehit  İmamı Evzai Hazretlerinin cenaze namazlarına pek çok Hıristiyanın duaları ile iştirak ettiği biliniyorken , “inek altında buzağı” aramanın manası nedir ? Vurgulanan “ortak yanımız Allah-u Ekber” ifadesi ile tevhid inancını benimsediği anlaşılıyor. Bugün Hıristiyan Alemi içinde özellikle Katolik dünyasında , Allah’ın üç değil bir olduğu ve Peygamberimiz (SAV) ‘inde bir peygamber olduğu kabulu giderek artmaktadır. Kabul etmeyenlerin kabul etmesini sağlamak “karşılıklı münasebetler” tesis etmeden acaba nasıl sağlanır?  Halbuki Kuran sizin gibi demiyor : “(Ehl-i Kitaba deyin ki): Sizinle Bizim Aramızda ortak Olan Bir Kelimeye Gelin: Allah'tan Başkasına İbadet Etmeyelim ve O'na Hiçbir Şeyi Ortak Koşmayalım”(Ali İmran , 3/64) ”(Ehl-i Kitaba deyin ki): 'Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.' (Ankebut,46) .


Biz Hıristiyan veya diğer din mensuplarıyla görüşülmesin, irtibat kurulmasın demiyoruz. Ancak onlarla olan ilgi ve irtibat, Hakk'ı ketmetmemek ve açıkça söylemek şartıyla meşrudur. Yani tebliğ esastır.


Bazenkonuşmak tebliğdir , bazen tebessüm bir tebliğdir, bazende susumak en büyük tebliğdir. Kaldı ki, Tebliğ yapılmadığını nerden biliyorlar acaba ? Diyalog Hizmetlerinin içinde değiller, bu Hizmetlere katılmayı bile reddediyorlar , ama Tebliğ yapılmadığına hükmediyorlar? Diyalog İslam’ın Temsil suretinde tebliğ ve İrşad zemini hazırlaması olmadığına delilleri nedir ?


Bakınız, şu ayetler Hıristiyanlar hakkında inmiştir;
-"De ki: Allah'a ve Rasûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki, Allah kafirleri sevmez." (Al-i İmran-32)
-"Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir olmuşlardır." (Maide-73)
-"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler." (Al-i İmran-28)


Ehl-i Kitab kafir değildir diyen olmadığı gibi bu Ayetlere her mümin gibi muhterem Hocaefendide  Ehl-i Sünnet Tefsir Alimlerinin verdiği mana doğrultusunda uymaktadır. Mesela , Elmalı Hamdi Yazır son (Al-i İmran-28)Ayet-i Kerime’nin tefsirinde :” Ancak onlar tarafından gelmesi beklenen ve sakınılması gereken her hangi bir zarardan korunmak için yaptığınız dostluk müstesnadır. Öyle durumlarda iş başka, yoksa müminler, hiç kimseye karşı iyi davranmaktan, adalet ve ihsandan menedilmiş değillerdir. Hukuka riâyet, ahitte sebat, ciddiyet, merhamet ve yardımseverlik aslında imanın gereği olan güzel huylardır. Güzel huy ise müminin şiarıdır.” Diyerek birtakım istisnalar vaz etmiştir. Benzer bir yaklaşımı Maide suresi 51.Ayetinin tefsirinde görümekteyiz : “Görülüyor ki "Yahudiler ve hıristiyanlara dostlar olmayınız" buyurulmamış, "Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz" buyurulmuştur.” . Yani “dost edinmenin” çerçevesini çizmiştir. Elmalı Hamdi , Ayetleri bu şekilde anlamaz isek , Kur’anı siyak-sibak bütünlüğü içinde değerlendirmezsek , “'Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez.' (Mümtehine, 60/8 ) ayeti ile çelişileceğine vurgu yapmaktadır.

Sekiz asır Endülüs Müslümanlarının yaşadığı İspanya'da bir tek Müslüman bırakılmamış, hepsi katledilmiştir. Halbuki İstanbul'un fethinin üstünden 545 yıl geçmiştir. Sırplar, Bosna'da katliam yaparken 'Hedefimiz İstanbul-Anadolu, hatta Horasan' diyorlardı; unutmayalım.


Mekke döneminde tebliğ metodu ile Medine dönemindeki tebliğ metodu birbirine nasıl benzemiyorsa , İslam’ın değişik dönemlerinde de Dünya konjektörü “Savaş” ile İslam’ın temsiline imkan sağlıyorsa savaşırsınız , İlim –Fen ve Medeniyet ile terakkinin önem kazandığı dönemdede İslamı sevdirme yöntemi Diyalog ise , o zaman bu yöntemi esas alırsınız. Sizin mantığınıza göre Efendmiz (SAV) , Sahabeyi Kiramı Hıristiyan bir diyar olan Habeşistan a Hicret ettirmesi ne anlama geliyor ? - Haşa – Efendmizi Hıristiyan dostumu ilan edeceksiniz bu mantıkla ? Kuranın Mecusi İranlılara karşı Hırsitiyan Rumların mağlub gelmeleri karşısında “Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. (Rum suresi, 2-3) diyerek Hıristiyanları teselli etmesine ne diyeceksiniz ? Demek her dönemin bir tebliğ yöntemi var. Ve Kur’an her döneme hitab etmesi adına yine siyak ve sibak bütünlüğü çerçevesinde bakılmadığı takdirde , bazı Ayetleri -hafizanallah – hiçe saymış oluruz.


Kaldı ki siz, ne bir siyasi lidersiniz, ne de İslam namına seçilmiş bir temsilcisiniz.


Fethullah Gülen Hocaefendi ‘nin böyle bir iddiası veya beklentisi olmadığına göre , vede İslam dünyasının kendi temsilcisini seçme keyfiyeti teorikte mümkün gözükmediğine göre , Hocaefendi İslam’ı dünya çapında temsil ve tebliğ etmeyi bir kenara bırakıp beklemelimiydi ? Acaba bu mektubu yazan , İslam namına seçimli bir temsilcimiki , bu soruyu sorma nezaketsizliğini yapmaktadır ?


SONUÇ :


Mektub’un  Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Katolik Kilisesi Lideri Papa 2.Jean Paul ile görüşmesine 3 gün kala kaleme alınmış olması , mektubun son satırlarında görüldüğü üzere , daha önce Ortodoks Kilisesi  Ruhani Lider ile görüşen ve kabul gören , şimdide Katolik Kilisesi Ruhani Lideri ile görüşürse , acaba “İslam dünyasının Ruhani Lideri” ünvanı “elden gidermi” endişeyi ruh hali sezinlemekteyim. Kendisini müminlerin en mücrimi , Rasulullah’ın Kıtmiri ve Kapı kulu olarak dile getirecek kadar nefsini aşan insanlar için bu tür dünyevi makamlar bir çukrdur , bir zillettir. Bu makamlara kim talibse , varsın o onların olsun ! İslam dini koruma altındadır ,  Kur’an bu taahhüt etmektedir. Allah koruduğu dinin başınada her asırda layık bir müceddid / Kutbul Azam  getirir , bu konuda endişe içinde olanlar Allah ile irtibatı hakkıyla tesis edemeyenlerdir. Bu tür mektubları yazanlar , samimi iseler , uluorta yayınlanmasına izin vermemeleri gerekir. madem yayınladılar , doğan cevab hakkını şahsım adına cevabladım. Hata ve kusurlar şahsıma aittir. Allah'ta hataları affedicidir.

 

 


Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları Gönülleri fetheden, beyan talâkatı değil hareket talâvetidir. Hakikat Damlaları

M. Fethullah Gülen

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu