Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Fethullah Gülen Hocaefendi:"Okulların Kapatıldığı Yok"

Fethullah Gülen Rusya Federasyonu’nda bazı okulların kapatıldığına dair çıkan haberler etrafında bir konuşma yaptı. Gülen, çıkan haberlerin maksatlı ve bayat olduğunu ifade etti. Aşağıda yapılan açıklamaların transkripsiyonunu okuyacaksınız.

“Birkaç sene önce Türkiye’den bazılarının götürdükleri  iftira dosyalarının sebep olduğu bir kaç ihraç ve okul kapanması hadisesi aradan onca zaman geçmesine rağmen  tekrar “oh olsun” dercesine ısıtılıp gündeme getiriliyor.

Bu saldırıların arkasında yeni bir plan mı var, ayrıca okul kapanması gibi bazı tıkanma noktalarında alınması gereken dersler ve nelerdir?

Son zamanlarda okul kapanması ile alakalı Türkiye’de bazı gazeteler bazı şeyler yazdılar.

Ne ifade eder bu?

Meselenin aslını bilmeyen insanların kuvve-i maneviyelerini kırar. “Acaba havanda su mu dövüyoruz?” dedirtir. Cenab-ı Hakk’ın lütuflarını görmeme gibi bir duruma düşerler. Paniğe kapılırlar. Belki farkına varmadan ciddi bir mesele gibi onu sağda solda neşreder, başkalarının da kuvve-i manevilerinin kırılmasına sebebiyet verirler. Bu yönüyle önemli.

Bu meselenin kanaat-i acizanemce değişik yönleri var.  Fakat ondan evvel o okulların veya o çizgide eğitim faaliyetlerinin, kurs gibi yerlerin, kültür lokallerinin öneminden başlamak daha uygun olur.

Okul Düşüncesinin Tarihi Geçmişi

Okul düşüncesi Türkiye’de belki çok eskilere dayanabilir. 1980’li yıllarda Türkiye’de okullar açılmaya başlamıştı. Böyle seviyeli eğitim gören arkadaşlar üniversiteye hazırlık kursları açıyorlardı. Yani erken dönemde böyle bir düşünce oluşmuştu. Basit yerlerde, cami altlarında kurs başlattıklarını ve 1970’li yılların sonuna doğru da Bozyaka yurdunda daha profesyonel mahiyette bu kursları sürdürdüklerini hatırlıyorum. Yani çok erken çalışmalardır bunlar.

O dönemde henüz Sovyet imparatorluğunun yıkılması söz konusu değildi. Belki onu yakından takip edenler bir kısım çatırtı seslerinin geldiğini hissediyorlardı. O gayr-i tabii, gayr-i insani nizamın daha uzun boylu ayakta kalmasının mümkün olmadığını görenler seziyorlardı onu. O iş için de belki fikri bir hazırlıkları, zihni hazırlıkları vardı ama fakat temelde itiraf etmek lazım mebde’den müntehaya (baştan sona) kadar herşey bir sevk-i İlahi ile hazırlandı, planlandı ve mevsimi gelince  değişik şeyler uygulanmaya kondu. Şart-ı adi (basit şart) planında figüran olarak insanlar vazife aldılar ama temelde herşeyin arkasında Allah’ın inayeti, riayeti, kilaati (yardımı, koruması) vardı. Cenab-ı Hak bir yönüyle kendisini ifade etmek istiyordu ve ifade etti.

Çağın Hareketi

Bir yönüyle de sizin milli kültürünüz, değerleriniz ve diliniz bir kere daha ifade edilme zeminini, ortamını buldu ama 1990’dan sonra 90’lı yıllarda Türkiye’nin içinde olan okullarda -ki üzerinden aşağı yukarı 10 sene geçmişti- bir tecrübe edinilmişti, eğitimci eğitimi öğrenmişti, öğretimci öğretimi öğrenmişti, rehber rehberliği öğrenmişti. Bir yönüyle sistem oturmuştu yani. Bunu alıp hemen başka bir yerde de montaj yapmak mümkündü, sistem işliyordu ve gün geldi Cenab-ı Hak o lütufta bulundu, dışta da onu uygulama fırsatı ve imkanını verdi. Kendinizi ifade edecektiniz. Bu açıdan yurtdışındaki okullara günümüzde sayısı belki 400’e 500’e ulaştı değişik çaptaki şekilleriyle. Bu Cenab-ı Hakk’ın bir inayetiydi. Ve denebilir ki hakikaten Gaspıralı hareketinden sonra çağın hareketi gibi birşeydir bu. Çünkü bunu çok güçlü teşkilatlar, güçlü devletler yapamadılar. Allah dilemeyince yapılmaz o. Cenab-ı Hak diledi, kader yolunuza su serpti ve siz çok rahatlıkla Allah’ın izin ve inayetiyle bu işi götürdünüz dünyanın dörtbir yanına. Bu açıdan da bu Gönüllüler Hareketi’ne “çağın hareketi” denebilir, dense sezadır. Bu hareketle şunlar oldu:

Dehaların Yapacağı İş Değil Bu

Siz bir yönüyle kendinizi ifade etme imkanını buldunuz. Aynı zamanda dilinizi dünyaya duyurdunuz. İngilizce oldu mekteplerinizde ama bu arada kendi dilinizi başkalarına öğretme imkanı oldu. Sizin diliniz böyle geniş bir coğrafyada hiçbir zaman bu ölçüde ele alınmamıştı. Bunu Turgut Özal ifade ettiği gibi ondan sonra gelen cumhurbaşkanı Süleyman Bey de ifade etti. Daha sonra gelen Ecevit Bey de ifade ettiler. Büyük bir hadise. Ve bu konuda, bu büyük işi hiç kimse kendine mal etme cüretine ve küstahlığına girmesin. Saygısızlık yapmış olur. Ben öyle bir meselede binde bir hissemin olduğunu düşündüğüm zaman şirke girmiş kabul ederim kendimi. Odamdan içeriye girer “estağfirullah” der, “Allah’ım yeniden beni tevhide yönlendir” mülahazasında bulunurum. Bu da bilinmeli. Hiç kimseye maledilemez bu, milletin ruhunda Cenab-ı Hak  böyle bir heyecan meydana getirdi ve bu heyecanı mevsiminde meydana getirdi. Elemanlarınızın bulunduğu bir dönemde meydana getirdi. Rusya’nın çözülmesi döneminde meydana getirdi. Türkiye’de şartların müsait olduğu bir zamanda meydana getirdi. Şu “meydana getirdi”leri ben saysam on tane rakama çıkarabilirim. Böyle on tane uygun şartın bir araya gelmesi ihtimal hesaplarına göre milyarda bir ihtimaldir. Bu açıdan bu meseleyi hiçbir deha kendisine mal etmemeli. Kaldı ki içimizde deha iddiasında bulunan da yoktur. Dehadan ziyade, şayet beş-on tane salim düşünen kafanın bir araya gelip meseleyi kollektif şuura havale etmesi ve onunla çözmesi daha elverişlidir. Dahiler çok defa yanılmışlardır fakat on tane kafanın yanıldığına çok az şahit olunmuştur. Dolayısıyla mebdeinden müntehasına kadar tamamen ma’şeri vicdana (genelin vicdanı), bir topluma mal olmuş milli bir harekettir bu.

Dünya’ya Türkiye’nin Adı Duyuruldu

Evet kendi kültürünüzü tanıttınız ve aynı zamanda dininizi tanıttınız, duygularınızı duyurdunuz.  Kimse bilmiyordu bunu. Tanıtma adına dünya kadar para sarfediliyor, fakat hiç de tanıtma olmuyor. Değişik yerlerde arkadaşlarımız soruyorlar, ben de televizyonlarda seyrediyorum hem de dinliyorum. “Türkiye’yi biliyor musunuz?” diye soruyorlar. “Galatasaray’la, Fenerbahçe ile biliyoruz” diyorlar. Demek ki sadece stadyumlardan tanıyorlar Türkiye’yi. O da futbola meraklı olanlar duymuşlar bizi. Fakat bu okullarla, eğitim faaliyetleriyle, açılan kültür lokalleriyle Türk insanının Türkiye’nin adı duyuruldu dünyada.

Değişik yerlerde lobi faaliyetleri yapılıyor. Bir devlet büyüğümüz diyor ki “Ermeni diasporası var.” Değişik yerlerde, başka milletlerin de var. Bunlar Ermeni davasını ve şimdilerde soykırım davasını dünyanın her yerinde dile getiriyor, parlamentolara kabul ettiriyorlar ve Türkiye bir mücrim durumuna düşürülüyor. Gelecekte dünya bu mevzuda bir karar verirse ödeyecek tazminatınızın haddi hesabı yok. Oysa ki ben -bu elviye-i selase denirdi- Kars, Ardahan, Erzurum diyarlarında çok duydum. Dedelerimden çok dinledim yani. Ben hiç bir zaman bir yerde bir tane Ermeninin öldürüldüğüne dair bir  hadise duymadım. “Ermeni katliamı, soykırımı” diye bir şey duymadım ben.

İşin doğrusu “Türk soykırımı” lafını  dinleye dinleye büyüdüm, neşet ettim. Ama bunu anlatamadık. Arşivleri ortaya koyamadık. Bunu önemli bir mesele olarak ortaya çıkaracak, değerlendirecek öngörülü bir devlet adamı çıkmadı. Onlar bu mevzuda atak yapmadan o meseleleri ortaya koyamadık. Şimdi değişik yerlerde diasporalar var ve bunlar kendilerini ifade ediyorlar. Değişik kimselerin onlara karşı tavırlarını ifade ediyorlar. Ve lobiler oluşturuyorlar.

Milyonlarca Dolar Harcasanız Bu Tanıtımı Yapamazsınız

Şimdi gelecek adına bu okullar da samimi, yürekten size bağlı öyle lobiler oluşturacak ki bunu görmemek için kör olmak lazım. Hiç unutmam size başka zaman da arz etmiştim: St.  Petersburg’da zannediyorum, bir beyaz Rus çocuğa soruyorlar. “Büyüyüp vazife aldığın zaman ilk defa ne yapmak istersin” diye. “Ben devlet kademelerinde görev alsam veya devletin başında olsam ilk defa Türklerle aramızdaki münasebeti düzeltirim” dedi. Ben hıçkıra hıçkıra dinledim onu. Vak’a bunlar. Bir ölçüde sizin kültürünüzle yetişiyor, sizi tanıyor. Öğretmenine duyduğu saygıyı tamim ediyor, o öğretmenin mensup olduğu bütün millete tamim ediyor. Bütün millete karşı saygı duyuyor. Şimdi bunlar öyle olumlu şeylerdir ki milyonlarca dolar harcasanız her yerde bunu yapamazsınız. Bunlar bedava yapılıyor. Ve bunlar yapılırken aynı zamanda sizin iş adamlarınız, sanayicileriniz, ticaretçileriniz ve ihracatçılarınız bu arkadaşların oralardaki fahri temsilcilikleriyle pazarlamacılıklarıyla gidip iş yapma imkanı buluyorlar. Aynı zamanda siz iş adına da açılıyorsunuz. Şimdi meselenin bu yanına bakınca tanıtım ve aynı zamanda  gelecek adına samimi, yürekten lobiler oluşturacak.

Hayırlı Sabahlar Efendim!....

Aslında diasporaya ben şuradan girdim. Bir devlet adamımız Meclis kürsüsünde konuşuyor. “Biz de değişik yerlerde diasporalar oluşturmamız lazım” diyor. Araplar böyle bir mülahaza karşısında ‘’sabah-ül hayr=hayırlı sabahlar efendim” derler. Onu 15-16 seneden beri fahri bir kısım gönüllüler, Allah’ın izni ve inayetiyle yapıyorlar ve devlete zerre kadar yük getirmeden yapıyorlar. Milletin  heyecanını, hamaset hissini uyarıyorlar. Aynı zamanda onun geçmişiyle yeniden bütünleşmesini sağlıyorlar. Sen büyük bir milletsin, böyle uyuşuk kalamazsın ve gelecekte dünyadan tecrid edilmiş bir Türkiye’nin  yaşaması mümkün değildir. Küreselleşen bir dünyada, eğer Türkiye sağa sola dal budak salmazsa, kökleriyle bütün dünyaya yayılmazsa ayakta duramaz. Şiddetli fırtınalar karşısında yıkılır gider. Diyelim ki sosyolojik yönleri zayıf, bunu anlayamıyorlar, fakat şu anda böyle gidip gördükleri yerlerde bari okuyabilseler bunu, olan hadiselerden okuyabilseler. Meselenin bu yanını çok iyi tespit etmek lazım.

Okul Kapatma Meselesi Yok

İkincisi, okulun kapatıldığı dile dolanıyor... Okul kapatma meselesi yok bir kere. Şu anda dünyanın 70 ve 80 ülkesinde dün nasıl idiyse bugün de aynen o şekilde devam ediyor. Ve 70-80 millet içerisinde yani ayrı ayrı kültürlerin çocukları, ayrı ayrı kültür ortamında yetişmiş toplumlar içinde, siz faaliyetlerinizi sürdürüyorsunuz. Hususiyle bir dönemde taban tabana İslâm’a zıt bir sistemin hakim olduğu ülke dağılıyor. Rusya’da ve Orta Asya’da siz bu faaliyetlerinizi sürdürüyorsunuz. Öyle KGB gibi çok hassas, çok duyarlı ve havadan nem kapan bir istihbarat örgütünün hakim olduğu bir yerde 15 sene siz faaliyette bulunuyorsunuz da bunlar sizi anlayamıyorlar!!! O zaman bence korkmak lazım bundan. Ya öyle bir deha var ki dünyada hiç kimse sezemiyor, bunların farkına varamıyor bence onlarla uğraşmak beyhudedir, başa çıkamazsınız . Ben şahsen öyle bir deha görmüyorum. Çünkü Anadolu insanı “biz aldanırız aldatmayız” karakterindedir. Bizim insanımız ilim de yapabilir ama hüsn ü zan (iyi zan, düşünme) tarafı çok ağır basar onun. Hüsn ü niyetlidir (iyi niyet) hep. Çok defa aldanır ama katiyyen aldatmaz. Bizim insanımız budur. Bu açıdan da öyle deha iddiasına kalkmak yakışıksız olur. Herkesi öyle görmek bence herkesi aşkın görmek gibi bir şey olur.  Müteal varlıklar görmek gibi bir şey olur. O değil. Öyleyse endişe edilen bir şey yok demektir.

Bu insanlar hep sizi mercek altına alıyorlar. Bütün davranışlarınızı sürekli takip ediyorlar fakat kendi hesaplarına olsun olumsuz bir şey bulamıyorlar. Ve siz faaliyetlerinizi Allah’ın izni ve inayetiyle sürdürüyorsunuz. İki yerde diş kırdırma diyeceğim bazı hadiseler oldu. Bunların bir tanesi Özbekistan’da, bir tanesi de Rusya Federasyonu’nda bir-iki yerde cereyan etti.

Özbekistan Örneği

Özbekistan’da okullar 3-5 sene faaliyet gösterdikten sonra İslam Kerimov’un kendi özel emriyle kapatıldı. Fakat o iki devlet arasındaki münasebetlerin bozulmasına dayanıyordu. Çünkü devlet okullarını da kapattılar. Türk milletine ve Türk devletine ait herşeyi kapattılar. Sadece belki elçilik veya konsolosluk var. Hatta bazı işadamlarını bile sınırdışı ettiler. Fabrikalarını ellerinden aldılar. Yani Türkiye’ye karşı, Türk insanına karşı ciddi bir tavır alındı. Bir ölçüde bir taraftan iki devlet arasındaki münasebetin gerginliğinden kaynaklandı. Sizin okullar da nasibini aldılar. Ama ne zaman?  5-6 sene liseler mezun verdikten, binlerce talebe üniversiteye gittikten sonra. Ama keşke devam edebilseydik orada. Keşke orada bugüne kadar devam etme imkanı olsaydı. Bir bu var yani. Devletlerarası münasebetin bozulmasından kaynaklandı.

İkinci olarak oraya bir kısım onların radikal dedikleri gruplar sızdı. Bir yerde devletleri de olan bir grup, bir yerde radikal ve aynı zamanda illegal bir grup var. Türkiye’de de mevcutları var. Bunlar o Fergana Vadi’sinde bazı hadiseler çıkardılar, bazı kimseleri arkalarına aldılar. Mebdeinden müntehasına kadar hadiseyi takip ettiğim için haberdarım. O meselenin önünü almamıza bizim gücümüz yetmezdi. Öyle bir dalga geldi ki orada neredeyse o adamın iktidarını hedef alıyordu. Ve çok kanlı bastırmalar oldu. Bir de böyle bir faktör vardı, bir sebep vardı. “Bunlar da başıma bir dert açmasın, şimdi en iyisi mi böyle  dıştan gelmiş kimselerin soluklarını keselim, ayaklarını keselim, dolayısıyla hiçbir problem kalmaz” mülahazasıyla ve felsefesiyle hareket edildi. Bu da saiklerden biriydi.

Bir diğer saik şuydu. Bakın oradaki sizin okullarınıza karşı bir tavır değil bu. Aslında öyle kesip atacak gibi de değil. Çünkü Kerimov, bana Emir Timur’un altından yapılmış bir hediyesini gönderdi, bana mektup yazdı oradaki o eğitim faaliyetleri esnasında. Yine Uluğ Bey’in altından yapılmış bir hediyesini gönderdi İslam Kerimov. Böyle bir münasebet vardı. Fakat o zaman orada bulunan arkadaşımız diyor ki “Biz bu meseleleri anlatıyoruz, inanıyor. Fakat Türkiye’den leffen (ilişik olarak) gelen bazı şeyler yine kafasını bozuyor. Biz düzeltiyoruz, Türkiye bozuyor, beş senedir sürekli biz düzeltiyoruz, Türkiye bozuyor, biz düzeltiyoruz, Türkiye bozuyor” diyor. İşin serencamesi bu. Sizi çekemeyen bugün işte Pravda (Türkiye’dekileri kastediyor-Editör) gibi bir kısım ceraidde (gazetelerde) münteşir (yayınlanmış) haberlere benzer haberler neşreden kimseler sürekli kafa bozucu böyle haberler neşrediyorlar.

Çeçenistan Örneği

Rusya Federasyonu’nda bir iki yerde kapamalar oldu. İki sene evvel oldu. Şimdi değil o hadise. İki seneyi geçiyor. Çeçenistan’da ciddi hadiseler vardı. Çeçenistan’daki hadiseler Rusya’yı ciddi endişelendirdi. Putin’i de endişelendirdi. Öyle ki bazı operasyonlara bizzat kendisi bile katıldı, hatırlıyorum ben. Putin seçilmeden evvel operasyona katıldı. “Rusya Federasyonu içinde bu türlü hadiseler olabilir” diye onlar bir kısım böyle devletten hususi kadılar getirdiler. Şer’i muhakemeler tesis ettiler. Şer’i hükümler vermeye başladılar. Kendi bünyesinde bunu kabul etmedi. Federasyonu kabul ediyordu. “Siz olun, durun burada” diyordu ama onlar 800 bin insan –bir milyon bile değil- o koskoca ordu bütün gücüyle Çeçenistan’a karşı savaş ilan ediyordu. Mantığı yoktu bu meselenin. Bakın samimiyet başka bir meseledir, fakat samimiyetin önemli bir derinliği esasen akıldır, mantıktır, muhakemedir, stratejidir. Size bir federasyon hakkı vermişler. Ve Türkler gelmişler orada Grozni’de okul açmışlar. O okul çok güzel bir okuldu. O binada taş, taş üstünde bırakılmadı, yıktı Ruslar okulu. Okul dağıldı. Oradaki yüzlerce çocuk Türk terbiyesi ile yetişiyordu. Şimdi dağılıp gittiler. Bu hadise Rusya’da şok tesiri yaptı. Kızılordu’yu iyice kızdırdı. Rus idaresi iyice endişeye kapıldı. “Acaba diğer federasyon birimlerinde de aynı hadise olur mu?”  endişesine ve paniğine kapıldılar.

Rusların bu konudaki taktiklerinin sebeplerinden biri de şuydu: “Dıştan insanlar gelip burada eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunacaklarsa başkalarının da o istikamette bir talebi olur” diyerek  İranlının, Turanlının ayağını kesmek, Vehhabiliğin önünü kesmek için orada böyle umumi bir karar verdiler. Ve biz de öyle umumi bir karardan nasibimizi aldık. Ama bu iki sene evveldi. Fakat Türk eğitimcilerinin orada hiç bir kayıpları olmadı. Sadece kendileri yok.

Panik Yaptırmak İstiyorlar

Yapılması gereken şey kendi dilinizi orada öğretmek, o insanlarla tanışmak, bir Türkiye devletinin bulunduğundan onlara haberdar etmek, belli ölçüde lobi duygusunu tetiklemek, o heyecanı onlarda uyandırmak, maksat bu idi ise şayet, kendi kültürünüzü oraya götürmek idiyse, milli değerlerinizi götürmek idiyse bence o yapıldı. Yapılacak fazla bir şey de kalmadı. Bu açıdan böyle “kapandı, mapandı” laflarıyla oluşturulmak istenen paniği de kimse kabul etmeyecek, çünkü “kapandı” dedikleri zaman Gaziantep’teki insanlar “yahu bizim baktığımız yer devam ediyor” diyecek. Maraş’taki diyecek ki “bizim baktığımız yer de devam ediyor.” Erzurum’daki diyecek “bizim baktığımız yer de devam ediyor.” İzmir’dekiler “bizim baktığımız yer de devam ediyor, bunlar hangi kapanmadan bahsediyorlar?” diyecekler... Diyecekler bunu... çünkü hepsi devam ediyor. Bu da meselenin diğer bir yanı.

Yerli Pravda Boş Durmuyor

İhtimal, kendileri de bildikleri halde bunu, işte bir yerde diyelim. Pravda gibi bir şey böyle bir düşünce ortaya atınca, safiyane bilmeden bazıları da onu alıp iktibas ediyorlar.  Veyahut kendi maksatlarına uygun geldiğinden dolayı diğerleri de onu değerlendirmek istiyorlar. Bu da meselenin başka bir yanı.

Kapanan okul yok.  Neden böyle yapıyorlar?  Zannediyorum bir hazımsızlık, ciddi bir kıskançlık  ve aynı zamanda bunlara bağlı bir inat var.  Kabul etmeme inadı var.  İnat öyle bir körlüktür ki,  aynı zamanda meleği şeytan görür,  şeytanı da melek görür.  “İnadın gözü kördür” derler. Şimdi melekçe yapılan işlere şeytanca işler diyorlar.  Ve bunlar farkına varmadan  şeytanca işlere de “melekçe işler” diyorlar.  Hiç farkına varmadan inattan diyorlar.  Bir kısım uleymat (alimcikler) ve bir kısım müteşeyyihinin (şeyh bozuntuları) yanı başında temelde esasen dine, diyanete karşı belli tavrı olan kimseler, meseleyi hep öyle görmek istedikleri için vehm ü hayallerine göre hüküm  veriyorlar. Bir yönü ile belki karbondioksit atıyor gibi atıyor ve rahatlıyorlar yani.  Şimdi bu inat öyle bir tersliktir ki, baştan bir kere kabul etmemeye karar vermişler.  Baştan önyargıları var, yani siz ne yaparsanız yapınız değişik vesilelerle arz ettiğim gibi biraz evvel ki mülahazaya bağlayabilirsiniz.  Yani o okullar değil,   böyle hasbi Türk lobileri oluşturma, Türk kültürünü sevdirme mevzuu, bir Türkiye’nin mevcudiyetini oralara ifade etme konusu değil böyle güzel şeyler,  onları cennete götürseniz, böyle bir helezon bulsanız, uzatsanız,  cennetin kapısını da açsanız baş döndürücü ihtişamıyla tüllenmeye başlasa,  fakat o merdivenin o helezonun dibinde siz olduğunuz için, sizin koyduğunuz o merdiven, o helezonla cennete girmek istemezler, öyle bir inat vardır.

Tarihten İnat Örnekleri

Lemaat’ta Üstad Hazretlerinin ifade ettiği gibi,  Cihan Harbine girildiği dönemde “böyle bir harpte bizim kazanmamız mümkün değil” diyenler var.  “Buna girildi hata edildi, buna girildi maceraya girildi, kazanmamız mümkün değil” diyenler, doğru çıkmak için karşı tarafa yardım ediyorlar.  Sözleri doğru çıksın diye yapıyorlar bunu. Bakın inadın gözü kördür.  Viyana’daki bozguna bakın... Merzifonlu’ya inat ediliyor. İşte o giraylardan bir tanesi,  Kırım hanlarından bir tanesi ihanet ediyor.  Serdar-ı âzamın arkasından köprüyü açıyor. Düşmanın arkadan onu vurmasını sağlıyor, temin ediyor. İşte inat!  “Neden padişah onu seçti, neden ben ikinci adam oldum burada?” diyor. Ve Osmanlı ordusu o güne kadar,  öyle toptan bir bozgun bilmiyor. Osmanlı ordusunda bozgun düşüncesinin hasıl olduğu bir mağlubiyettir, bir yenilgidir o hadise.  İstanbul’a kadar kaçıyorlar.

Milli mücadele başladığı zaman da böyle “kenarda köşede minnacık hareketlerle, bir milli mücadele gerçekleşemez” diyorlar. Az gerçekleşme yoluna girince de,  “dediğimiz olsun” diye o hareketi baltalamaya başlıyorlar. Hatta düşmanlarla işbirliğine gidiyorlar. Bunlar hep olan şeyler tarihimizde.

Ağlanacak Bir Durumda Kalkıp Seviniyorlar

Şimdi aynı şeyleri yaşıyoruz. Çok önemli, çağın ve tarihin hadisesini Cenab-ı Hak lutfetmiş, millete lutfetmiş, falanın filanın işi değil. Burada yine istidradi arz edeyim: Ben o büyük hadisenin binde birine sahip çıksam küstahlık yapmış olurum. Bunun bir ganimeti varsa o bütün millete aittir. Ve taksim edilirken de o fezail (faziletler) bütün millete taksim edilmelidir.

Fakat içinde fezai’den (çirkinlik) bir şey varsa şayet,  o meselenin önde işi götürücülerine verilmelidir. Çünkü iyi stratejiler iyi planlar ortaya koyamamışlar demektir. Ona inanıyorum ben.

Şimdi böyle bir hadiseye karşı da öyle bir inat ve  bu inadın gereği olarak da, “keşke kapansa bu okullar, keşke başarılı olmasa, keşke değişik yerlerde –bağışlayın- rezalet adına fezahat adına bazı şeyler gelse Türkiye’ye, keşke “biz zaten demedik mi” falan desek onu yazabilsek” gibi böyle hınç insanları, kıskançlar, hazımsızlar her şeyi inada bağlayanlar öyle olmasını arzu ediyorlar. Arzu ettikleri şeyleri de söylüyorlar, yazıyorlar, çiziyorlar, kuvve-i maneviyeyi kırıyorlar.  Biraz da boşalıyorlar aynı zamanda.  Her halde hınçlarını ifade etmek suretiyle,   rahat ediyorlar. O millete karşı azıcık saygıları varsa, bence o okullardan bir tanesi kapandığı zaman laakal bir kenara çekilip, insaflı bir insan gibi ağlamak düşer onlara. Ama o kadar insaflarını, vicdanlarını yitirmişler ki, ağlanacak bir durumda kalkıp seviniyorlar. Yani milletlerinin,  milli kültürlerinin ve milli değerlerinin aleyhinde olabilecek herhangi bir hadiseyi alkışlıyor ve seviniyorlar.

Yapılacak İki Şey Var

Birincisi meselenin makuliyetini sizin kavramanız.  “Yaptığımız iş doğru mu? Ne yapıyoruz biz?” sorusuyla biraz evvel bahsettiğim mülahazaya bağlayın meseleyi. Kendimizi,  ülkemizi, ülkümüzü,  dilimizi tanıtıyoruz, dünya ile yeni bir tanışıklık faslı yaşıyoruz.  Kötü mü bu?  Türk dilinin İngilizce gibi bir dünya dili olması kötü mü?  Ve sizi okuma lüzumunun, insanlığın hissetmesi kötü bir şey mi?  Devletler muvazenesinde sözü geçen ağır, okkalı bir millet haline gelmemiz kötü mü?  Şimdi böyle iyi şeyleri düşünüyor, bir araya geliyorsunuz. “İsabetli bir iş yapıyormuşuz” diyorsunuz.  Bence yaptığınız işin olumlu olmasında şüpheye düşmeyin, tereddüte düşmeyin. Şüphe ve tereddüt iradenizi felç eder sizin. Meselenin bir doğru yanı bu.  Siz kendi doğruluk ve doğru olma telakkisine göre meseleyi test edin ve ona sahip çıkın.  Bir yanı budur işin.

İkincisi şudur: Eğer bu iş önemliyse hakikaten, isabetli olduğuna biz inanıyorsak ve hasımlarınız da bundan o kadar korkuyorsa, daha doğrusu kendilerini “öteki” hale getirmiş ve sizi “öteki” diye bir hasım cephe ilan edenler... Diyalog süreci başladığı zaman elimizi uzattık elimiz havada kaldı, bize el uzatmadılar.  Gelelim dedik, “gelin” dedi ama tereddüt yaşadı, sonra “gelmeyin” dediler, kıyamet kopar sonra.

Şimdi bu insanlar bu işten rahatsız oluyorlarsa bence bu iş çok isabetli bir iş demektir.

Hızlandırmak lazım. Yani şimdiye kadar biz altı saat, yedi saat uyuyarak öyle mesai yapıyorduk.  Geçende birisi çok güzel diyordu; “biz dinimize diyanetimize, kültürümüze hizmet ediyor zannediyorduk, fakat ben bu arkadaşlarla görüşünce baktım ki yirmi dört saat oturup kalkıp hep aynı şeyi düşünüyorlar” dedi.

Benim sevdam o. Başka bir şey düşünemem yani. Onu düşünmesem, kendi davama kendimi ihanet etmiş sayarım ben. İmkânım olsa dört saat uyku değil yani iki saatle iktifa ederim,  yirmi iki saat aynı şeyi düşünürüm ben. Yazarken onu yazarım, düşünürken onu düşünürüm. Bir strateji ortaya koymak gerekirse şayet onun için o stratejiyi ortaya koymaya çalışırım.  Ne yapayım ki ben bunu bütün dünyaya sevdireyim. “Dünya bunu ister hale gelsin” derim.  Demek isabetli bir işmiş bu. Biz ahesterevlik (yavaşlık, ağırdan alma) etmişiz, çok bekleyen insan varmış, bugün dünyanın değişik yerlerinde, hususiyle mesele şimdi bir diyalog süreci halinde devam ediyor.  Bence bunu devam ettirmek lazım. Bir diyalog süreci, bir kültür faaliyeti, bir eğitim faaliyeti devam ediyor.  Bunu daha bir hızlandırarak devam ettirmek lazım. Kaybımız olmayacak, dünya adına kazancımız olacaktır. Birileri dünyanın akibetini kültürlerin savaşıyla, dinlerin savaşıyla, medeniyetlerin çatışmasıyla bir karmaşa gibi, bir keşmekeşlik ve herc ü merc (karışıklık, karmaşa) gibi görüyor, görmek istiyor ve bu hülyalarının doğru çıkmasını arzu ediyorlar.  Belki dua ediyorlar, öyle çıksın diye . Bence biz de oluşturacağımız sulh adalarıyla gelecekte olması muhtemel olan o korkunç dalgaların telatümüne (çarpma) karşı onları kıracak adalar oluşturalım. Onların şiddetini kıralım. İnsanlığın bütün bütün huzuru bozulmasın. Herkese el uzatalım. Herkesi kucaklayalım.  Bağrımızı herkese açalım. Yetmiş iki milletle beraber olmasını bilelim.

Bu metin Fethullah Gülen’in http://tr.fgulen.com/a.page/multimedya/bamteli/a14784.html adresindeki sohbetinin gramer açısından küçük tasarruflar yapılarak çözülmüş halidir. Parantez içindeki açıklamalar ve ara başlıklar editöre aittir.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları zaman gösterdi ki, cennet ucuz değil; cehennem dahi lüzumsuz değil. Hakikat Damlaları

Bediüzzaman

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu