Genç Adam Analiz

Vakit Gazetesi yazarı Ali Eren ile diyalog üzerine röportaj

Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. Ali Bey , pek çok yazınızda Diyaloğa karşı bir tutum sergiliyorsunuz. Karşı olduğunuz "Diyalog" mu , yoksa "Din müntesibleri arası" yapılan Diyalog faaliyetleri mi ?

Ali Eren :


Diyalog;  “alâka ve irtibat kurmak ve karşılıklı konuşmak" manalarına geldiğine göre, kiminle olursa olsun diyaloga karşı olmak mânâsız olur. "Din mensupları arası” diyaloğa gelince.Türkiye’de yapılanın ismi bu da değildir. Dolayısıyla, olmayan bir şeye, karşı olup olmamak da mânâsız olur. Zannedersem, bu iki ayrı tabirle, Türkiye’de 10-12 senedir yapılan “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü”yü soruyorsunuz. Gerçi, bu faaliyete kısaca bazen “Diyalog” bazan da –bilhassa tenkitlerden sonra-

“Din mensupları arası diyalog” denilmektedir. Fakat siz ikisi arasında fark görüyor olmalısınız ki, “Diyalog” ile “Din mensupları arasında diyalog” şeklinde ayrı ayrı iki ifade ile sormuşsunuz. O halde, önce soruda mutabık kalmamız icap eder. Buna rağmen, sorduğunuz iki tabir üzerinden esas cevabımı versem o da uygun olmaz. Çünkü, “Dinlerarası Diyalog ve  Hoşgörü” diye bir faaliyet varsa da siz bana onu sormuyorsunuz. Sorduğunuz iki tabirin cevabını ise yukarıda kısaca verdim.

Genc::Adam :

Bazı hususlarda ‘kavram kargaşası’ yaşıyoruz kanaati ile bu soruyu sormuştum. “İslam’da Diyalog vardır , ama din müntesibleri arası Diyalog yoktur “ deniyor. Halbuki , sizin ifadeniz doğrultusunda “alâka ve irtibat kurmak ve karşılıklı konuşmak" manasında , diğer din mensubları ile (papaz , haham veya kardinal) Diyalog kurulabilinir. Sizin itiraz ettiğiniz husus - anladığım kadarıyla – diğer din müntesibleri ile yapılan Diyalog Hizmetlerinin yapılış metodu ve şekliyle alakalı. Şayet böyleyse , bu bağlamda sormak istiyorum ; sizin Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına belki de örnek teşkil edebilecek diğer din mensubları ile bu manada bir Dialoğunuz oldu mu ?


Ali Eren :

“İslamda diyalog vardır ama,din müntesibleri arası Diyalog yoktur” denilir mi?
denilir mi? “Diyaog yapalım ama bir dine müntesib olanlarla yapmayalım” demek, “Din müntesibleriyle küs olalım, sadece dinsizlerle diyaloğa geçelim” demek gibi bir şey.
Diyalog kelimesini ister “Tebliğ” manasına alalım. İsterse sadece “Konuşmak” manasına alalım, her iki durumda da, Din müntesibleriyle ilgili bir yasak yok.İslamda tebliğ var ve bu isteğe bağlı değil bir emirdir. Dolayısıyla,müslüman olmayan herkesle imkan nisbetinde konuşmak, -islamı tebliğ maksadıyla olmak şartıyla- yasak şöyle dursun vazifemiz. Benim diyaloğa itirazıma gelince. Evet, anladığınız gibi sadece yapılan diyalog
faaliyetlerinin şekline itiraz ediyorum. Yani neredeyse her vesileyle, ehli kitabı bilhassa Hıristiyanları aynen Müslümanlar gibi kurtulanlar, Hıristiyanlığı da İslam gibi bir kurtuluş yolu göstermelerine itiraz ediyorum.Gazeteciler Vakfı, beni bir defa, diyalog aleyhindeki bir yazım üzerine aradı. Konuşmak bilgi vermek üzere davet ettiler. Konuşan Cemal Uşşak Bey’di. Benim diyalog hakkındaki bilgilerim yanlışmış, görüşürsek doğru bilgi vereceklermiş. Bu cümlelerle görüşmek için davet etti. Gittim. Hatta iki defa gittim. Bilgi verecekti ya… Birinci gidişimde yemek verdiler, çay da verdiler fakat bir türlü bilgi vermiyorlar. Cemal Bey bana sadece, duvarlarda fotoğrafları asılı olan bu günün bazı Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerinin fotoğraflarını göstererek, “Şu şöyle itibarlı birisi, şunun şöyle bir ağırlığı var…” şeklinde izahlar yaptı. Öylece ayrıldık. Kendisi de diyalog taraftarı olan Ali Erkan Kavaklı ile beraber bir defa daha gittik.Giderken, Ali Erkan Bey karşı düşüncedeydi. Orada, benim Cemal Bey’le konuşmamızı dinledi, fikri değişti ve hatta Cemal Uşşak Bey’e, “Bırak Cemal Bey. Bunun müdafaa edilecek hiç bir tarafı yok“ dedi. Ali Erkan Bey hayattadır.Bundan başka, Diyalog platformu başkanı dedi. Ali Erkan Bey hayattadır.Bundan başka, Diyalog platformu başkanı  Prof. Bekir Karlığa ile,aynı heyetten Prof. Ömer Faruk Harman’la, Prof. Suat Yıldırım’la, Bakan Prof. Mehmet Aydın’la bu hususta ayrı ayrı görüşme ve konuşmalarımız oldu. Bu görüşme ve konuşmaların hepsinde ama hepsinde ben ne söylemişsem hep kabul ettiler. Ama diyalog toplantılarında tersini konuşuyorlar tersini yapıyorlar. Bu ismini verdiğim zevat da hayattadır.Bu zatlar, bu benim söylediklerime itiraz ederlerse veya bu söylediklerim sizi tatmin etmezse, arzu ederim ki sizin huzurunuzda onlarla ayrı ayrı veya  topluca yüzleşelim.Din mensupları ile bu manada diyaloğum ise yok gibidir. Sadece, birkaç toplantıda bazı Hıristiyan veya Yahudilerle uzun olmayan konuşmalarım oldu.

Genc::Adam :

Anladığım kadarıyla , Din müntesibleri arası Diyalog vardır ve olmalıdır, ancak günümüzde bu işi aktif yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının yöntemlerini doğru bulmuyorsunuz. Bir takım uslub ve söylemlerin ikna edici bir şekilde açıklanamadığından yakınıyorsunuz. Diğer yandan diğer din mensubları ile Diyaloğunuzun yok denecek kadar az olduğundan bahsediyorsunuz. O zaman size düşen daha güzelini ortaya koymak olmalı değil mi?

Ali Eren : 

Hayır! Böyle bir yakınmam yok. “Bir takım üslup ve söylemlerin ikna edici bir şekilde açıklanamamasından” yakındığımı falan söylemedim.  Söylemediğim gibi, sözlerim yakınmaya delâlet dey akındığımı falan söylemedim.  Söylemediğim gibi, sözlerim yakınmaya delâlet de etmiyor.Ya ne var?
Anlatayım:  Ben, -ikinci sorunuza verdiğim cevapta da ifadeye çalıştığım gibi- ehli kitabı hususiyle Hıristiyanları cennetlik gösterme tavrını hazmedemiyorum. Dikkat buyurunuz, tenkit, yakınma değil; hazmedemiyorum.Mesele, sadece bir takım üslup ve söylemlerin “açıklanamaması” olsa, o kadar mühim değil. Çünkü, “Açıklayamamak” elde olmayan bir şeydir. İnsan, bir şeyi yapamıyor olabilir. Gücü yetmediği için de suçlanmaz. Diyalogta ise, “açıklanamama” veya “açıklayamama” diye bir şey yok. Diyalog faaliyetini sürdüren zatların hepsi eli kalem veya diye bir şey yok. Diyalog faaliyetini sürdüren zatların hepsi eli kalem tutan, ağzı laf yapan akademik insanlar. Söylemek istediklerini gayet rahat, hatta değişik şekillerde açıklayabilecek kimselerdir. Böyle kimseler hakkında “Açıklayamıyorlar” demek yanlış olur. Ben böyle bir şey söylemiyorum. Ama, açıklama kelimesini kullanacak olursak şöyle diyebiliriz: Açıklayabilecek durumda oldukları halde açıklamıyorlar. Hatta daha da ileri gidip, yanlış şeyleri dile getiriyorlar. Yani, açıklama güçlerini yanlışları dile getirmekte kullanıyorlar. Bu yanlışların neler olduğunu umarım ileriki sorularınızda sorarsınız. Siz unutsanız da ben onları teker teker saymadan bu röportajı bitirmek istemem. Bana ayrıca şunu soruyorsunuz: Diğer din mensupları ile diyaloğunuzun yok denecek kadar az olduğundan bahsediyorsunuz. O zaman size düşen daha güzelini ortaya koymak olmalı değil mi? 

Cevabımı arzedeyim:  İslama hizmetin tek yolu diğer din mensuplarıyla diyalog değil. Hizmet yolları çok. Bizim de kendimize göre yapmaya çalıştığımız bir şeyler var. Şu andaki konumuz diyalog olduğu için, size o cihetten cevap arzedeyim:  Ben Ali eren olarak bir holding veya şirket değilim; tek kişiyim. Diyalog toplantıları için, büyük organize ve lüx ve büyük salonlar gerek. Bu toplantıların, ne kadar büyük masraflarla ve ne büyük organizasyonlarla yapıldığını siz de biliyorsunuz. Sorduğunuz şey, gücümün yetmeyeceği bir şeydir. Bu soruyu sormanıza ihtiyaç var mıydı bilmiyorum. Ama, diyalog toplantılarında, başka toplantılarda veya başka yerlerde karşılaştığım Hıristiyan ve Yahudilerle,-kendime düşen kadar- diyaloğa geçiyorum. Tek başıma,düşünülen şekilde diyalog yapamayacağımı
söyledim. Eğer diyalog faaliyetinde bulunan arkadaşlar  bana, “Bizi tenkit ediyorsun. Madem öyle, buyur gel sen de konuş.Nasıl yapılacağını bir de senden görelim” şeklinde bir teklif gelse, memnuniyetle şeklinde bir teklif gelse, memnuniyetle gelirim…Böyle bir teklif olmaması bir tarafa, çok israr etmeme rağmen dinleyici olarak bile çağırmıyorlar. Mesela, Cemal Uşşak Bey’le Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda görüştüğümüz günlerden sonra Abant toplantısı  olacaktı. Kimlerin çağırılacağı daha tesbit bile edilmemişti.Cemal Bey’den rica ettim. “Söz veriyorum, orada ağzımı açmayacağım. Sadece toplantıyı takip edeceğim; beni de çağırın” dedim. Ama çağırmadılar. Dahası dedim. Ama çağırmadılar. Dahası var: Gaz. ve Yaz.Vakfı’nda haftanın belli gününde konuşmalar oluyormuş, o konuşmalara dinleyici olarak katılmak istedim. Ondan haberdar edilmek istedim, onu bile yapmadılar...

Genc::Adam :

Hıristiyanların cennetlik olup olmama ve diğer mütereddit mevzulara inşallah 1-2 soru sonra gireceğiz ,o açıdan müsterih olabilirsiniz. Yalnız , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının sizi toplantılarına çağırmakla mükellef değil herhalde.  Kendi beyanlarınızdan anladığım kadarıyla 2 kez davet edilmişsiniz. Hatta yemek bile ikram etmişler. Bakın ben bile hiç davet edilmedim; şikayet etmiyorum…(gülümsemeler)…İsterseniz , bu konu ile alakalı devam edelim: Bediüzzaman Hazretleri  Kastamonu Lahikasında tam 2 yerde , Ahirzamanın bir “Fetret devri” olduğundan bahsetmektedir. M. Hamidullah Hoca, Allame Muhammed Ebu Zehre ve Fethullah Gülen  Hocaefendi  gibi Alimler de günümüzü bir fetret dönemi olarak değerlendirmektedirler. Siz bu görüşe katılıyormusunuz ?

Ali Eren :  Hayrola! N’oluyoruz?.. tutmaya başladınız… Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı beni toplantılarına çağırmakla elbette mükellef değil. Ben, “Beni çağırmaya mükelleftirler” demiyorum ki zaten…  “Mecburdurlar” demiş olsaydım, “Mecbur değiller” demekte haklı olurdunuz. Öyle demediğim halde, böyle konuşmanız, objektifliğin kenarına doğru yol aldığnızı gösteriyor. Sizi ortaya gelmeye davet ediyorum. Çok istememe rağmen çağırmaktan kaçındıklarını söylüyorum. Bu tavrı yadırgadığımı ifadeye çalışıyorum. Bana, “Mecbur değiller” diyorsunuz, güzel… Onlara da, “Çağırmaktan niçin kaçtınız?” demeyi düşünüyor musunuz?Beni iki kez çağırdılar demedim. İki kere gittiğimi söyledim. Bir kere çağırıldığım halde iki kere gitmemin sebebi şu: Benim diyalogcuları tenkit ettiğimi bilen Ali Erkan Bey’le, bir yemekte diyaloğu konuşuyorduk. Laf arasında, Cemal Bey’in beni bilgi vermek için çağırdığını ve oraya gideceğimi söyledim. Ali Erkan Bey, “Ben de geleyim” dedi.  “Peki olur” dedim ama mecburen öyle söyledim. Çünkü Cemal Bey sadece beni davet etmişti. Tek davet edildiğim halde, yanıma birisini daha alıp gitmek uygun olmazdı. Onun için tek olarak gittim. Orada Cemal Bey’e, Ali Erkan Bey’in de gelmek istediğini, fakat sadece beni davet ettikleri için tek geldiğimi söyledim. Cemal
Bey, “Beraber gelseydiniz. Ali Erkan Bey bizim arkadaşımızdır” dedi. Ben de “Öyleyse daha iyi. Nasıl
olsa Ali Erkan Bey’in benim geldiğimden haberi yok. Ona, “Hadi beraber gidelim” derim, onunla
beraber geliriz, hem de onun arzusunu yerine getirmiş olurum” dedim. O da olur dedi, böylece iki defa gitmiş oldum. İyi de oldu. Çünkü Cemal Bey’in, bana “Haklısın….” Dediğine, kendi yanlışlarını kabul ettiğine şahit oldu ve -daha önce de söylediğim gibi- “Cemal Bey, bunun müdafaa edilecek tarafı yok”dedi. Şimdi, size iki gidiş ve tek davet olduğunu anlatmış oldum. Yemek bile ikram etmişler diyorsunuz. Yapmayın!!! “Bilgi verelim” diye çağırdıkları bir şahsa, bilgi yerine yemek ve çay verip göndermek ikram mı oluyor!.. Bereket ki, ikinci defa sevgili dostum Ali Erkan Bey’le de gittik de bir şeyler konuşmuş olduk. O ikinci gitmemiz olmasaydı, bu görüşme dostlar alış-verişte olsun şeklinde olacaktı. Şimdi ben de size sorayım. Siz benimle röportaj yapmak istediniz. Ben de kabul ettim. Sizi, “Gelin röportajı yapalım” diye çağırsaydım, siz gelince konuya hiç girmeyip yemek ve çay ikram edip gönderseydim, ne dersiniz?...  Bu tavır takdir mi edilmeliydi tenkit mi? Bakın… Beni bilgilendirmek için çağırmışlar, gelmişim…  Zaten bilgi vermek istediklerine göre çekinecekleri bir şey olmaması lazım…Bilgi almak için gelmiş olan kişi, daha fazla bilgi edinmek istiyor, siz ise çekiniyorsunuz ve  ona bu bilgiyi vermek taraftarı olmuyorsunuz… Bunun makul bir izahı olabilir mi?.. Yaptığı şeylerin doğruluğundan şüphe etmeyen insan, böyle mi yapar? Fetret devri meselesine gelince…
Âhırzamanda, fetret devrini yaşayan insanlar çok olabilir. Ama Âhırzaman,bütün dünya ve bütün insanlar için fetret devri değildir. Meselâ, İslamı öğrenme ve yaşama imkanı olan kimseler için Âhırzamanın fetret devri  olduğunu söylemek zordur. Meselâ  Bediüzzamanın kendisi İslamı hem öğrenme imkanı bulmuş hem de yaşamıştır. Dolayısıyla onun için fetret devri demek güç. Bu ümmetin içinde, kıyamete kadar Allah dostları eksik olmayacaktır. Dünya onlarsız kalınca kıyamet kopacaktır. Henüz kıyamet kopmadığına göre, dünyada Allah dostları, veliler var demektir. İşte hem bu mübârek zatlar için hem de İslami ilimleri hakkıyla öğrenen gerçek alimler için de Âhırzaman fetret devri değildir. Çünkü, ferdî de olsa islamı olduğu gibi öğrenip yaşamaktadırlar. Meseleye umumi olarak bakarsak o zaman hüküm değişecektir. Öyleyse şimdi soralım: Peki öyleyse  ismini zikrettiğiniz zatlar niçin Âhırzaman için fetret devri diyor ve diyorlar? Âhırzamanda, İslamı öğrenmek ve yaşamak imkanı diğer zamanlara göre daha az, imkansızlık ise daha fazla olduğu için, o ifadeyi kullanmışlar. Yani Âhırzamanda İslamî imkanların yeryüzünde azlığından dolayı… Az önce ifadeye çalıştığım gibi, bu imkanlara sahip olanların bulunması ise onların verdiği bu hükmü hem değiştirmez hem de yanlış yapmaz. Çünkü, istisnalar kaideyi bozmaz ve ekser için hükmi kül – çoğunluk için genel kâide  vardır. Âhırzamanının fetret devri olmasının bana göre böyle bir izaha ihtiyacı var... Bunun arkasından gelmesi muhtemel sorunuza ön cevap olmak üzere şunu da ilave etmekte fayda görüyorum: Fetret devri olması, imkansızlıktan dolayı değil bazı yasaklardan dolayıdır. Çünkü, İslamı öğrenmek ve kabul etmek için bugün mevcut olan imkanlar, şimdiye kadar belki hiçbir zaman bulunmadı. Yani, İslamı kabule ve ferdî olarak yaşamaya –neredeyse- dünyanın her yerinde imkan vardır. Buna rağmen, dünyada kuş uçmaz kervan geçmez yerler var da, orada bulunanlar dünyadan dolayısıyla İslamdan bîhaber bulunuyorlarsa, onlar Allah indinde ellerindeki imkanlar nisbetinde sorumlu olurlar...

Genc::Adam :

(Ali Bey , sizinle röportaj yapmadan önce belirlediğimiz kuralları hatırlatmak isterim :” Kesinlikle belgesiz ve delilsiz itham ,iftira ve niyet okumalara girilmiyecektir.” Şimdi siz beni taraf tutmakla itham ediyor ve niyet okumaya çalışıyorsunuz. Bizim sizinle röportaj yapma amacımız , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının sizi nekadar  iyi ağırlayıp ağırlamadığı , sorularınıza nedenli ikna edici açıklamalar verip vermediklerini , sizi neden toplantılarına çağırma cesaretini (!) gösterip göstermedikleri değil, tam tersine sizin bir önceki cevabınızda dediğiniz  “yanlış şeyleri dile getiriyorlar” iddianızı Ehl-i Sünnet perspektifinde münazara etmek amacıyla gerçekleştiriyoruz. O açıdan lütfen artık konuya dönelim ! Sizin iddialarınızı köşe yazılarınızdan bildiğimizden dolayı , inşallah itirazlarınıza tek tek soru-cevab şeklinde izahatlar getireceğiz. “Her konuştuğun doğru olmalı , ancak her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir “ prensibi gereği size izah edilemeyen veya edildiği takdirde yanlış anlaşılmalara vesile olabilecek hususları , burada inşallah ::Genc::Adam dile getirsin. O açıdan istirhamım , lütfen asıl konuya dönelim. )
Ahirzamanın Fetret devri olarak telakki edilmesi, İslam’ın usule ait hükümlerinde bile lakayıtlık görülmesi, İslam dinin –haşa- bir terör dini , kadınları ikinci sınıf bir statüye mahkum eden bir din , mensublarını dilenciliğe muhtaç eden , medeniyetten nasibiz bir din gibi telakki edilir olması noktasında izahlarınız doğrudur ve günümüz gayri Müslimlerinin ekserisinin bu fetret kavramı içinde olduğunu müşahede ediyoruz. Bu aslında biz müminlerin de bir ayıbıdır , çünkü dinimizi hakkıyla yaşamıyoruz , yaşamadığımızdan dolayı “temsil” edemiyoruz. Bediüzzaman Hazretleri işte bu hususlara isnaden diyor ki: 1-) Ahirzamanda “O musibet-i  semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten “ ölenler hangi dinden olursa olsun 15 yaşın altında (baliğ değilse) ise şehittir ve Müslümanlarla aynı mükafatı alırlar. 2-) 15 yaşından yukarı olanlar (baliğ ise) , eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Bu tesbitler aynı zamanda İtikat Mezheblerimizinde görüşleridir : Akîde de, iki önemli Ehl-i Sünnet akımından Eş'arîler derler ki (ki Bediüzzaman Hazretlerinin Eşari olduğunu hatırlatmış olayım) : Cenab-ı  Hakk'ın adını duymayan, O'na dair hiç bir tebliğe şahit olmayan kimse, nerede, nasıl yaşarsa yaşasın, ehl- i fetret, dolayısıyle de ehl-i necattır. Sizler, Ümmet-i Muhammed olarak Efendimiz'e ait mesajları alıp, dünyanın karanlık iklimlerine götürmemiş iseniz, Eş'âri'ye göre o karanlıktaki kimseler ehl-i necatdırlar ve kurtulmuşlardır. Cenab-ı Hak, belli bir ölçüde onları mükâfâtlandıracak ve Cennetten istifâde ettirecektir... Maturidîlere gelince ki; bir noktada Mutezile'nin düşüncesi de aynıdır. Derler ki; "bir insan, aklıyla Yaratıcısını bulursa, adını ünvanını bilsin bilmesin kurtulur. Ama aklıyla mücerred olsun Yaratıcıyı bulamamışsa o kurtulamaz."Aslında bu iki görüş aynı olmasa bile, birbirinden çok uzak da sayılmaz.

O halde soruma gelmek istiyorum :

16.06.2001 tarihli Köşe yazınızda diyorsunuz ki :”Diyalogcular, Türkiye’ye “Hz. Muhammed’e
inanmadıkça kimsenin Cennet’e girmesinin mümkün olmadığını” duyururlarsa, onların ellerinden
öpeceğim; ben de yanıldığımı ilan edeceğim.” 
Bir Diyalogçu olarak diyorum ki : “Fetret Devri kavramı içine girmeyen hiçbir insan , Hz.Muhammed
(SAV)‘me kalben inanmadıkça ve lisanen tasdik etmedikçe cennete giremez.”  Şimdi,  bu tesbitim Ehl-i Sünnet inancına uygun mudur  değil midir? Şayet uygun ise , va’ad ettiğiniz üzere , fakirin kirli ellerini değilde , şahsım adına muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin elini ne zaman öpersiniz ?

Ali Eren :

Benimle röportaj yapma teklifinizin maddeleri içinde, “Sadece Gençadam’ın çizdiği çerçeve içinde
konuşacaksınız” şeklinde bir madde yoktu. Dolayısıyla istediğim gibi konuşmakta serbest olduğumu
zannediyorum. Siz o sorunuzda biraz şaka yapmış hatta parantez içinde (Gülümsemeler) kelimesini
kullanmıştınız. Ben de aynı üslupla biraz da espri olsun için  Hatta “Hayrola!” kelimesiyle başlayarak,  “Taraf  tutmaya başladınız” sözünü etmiştim. Lisanımızda, “Hayrola,n’oluyor” gibilerden şaka yapılmaz mı?Ama siz bunu tamamen ciddiye almış ve fevkalâde alınmış görünüyorsunuz. Öyle ki, bunu hem röportajın şartlarına aykırı görüyor hem de niyet okumak kabul ediyorsunuz. Madem öyle, ben de ciddileşeyim. Benim o kelimeleri  kullanmama sebep sizin sözlerinizdir. Yani ortada niyet okumak yok, size cevap var. Söyler misiniz? Ben durup dururken mi taraf tuttuğunuzu söyledim? Sizin konuşmanız üzerine öyle cevap verdim. O kadar...”Mesele sizi  ne kadar iyi ağırlayıp ağırlamadıkları değil” diyorsunuz. Okuyanlar da zannedecekler ki, beni iyi ağırlamamalarından şikayetçiyim. Bey öyle bir şey söylemiyorum. Esas konuya dönelim diyorsunuz. Dönelim…“Günümüz gayri Müslimlerinin fetret kavramı içinde olduğunu müşahede ediyoruz” diyorsunuz. Arkasından gelecek cümle de zaten belli: Fetret içinde olanlar hangi dinden olursa olsun cennete girerler.  Yine aynı üslup, yine gayri Müslimlerin ille de cennete gireceklerini söyleme gayreti...Eğer, bir tuşa basmakla bütün bilgilere ulaşılan bu zaman da fetret devriyse, 14 asrın tamamı haydi haydiye fetret devridir. “Biz dinimizi hakkıyla yaşayamıyoruz, yaşayamadığımız için de hakkıyla temsil edemiyoruz” diyorsunuz. Zaten kim İslamı hakkıyla yaşadığını söylebilir? Peygamberimiz, “Sizden hiç biriniz cennete amellerinizle giremeyeceksiniz. Allah’ın rahmetiyle gireceksiniz” buyurdular. Ashab, “Yâ Resûlallah siz de mi?” diye sordu.Peygamberimiz “Evet, ben de” buyurdu.Madem durum budur, öyleyse, islamı hakkıyla temsil edemediğimiz için gayri müslimler İslamı kabul etmemekte haklı ve cennetlik mi yani? İslam itikadı içinde şöyle bir madde yok:Müslüman olmayanlar, Müslümanların hoş olmayan hallerine bakıpta islamı kabul etmeseler bile yine de cennete girerler. Üstadın, 15 yaş meselesiyle ilgili sözünü galiba yanlış hatırlıyorsunuz.“15 yaşın altında” demiyor, “15 yaşına kadar” diyor. Parantez içine koymak ihtiyacını duyduğunuz (baliğ değilse) ifadesi de üstadın sözleri içinde yok. Bu paranteze niçin ihtiyaç duyduğunuzu merak ettim.Bir eksiklik daha: Şehittir demiyor, “Bir nevi şehittir” Diyor. İkisi aynı değil…Üstadın, “15 yaşından yukarı olanlar (baliğise) , eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır.” Dediğini söylüyorsunuz. Nakilde eksiklikler var. 15 yaşından büyük olanlar için “Kafir bile olsalar ” kısmını da hatırlayamadınız galiba. Dikkat buyurunuz lütfen: Bediüzzaman Hz. buna göre şöyle demiş oluyor: “Ahirzamanda “O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten “ ölenler... 15 yaşından yukarı olanlar (baliğ ise) , eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. “ Dikkat ederseniz, bu ölen mazlumlar hakkında, “İmkan bulamadıkları için islamı kabul etmemiş olsalar” diye bir şey söylenmiyor. Sadece zulümle ölenlerin cennete gidecekleri hatta büyük mükafat görecekleri söyleniyor. Peki, cennete girmenin şartı iman etmek mi yoksa zülmen öldürülmek mi! Eğer cennete girmenin şartı iman değil de zülmen öldürülmekse, cennete girecek çooook imansız var. Bilmiyor musunuz ki, Bediüzzaman Hz. tarikatlardan bahsederken “İmansız cennete giren yoktur” buyuruyor. Bediüzzaman, zikzaklar çizerek, “imansız cennete giren yoksa da zulümle öldürülen kafir hariç. Onlar imansız da olsalar cennete girerler” mi diyor? Eksik olarak aktardığınız sözler, yani “kafir de olsa zulümle öldürülenlerin cennete gireceği” sözü asla o zata ait olamaz. Olsa olsa Nurlar içine sokuşturma olabilir. Olabilir mi? Niye olmasın! Allah kelamı olan eski kitaplara bile oldu. Risalei nur bundan MAHFUZ değil…Sorunuzda, itikadî mezheblerden nakiller yaparak “Kendilerine tebliğ ulaşmamış olanların kurtulacaklarına dair” hatırlatmalar var. Zaten Kur’an-ı Kerim’de “Biz, kendilerine peygamber göndermediklerimize azab edici olmadık buyuruluyor”. Buradan hareketle, bazı  itikad imamları o kimselerin cennete gireceklerini söylerken, İmam-ı Rabbani Hz. gibi Bedizzaman’ın “Üstadım” dediği bazı zatlar da “Azap edilmeyecek ama cennete de giremeyecek, toprak olacaklar” Diyor.Şöyle veya böyle… İtikad imamlarımız ne diyorlarsa o.  Şimdiye kadar söylediklerimi mukaddime sayın.Sorunuzun son cümlesine ve en can alıcı meseleye ancak geldik.Son cümleniz tamamen doğru. Tam ehli sünnet inancı bu işte. Ancaaak! Söyletebiliyorsanız, bunu diyalog önderlerine de söyletin. Diyaloğu nasıl herkese duyurarak  yapıyorlarsa, bunu da öyle aynı şekilde yapsınlar da el öpmeye sıra o zaman gelsin. Sizin düzgün konuşup düzgün inanmanız diyalog hususunda bağlayıcılık taşımaz. Eğer taşısaydı, sizden önce, bu röportaja sebep olan tertemiz Murat kardeşimin söylediği doğru sözler taşırdı. Onun da inancı sağlam. Ama onunla iş bitti mi? Bitmedi. Sizin söylerinizle de bitmez. Sözleriniz, diyalog namına kabul edilemez. Bakın sizi tenkit ediyor muyum? Hayır. Şunu da söyleyerek sizi daha da şaşırtayım: Sizin son cümlenizde söylediğinizi, hususi konuşmalarda  diyaloğun önde gelenleri bile söylüyorlar. Sizi bırakın, ileri gelen herhangi bir diyalogcunun da benimle konuşurken ehli sünnet üzere konuşacağını daha baştan biliyor ve kabul ediyorum zaten. İş, diyalog kürsüsünde değişiyor. Yani, “Karakolda doğru söyler mahkemede şaşırır” meselesi. Bu soru çerçevesinde bir hatırlatma yapayım: Siz sadece bir diyalog taraftarısınız, yoksa diyalog namına bağlayıcı söz söylemek
mevkiinde bulunan birisi değilsiniz. Dolayısıyla “Bakın, işte ben böyle söylüyorum” deyip kendi sözünüzü diyalog faaliyetleri namına kabul ettirmeyi düşünmeyiniz...Son cümlenizi, ileri gelenler diyalog gibi açıktan söylesinler, tamam. Oldu mu?..

Genc::Adam  :

Röportaj kültüründe , röportajı yapanlar soruları sorar röportaja muhatab olanlar ise sorulara cevab verirler. Başka türlü nasıl röportaj olabilir ki? Bu açıdan  sizin “Sadece Gençadam’ın çizdiği çerçeve içinde konuşacaksınız şeklinde bir madde yok”  tesbitiniz yersiz bir tesbittir. Bizim sizden ricamız , belki ileride gündeme gelecek mevzuları, konu ile ilgilisiz sorularımız bünyesında cevab vermemenizdir. Örneğin , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın sizi Diyalog toplantılarına çağırmamasını “cesaret eksikliği olarak” nitelemeniz gibi…Şahsen bir mümine yakışan hüsn-ü zan etmek olmalıdır kanaatindeyim. Belki davetli sayıları kısıtlı ondan davet edilmedim şeklinde düşünmek “Muhammedi ahlaka” daha yatkın gözüküyor…Konumuza dönecek olursak : Son cevabınızda beni iki hususta şaşırtmış oldunuz ;

birincisi “Âhirzamanda, fetret devrini yaşayan insanlar çok olabilir. Ama Âhırzaman,bütün dünya ve bütün insanlar için fetret devri değildir.” diyorsunuz , bizde bu tesbitinizi tasdik edince sanki muhalif olma adına ( niyet okuyorsam özür dilerim) : ”Arkasından gelecek cümle de zaten belli: Fetret içinde olanlar hangi dinden olursa olsun cennete girerler.  Yine aynı üslup gayri Müslimlerin ille de cennete gireceklerini söyleme gayreti...” diyorsunuz. Sormak istiyorum , hangi ifademizde , “bütün gayri Müslimler ehl-i fetrettir ve buna isnaden ehl-i necattır “ şeklinde bir yorumumuz oldu ? Madem olmadı , neden “gayri Müslimlerin ille de cennete gireceklerini  söyleme gayreti” ile itham ediliyoruz ? Madem Cennet ne bizim nede sizin tekelinizde o halde neden Allah’ın vazifesine karışıyoruz ?  Eğer siz Ehl-i Sünnet itikadını kendinize rehber ediniyorsanız- ki edindiğiniz biliyorum-  o zaman fetret Kavramı içinde İmamı Eşari ve İmamı Maturidi’nin İsra suresinde geçen “Biz, bir peygamber  göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.(Sure 17/15) “ Ayetinin hükmü gereği verdikleri içtihatlara uymakla mükellefiz. Bugün (ahirzamanda)  hiçbir mümin , “dünyadaki tüm yahudi ve hıristiyanlar ehl-i necattır” diyemiyecekleri gibi “dünyadaki tüm Yahudi ve hıristiyanlar ehl-i nardır” diyemez. Çünkü , bunlar içinde ehl-i fetret olanlarını Ehl-i Sünnet İtikadı müstesna tutmaktadır. “Eğer, bir tuşa basmakla bütün bilgilere ulaşılan bu zaman da fetret devriyse, 14 asrın tamamı haydi haydiye fetret devridir.” diyorsunuz. Halbuki , bugün bir tuşa basan insanlar , karşılarında İslam ile ilgili kendi dillerinde 10 tane site buluyorlarsa bunlardan 7-8 tanesi İslamı bir terör dini ,fakir ve perişanların dini , kadınları ikinci sınıf telakki eden bir din olarak gösterirken , ancak 2-3 tanesi doğru bir şekilde anlatmaktadır. Tuşa basan adam hangisine inanacağını nerden bilecek ? O halde bize düşen İslam’ı hakkıyla temsil ederek , Gayri Müslimlerin “doğru İslamı” tanımasına vesile olabilmektir. 

İkincisi :
Risale-i Nurlarda geçen bir hususu size delil olarak getirmemizden sonra, başta o hususu yorumlamaya çalışıp daha sonra işin içinden çıkamayıp -sizin düşüncelerinizle örtüşmediğini görünce - o mesele hakkında : “Olsa olsa Nurlar içine sokuşturma olabilir. Olabilir mi? Niye olmasın! Allah kelamı olan eski kitaplara bile oldu. Risale-i Nur bundan MAHFUZ değil” tesbitinizdir.  Bu ifadeniz , Risale-i Nurun varisi olan Bediüzzaman Hazretlerinin tüm talebelerine bir hakarettir kanaatindeyim. Sizden ricam bu cümlenizin maksadı aşaşn bir cümle olduğunu beyan ederek tashih etmenizdir. Bir Kitabta bir ifade benim gibi düşünmüyorsa , hadiselere benim gibi bakmıyorsa “olsa olsa içine sokuşturulmuştur” demek ilim erbabına yakışmaz.   Belki İmamı Rabbaninin Mektubatında da size uygun gelmeyen yerler vardır , belki İmamı Gazali’de bir eserinde kendi  devrinde yaşayan Hıristiyanların ehl-i fetret kavramı içinde olduğu beyan ediyordur. Ama, madem benim gibi
düşünmüyor , o halde “içine sokulmuş” veya “baskı hatasıdır” demek en hafif tabiri ile maksadı aşan
cümlelerdir. O zaman Risale-i Nurlarda geçen şu ifadelere ne diyeceğiz : “Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin
hazinesinden öyle mükâfâtları var ki…..” (Kastamonu Lahikası 49.sayfa) “….ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatîatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş’arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-yı sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz. “ (Mektubat  sayfa 374) . Ali Bey , bunlarda mı Nur’lar içine sokulmuş ifadeler …? Lütfen....İslam fıkhında , bulüğ çağı yaşı kızlarda ortalama 9 , erkeklerde ortalama 12 olarak telakki edilir.Ve 15 yaşına kadar (tıbben) baliğ olmayan kız veya erkek çocukları, (manen) baliğ kabul edilir. İşte bu hususa binaen Bediüzzaman Hazretleri “15 yaşına kadar” (bu aynı zamanda “15 yaşın altında” anlamındadır) olanlar “ne dinden olursa olsun şehîd hükmündedir.” derken , baliğ olmayanların manevi durumunu dile getirmektedir.   Bu hüküm sadece fetret devri için değil, her dönem için geçerlidir. Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar , akıl-baliğ olmadan mesul tutulmadığından, ekser Fukehaya göre ehl-i necattır. Mazlumen ölürse şehittir. “15 yaşından
büyükler” için sarfedilen “eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den
kurtarır.” cümlesinde “masum olması” İslami tebliğin yani irsalin ulaşmaması , “mazlum olma” zulme
muhatab olması anlamı taşır ki , zaten cümlenin devamında geçen : “Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş…” ifadesi ile ahirzamanın “fetret devri” olduğunu ve bu devrin insanlarının hususi durumunu
vurgulamaktadır. Bu açıdan , sizin kalkıp : “Dikkat ederseniz, bu ölen mazlumlar hakkında, “İmkan
bulamadıkları için islamı kabul etmemiş olsalar” diye bir şey söylenmiyor.” şeklinde bir tesbitte bulunmak mümkün değildir. Fetret devri insanı zaten imtihan-ı İlahi noktasında “masum”dur. Çünkü seviyeli irsale muhatab olmamıştır. Bediüzzaman Hazretlerinin “15 yaş” şeklindeki ifadesinin İslam Fıkhındaki “baliğ yaşı” ndan başka bir manasının olması mümkün değildir.O açıdan daha iyi anlaşılması mülahazası ile parantez için baliğ olanlar –olmayanlar şeklinde izahatta bulundum. Yoksa , haddini bilen herkes gibi , ne benim nede bir başkasının sizin tabirinizle “Nur’ların içine bir şeyler sokuşturma” cüreti olamaz !Bediüzzaman Hazretlerinin “imansız cennete giren yoktur”  ifadesi genel manayı ifade ederken , “ fetret ehlinden zulmen ölenlerin ehl-i necat olması” meselesinide İtikat İmamlarımıza göre beyan etmesinda şayet bir tenakuz varsa , o zaman o tenakuzu Bediüzzamana değil , bizzat İtikat İmamlarına mal etmelisiniz. Çünkü bütün itikat imamları imansız cennete girilmeyeceğinden bahsederken , fetret ehli-ni müstesna tutmuştur. Diğer yandan Bedizzaman Hazretlerinin İmamı Rabbani Hazretlerine  “Üstadım” dediği doğrudur , Lakin bazı meselerde mesela aşk-ı mecazi hakkındaki yorumuna katılmadığı da vakidir.( bakınız Mektubat sayfa 35)
” Fetret Devri kavramı içine girmeyen hiçbir insan , Hz.Muhammed (SAV)‘me kalben inanmadıkça ve lisanen tasdik etmedikçe cennete giremez.” tesbitimi “Son cümleniz tamamen doğru. Tam ehli sünnet inancı bu işte.” tesbitinizle doğrulumalla beraber “bunu diyalog önderlerine de söyletin” diyorsunuz. Sonra”sizi daha da şaşırtayım: Sizin son cümlenizde söylediğinizi, hususi konuşmalarda  diyaloğun önde gelenleri bile söylüyorlar” diyerek yine bir tenakuza giriyorsunuz.  O zaman karar verin , diyalog önderlerine söyletmelimiyim yoksa , onlar zaten bu tesbiti söylüyorlar mı? İfade etmek istediğiniz , bu tesbiti Diyalog toplantılarında ifade etmeleri  ise , bir Yahudi veya Hırsitiyana karşı bu ifadeyi söylemenin onların ve yandaşlarının imanlarına vesile olacağına ihtimal veriyormusunuz ? Örneğin bir Hıristiyan ruhaniye ne demelerini bekliyorsunuz : “Efendim, biz sizinle diyalog çerçevesinde temasa geçtikten sonra fetret ehli statünüz riske girmiştir. O açıdan bir an önce iman ediniz….”  .Yoksa onlarla bir araya gelindiğinde hal-i leyyine , tavr-ı leyyine , kavl-i leyyine çerçevesinde İslam’ın dırahşan güzelliklerini temsil etmek mi daha etkili olur? İzninizle 6.soruma geçmek istiyorum : Röprotajın içinde de zaman zaman dile getirdiğiniz “Hırsitiyanları cennete sokma” meselesine atıfta bulunarak sormak istiyorum : “Diyalog önderleri” içinde günümüzdeki  Hırsitiyanlık dini “Hakdindir “ şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu ? Böyle bir izlenim elde etmekten veya böyle bir imadan bahsetmiyorum , böyle bir ifadeye şahit oldunuz mu ?

Genc::Adam  :

İzninizle 6.soruma geçmek istiyorum : Röprotajın içinde de zaman zaman dile getirdiğiniz “Hırsitiyanları cennete sokma” meselesine atıfta bulunarak sormak istiyorum : “Diyalog önderleri” içinde günümüzdeki  Hırsitiyanlık dini “Hakdindir “ şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu ? Böyle bir izlenim elde etmekten veya böyle bir imadan bahsetmiyorum , böyle bir ifadeye şahit oldunuz mu ?

Ali Eren :

Sorudan ziyade “Ücretsiz dava vekili  müdafaası” şeklinde olan bu 6. sorunun ilk paragrafından başlayayım. (Yanlış anlaşılmasın, çok uzun demek istedim)
a- Her ikimiz de röportaj kültürüne yabancı değiliz. Bu kültürde konuşmacıyı cendereye almak yok. Ben buna işaret etmek istedim.

b- İki arkadaştan biri diğerine, “Tepenin üzerine bir yel değirmeni yaptım” demiş. Öbürü de “Suyu nereden geliyor?”diye sormuş. Adam, “Ben yel  değirmeni yaptım“ diye tekrarladıkça, öbürü hâlâ “Anladım yel değirmeni  ama, suyu nereden geliyor” diye israr ediyormuş. Yel değirmeninin suya  ihtiyacı olmadığını bir türlü anlamaya yanaşmıyormuş. Ben size, “Çok israr etmeme rağmen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı sadece takip etmek için bile beni çağırmadı” derken, şunu da söylemiştim: “Kimlerin çağırılacağı daha tesbit edilmemişti”. Siz ise hâlâ, -aynen yel değirmeni meselesi gibi-bunu anlamıyor. Ve şöyle diyorsunuz: “Şahsen bir mümine yakışan hüsn-ü zan etmek olmalıdır kanaatindeyim. Belki davetli sayıları kısıtlı ondan davet  edilmedim şeklinde düşünmek “Muhammedi ahlaka” daha yatkın gözüküyor… “Değerli Gençadam, değirmencinin yaptığı gibi, ben de bir daha  tekrarlıyayım: “Kimlerin çağırılacağı daha tesbit edilmemişti”.Daha tesbit  edilmediğini söyleyen de Cemal Bey’in kendisi idi. Yani sevgili dostum  sizin anlayacağınız -daha doğrusu,anlamayacağınız- ben yel değirmeni yaptım, yel...

c-İkinci paragrafta diyorsunuz ki: (Sormak istiyorum , hangi ifademizde, “bütün gayri Müslimler ehl-i fetrettir ve buna isnaden ehl-i necattır“ şeklinde bir yorumumuz oldu ? Madem olmadı , neden “gayri Müslimlerin ille de cennete gireceklerini söyleme gayreti” ile itham ediliyoruz?)Değerli  dostum! Bahsettiğiniz itham/suçlama, sizin üzerinizden diyalog  faaliyetlerini sürdüren ön saftakileredir. Onları tasvip edince haliyle siz de bu ithamın muhatabı oluyorsunuz. Çünkü, diyalog faaliyetlerini  sahipleniyor ve bu faaliyeti sürdürenleri müdafaa ediyorsunuz. Gerçi, bu ithamı şahsen kabul etmeyip, “Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayanların cennete giremeyeceklerini” söylemeniz güzel. Zaten yukarda ben de, “İşte  ehli sünnet inancı budur” diye sözünüzü tasdik  etmiştim. Ancak, böyle  söylediğiniz halde, tam tersini söyleyenleri müdafaa edince iş değişiyor.  Eğer, “Hangi diyalogcu benim söylediklerinim tersini söylemiş?” diyorsanız,  zaten biraz sonra ona geleceğiz.  

d- Diyorsunuz ki, “Madem Cennet ne bizim nede sizin tekelinizde o halde  neden Allah’ın vazifesine karışıyoruz?” Değerli dostum, bi kere böyle bir söz ne size yakışır ne de bana. Bırakalım böyle şözleri din  cahilleri söylesinler. Onun için, bu sorunuza ne kadar hayret edilse azdır…Rabbimiz  kitabında,kimlerin cennetlik, kimlerin cehennemlik olduğunu beyan etmiş mi?  Etmiş.Bunu okuyarak, “Şöyle şöyle inanan topluluk cennete, şöyle şöyle inananlar da cehenneme gidecek” buyurmuşsa bunu tekrarlamak -HÂŞÂ- Allah‘ın vazifesine karışmak mı oluyor!!! Şimdi ben size, “Niçin fetret devrinde yaşayanların Cennete gireceğini söylüyorsunuz? Cennet sizin tekelinizde mi? Allah’ın vazifesine karışmayın” desem haklı mı olurum? Bu hususta, olsa olsa “Siz bu meseleyi yanlış biliyorsunuz” demek hakkım olur. O da ya yanlıştır ya doğru.

e- ikinci paragrafta Matüridî ve Eş’arîliği hatırlattıktan sonra, cümleniz şöyle devam ediyor:“Bugün (ahirzamanda)  hiçbir mümin , “dünyadaki tüm yahudi ve hıristiyanlar ehl-i necattır” diyemiyecekleri gibi “dünyadaki tüm Yahudi ve hıristiyanlar ehl-i nardır” diyemez.”

Sevgili kardeşim! Mâtüridiyye de Eş’ariyye de başımızın üstüne. Ancak , Dinlerarası Diyalog Platformu Başkanı Prof. Bekir Karlığa’nın, Yahudi, Hıristiyan, Zerdüşt ve Budistlerin bile cennete gireceğini söylediğini bile bile nasıl “kimse dünyadaki tüm yahudi ve hıristiyanlar ehl-i necattır” diyemez diyebiliyorsunuz? Denilemez dediğiniz sözü, Diyalog faaliyetlerine başkan yapılan zat bal gibi söylüyor işte. Bunu nasıl yok sayacağız? Devamla, “kimse dünyadaki tüm Yahudi ve hıristiyanlar ehl-i nardır” diyemez” diyorsunuz. Diyemez olur mu hiç! Bunu bizzat Kur’an söylüyor.

Kur’an, “Hz. İsa ve Hz. Meryem’i ilah kabul edenlerin” yani Hıristiyanların kafir olduğunu açık açık söylüyor. Kafirlerin yeri de elbette cehennemdir. “Fetret devri” falan diyerek bir istisna göstermeye ise yol yoktur. Çünkü burada istisnaları konuşmuyoruz. Bir de istisnalar genel kâideyi  değiştirmezler.

f- Her 10 siteden 7-8 tanesinin İslamı yanlış anlattığını söylüyor ve “Tuşa basan adam doğru olanın hangisi olduğunu nasıl bilecek?” diyorsunuz. Bunlar derin itikâdî meselelerdir, biz de –galiba- itikad imamı değiliz. İmamlarımız her meseleye cevap vermişler zaten. Kendilerine, din hususunda
doğru bilgiler de yanlış bilgiler de ulaşmış olanlar, eğer doğruyu kabul edememişlerse, bunlar size göre mazur sayılıyorlar…Oysa, İtikadî mezheblerimize göre böyle bir şey yok. Zaten bütün dünyada herkes kendi  yolunun doğru olduğu kanaatıyla o yolu tutuyor. Öyleyse, bu insanların hepsi kurtuluşta mı?.. Elbette hayır.Başka ülkeleri bırakalım,Arabistan, Türkiye ve diğer ülkelerdeki gayri müslimler de akıllarınca İslamın doğru bir din olmadığı düşüncesinden dolayı islamı kabul etmiyorlar. Buna ne
diyeceğiz? N’apsınlar doğru bilgiye ulaşsalar da yanlışlar daha fazla olduğu için kanmışlar zavallılar diye mazur mu göreceğiz? Bunlar da mı cennetlik? Bugün Yahudi askerleri bile, Lübnan ve Filistin’de yaptıklarını doğrudur düşüncesiyle yapıyorlar. Irakta çocukları öldürmemek için Irak’a gitmek istemeyen bir İngiliz askeri intihar etti. diğerleri ise kandırıldılar ve gittiler. Çünkü onlara hep yapacakları katiamın doğru olduğu söylendi ve inandılar zavallılar. Kandırılmışlar yani,. Onlar da mı
masum???Daha önce söylediğim bir cümleyi tekrar edeyim:İslam itikadında, “Gayri Müslimler, Müslümanların iyi hallerini görmedikleri için İslamı kabul etmezlerse zararı yok. Yine de cennete giderler” diye bir madde yok. Müslüman olmanın tek yolu, örnek müslüman görmek değildir. Müslüman olanların hepsi, Müslümanları örnek alıpta Müslüman olmuş da değillerdir. Öyle olan var, olmayan var. Mesela, iman eden  birisi, “İyi ki siz Müslümanların hallerinizi görmeden Müslüman olmuşum” demiştir. Bu söz, gayri Müslimlere iyi örnek olmanın ehemmiyetini gösterdiği gibi,
Müslümanların iyi veya kötü hallerini görmeden de müslüman olanlar olduğunu da göstermektedir. İyi örnek olmayalım demiyorum. İyi örnek olacağız diye, şartlarını onların çizdiği “Diyalog oyunu”nun figüranları olmayalım diyorum. 

g- Risalei nur câmiasına hakaret etmem bahis mevzu olmadığı gibi, hakaret ettiğimin söylendiğini kabul etmem de mümkün değil. Benim bu câmia içinde tertemiz sayısız dostum var.Meseleye şöyle yaklaşalım: Sizin göre mümkün değil ama, bir an için Risalei nurlara ilaveler yapıldığını farzedelim.
Binlerce, onbinlerce, belki yüzbinlerce Risalei Nur camiası toplanıpta mı bu ilaveyi yapmış olurlar. Tabii ki hayır.Öyleyse niçin bütün bir câmiaya hakaret etmiş olayım. Ben hepsi mi suçluyorum? Bu kardeşlerimize hakaret  etmek şöyle dursun, ben hakaret edenlere hakaret ederim. Onlar benim din
kardeşlerimdir. Üslüb olarak anlaşamadığımız noktalar olabilir. Ama bu, asla hakareti gerektirmez. Kardeş kardeşi itermiş, yar kenarına gelince geri tutarmış. Ben şunu söylüyorum: “İmansız cennete giren yoktur” diyen bir zat, bunun tersine “Zulmen öldürülen kafirler cennete girecektir” demez diyorum. Eğer bir değerlendirme yapacaksanız, bu sözümün yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz. Yanılmada da hakaret manası olmaz. Benim bu sözlerime karşılık, Kastamonu Lahikası 49. sahifeyi delil getiriyorsunuz.Benim itiraz ettiğim yer de zaten orası…Hatırlar mısınız, yukarılarda, bu cümleleri
aslına yakın ifadelerle aktarmıştınız da ben de “İntikaliniz yanlış. Orada kâfir kelimesi de olacak” diye düzeltme yapmıştım. Şimdi tam ve doğru olarak aktardınız. Ben de cevabımı vermiş oldum.Üstadın, tebliğ ulaşmadığı için iman etmemiş olanlar hakkındaki şu cümlelerini aktarıyorsunuz:“İtaat etse sevap görür;etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz. “(Mektubat  sayfa 374) . Ali Bey , bunlarda mı Nur’lar içine sokulmuş ifadeler” Şimdi bu ifadelere dikkatinizi rica edeceğim.Ahirette sadece iki yer var: Sevap karşılığı cennet, azap karşılığı cehennem. Üstat, “itaat edenler de etmeyenler de sevap kazanıp cennete girer” demiyor. Kendinizin söylüyorsunuz; üstada göre, sevap kazananlar sadece itaat edenlerdir. İtaat etmeyenler içinse sadece “Azap görmez” diyor. Peki azap görmeyecek ama, ne olacak? İtaat etmedikleri halde, itaat edenler gibi  onlar da mı sevap kazanacak/cennete gidecek? Böyle bir şey söylüyor mu? Söylemiyor. Öyleyse? Öyleysesi şu: Azap görmeyecek, ama cennete de girmeyecek. Aynen İmamı Rabbani Hz.nin buyurduğu gibi toprak olacaklar. Dolayısıyla üstadın da i. Rabbani Hz.nin de söyledikleri bir noktada birleşiyor.Yukarıda, “İmamı Rabbani Hz.nin söyledikleri içinde sizin de kabul etmediğiniz yerler olabilir” mealinde bir şeyler söylemiştiniz. Hayır. Benim İmamı Rabbani Hz.nin sözleri içinde kabul edemediğim bir şey
yok. 

h- Şu cümleniz ne size yakışır ne bana. Diyorsunuz ki: “Şayet bir tenakuz varsa , o zaman o tenakuzu Bediüzzamana değil , bizzat İtikat İmamlarına mal etmelisiniz.” Hangi tenakuz? Ben, bir tenakuzdan bahsetmedim. Bir tenakuzu Bediüzzaman’a da mal etmedim. Ona etmeyeceğim gibi, mezhep
imamlarına da mal etmem.“Bir tenakuz varsa.. bizzat mezhep imamlarına mal etmelisiniz” sözünü de çok ağır bulduğumu ifade etmek isterim. Çünkü, bu şu manaya geliyor: Ortada bir tenakuz görülüyorsa, bu, itikad imamlarına ait olabilir ama asla Bediüzzaman’a ait olamaz. Onlar tenakuza düşebilir ama, Bediüzzaman düşmez. Böyle bir karşılaştırma ikimize de yakışmaz.Ben diyorum
ki, sizin gördüğünüz bir tenakuz varsa, bu tenakuz o mübarek zatların hiç birine ait değil bana aittir…
Şöyle söylediğimi hatırlatıyorsunuz: “Son cümleniz tamamen doğru. Tam ehli sünnet inancı bu işte.”Bu hatırlatmadan sonra bana diyorsunuz ki:(“tesbitinizle doğrulamakla beraber “bunu diyalog önderlerine de söyletin”diyorsunuz. Sonra, ”sizi daha da şaşırtayım: Sizin son cümlenizde
söylediğinizi, hususi konuşmalarda diyaloğun önde gelenleri bile söylüyorlar” diyerek yine bir tenakuza giriyorsunuz. O zaman karar verin , diyalog önderlerine söyletmelimiyim yoksa , onlar zaten bu tesbiti söylüyorlar mı?) 

Ali Eren olarak, bu sorunuza şaşırdığımı söylemeye mecburum. Tenakuz üstüne tenakuz yakalamış gibi, ”yine bir tenakuza giriyorsunuz” diyorsunuz. Zararı yok, tenakuza girmiş olayım ama tenakuz nerede?  Siz mi anlamak istemiyorsunuz, ben mi anlatamıyorum bilmem? Daha önce ne söylediğim, 5. sorunun cevabının son taraflarında duruyor. Okuyucular zahmet buyurup tekrar bakarlarsa göreceklerdir.Ne demişim? “Söyletebiliyorsanız, bunu diyalog önderlerine de söyletin. Diyaloğu nasıl herkese duyurarak yapıyorlarsa, bunu da öyle aynı şekilde yapsınlar” demişim. Diyaloğu alâ melei’n-nâs yaparken doğruları dar mahfillerde, yapıyorlar, bu yanlış demişim. Hususi görüşmelerde bize karşı düzgün konuştukları halde, diyalog  toplantılarında tersini söylüyorlar demişim.Aynen “Karakolda doğru söyler mahkemede şaşırır misali” demişim. Bunu anlamak imkansız mı ki anlaşılmıyor?. Zararı yok siz buna tenakuz deyedurun. Ben, tenakuzumu(!) bulduğunuz şu cümlenizi ele alacağım. Diyorsunuz ki, “diyalog önderlerine söyletmelimiyim yoksa , onlar zaten bu tesbiti söylüyorlar mı?” Herhalde yine anlatamayacağım ama, bir deneyim bakalım. Cevap veriyorum: Bu tesbiti
yapıyorlar ama siz yine insanların duyacakları şekilde söyletebilirseniz söyletin. Ama onlarü, doğru tesbitleri ancak özel konuşmalarda, çoğunluğun duymadığı yerlerde yapıyorlar.  Diyaloğu nasıl, milletin gözü önünde açık açık yapıyorlarsa, gayri Müslimlerle alakalı İslami hükmü yani gayri
Müslimlerin peygamberimize ve Kurana inanmadan cennete gidemeyeceklerini de açık açık söyletin lütfen. Aynen diyaloğun açık açık yapıldığı gibi. Diyaloğun açıkça yapıldığı gibi… Söylemek istediğimi bu sefer de anlatamadımsa ne yapayım. Babamın adı hıdır, elimden gelen budur.

j- Esas sorunuz olarak şunu soruyorsunuz: (“Diyalog önderleri” içinde günümüzdeki Hırsitiyanlık dini “Hakdindir “ şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu? Böyle bir izlenim elde etmekten veya böyle bir imadan bahsetmiyorum, böyle bir ifadeye şahit oldunuz mu?” )Eğer değerli dostum, serbestçe cevap verme hakkım varsa, önce sorunuz hakkında bir değerlendirme yapayım: Belki farkında değilsiniz ama, sorunuz  vereceğim cevapları daraltır mahiyette. Çünkü, “izlenim ve îmâdan bahsetmiyorum, Hıristiyanlık dini hak dindir şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu?” diye soruyorsunuz. İzlenim ve îmâ mühim değil mi? Onu niçin kabul etmeyeceksiniz? Îmâ da, ifade usüllerinden bir  usüldür. Bir kimse
Hıristiyanlığı açıktan değil de îmâ yollu övmüş olabilir. Bunu normal mi kabul edeceğiz? Mesela bir kimse, “hıristiyanlık dini hak dindir” demez de, “Hıristiyanlar hak yoldadır” diyebilir. Bu hata sayılmayacak mı? Veya öyle demez de “bugünkü İncillere göre hareket edenler de cennete giderler”
diyebilir. Veya ne bileyim, “Sadece camilerde manevi haz ve lezzet yok. Kiliselerde de manevi hava var” diyebilir. Veya kiliseleri sevimli göstermek için, îmâ yollu bir usul kullanır ve “Ben kiliseye gidiyorum lezzet alıyorum” diyebilir. Bunlar birer îmâdır, normal de değildir.Hıristiyanlık tarafına yapılan îmâlar suç değil mi size göre? Bir adam, hiçbir söz söylemez de bu manaları taşıyan bir harekette bulunur.O zaman, “Canım adamın yaptığına bakma, ne söylemiş ona bak” mı diyeceğiz? 
Oysa, bunların hepsi de Hıristiyanlık lehine söylenmiş söz ve hareketler olabilir ki, Müslümana yakışmaz. Velhasıl, sizin de takdir edeceğiniz gibi, Hıristiyanlığı övmek “İlla da Hıristiyanlık hak dindir” demekle olmaz. Bunun çeşitli yolları vardır.Öyleyse, lütfen sorunuzun çerçevesini  genişletin ki rahat cevap verebileyim.Eğer mahzuru yoksa, beni bir cümleyle bağlamayıp, “Bu hususta ne biliyorsanız söyleyiniz” deyin ben de bildiklerimi ortaya dökeyim.Böyle bir sorunuzu bekliyorum efendim…


Genc::Adam  :

Çok sıradan bir soruma bile “net” cevab vermek yerine  ,çetrefilli bir yolu tercih etmeniz röportajımızı zora sokuyor Ali Bey. Bakınız 6. sorum olan : “Diyalog önderleri” içinde günümüzdeki Hırsitiyanlık dini “Hakdindir “ şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu ? Böyle bir izlenim elde etmekten  veya böyle bir imadan bahsetmiyorum , böyle bir ifadeye şahit oldunuz mu ?”  ifademe cevab vermek yerine sorumu tahlil ediyor ve  “neden izlenim veya ima’ya izin vermediğimi , cevabınızın alanını daralttığımdan”şikayet ediyorsunuz . Halbuki sizin gibi samimi bir mümine düşen bu soruya cevaben:
”Hayır , hiçbir Diyalog önderinden Hıristiyanlığın Hak bir din olduğu yönünde bir tane bile cümleye şahit olmadım” demeniz olmalı değimliydi ? Madem şahit olmadınız neden dile getirmiyorsunuz ? Bunu dile getirmek yerine sorumu eleştiriyor ve “İzlenim ve îmâ mühim değil mi?” diyorsunuz.
Halbuki hiçbir röportajda soru soranın sorusu eleştirilmez , soruyu beğenmiyorsanız ”susma hakkınızı” kullanabilir veya bu soruya cevab vermede ehliyetli olmadığınızı dile getirebilirsiniz. Neden ima ve izlenimi istemediğimi kısaca açıklıyayım : Bir şeyin İma’sını veya izlenimini değerlendirmek subjektif bir yaklaşımdır , objektif olamaz. Çünkü ima etmenin arkasında ima edenin “niyeti” önemlidir , halbuki niyetleri Allah’tan başkası bilemez. Adamın biri su kuyusundan su çıkarmak için eşeğini bağlamak için bir kazık aramış , bulamayınca ileride de su dolduranlara faydası olur mülahazası bir kazık çakmış. Bir müddet sonra başka birisi aynı kuyudan yine eşşeği ile su doldurmaya gelmiş. Ayağı daha önce çakılan kazığa takılmış , oda ileride başka birisinin ayağına takılır endişesi içinde kazığı çıkarmış. Şimdi , her iki fiil birbirinden 180 derece farklı olduğu halde , niyete göre her ikiside doğru olabilmektedir.O açıdan elde edilen izlenim veya imadan ziyade, hadis-i şerifin beyanı
çerçevesinde “Ameller niyetlere göredir” kaidesini kendimize Rehber edinmeliyiz. Hatırlayınız , Efendimiz (SAV) min çok sevdiği Sahabe-yi  Kiramdan Usame bin Zeyd (R.A) bir savaşta düşmanını köşeye sıkıştırmış , onu tam ölüreceği anda , düşmanın Kelimeyi Şehadet getirdiğini görür.
Kendince elde ettiği ima ve izlenim ; ölüm korkusundan düşmanın şehadet  getirdiği ve bu ifadesinde samimi olmadığı yönündedir. Boynunu vurduktan sonra , savaş sonrası hadise Efendimiz (SAV) anlatılır , Efendimiz(SAV) Usameyi(R.A.) çağırttırır. Ona konuyu sorar , Usame (R.A.) cevab olarak :”
Ya Resulullah , öleceğini anladı , ölmemek için göstermelik şehadet getirdi” der. Efendimiz (SAV), hepimize ölçü olması gereken şu veciz itabı yapacaktır : “Ya Usame , kalbini yarıpta mı baktın , kalbini yarıpta mı baktın ? “ Usame    (R.A) bu itab karşısında şunu diyecektir : “Keşke o güne kadar Müslüman olmasaydım da bu itaba muhatab olmasaydım”. Evet , subjektif mana ifade eden izlenim ve ima’ların arkasındaki niyet okumaya “ruhsat” Sahabeyi Kirama bile verilmemişse , bizim o kapıyı açmaya çalışmamız yakışıksız ve gereksizdir , ve sadece müminler arası uhuvveti  zedelemeye matuf olur. Ama , “günümüz Hırsitiyanlığı Hakdindir” şeklindeki  bir ifade objektif bir tesbittir ve söyleyeni bağlar. Madem söylenmemiş o halde bir sorun gözükmemektedir. Diyorsunuz ki; “bir kimse, “hıristiyanlık dini hak dindir” demez de, “Hıristiyanlar hak yoldadır” diyebilir.” İşte bunu söyleyen kişi günümüz  Hıristiyanlığını mı kast ediyor yoksa aslını mı kast ediyor ? Veya diyorsunuz ki ; “bugünkü İncillere göre hareket edenler de cennete giderler” diyebilir.” Bunu söyleyen kişi İncil’de Hz.İsa(AS)’mın, açık bir  dil ile, kendisinden sonra gelecek bir Resule -Efendimiz (SAV)- işaret
etmesini  ve ona tabi olması anlamında mı demiştir ? (bakınız: Johanna  16,7.13). Yine diyorsunuz ki;“Sadece camilerde manevi haz ve lezzet yok. Kiliselerde de manevi hava var” diyebilir. Kiliselerde de manevi hava var diyen bir kişi, acaba Allah’a ibadette günde 5 defa alnını secdeye koymayı  terk etmiş ve artık haftada bir kilise ayinlerine talib olmuş bir kişi mi ? Yoksa, kilisede de havrada da Budist tapınaklarında da mistik (istidraci) manada manevi bir hava olabilir. Önemli olan bunu telaffuz eden kişinin Allah ve Reslune (SAV) bağlılığıdır. İşte bundan dolayı size sormuştum : “Hırsitiyanlık hakdindir” şeklinde bir ifadeye şahit oldunuz mu diye. Gönül  isterdi ki ,net soruma net bir cevab vermiş olsaydınız.  Diyorsunuz ki; “Oysa, bunların hepsi de Hıristiyanlık lehine söylenmiş söz
ve hareketler olabilir ki, Müslümana yakışmaz.” Halbuki , günümüz  Hıristiyanlığının tahrif olması , onun her şeyinin batıl olduğu anlamına gelmez. Hıristiyanlık dininde “güzel ahlakın” teşvik edilmesi , “zinanın yasak olması” , gibi İslam dinimizle ortak güzelliklerine vurgu yapılmasında neden bir sakınca görelim ? Konuya daha müdrik olmanız bakımından size yine Bediüzzaman Hazretlerinden birkaç kesit sunayım:

a) Hırsitiyanlara hitab ederken onlara Kafir diye hitab edilmesine karşı çıkan edeb timsali Üstad Hazretleri sebeb olarak : “Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünkü eziyettir. Eziyetten nehiy var : Kim zimmî olan birine eziyet ederse..." Hadis-i şerifin devamı "Ben onun hasmı olurum." şeklindedir. (el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:19, hadis no: 8270.) – (Münazarat :sayfa 72)

b) Avrupayı eleştirdiği bir yazısında : “Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı  içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i
tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri  sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.” (Lemalar ,Sayfa 119)

c) Ehl-i Kitab ile dost olma (Maide:51) mevzusunu tefsir ederken “Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? (Münazarat :sayfa 70-71) demektedir.

Evet , Hıristiyanlığı ve Hırsitiyanları bu çerçevede ele almamız , hem Kur’anın hem Sünnetin hemde Üstad’ın yoludur. Diğer mevzular ile ilgili olarak röportajı çok uzattığı son izninizle son
kez dile getiriyorum :

a) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının toplantılarına sizi daha sonraları davet etmemeleri, içinize  birhayli oturmuş anlaşılan , röportajımız ile çok ilgili olmadığından , Vakfımızdan ricam , Ali Bey’i bundan sonraki toplantılarına istisnasız davet etmeleridir. Vakfın faaliyetlerindeki “cazibe” benim gibi Ali bey’ide etkilemiş anlaşılan…

b) Ahirzamanın, İtikat İmamlarımızın “Fetret devri” kavramı içinde yer almasını kabulleniyor , “Fetret Devri kavramı içine girmeyen hiçbir insan , Hz.Muhammed (SAV)‘me kalben inanmadıkça ve lisanen tasdik etmedikçe cennete giremez.” beyanımı “çok doğru buluyor , ama buna rağmen “dünyadaki tüm yahudi ve hıristiyanlar ehl-i necattır” diyemiyeceğimiz gibi “dünyadaki tüm Yahudi ve hıristiyanlar ehl-i nardır” diyemez.” tesbitime itiraz ediyorsunuz. Bu sanki biraz tribünlere (niyet okuduğumu zannetmeyin) oynuyorsunuz gibi geldi fakire. Fetret kavramı içinde bazı “Hırsitiyanlar veya Yahudilerin” olmadığına deliliniz nedir ? Ne İtikat imamlarımızın nede Bediüzzamanın böyle bir ayrımı yok. Kısaca hatırlıyalım : Eşariye , Cenab-ı  Hakk'ın adını duymayan, O'na dair hiç bir tebliğe şahit olmayan kimse, nerede, nasıl yaşarsa yaşasın, ehl-i fetret, dolayısıyle de ehl-i necattır. Maturidîler derler ki; "bir insan, aklıyla Yaratıcısını bulursa, adını ünvanını bilsin bilmesin kurtulur. Ama aklıyla mücerred olsun Yaratıcıyı bulamamışsa o kurtulamaz." İmam-ı Rabbani de  Mektubatında , bu hususta kısmen Eşariyeyi kendisine rehber alır ancak fetret devri insanlarını cennete girmeselerde, cehennemden kurtulacaklarına ve toprak olacaklarına hükmeder. Şimdi size sormak istiyorum , İtikat imamlarımızın ve İmamı Rabbaninin tüm bu ifadelerini kabul etmenize rağmen , nasıl oluyorda :
“günümüz dünyasındaki tüm yahudi ve hıristiyanlar ehl-i nardır” diyebiliyorsunuz ? Ya Ahirzamanı fetret devri içinde kabul etmeyin –ki  ettiniz- , ya da kabul ediyorsanız Ehl-i Sünnet içindeki hükmünü lütfen doğru beyan edin. İşte bu noktada diyoruz ki ; Bizim (Müslümanlar) vazifemiz dinimizi halen , kavlen ve tavren temsil ve tebliğ etmektir , madem günümüz dünyasında Fetret ehlinin kim olup olmadığını hangi budistin hangi hıristiyanın olup olmadığını biz bilmiyoruz , bunu ancak Allah(CC)
bilir, o halde neden Allah’ın vazifesine karışıyoruz?. Diyorsunuz ki ; “Rabbimiz kitabında,kimlerin cennetlik, kimlerin cehennemlik olduğunu beyan etmiş mi? “ Evet etmiş , ama aynı zamanda ““Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ, 17/15) de demiş. Ve bu Ayet-i
Kerimeye isnaden de İtikat İmamlarımız birtakım hükümler icra etmiş. Buna Bediüzzaman Hazretleri (bir Eşari olarak) ve İmamı Rabbanide (bir Maturidi olarak) izah etmiş. Şimdi bize ne oluyorki , bunca Hakikate rağmen farklı kulvar arayışlarına giriyoruz ? Prof. Bekir Karlığa Hocamızın :”… Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete girecekleri...” hususuda yine Fetret Mülahazası çerçevesinde doğru bir tesbittir. Bir yaratıcıya inanma –yani Maturidi  anlayışı çerçevesinde – fetret ehl-i kavramı içine giren tüm gayr-i  Müslimler inşallah ehl-i necattır. Hürriyet Gazetesi muhabirinin anlıyacağı bir dilde beyan edilen bu cümleye , fakirin izahı anlayıdığı bu doğrultudadır. Bekir Hocanın “fetret kavramı içine giren” şeklinde bir ifadeyi paragrafın başına koyması elbette daha doğru kaçacaktır , lakin hüsnü zan eden her mümin , Bekir Hocamız gibi Ehl-i Sünnet anlayışına en az sizin kadar bağlı bir büyüğümüzün bu anlam dışında bir ifadeyi kast etmediğini müdriktir.

Toparlamak gerekirse ; Arabistanda , Türkiye’de veya Mısır gibi Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları bölgelerde iakmet eden gayri Müslimlere İslami tebliğin ulaşmama ihtimali zayıftır ve bu noktada buralarda yaşayan gayri Müslimlerin fetret kavramı içinde dahil edilmesi elbette zordur. Ancak , 1 milyarlık Müslüman coğrafyası dışında kalan, 5 milyarlık gayri müslimin Fetret Kavramı içine girip girmemesi , kendisine İslamın seviyeli temsil ve tebliğinin ulaşıp ulaşmaması çerçevesinde sadece Allah’ın bileceği bir husustur. Bize düşen dinimizi yaşayıp , en güzel bir yol ile anlatmaktır. Hadisin ifadesi ile ; Soğutmadan , küstürmeden – sevdirerek ve kolaylaştırarak dinimizi sevdirmektir. Bunun dışında , bizler Rabbimizin cehenneme sokma veya cennetten çıkarma memuru olmadığımızı
unutmamalıyız.
c) Risale-i Nur’larda geçen “Zulmen öldürülen kafirler cennete girecektir”  ifadesini Risalelere sokulmuş bir ifade olarak telakki etmeniz , hem fakiri hemde Nur camiasını üzmüştür. Bediüzzaman Hazretlerinin hem Osmanlıca hem Latin alfabeleri ile yazdığı Risalelerin asılları Barla’da mevcuttur.
Bizzat kendisinin tashih ettiği Orijinal Risaleler başta Mustafa Sungur  ağabey , Abdullah yeğin ağabey , Said Özdemir ağabeylerde de mevcuttur. Risalele-i Nurlarda geçen o günki dönemlerde bir bölge ismi olan ”Kürdistan” şeklindeki kelimelerin , yanlış anlaşılmalara sebebiyet  vermemesi noktasında , bazı Risalelerde  “şark vilayeti” olarak geçmesi , bir sokuşturma değil ki , siz bunu kendinize referans kabul ederek 8herhalde) “zulmen ölen ve baliğ olmayan hırsitiyanların cennete girmekten  öte şehit olacağı” ifadesini sokuşturulma olarak telakki ediyorsunuz. Bediüzzaman sizin gibi düşünmüyor diye , “sokuşturulmuş” olabilir demek , Bediüzzamanın varisi olan tüm talebelerine bir hakarettir sözümü
tekrarlamış olayım. Fetret Devri insanları iman ile mükellef olmadıklarından o tip insanlar bir istisna    kuşağıdır. Bundan dolayı Eşariye göre iman ile mükellef değillersede maturidilere göre yaratıcıya
iman ile mükelleftirler. Bediüzzaman Hazretleride Eşari olduğundan , iman etmeyen fetret devri insanlarını detaylı izah ettiğimiz üzere ehl-i necat kabul etmiştir. Bunu kabul ederken kendisine Eşari Hazretlerini dayanak yapmıştır. Dolaysıyla , burada yapılacak bir eleştiri itikat imamlarımızada
yapılmış olmaktadır. Çünkü , İtikat imamlarımızın görüşü bu eksende olduğundan Asrımızın Müezzini olan Bediüzzamanda bu Asra uygun hükmünü bu zemine göre yapmıaktadır. Bunlar Bediüzzamanın kendi beyan ve sözleridir , aksi deliliniz varsa , ilgili mektubun orijinal bir nüshasını tarafımıza gönderin bizde size hak verelim. Veya bir mümine yakışır vaziyette maksadını aşan bu ifadenizden
dolayı Nur camiasından -röportaj bitmeden- özür dileyiniz.

d) ”Diyalogcular, Türkiye’ye “Hz. Muhammed’e inanmadıkça kimsenin Cennet’e girmesinin mümkün olmadığını” duyururlarsa, onların ellerinden öpeceğim;  ben de yanıldığımı ilan edeceğim.” dediğiniz halde , gereğini yerine getirmediniz. Fakir Ehl-i Sünnet itikadının olmazsa olmaz bu hükmünü” Fetret Devri kavramı içine girmeyen hiçbir insan , Hz.Muhammed (SAV)‘me kalben inanmadıkça ve lisanen tasdik etmedikçe cennete giremez.” diile getirince bu sefer “sen Diyaloğun önünde gidenlerden değilsin , bunu Diyaloğun önde gidenleri desin o zaman öpme meselesini düşünürüz” dediniz.
Halbuki , elini öpmeye vaat ettiğiniz o yazınızda Diyalogcuların önde-sonda  diye bir şartı yok. Kaldı ki , sizden beklenen de “ Bu Hakikatı dile getirdiğinizden dolayı , Hakikat aşkına verin elinizi öpeyim” de değil idi. Ancak , en azından bundan sonraki bazı yazılarınızda daha temkinli tesbitlerde bulunmanızdır. “Her söylediğin doğru olmalı , ancak her doğruyu  her yerde söylemek doğru değildir .” kaidesi gereği , bazen Hakikatler mevsimi gelmeden ulu-orta dile getirilmez. Çünkü getirildiğinde İslama  zarar verebilir . Ebu Zer Gifari (RA) tahattur ediniz , Efendimiz (SAV) kendisini fevri çıkışlarından dolayı oymağına geri göndermiş ve mevsimi  gelinceye kadar geri dönmemesini öğütlemiştir. Kaldıki , siz hangi Diyalog önderine sordunuzda onlar fakirin bu ifadesi dışında bir beyanda bulundu ? Zaten sizde kabul ediyorsunuz ki, “Hırsitiyanlar Hakdindir” şeklinde bir
beyanın olmadığını …Bundan sonra sorular dışında , eski mevzulara girilmemesini röportajın daha
hızlı seyretmesi adına Ali Bey sizden rica ediyorum :


Genc::Adam  :

7.soruma geçmek istiyorum : 1994 yılından bu yana Diyalog Hizmetleri  sonrasında “ben 5 vakit namazımı kılan bir müslümandım, diyalog sonrasında gördümki , Müslüman , Hıristiyan veya Yahudilik hepsi hak dinmiş , o açıdan hıristiyan oldum” şeklinde ifade eden bir kişiye rastladınız mı ? Tekrar
edeyim , falan yazara göre bir Prof. Kızı veya Rusyada bir arkadaşımın şahit olduğu ismi emine olan bir kişinin anlattıkları “hikayeler” değil , şahsen sizin bizzat şahit olduğunuz bir vaka var mı?





Ali Eren :

Sevgili dostum! Tebrik ederim, “Dünya kısa soru sorma birincisi(!)” olabilirsiniz. Kısacık(!) sorunuzun sonundaki paragrafı cevaplandırmadan önce, döşendiğiniz uzun makaledeki istihza ve töhmet taşıyan ifadelerinizi cevaplandırmaya mecburum. Siz esas sorunuzu en son sormuşsunuz; ben de esas
cevabı en son vereyim. Zaten bu konuşma, röportaj olmaktan çıkıp cedelleşmeye dönüştü. 6. soruda röportaj kültüründen bahsediyordunuz. Röportaj kültürü dediğiniz, bu kısa(!) soru sorma usulü olsa gerek. Cevabın, sorudan uzun olması normal ise de, becerebilirsem lüzumsuz yerleri  atlayıp kısa tutmaya çalışacağım. Başlıyorum.Diyorsunuz ki, “…hiçbir röportajda soru soranın sorusu eleştirilmez ,
soruyu beğenmiyorsanız ”susma hakkınızı” kullanabilir veya bu soruya cevab vermede ehliyetli olmadığınızı dile getirebilirsiniz.”Sevgili dostum! Eleştiri nerede? Okuyucularınızın, başa dönüp eleştiri olup olmadığına bakacaklarını düşünmüyor musunuz? Söylediklerim, yukarıdaki 6. sorunun cevabındaki en son paragrafta duruyor. İşte dediklerim: “Eğer  mahzuru yoksa, beni bir cümleyle bağlamayıp, “Bu hususta ne biliyorsanız söyleyiniz” deyin, ben de bildiklerimi ortaya dökeyim. Daha serbest  olacağım böyle bir sorunuzu bekliyorum efendim…” Eleştiri bunun neresinde? Önümü açın, konuşayım, haksız görecekse, okuyucu haksız görsün. Fazla bir şey mi istiyorum?


İkinci bir cümleniz şöyle: “kilisede de havrada da Budist tapınaklarında da mistik(istidraci) manada manevi bir hava olabilir. Önemli olan bunu telaffuz eden kişinin Allah ve Resulüne (SAV) bağlılığıdır.”
Şimdi buradaki hangi yanlışı düzelteyim bilmem ki! Keşke istidracın ne demek olduğunu öğrenipte yazsaydınız.Cancağızım, isticrac kafirlerde olur, Müslümanlarda değil. Onun için,istidrac bize göre manevi bir hava değildir, olamaz.Kafirlere ait bir hal olduğu için, istidracı manevi bir hava olarak
kabul edenin de Allah ve Resülüne bağlılığından bahsedilemez. Dolayısıyla, Önemli olan bunu telaffuz eden kişinin Allah ve Resulüne (SAV) bağlılığıdır.” demek yanlış üstü yanlıştır.İkinci gaf da şudur: istidrac, evliyada bulunan kerametin karşılığıdır. Yani, Allah dostunda keramet  görülür,Allah düşmanında da istidrac. Ayrıca, keramet olsun, istidrac  olsun,-manevi bir hava değil- olağanüstü bir haldir. Bunu bilelim.Diyorsunuz ki,“Hıristiyanlığının tahrif olması , onun her şeyinin batıl olduğu anlamına gelmez. Hıristiyanlık dininde “güzel ahlakın” teşvik edilmesi, “zinanın yasak olması” , gibi İslam dinimizle ortak güzelliklerine vurgu yapılmasında neden bir sakınca görelim ?”Hah! İşte
şimdi niyetinizi îmâ yollu açığa vurdunuz. Îmâ -işte bu cümlenizde olduğu gibi- mühim bir husustur.

Değerlendirelim:

1-Bu sözü, bana değil de, ““Hıristiyanlığın tahrif olması , onun her şeyinin batıl olduğu anlamına gelir” diyenlere söylemelisiniz. İslam inancına göre, Tevrat ve incil’in tamamı tahrif edilmiş değildir. Doğru tarafları olabilir, ama fark etmez, hiçbir değeri yoktur. Siz, bal ile zehirin karışmış olduğu bir yemeği yer misiniz? Bizim leziz yemeklerimiz bize yeter. Hz. Ömer Efendimiz’in elinde bazı Tevrat  sahifelerini gören Peygamberimiz’in şekli değişti ve Hz Ömer’i ikaz mahiyetinde,“Allah’a yemin ederim ki, Tevrat kendisine verilen Musa bu zamanda olsaydı, bana uymaktan başka yapabileceği bir şey olmazdı” buyurdu. Hâlâ, Hıristiyanlığın güzel ahlakına(!) vurgu yapmaya ne lüzum? Müslümanlar  olarak, bizim işimiz gücümüz yok mu? Bir Müslüman olarak, “Hıristiyanlıkta da güzel ahlak teşvik ediliyor” şeklindeki bir vurguya ille de niçin ihtiyaç duyuyorsunuz?


2-“Hıristiyanlık dininde “güzel ahlakın” teşvik edilmesi, “zinanın yasak olması” , gibi İslam diniyle ortak güzelliklerine vurgu yapılmasında neden  bir sakınca görüyorsunuz?” diye, siz değil de bir Hıristiyan söylemeliydi. Onların müdafaası bize düşmez, bu bir.
İkincisi: Onların güzel ahlakı da şusu busu da kendilerinin olsun. Zinadan ne kadar uzak oldukları da güzel ahlakları(!) da ortada zaten… Adeta bizi de saran o güzel(!) ahlaklarını herkes görüyor. Bahsettiğiniz o güzel Hıristiyan ahlakını daha iyi öğrenmek isterseniz, eski nurcu(!) şimdiki papaz Turgay Üçal’ın “Hıristiyan Ahlakı” isimli kitabını okuyabilirsiniz.Dostum! İslamdaki güzel ahlak ve zinanın yasak olması gibi güzellikler, bize yeter, yeter, yeter de artar bile. Yettiği için de başka inanç
sistemlerindeki sözde güzellikleri anmaya bile lüzum yok. Hıristiyanların güzellik anlayışı ayrıııı bizimki ayrıdır. Sizin dediğiniz gibi hareket edersek. Nasıl olsa o da ahlaktan bahsediyor diye Papaz Turgay’ın
“Hıristiyan Ahlakı” isimli kitabını tavsiye etmemiz lazım gelir. Edelim mi?

3-Eğer İncillerde de doğru sözler bulup onu islamın ortak güzelliğiyle anacaksak, -ki buna ihtiyaç yok- batıl dinlerin hepsinde böyle sözler  bulabilirsiniz. Bulunca mal bulmuş mağribi gibi sarılacak mıyız?  Geçin bunları. İslam yeter. İlk “a” bendinde, “Üstattan bir kesit” diye verdiğiniz, “Hırsitiyanlara
hitab ederken onlara Kafir diye hitab edilmesine karşı çıkan edeb timsali Üstad Hazretleri…” diye devam ediyorsunuz. Sevgili kardeşim! Hıristiyanlarla konuşurken, yüzlerine karşı “kafir” diyelim diyen yok… Böyle hayali şeyler bulup röportajı uzatmaya ne lüzum. Madem kendiniz uzatıyorsunuz, bana, “Uzatıyorsun” bari demeyin. Onlara “kafirsiniz” deme heveslisi değiliz. Rahat olun, yüzlerine karşı kafirsiniz demeyiz. Ama elbette kafirler? Çünkü defalarca Kur’an söylüyor onların kafir oldukların.
Kur’anın kafir dedikleri elbette kafirdir. İkinci “a” bendinden önceki “Evet, Hıristiyanlığı ve Hıristiyanları bu çerçevede ele almamız, hem Kur’anın hem Sünnetin hemde Üstad’ın yoludur” diyorsunuz.Öyleyse, “Edep timsali” diye andığınız üstadın, “Onlara bir tükürükle cevap veriyorum”
sözünü hatırlatıyorum. Sözler’in sonunda yer alan bu söz edeb timsali olmaya aykırı mı ki üstad tükürmüş?

Bu söz, güzel ahlâk(!) eseri olarak 1919’da İstanbul’u işgal eden hıristiyanlara karşı, bir papazın şahsında söylenmiştir. Angligan papazına, yani “6 sorum var, 600 kelimeyle cevap istiyorum” diyen Hıristiyan Angligan papazına… Şahâne bir cevaptı. İşte İslamın izzeti…Şu Danimarka karikatür
meselesinde bile, Diyalog havarilerinin hiç biri böyle bir çıkışta bulundu mu?Şu istihza dolu cümlelerinizi, ibretlik olarak okuyuculara bir de ben tekrarlıyayım.

İkinci “a” bendinde demişsiniz ki:
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının toplantılarına sizi daha sonraları davet etmemeleri, içinize  bir hayli oturmuş anlaşılan , röportajımız  ile çok ilgili olmadığından , Vakfımızdan ricam , Ali Bey’i bundan
sonraki toplantılarına istisnasız davet etmeleridir.”  Röportajla çok ilgili olmadığını kendiniz söylüyorsunuz. Ama baştan beri  tekrarlamaya devam ediyorsunuz. Oysa bu cevaplandırıldı ve geçti. Bırakalım artık. Röportaj için muhatap aldığınız gazeteci, ben değil de bir solcu, bir ateist veya bir Hıristiyan olsaydı, onu böyle tiiye alır mıydınız/alabilir miydiniz? Hele Hıristiyan olsaydı, düşünülemezdi bile. Zaten onun gül hatırını(!) kırmak olur mu hiç…Eskilerin söylediği gibi,
“Tarz-ı beyan ayniyle insandır” deyip cevabıma geçiyorum: Sadece ben değil, her gazeteci için gidecek toplantı kıtlığı yok. O kadar çok ki hepsine yetişmek imkansız. Pek de hevesli değilim yani. Önce bu bilgiyi okuyuculara verelim. Vakfın toplantısına ise, yine kim bilir neler konuşulacak diye bizzat ben katılmak istedim. Bunun adı davet değil. Ben istedim, onlar kaçındılar. Durum bu. Bu açıklama kaçıncı bilmiyorum ama, korkarım yine anlamamakta direneceksiniz. Ama olsun. Siz bunu yanlış olarak yine dile getirseniz, ben de yine anlatmaktan usanmayacağım. Çok uzun olan ikinci “b” bendine girmek istemiyor, “Bu hususta söyleyeceklerimi söyledim. Takdir okuyucularındır” demeyi uygun buluyorum.

“b” bendinde, Prof.Karlığa’nın ismini zikrediyorsunuz da söylediği zehir zemberek sözleri niçin vermiyorsunuz? Ama ben vereceğim, kaçış yok. Değerli okuyucular biraz sabretsinler.

“c” bendinde, “Risale-i Nur’a sokuşturulmuş olabilir” sözünden dolayı özür dilememi istiyorsunuz. Özür dilemek bir şey değil. Zararı yok, bir değil on kere özür dileyeyim, ama neye göre özür dileyeceğim? Bi kere bu sözü, –sizin cevfel kalem beni suçladığınız gibi- bana ters geldiği için söylüyor
değilim. Öyle yapsam, en hafif tabiriyle halt etmiş olurum. Hem ben itikad imamımıyım ki iddia sahibi olayım? Ben o cümlede iki sebepten mazurum:


1-Eş’arî olsun, Matüridî olsun, İslam itikadına göre, kafirlerin cennete girmeleri mümkün değil. Bediüzzaman ise Eş’arî. Ben de düşünüyorum ve diyorum ki, öyleyse o bunu söylemez/söylememesi icap eder. Hatta kim olursa olsun, bunu söylemesi için, bu iki itikad ekolünden hariç olması lazım…
Oysa bu satırlar Risale-i nurda var. Şimdi ne yapacağız? Olsa olsa bu sözler Bediüzzamana ait olamaz diyoruz. Yoksa siz,“Risale-i Nur, tahriften mahfuzdur” mu demek istiyorsunuz? Öyle diyorsanız, deyin de bu mesele bitsin.

İki sebepten diğeri şu:

2- 13 Nisan 2005 tarihli Vakit’teki röportajda, bir Risale-i Nur mensubu ve tanınmış biri olan Sıddık Dursun, Hekimoğlu ismail’in, “Evet Risale-i Nur tahrif olmuştur. Biz böyle bilelim, ama dış alem bilmesin” dediğini söylüyor. Onlar, Nur cemaatinin ileri gelenleri veya tanınmışları. Bana düşen onların söylediklerine inanmaktır. Ben de okudum ve inandım. Ayrıca, bu hususta Dava dergilerinde de epeyce malumat var. Şimdi: Sıddık Bey’le Hekimoğlu İsmail anlaşır, tahrifat olmadığını söylerlerse,
biz de kendilerinden edindiğimiz bu yanlış bilgiden geri döneriz. Veya başka bir yoldan ikna olsam yine dönerim. Diretmenin bana faydası yok ki. Mesele bu kadar basit.Bilmiyorum, sizin o röportaja bir itirazınız olmuş muydu. Olmuşsa sonuç ne oldu merak ediyorum.


Sevgili kardeşim! “d” bendinde, daha önce cevabını verdiğim meselelere tekrar dönüyorsunuz. Bu,röportajı kaçıncı uzatış! Mecburum cevap vereceğim:Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık lehinde konuşanların, Diyalog faaliyetlerini bizzat yürütenler olduğunu söylediğim halde, “İşte ben doğrusunu
söylüyorum, gereğini yap” Diyorsunuz.Her şey sırayla. Gereğini yapmak önce zati âlinize düşer. Diyalog toplantılarını yürütenlere, “Müslüman olmadan cennete girilmez” dedirtin, ondan sonra sıra bana gelsin. Siz, diyaloğu tasvip eden binlerce kişiden birisiniz, sözünüz sadece sizi bağlar. Şimdi,
Diyaloğu tasvip etmeyen herhangi biri, size “Doğruyu dile getirdiniz, verin elinizi öpeyim” dese, siz yeterli bulur musunuz ki, sadece kendinizin söylemesiyle benden aynı şeyi bekliyorsunuz.Fakat, meselenin bu kadar saptırılmasından inanın gınâ geldi. Okuyuculara döneyim bari. Ey değerli
okuyucular!

Bakın sevgili arkadaşımız “d” bendinin son taraflarında bana ne diyor:“Zaten sizde kabul ediyorsunuz ki,“Hırsitiyanlar Hakdindir” şeklinde bir beyanın olmadığını …”(Cümle düşüklüğü bana ait değil) Demek ki neymiş? Ben, “Hıristiyanlık hak dindir” şeklinde bir beyanın olmadığını kabul ediyormuşum. Şiddetle itiraz ediyorum. Benim böyle bir kabulüm yok. Röportaj metni ortada, böyle bir cümlem varsa nerede? Bunu da geçelim… Her soruda eski mevzuları tekrar eden değerli kardeşimiz  sonunda bana şunu da söylüyor:

“Bundan sonra sorular dışında ,eski mevzulara girilmemesini röportajın Daha hızlı seyretmesi adına Ali Bey sizden rica ediyorum:” J J J

Sevgili kardeşim! Zaten ben de bunu arzu ediyorum ya. Ancak, kimin eski  mevzulara girdiğinin bilinmesi bakımından, okuyuculara, müsadenizle  yedinci sorunuza bir göz atmalarını hatırlatıyorum.Devam edelim. Sorunuz şöyle:

“7.soruma geçmek istiyorum : 1994 yılından bu yana Diyalog Hizmetleri sonrasında “ben 5 vakit namazımı kılan bir müslümandım, diyalog sonrasında gördümki , Müslüman , Hıristiyan veya Yahudilik hepsi hak dinmiş , o açıdan Hıristiyan oldum” şeklinde ifade eden bir kişiye rastladınız mı? Tekrar edeyim , falan yazara göre bir Prof. Kızı veya Rusyada bir arkadaşımın şahit olduğu ismi emine olan bir kişinin anlattıkları “hikayeler” değil , şahsen sizin bizzat şahit olduğunuz bir vaka var mı?”




CEVABIM:

(Buna, Varan 1 de diyebilirsiniz, çünkü daha devamı var)


ŞAHSEN ŞAHİT OLDUĞUM VAK’A: Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü toplantılarında, eski 9 Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı, şimdiki Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet S. Aydın’ın oturum başkanı yapıldığına hep şahit oldum. Oturum başkanı yapılarak, Diyalog toplantılarının organizesi eline teslim edilen Sayın Mehmet Aydın nasıl bir kimseymiş onu görelim:

1-Sayın Aydın, Hz. İbrahim’in çeşit çeşit dinleri varmış gibi, birbirine uymayan İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hepsini birleştirip üçüne birden “İbrâhimî dinler” diyor. Oysa, İbrahim Aleyihisselam’ın tek çeşit dini vardır. Yani “İbrâhimî dinler” yok, “İbrâhimî din” vardır. O da sadece İslamdır. Diyalog ileri gelenlerinden Sayın Mehmet Aydın ise, üç ilah kabul eden Hıristiyanlık ile, Lut Aleyhisselam’a, -hâşâ- sarhoş olup kendi  kızlarıyla zina ettiği iftirası yapan Yahudiliğe bile, “İbrâhîmî din” diyor. Bu zat sıradan bir kimse değil, Diyaloğu yöneten birisi. Diyalogcular işte böyle.

2-Diyalogcular, o kadar elastikî konuşuyorlar ki, konuşmalarıyla, Diyaloğun ne olup olmadığını bir türlü net açıklayamıyor, daldan dala konuyorlar. İşte Sayın Aydın’ın biribirini tutmayan üç ayrı sözü:

a)“… Diyalog kendi dinlerini tanımlama anlamına geliyor.…diyalog, benim dinim budur, budur, budur demektir.” Buna göre, Diyalog kendi dinini anlatmak demek oluyor değil mi? Böyle düşündünüzse yanıldınız. Zira bu söz, Diyalogcuların sadece bir aldatmacasıdır. Zira Diyalog toplantılarında
dininizi anlatamazsınız.Çünkü oturum başkanımız tavır değiştirip şöyle buyuruyor:


b) “Gayemiz İslamiyeti anlatmak mı? Hayır Hıristiyanlığı öğrenmek.” Diyaloğun gayesinin ne olduğunu anladık mı şimdi?. Kürsüdeki oturum başkanı gayenin böyle olduğunu söylerse, siz orada İslamı anlatabilir misiniz! An-la-ta-maz-sı-nız. Zaten de anlatıldığı yok. “Diyalogtan niye korkuyorsunuz?
İslamı gayri Müslimlere anlatmanın ne zararı var?” diyenlerin kulakları çınlasın. Demek ki neymiş? İslam anlatılmıyormuş…Şimdi, “Diyalogla İslam anlatılıyor” diyebilecek olan varsa buyursun desin…Ezcümle, Diyalogla gaye İslamı anlatmak olmadığına göre, daha baştan Müslümanların dili bağlanıyor. Yine gaye Hıristiyanlığı öğrenmek olduğuna göre, Hıristiyanlar konuşacak, biz dinleyeceğiz ve Hıristiyanlığı öğrenerek gayemize ulaşacağız.Anladık. Biz susacağız, Hıristiyanlar konuşacak, onlardan Hıristiyanlığı öğreneceğiz ve Diyaloğun gayesi yerine gelecek. Bu tamam da, Diyalogta acaba
Hıristiyanların başka hakları da var mı? Buna Sayın Mehmet Aydın cevap veriyor. Diyor ki: “Saldırmamak,saygısızlık etmemek şartıyla gayrimüslimin, bir zimminin, İslamiyeti eleştirme hakkı vardır. …saygısızlık etmeyecek ama ilmî bakımdan İslam dinini tenkit edebilir, eleştirebilir.” Böylece
Diyaloğun tarifi ortaya çıktı: Hıristiyanlar dinlerini anlatacaklar, biz de hıristiyanlığı öğreneceğiz. Hatta islamiyeti tenkit edebilecekler.Ama Müslümanlar İslamı anlatmayacaklar. Alın size Sayın Aydın’ın şaşırtan başka bir sözü:

c)“Diyalog, … insanların birlikte bulunarak ve belki de din hakkında hiç konuşmayarak diyaloga girmesidir.” Diyalog toplantıları, hep işte bu zik-zaklı tariflere göre yapılıyor. Daha geniş bilgi için:İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları,“Kültürlerarası Diyalog Sempozyumu” 7-8 Mart 1998,
İstanbul s: 205-209. Madem şahit olduğum vak’a olup olmadığını sordunuz,anlatmaya devam edeyim. Devam etmeye edeceğim de, önce mühim bir ikaz vazifem var: Sayın, Mehmet Bey’in yukarıdaki sözlerinin dışına çıkmayın. İslamı anlatmaya yeltenmeniz şöyle dursun,Diyalog toplantılarına
giderken şunu  bile düşünmeyin: “Bir fırsat düştü. Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir.” Evet, sakın bu niyeti taşımayın! Yoksa dinsizce bir iş yapmış olursunuz. Bunu ben

söylemiyorum.Mehmet Aydın Bey söylüyor. Diyor ki:“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyor ki, yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir. Yani adam aslında
Müslümanlaştırmak için gitmiş… Bu Diyalog değil.” Burada durup soruyorum:Gördüğünüz gibi,Diyalogta daima ön safta olan bu zat, Müslümanlığı anlatmayı değil “Müslümanlığı anlatalım” düşüncesini bile Diyaloğa ters görüyor. Oysa, bir müslümanın, islamı başkasına anlatmak istemesinden daha normal ne olabilir? Ama o bunu büyük bir suç olarak görüyor. Bu düşünceyi
taşıyan Müslümanlar hakkında da bakın ne diyor: “… işin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir hakarettir. Dinsizce diyorum. Çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.” Şimdi var gücümle bağırıyorum: Eeeey
Diyalogcular! Hani Diyalog İslamı tebliğ idi? Diyalogta en ön safta olan kişi, tebliğ yapmak şöyle dursun, tebliği düşünmeyi bile “DİNSİZCE” olarak tarif ediyor. Sizde senelerdir niye hiç itiraz yok??????????? Müslümanları  bu derece ağır şekilde suçlayan Mehmet Bey, kiliselere bakışını da şöyle açıklıyor: “Ben Avrupa’ya gittiğimde, kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.” Değerli kardeşlerim! Ben bunları nereden mi biliyorum? Bunlar bizzat şahit olduğum vak’alardandır. Bunları kulaklarımla dinledim. Bu sözler, daha sonra basılan bir kitapta da yer aldı ve böylece belge oldu.
Merak edenler için: Diyanet Yayınlarından,2. Din Şûrâsı Tebliğ ve Müzakereleri, c:2, s: 321, 322, 375. 

7. sorunuz için bu kadar cevap kafi. 4 sahifelik sorunuza, bu 5 sahifelik cevabı uzun saymazsınız her halde. Özür dilerim, ancak bu kadar kısa tutabildim. Bu sorunuza, başka misal isterseniz memnuniyetle arzederim efendim.…


Genc::Adam  :


Röportajın başından son soru dışındaki mevzular ile ilgili yorumlarınızdaki bariz “tenakuz” ve “sonuca gidememe” hususları ile ilgili cevab hakkımı ,röportajın uzamaması ve konuların dağılmaması adına ,
röportaj sonunda tek tek izah edip konuyu okuyucalarımızın vicdanlarına
bırakacağım.

Son cevabınıza gelecek olursak ; “1994 yılından bu yana Diyalog Hizmetleri sonrasında “ben 5 vakit namazımı kılan bir müslümandım, diyalog sonrasında gördümki , Müslüman , Hıristiyan veya Yahudilik hepsi hak dinmiş , o açıdan hıristiyan oldum” şeklinde ifade eden bir kişiye rastladınız mı ?” Soruma cevab verememe adına olsa gerek , Mehmet Aydın Bey’in Diyalog  toplantılarında ki bir takım sizce yine “ima ve izlenimler” çerçevesinde itirazlar getirmişsiniz. Burada sorumuzda geçen “dindar bir müslümanın diyalog vesilesiyle hırsitiyan olup olmadığı “ mevzumuz ile bu yazılanlar ile nasıl bir irtibat var anlayabilmiş değiliz. Şimdi , bukadar açık ve net olan sorumuza , verilen bu alakasız cevab neticesinde biz desek ki; “ Ali Bey, Diyalog vesilesiyle Hırsitiyan olan bir müslümana şahit olamadığı
açıkça dile getirmek yerine , konuyu saptırma gayretinde bulunuyor” herhalde su-i zan etmiş olmayız. Yoksa Ali Bey röportajın verdiği “heyecan” ile sorumuzu yanlış okuyarak ve yanlış anlamlandırarak mı birtakım hayali “varanlar” geliştirdiler.

Her şeye rağmen cevablamış olalım :

1-“İbrahimi dinler” kavramı : Geçmiş dönemde kullanıldığına şahit olmadığımız ancak günümüzde kullanılan pek çok ifadelerden bir taneside “İbrahimi Dinler” kavramıdır. Bu kavram ile hem biz Müslümanlar, hemde bu tabiri kabullenen diğer Ehl-i Kitabın ruhanileri , ortak atamız Hz.İbrahim
(AS) mın Hanif Dini şemsiye altında birbirimizi daha iyi tanıma , yakından görüşme ve karşılıklı konuşma çerçevesi anlaşılmaldır. Diyalog Hizmetleri dışında olan ve bu hizmetlerin içeriğini fazla bilmeyen Müslüman kardeşlerimizin , zahiri anlamına takılıp: ”Hz.İbrahim(AS) ‘mın kaç tane
dini var ?” şeklinde eleştirmeleri ve bu ifadeyi kullanan mümin kardeşlerininin niyetlerini sorgularcasına onları Küfür ile itham edecek kadar maksadı aşmaları bir değer kesb etmez. Çünkü “İbrahimin(AS)‘mın Dini” tabiri muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin şahsi bir beyanı değil,
Kur’anı Kerimin ifadesidir ve tam 9 yerde geçmektedir :

(Ya Muhammed(SAV) De ki:“Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (En’am, 161)Dikkat edilirse , Allah (CC) Efendimiz (SAV) ‘me Ehl-i Kitaba karşı İslamı tebliğ ederken , “İbrahim(AS)’mın dinine vurgu yapılmasını öğütlemektedir.Bu bir tebliğ metodudur. Hz.İbrahim (AS)’mın oğlu İshak (AS)
mın soyundan gelen Hz.Musa(AS) ve Hz.İsa (AS)’ma inandıklarını söyleyen günümüz Hıristiyan ve Yahudilerine , İbrahim (AS) mın diğer oğlu İsmail (AS)mın soyundan gelen Efendimiz (SAV) min Hıristiyan ve Yahudileri “Hz.İbrahim’in dinine uymaya” davet etmiş olması, bize aslı Hz.İbrahim (AS)
ma dayanan, ancak şuan tahrif olmuş Hırsitiyanlık ve yahudilik Dinlerine nazik birer davet olduğunu veciz bir şekilde işaret ediyor! “İbrahimi dinler” içinde yer aldığını kabul eden Hırsitiyan ve Yahudiler , İbrahim (AS) mın Tevhid esaslı Hanif dininiden geldiğini biliyor bu dinin teslis inancına değil tevhid inancına haiz olduğu düşüncesine sevk ediyor. Yoksa , “İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hepsini birleştirip üçüne birden “İbrâhimî dinler” telakki edildiği yok ! Bu tamamen bir kuruntudur ve su-i
zandır.

Bugün “İbrahimi Dinler” ekseninde yapılan Diyalog Hizmetlerinin, aslında İslami camianın Ehl-i Kitab camiaya aynı Efendimiz (SAV) ‘ min dediği gibi: “Gelin, Hz.İbrahim ‘in (AS) dini ekseninde Diyalog kuralım” demekten başka bir anlam ifade etmez! Çünkü, hem Hz.Musa (AS) ma inen Yahudilik dini (o
dönemin İslam dini) hem Hz.İsa (AS) ‘ma inen Hıristiyanlık dini (o dönemin İslam dini) hemde Efendimiz ‘e (SAV) inen son İslam dini bu noktadan Hz.İbrahim (AS) ma inen Dinin devamı ve sonuncusudur!  Dolaysıyla, “İbrahimi dinler” kavramından şayet birileri rahatsızlık duyacaksa, o da bırakın başkaları duysun, çünkü “İbrahimi dinler”, aslı Hz.İbrahim’e dayanan, Allah’a oğulluk isnadını kabullenmeyen, Tevhid esaslı  dinler manzumesidir ve bunun sonuncusu Efendimiz (SAV) ‘e inen İslam dinidir!

Netice olarak, bugün kullanılan “İbrahimi dinler” kavramından kasıt, Hz.İsa (AS) ma inen, Hz.Musa (AS) ma inen ve Efendimiz (SAV) ma inen dinlerdir. Efendimiz (SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde buyurduğu üzere : “Peyamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.”( Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145, (2366); Ebu Davud, Sünnet 14, (4675) )

Bunların(asılları) hepsi Hak dinlerdir! Ancak, tabiki bu husus günümüz Hrsitiyan ve yahudileri için geçerli değildir. Asıllarının Hz.İbrahim (AS) ma dayanmış olması, onları tekrar asılları ekseninde İslam ile müşerref olma noktasına gelinmesi Niyeti ile ortaya atılan “İbrahimi Dinler” kavramından kalkıp:
“Hz.İbrahim (AS) mın kaç tane dini var? “ sorusu bir niyet sorgulamasından öteye geçmemektedir! İslamda da niyet okumaya Sahabeyi Kirama bile cevaz verilmemişse, bize düşen hüsn-ü zan etmek olmalıdır. O zaman bırakalım “İbrahimi dinler” kavramına bazı Hıristiyan ve Yahudi ruhaniler itiraz etsinler. 

2-Ali Bey ve diğer bazı Diyalog karşıtı kardeşlerimizin anlayamadıkları Diğer bir husus da şudur : Diyalog karşıtı cephe , Diyalog Hizmetlerini yapan İslami cepheden “Ey Yahudi ve Hıristiyanlar , biz Diyalog yapıyoruz ama gayemiz sizleri Müslümanlaştırmaktır” şeklinde bir ifade duymak istiyorlar. Yani bu ifadeyi duyalım gerisi önemli değil demek istiyorlar. İşte bu ifade , Mehmet Aydın’ın ifadesi çerçevesinde İslam’a bir “dinsizin” yapılabileceği kadar büyük bir zarardır.. Acaba bu ifadeyi resmi
ağızlardan duyan diğer dinin ruhanileri , hemen “Müslüman mı” olacaktır yoksa zaten İslam’a karşı olan önyargıları daha damı artacaktır ? İslam’da Tebliğ usul ve metodunu bilmeyen insanların iddia edecekleri bu “düz mantığı” Efendimiz (SAV) hayatında görmek mümkün değildir. O (SAV) önce
güven telkin etmiş , kendisine düşman olanlar bile ona “el-emin” demekten kendilerini alıkoyamamış. İşte Diyalog süreci , bir yandan da , biz Müslümanların “ötekilere” bu güveni telkin etme , el-emin peygamberin el-emin ümmeti olduğumuzu gösterme faaliyetleridir. Dolaysıyla , hangi uslub ve ifade İslam’a faydalıdır hangisi değildir , bunları iyi tahlil ve tetkik etmeden , Don Kişot vari söylem ve eylemlerin ucuz kahramanlıktan öteye geçmediği ve islam’a zerre kadar faydası olmadığı bir gerçektir. Diyalog , yanlış bilinen İslam’ın temsil edilerek doğru tanıtılmasına imkan sağlayan bir “araç”tır. O açıdan “gayemiz İslamı anlatmak” olacaktır , ama bunu deklare etmeyi bu gayeyi baltalayacağından
ifade etmemeliyiz. Aynı şekilde bir müslümanın İslam’ı öğretmesi kadar Genel Kültür noktasında “Hıristiyanlığı öğrenmesi” de gayet doğaldır. Bir Hıristiyanın Dinimiz hakkındaki tam bilmediği veya yanlış bildiği bir hususu eleştirmesi , bizlerin o eleştiriyi bilmemiz ve ona mukabele etmemiz
adına da gayet normaldır. Mesela , bir Hırsitiyanın “İslam neden diğer din mensublarına hayat hakkı vermiyor ?” şeklinde yanlış bildiği bir konuyu eleştiri mahiyetinde dile getirmesi , bizlerin bu yanlış bilgiyi düzeltmemiz adına bir vesile olmaktadır. Bu çerçevede Diyalog biz İslami tarafın Hıristiyanlığı ,onlarında da bizi birtakım mevzularda soru sormasına ve doğruları ortaya çıkarması adına bir vesiledir. 

Sn.Mehmet Aydın Beyin “Ben Avrupa’ya gittiğimde, kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.” ifadesini eleştirmek için , Sn.Aydın’ın bu ifadesinden sonra beş vakit namazını terk edip , acaba haftalık Pazar ayinlerine katılıp katılmadığına bakmak lazım. Daha geçen gün İzmir Karşıyaka’da bir Camii (kilise değil !) açan Mehmet Aydın’ın , ifadesinde zevk aldığı hususun , kilisedeki mistik manada bir zevk olmadığını , “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” hakikatı ispat etmiyor mu ? Madem zevk alıyor neden kilise ayinlerine sürekli gitmiyor ? madem gitmiyor o zaman sizin anladığınız manada bir endişeye mahal olmaması gerekmiyor mu ? Yoksa Mehmet Bey’İn gizli gizli ayinlere katıldığını mı iddia ediyorsunuz ? 

Günümüzda Bediüzzaman Hazretleri yaşasaydı , herhalde  “Biz Allah'a inananlar küfre karşı beraberiz.." ifadesini eleştirmekten öte , kendisini “Küfre girmekle” itham etmiyeceklerinden emin değilim. 

8.soruma geçmek istiyorum :

Dünya’da Diyalog Hizmetlerine karşı çıkan , İslami cephe içinde (sizin gibi) olduğu kadar , mesela yahudiler içinde Siyonistler (İsrail devleti  gibi) , hıristiyanlar içinde bazı evangelesitler (Amerika’da Cumhuriyetçi  Yönetimin bağlı bulunduğu mezhep) de karşı çıktığını biliyoruz. Bu noktadan sormak istiyorum : Madem Diyalog Hıristiyanlığa Hizmet ediyor ; Ali Eren’in  , Siyonist ve bazı evangelesitlerle “ortak noktada” buluşması sizi rahatsız etmiyor mu ? Yoksa sizinki “samimi” bir karşı çıkmada , onların ki “takiyye” mi?

Genc::Adam  :

Röportajın başından son soru dışındaki mevzular ile ilgili yorumlarınızdaki bariz “tenakuz” ve “sonuca
gidememe” hususları ile ilgili cevab hakkımı ,röportajın uzamaması ve konuların dağılmaması adına , röportaj sonunda tek tek izah edip konuyu okuyucalarımızın  vicdanlarına bırakacağım.

Son cevabınıza gelecek olursak ;

“1994 yılından bu yana Diyalog Hizmetleri sonrasında “ben 5 vakit namazımı kılan bir müslümandım, diyalog sonrasında gördümki , Müslüman , Hıristiyan veya Yahudilik hepsi hak dinmiş , o açıdan hıristiyan oldum” şeklinde ifade eden bir kişiye rastladınız mı ?” soruma cevab verememe adına olsa gerek , Mehmet Aydın Bey’in Diyalog toplantılarında ki bir takım sizce yine “ima ve izlenimler” çerçevesinde itirazlar getirmişsiniz. Burada sorumuzda geçen “dindar bir müslümanın diyalog vesilesiyle hırsitiyan olup olmadığı “ mevzumuz ile bu yazılanlar ile nasıl bir irtibat var anlayabilmiş değiliz. Şimdi , bukadar açık ve net  olan sorumuza , verilen bu alakasız cevab neticesinde biz desek ki; “ Ali Bey, Diyalog vesilesiyle Hırsitiyan olan bir müslümana şahit olamadığı açıkça dile getirmek yerine , konuyu saptırma gayretinde bulunuyor” herhalde su-i zan etmiş olmayız. Yoksa Ali Bey röportajın verdiği “heyecan” ile sorumuzu yanlış okuyarak ve yanlış anlamlandırarak mı birtakım hayali “varanlar” geliştirdiler.

Her şeye rağmen cevaplamış olalım :

1-“İbrahimi dinler” kavramı :
Geçmiş dönemde kullanıldığına şahit olmadığımız ancak günümüzde kullanılan pek çok ifadelerden bir taneside “İbrahimi Dinler” kavramıdır. Bu kavram ile hem biz Müslümanlar, hemde bu tabiri kabullenen diğer Ehl-i Kitabın ruhanileri , ortak atamız Hz.İbrahim (AS) mın Hanif Dini şemsiye altında birbirimizi daha iyi tanıma , yakından görüşme ve karşılıklı konuşma çerçevesi anlaşılmaldır. Diyalog Hizmetleri dışında olan ve bu hizmetlerin içeriğini fazla bilmeyen Müslüman kardeşlerimizin , zahiri anlamına takılıp: ”Hz.İbrahim(AS) ‘mın kaç tane dini var ?” şeklinde eleştirmeleri ve bu ifadeyi kullanan mümin kardeşlerininin niyetlerini sorgularcasına onları Küfür ile itham edecek kadar maksadı aşmaları bir değer kesb etmez. Çünkü “İbrahimin(AS)‘mın Dini” tabiri muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin şahsi bir beyanı değil, Kur’anı Kerimin ifadesidir ve tam 9 yerde geçmektedir : (Ya Muhammed(SAV) De ki:“Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (En’am, 161)
Dikkat edilirse , Allah (CC) Efendimiz (SAV) ‘me Ehl-i Kitaba karşı İslamı tebliğ ederken , “İbrahim(AS)’mın dinine vurgu yapılmasını öğütlemektedir.Bu bir tebliğ metodudur. Hz.İbrahim (AS)’mın oğlu İshak (AS) mın soyundan gelen Hz.Musa(AS) ve Hz.İsa (AS)’ma inandıklarını söyleyen günümüz Hıristiyan ve Yahudilerine , İbrahim (AS) mın diğer oğlu İsmail (AS)mın soyundan gelen Efendimiz (SAV) min Hıristiyan ve Yahudileri “Hz.İbrahim’in dinine uymaya” davet etmiş olması, bize aslı Hz.İbrahim (AS) ma dayanan, ancak şuan tahrif olmuş Hırsitiyanlık ve yahudilik Dinlerine nazik birer davet olduğunu veciz bir şekilde işaret ediyor! “İbrahimi dinler” içinde yer aldığını kabul eden Hırsitiyan ve Yahudiler , İbrahim (AS) mın Tevhid esaslı Hanif dininiden geldiğini biliyor bu dinin teslis inancına değil tevhid inancına haiz olduğu düşüncesine sevk ediyor. Yoksa , “İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hepsini birleştirip üçüne birden “İbrâhimî dinler” telakki edildiği yok ! Bu tamamen bir kuruntudur ve su-i zandır. 
Bugün “İbrahimi Dinler” ekseninde yapılan Diyalog Hizmetlerinin, aslında  İslami camianın Ehl-i Kitab camiaya aynı Efendimiz (SAV) ‘ min dediği gibi:
“Gelin, Hz.İbrahim ‘in (AS) dini ekseninde Diyalog kuralım” demekten başka bir anlam ifade etmez! Çünkü, hem Hz.Musa (AS) ma inen Yahudilik dini (o dönemin İslam dini) hem Hz.İsa (AS) ‘ma inen Hıristiyanlık dini (o dönemin İslam dini) hemde Efendimiz ‘e (SAV) inen son İslam dini bu noktadan
Hz.İbrahim (AS) ma inen Dinin devamı ve sonuncusudır!  Dolaysıyla, “İbrahimi dinler” kavramından şayet birileri rahatsızlık duyacaksa, o da bırakın başkaları duysun, çünkü “İbrahimi dinler”, aslı Hz.İbrahim’e dayanan, Allah’a oğulluk isnadını kabullenmeyen, Tevhid esaslı dinler manzumesidir ve bunun sonuncusu Efendimiz (SAV) ‘e inen İslam dinidir!

Netice olarak, bugün kullanılan “İbrahimi dinler” kavramından kasıt, Hz.İsa (AS) ma inen, Hz.Musa (AS) ma inen ve Efendimiz (SAV) ma inen dinlerdir. Efendimiz (SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde buyurduğu üzere : “Peyamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.”( Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145, (2366); Ebu Davud, Sünnet 14, (4675) ) Bunların(asılları) hepsi Hak dinlerdir! Ancak, tabiki bu husus günümüz Hrsitiyan ve yahudileri için geçerli değildir. Asıllarının Hz.İbrahim (AS) ma dayanmış olması, onları tekrar asılları ekseninde İslam ile müşerref olma noktasına gelinmesi Niyeti ile ortaya atılan “İbrahimi Dinler” kavramından kalkıp:
“Hz.İbrahim (AS) mın kaç tane dini var? “ sorusu bir niyet sorgulamasından öteye geçmemektedir! İslamda da niyet okumaya Sahabeyi Kirama bile cevaz verilmemişse, bize düşen hüsn-ü zan etmek olmalıdır.  O zaman bırakalım “İbrahimi dinler” kavramına bazı Hıristiyan ve Yahudi ruhaniler itiraz etsinler.

2-Ali Bey ve diğer bazı Diyalog karşıtı kardeşlerimizin anlayamadıkları diğer bir husus da şudur : Diyalog karşıtı cephe , Diyalog Hizmetlerini yapan İslami cepheden “Ey Yahudi ve Hıristiyanlar , biz Diyalog yapıyoruz ama gayemiz sizleri Müslümanlaştırmaktır” şeklinde bir ifade duymak istiyorlar. Yani bu ifadeyi duyalım gerisi önemli değil demek istiyorlar. İşte bu ifade , Mehmet Aydın’ın ifadesi çerçevesinde İslam’a bir “dinsizin” yapılabileceği kadar büyük bir zarardır.. Acaba bu ifadeyi resmi ağızlardan duyan diğer dinin ruhanileri , hemen “Müslüman mı” olacaktır yoksa zaten İslam’a karşı olan önyargıları daha damı artacaktır ? İslam’da Tebliğ usul ve metodunu bilmeyen insanların iddia edecekleri bu “düz mantığı” Efendimiz (SAV) hayatında görmek mümkün değildir. O (SAV) önce güven telkin etmiş , kendisine düşman olanlar bile ona “el-emin” demekten kendilerini alıkoyamamış. İşte Diyalog süreci , bir yandan da , biz Müslümanların “ötekilere” bu güveni telkin etme , el-emin peygamberin el-emin ümmeti olduğumuzu gösterme faaliyetleridir. Dolaysıyla , hangi uslub ve ifade İslam’a faydalıdır hangisi değildir , bunları iyi tahlil ve tetkik etmeden , Don Kişot vari söylem ve eylemlerin ucuz kahramanlıktan öteye geçmediği ve islam’a zerre kadar faydası olmadığı bir gerçektir. Diyalog , yanlış bilinen İslam’ın temsil edilerek doğru tanıtılmasına imkan sağlayan bir “araç”tır. O açıdan “gayemiz İslamı anlatmak” olacaktır , ama bunu deklare etmeyi bu gayeyi baltalayacağından ifade etmemeliyiz. Aynı şekilde bir müslümanın İslam’ı öğretmesi kadar Genel Kültür noktasında “Hıristiyanlığı öğrenmesi” de gayet doğaldır. Bir Hıristiyanın Dinimiz hakkındaki tam bilmediği veya yanlış bildiği bir hususu eleştirmesi , bizlerin o eleştiriyi bilmemiz ve ona mukabele etmemiz adına da gayet normaldır. Mesela , bir Hırsitiyanın “İslam neden diğer din mensublarına hayat hakkı vermiyor ?” şeklinde yanlış bildiği bir konuyu eleştiri mahiyetinde dile getirmesi , bizlerin bu yanlış bilgiyi düzeltmemiz adına bir vesile olmaktadır. Bu çerçevede Diyalog biz İslami tarafın Hıristiyanlığı ,onlarında da bizi birtakım mevzularda soru sormasına ve doğruları ortaya çıkarması adına bir vesiledir. 
Sn.Mehmet Aydın Beyin “Ben Avrupa’ya gittiğimde, kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.” ifadesini eleştirmek için , Sn.Aydın’ın bu ifadesinden sonra beş vakit namazını terk edip , acaba haftalık Pazar ayinlerine katılıp katılmadığına bakmak lazım. Daha geçen gün İzmir Karşıyaka’da bir Camii (kilise değil !) açan Mehmet Aydın’ın , ifadesinde zevk aldığı hususun , kilisedeki mistik manada bir zevk olmadığını, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” hakikatı ispat etmiyor mu ? Madem zevk alıyor neden kilise ayinlerine sürekli gitmiyor ? madem gitmiyor o zaman sizin anladığınız manada bir endişeye mahal olmaması gerekmiyor mu ? Yoksa Mehmet Bey’İn gizli gizli ayinlere katıldığını mı iddia ediyorsunuz?

Günümüzda Bediüzzaman Hazretleri yaşasaydı , herhalde  “Biz Allah'a inananlar küfre karşı beraberiz.." ifadesini eleştirmekten öte ,kendisini “Küfre girmekle” itham etmiyeceklerinden emin değilim.

8.soruma geçmek istiyorum :

Dünya’da Diyalog Hizmetlerine karşı çıkan , İslami cephe içinde (sizin gibi) olduğu kadar , mesela yahudiler içinde Siyonistler (İsrail devleti gibi) , hıristiyanlar içinde bazı evangelesitler (Amerika’da Cumhuriyetçi Yönetimin bağlı bulunduğu mezhep) de karşı çıktığını biliyoruz. Bu noktadan sormak istiyorum : Madem Diyalog Hıristiyanlığa Hizmet ediyor ; Ali Eren’in , Siyonist ve bazı evangelesitlerle “ortak noktada” buluşması sizi rahatsız etmiyor mu ? Yoksa sizinki “samimi” bir karşı çıkmada ,onların ki “takiyye” mi?

Ali Eren:

Sevgili Emin bey,

Mübârek Berat gecesinden önceki gün verdiğim bu cevaba başlarken, sizin ve bütün okuyucuların kandillerini tebrik eder, iki cihan saadeti dilerim.

8. sorunuzun başında şöyle diyorsunuz: “1994 yılından bu yana Diyalog Hizmetleri sonrasında “ben 5 vakit namazımı kılan bir müslümandım, diyalog sonrasında gördümki , Müslüman , Hıristiyan veya Yahudilik hepsi hak dinmiş , o açıdan hıristiyan oldum” şeklinde ifade eden bir kişiye rastladınız mı?” soruma cevab verememe adına…” deyip beni cevap verememekle suçluyorsunuz. Halbuki, öyle bir durum yok.

Sevgili Emin Bey, bana iddia ettiğim şeyleri sorun lütfen. Benim böyle bir iddiam olmadığına göre, bana böyle bir soru da sormamanız icap eder. Çünkü ben yukarıda ortaya attığınız sözleri söyleyen bir şahsın varlığını iddia etmedim. Böyle bir şahıstan bahsetmedim. Ettimse yerini söyleyin. Bahsettiğimi varsayıp ondan sonra bir soru ayarlayarak, bana, “Böyle bir kişiye rastladınız mı?” diyorsunuz. Bu bir taktiktir ve ben bu taktiğin yabancısı değilim. “Böyle birine rastlamadım” dersem, “Gördünüz
mü? Hem böyle birine rastlamadığını söylüyor, hem de diyalogcuları suçluyor” diyeceksiniz. “Rastladım”  dersem o zaman da “Öyleyse o kişiyi göster” diyeceksiniz. Kendi bulduğunuz böyle hayali bir kimseyi bana sormayın. Geçin bunları…

Esasen, bu sorunuzu taa 6. sorunun cevabının en sonunda cevap vermiştim; oraya bakılabilir. Hâlâ okuyucunun unutmuş olma ihtimalinden medet ummaya lüzum yok. Ve görüyorum ki, hâlâ 7 sorunuzdaki tavrınızı sürdürüyorsunuz. Yaptığınız şu:

7. sorunuzda: “Okuyucu eski cevaplara tekrar bakacak değil ya, Ali Bey’in böyle bir şey söylemediğini ne bilsin” düşüncesiyle, şöyle diyordunuz: “Zaten siz de kabul ediyorsunuz ki, “Hıristiyanlar Hak dindir” şeklinde bir beyanın olmadığını …”

Kaçıncı cevapta kabul ediyorum anlayamadım? Kabul ettiğim falan yok. zaten, Ben öyle bir şey söylemedim demiştim siz de susmuştunuz.Müsadenizle soruyorum orada niçin, “Hayır söyledin” diyemediniz? Söylemediğim bir şeyi söylemişim gibi göstermek, en hafif tabiriyle okuyucuya karşı ayıp olmadı mı?  Geçin bu üslupları sevgili dostum geçin. Söylemediğim şeyleri okuyucuya söylemişim gibi gösterip, “Böyle bir kişiye rastladınız mı?” demeyin. Bu soruyu, “Böyle bir kişiye rastladım” iddiasında bulunanlara sorun. Bana, niçin kendi iddialarımla ilgili şeyler sormuyorsunuz? Neden çekiniyor, neden korkuyorsunuz Emin Bey? Gerçeklerin ortaya konulmasından korkmuyorsanız önümü açın. Daha önce de söyledim; tekrar ediyorum: Hırıstiyanlığı cici göstermek sadece sizin sorduğunuz şekilde olmaz; çeşitli şekillerde olabilir. Bana izin verin, Diyalogcuların hıristiyanlık lehine yaptığı konuşmaları, yazdığı yazıları, devirdiği çamları teker teker ortaya koyayım. Var mısınız? Niçin, “ Diyalogcuların, İslam
inancına ters nesi varsa buyur söyle” diyemiyorsunuz?

Zaten konumuz diyalog değil mi? Röportajın  şimdiye kadar oraya buraya sündürüldüğü
yeter. Bana, İslam inancına uymayan hallerini sorun lütfen söyleyeyim. Nasıl olsa
değerlendirecek olan okuyucu değil mi? Biz karşılıklı konuşalım onlar değerlendirsin.

*****

“İbrahimî dinler” tabirini kullanan diyalogcuları tenkit ettiğim için, benim bu tenkidimi
anlamazlıktan gelip, “İbrâhimî dinler” tabirine kendinizce cevap vermeye kalkışarak “İbrahim’in dini” ifadesinin Kur’an’da 9 yerde geçtiğini söylüyorsunuz. Ve böyleceeeee, farkında olmadan bana hak vermiş oluyorsunuz. Çünkü zaten benim söylediğim de aynısı. Ben diyorum ki, Hazreti İbrahim’in üç değil tek çeşit dini vardır; o da islamdır. Onun için “İbrahimî dinler” yok, “İbrâhimî din” var. Beni teyid eder mahiyette sizin de söylediğiniz gibi, Kur’an da “ibrahimin dini” buyurur zaten. Beni aynı soruyu sormaya tekrar mecbur ediyorsunuz. Soruyorum: Kur’an’da, hadiste, ehli sünnet inancında, geçmiş alimlerin eserlerinde, veya İslami eserlerin herhangi birinde, diyalogcuların çoğul olarak kullandığı “İbrâhimî dinler” tabiri geçiyor mu? Geçiyorsa söyleyin, geçmiyorsa diyalogcuların bu yaptıkları ne? İslam dini, 2000 yılına doğru şekil mi değiştirdi? Ayrı ayrı hak din mi var? Emin Beyciğim, size tebrikler. Daha soru gelmeden cevabını vermişsiniz zaten. Demişsiniz ki, “İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hepsini birleştirip üçüne birden “İbrâhimî dinler” telakki edildiği yok ! Bu tamamen bir kuruntudur ve su-i zandır.”

Böyle söylüyorsunuz ama, maalesef kabul edemeyeceğim. Çünkü, bu sözünüz “deveyi hamuduyla yutmak” tabirine çok uygun düştü. Çünkü bu söz, yani “İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hepsini birleştirip üçüne birden “İbrâhimî dinler” denilmesi, diyalog toplantılarının hepsinde oluyor. Kendi kendinizi mahcup etmekten çekinmezseniz, “İbrahimî dinler” deyip demediklerini bizzat Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan sorabilirsiniz.  Hem de bu ne perhiz, ne lahana turşusu. Hem ibrahimî dinler denilmediğini uyduruyorsunuz hem de çekinmeden, Hz. İbrahim için “ortak atamız” diyebiliyorsunuz. Hz. İbrahim, Hıristiyan ve Yahudilerle beraber bizim ortak atamız ha!!!

Hz.İbrahim, sadece Peygamberimiz’in ve onun ümmetinin atasıdır. Üç ilaha inanan Hıristiyanlar ile peygamberlere zina isnat eden Yahudilerin değil…Asrı saadette de hıristiyan ve Yahudiler, Hz. ibrahimi sahiplenmek istemişlerse de, Allah (c.c.) bizzat Kur’an ayetiyle onları reddetmiştir. (Âli İmran, 65,66,67) Bu âyet, “İbrahimî dinler” diyen diyalogculara da ilâhî bir cevaptır.

Sevgili Emin Bey, diyalogcular –sizin iddia ettiğiniz gibi- Hz. Musa ve Hz. İsa’nın tebliğ ettiği hak inanç
sistemlerini kastederek “İbrahimî dinler” demiyorlar. Bugünkü Hıristiyan ve Yahudileri karşılarına alıp,
onların inandığı bugünkü BOZUK HIRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİK için “İbrahimî dinler” diyorlar. Dolayısıyla, sizin “ Netice olarak, bugün kullanılan “İbrahimi dinler” kavramından kasıt, Hz.İsa (AS) ma inen, Hz.Musa (AS) ma inen ve Efendimiz (SAV) ma inen dinlerdir.” sözünüz doğru değil. Ayrıca,
bu konuda büyük bir de yanlış yapıyorsunuz. “Hz.İsa (AS) ma inen, Hz.Musa (AS) ma inen ve
Efendimiz (SAV) ma inen dinler” diyerek, üç peygamberin ayrı ayrı dinleri olduğunu zannediyorsunuz.
Öyle zannettiğiniz için de “Dinler” diyorsunuz. Bilmiyor musunuz ki, Âdem aleyhisselam’dan beri gelen bütün peygamberlerin dini tekdir o da İslamdır. Onun için, “Ayrı ayrı dinler” yok “Tek din var” var. Dolayısıyla, “İbrahimî dinler” tabiriyle, Hs. İsa ve HZ. Musa zamanındaki tek hak din kastedilse bile, yine “dinler” denilemez. Bir taneye “dinler” denilir mi hiç! Peygamberlerin tamamının dini aynı ve tekdir, fakat şeriatları farklıdır. Farklı da olsa, “ibrahimî şeriatlar” da denilemez. Çünkü Hz. İbrahim’in şeriatı da tek çeşittir. Demem o ki, “din” ile “şeriat” tabirlerini iyi öğrenmemiz gerekiyor.

***
Sorunuz içindeki 2 rakamının devamında , kendi tenkit ettiğiniz yanlışı yapıyor, niyet okuyorsunuz. İşte söyledikleriniz: “2-Ali Bey ve diğer bazı Diyalog karşıtı kardeşlerimiz...
“Ey Yahudi ve Hıristiyanlar , biz Diyalog yapıyoruz ama gayemiz sizleri Müslümanlaştırmaktır”
şeklinde bir ifade duymak istiyorlar. Yani bu ifadeyi duyalım gerisi önemli değil demek istiyorlar.”
Emin Bey, burada açıkça niyet okuyorsunuz. Zararı yok okuyunuz da keşke doğru okusaydınız. Benim
düşüncem sizin söylediğiniz gibi olsa, sizin bu söylediğinizi kabul etmem icap eder. Çünkü benim düşüncemi dile getirmiş olurdunuz. Oysa ben bunu reddediyorum. Gayri Müslimlere, sizin bize yakıştırdığınız tavırla yaklaşmak, ahmaklıktır desem o bile az gelir. Oysa, ben günahkâr bir kulum ama ahmak değilim. Hem niyet okumanız yanlış, hem de söylediğiniz vaziyet bende yokken, varmış gibi sözü uzatıyor da uzatıyorsunuz. Bu arada Donkişot kelimesini kullanıyorsunuz. İyi güzel de,  olmayan bir vaziyeti var kabul edip hayale hücum etmek esas Donkişotluk olmaz mı?

***

Hele şükür sorunuzun sonuna yaklaştık.

Cümlelerinizi okuyalım:“Sn.Mehmet Aydın Beyin “Ben Avrupa’ya gittiğimde, kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.” ifadesini eleştirmek için , Sn.Aydın’ın bu ifadesinden sonra beş vakit namazını terk edip, acaba haftalık Pazar ayinlerine katılıp katılmadığına bakmak lazım.” Emin Bey, yukarda din ve şeriat hakkında yanıldığınız gibi burada da iman ve amel hususunda yanılıyorsunuz.
Topluluk karşısına çıkıp kiliseyi övmek itikadî, namaz ise amelî/fıkhî bir meseledir. Onu ona delil getiremezsiniz. Namaz kılmak itikâdî bir hatayı ortadan kaldırmaz. Ortada devasa bir hata var, siz kalkmış onu kapatmaya çalışıyorsunuz. Size şunu söyleyeyim. Mehmet bey kendisi sizin gibi düşünmüyor. Yaptığının, yenilir yutulur cinsten bir şey olmadığını bildiği için, “Ne olmuş söylemişsem! Siz benim namaz kılıp kılmadığıma bakın” diyemedi. Tamiri imkansız bir hata olduğunu bildiği için önce inkara yeltendi, sonra onu da yapamadı. Diyorsunuz ki, “Daha geçen gün İzmir Karşıyaka’da bir Camii (kilise değil !) açan Mehmet Aydın’ın , ifadesinde zevk aldığı hususun, kilisedeki mistik manada bir zevk olmadığını , “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” hakikatı ispat etmiyor mu?” Boşuna zorluyorsunuz işi? Mistik manaya değil de ne manayadır? Âinesi iştir kişinin ama lafa öyle bakılır ki. Bir gayri Müslim kelimei şehadet getirse fakat namaz kılmasa, ianesi iştir lafa bakılmaz diye onun iman ettiğini kabul etmeme hakkımız var mı? Bir adam hiç içki içmediği halde, içki niçin haram olsun dese onda iman kalır mı? Demek ki lafa bakılıyormuş. Diyorsunuz ki:

“Madem zevk alıyor neden kilise ayinlerine sürekli gitmiyor?” Kendisine sormalı. Diyorsunuz ki,“madem gitmiyor o zaman sizin anladığınız manada bir endişeye mahal olmaması gerekmiyor mu?” Kardeşim! Sizin namınıza endişe var sizin! Çünküüü, kiliseden zevk aldığını söyleyen bir zatı getirip diyalog oturum başkanı yapıyorsunuz. Diyorsunuz ki,  “Yoksa Mehmet Bey’İn gizli gizli ayinlere katıldığını mı iddia ediyorsunuz?” Hayır etmiyorum. Sözümde öyle bir suçlama olmadığı gibi öyle bir iddiaya ihtiyaç da yok. Gizliye lüzum yok ki zaten. Çünkü, kendisi açıktan açığa gittiğini söylüyor ya. Bizim gibileri suçlayarak diyorsunuz ki, “Günümüzda Bediüzzaman Hazretleri yaşasaydı , herhalde kendisinin dönemin Vatikan papazı Papa XII. Pius’a yazdığı mektubunda geçen : “Biz Allah'a inananlar küfre karşı beraberiz.." ifadesini eleştirmekten öte , kendisini “Küfre girmekle” itham etmiyeceklerinden emin değilim.” Emin Beyciğim, ne yapalım, sizin bizim hakkımızdaki husn-i zannınız(!) demek ki böyleymiş. Yukarılarda Müslümanlara karşı hüsni zan sahibi olmak icap ettiğini bize siz tavsiye ediyordunuz, şimdi söylediğinizin tatbikatını yapıyorsunuz. Ve nihayet sorunuzun sonuna geldiniz. Geldiniz ama, benim Diyalog meselesine girememem için, bu soruda da daha önce konuştuğumuz meseleleri tekrar  ederek uzatabildiğiniz kadar uzattınız.

Esas sorunuz şöyle:

“Dünya’da Diyalog Hizmetlerine karşı çıkan , İslami cephe içinde (sizin gibi) olduğu kadar , mesela yahudiler içinde Siyonistler (İsrail devleti gibi) , hıristiyanlar içinde bazı evangelesitler (Amerika’da Cumhuriyetçi Yönetimin bağlı bulunduğu mezhep) de karşı çıktığını biliyoruz. Bu noktadan sormak
istiyorum : Madem Diyalog Hıristiyanlığa Hizmet ediyor ; Ali Eren’in , Siyonist ve bazı evangelesitlerle “ortak noktada” buluşması sizi rahatsız etmiyor mu ? Yoksa sizinki “samimi” bir karşı çıkmada onların ki “takiyye” mi?

Son cümlenizden başlayayım:
Ben onları bilmem, ama benimki samimi karşı çıkma. Eğer 9. sorunuzda yine başa dönüp eski cümleleri tekrar etmezseniz, niçin karşı çıktığımı açıklamaya çalışacağım. Biliyorsunuz, yukarda “Varan 1” demiştim. Devamını açıklamama imkan lütfediniz. Madem benim söylediklerim yanlış, bırakın bu yanlışları dile getireyim de okuyucular benim yanlışlar içinde yüzdüğümü görsünler. Öyle değil mi ama? Diyaloğa karşı çıkan bazı Hıristiyan ve yahudileri kastederek, “onlarınki “takiyye” mi?”  diyorsunuz. Valla, onlarınkinin takiyye olup olmadığını ben bilemem. Onların dilinden diyalogcular daha iyi anlarlar. Onlara sormak lazım. Bizim diyalogcularun nasıl olsa diyalogcu gayri Müslimlerle diyalogları gayet iyi. O yolla sıhhatli cevap alınır zannediyorum.Bana, “Onlarla ortak noktada buluşmak sizi rahatsız etmiyor mu?” diye soruyorsunuz.

Herkesin kendi düşüncesi ve kendi değerleri vardır. Başkaları beni ilgilendirmez. Ama ille de bir noktada buluşmayı suç sayacaksak, size şunu mu sormalıyım: Hoca Efendi Vatikan’a gitti. Orada Papa’yla aynı noktada buluştu. Onun Papa’yla aynı noktada buluşması sizi rahatsız etmedi mi? Senelerdir Mekke’de değil, ABD’de olması sizi rahatsız etmiyor mu? Bunu mu sormalıyım? Bu soru yerinde bir soru olur mu? İki kişiden biri Hac niyetiyle, diğeri de gayri meşru bir niyetle Cidde uşağına binmiş ve yan yana oturmuşlarsa… Hacca giden, diğeriyle aynı noktada bulundu diye, yol arkadaşından dolayı suçlu mu olacak?.. Madem rahatsız olmayı soruyorsunuz, ben de şunları sormak isterdim: Diyalogcular, “Kilisede haz ve lezzet aldığını söyleyenlerle” beraber olmaktan, “Camide ne manevi hava varsa kiliside de aynısı var” diyenlerle beraber olmaktan.“Son Peygamber, “Bir kimse bana da inanmasa cennete girer dedi” diyerek Peygamberimiz’e iftira edenlerle beraber olmaktan, Gayri Müslimler cennete işte böyle girecekler dercesine, gâvurları sembolük sırat köprüsünden geçirenlerle beraber olmaktan, “Bir hadisin Peygamberin ağzından çıktığı kesin de olsa ona itiraz hakkımız ortadan kalkmaz” diyenlerle beraber olmaktan, Ayasofya resminin üzerine, duvarda asılı haçın gölgesi düşünce alkış tufanı koparanlarla beraber olmaktan, Bal ile kokmuş eti karıştırırcasına, ezan sesiyle haç sesini karıştıranlarla beraber olmaktan, Sıkılmıyorlar mı acaba…

Muhterem Ali Bey, 

Sizi yakalamışken kolay kolay bırakmayı düşünmediğimizi belirtmek isterim. Bu vesile ile Ramazan-ı Şerifinizi mübarekler , İslam Aleminin uyanmasına vesile olmasını Cenab- ı Mevladan niyaz ederim.
Daha önce belirttiğim üzere, önceki mevzular ile ilgili söz hakkımı röportaj bitiminde
yapacağımdan dolayı , “cevab vermediniz” veya ”sustunuz” şeklindeki uslublara  girilmemesini de ayrıca istirham etmek istiyorum.  “Niçin,“Diyalogcuların, İslam inancına ters nesi varsa buyur söyle”
diyemiyorsunuz?” ifadenize bir anlam verebilmiş değilim. Çünkü sorduğum soruların tümü diyaloğa sıcak bakmayan kardeşlerimizin mütereddit oldukları mevzular idi ve bizlerde bunu İslam Fıkhı çerçevesinde müzakere ettiğimize inanıyorum. Dolaysıyla , siz önce mevcut sorulardaki mevzuların İslam inancına ters hususlarını dile getirirseniz, ve bu konuda bizi ikna ederseniz , belki sizin birtakım bahaneler ile sığındığınız “el- öpmeme”  mevzuunda , bizler bir Hakikatı bize öğretmiş olacağınızdan, Hz.Ali’nin(K.V.) tabiri ile “kırk yıl kölesi” olmaya –bahanesiz- hazırız. O açıdan , izin verirseniz hangi soruları soracağımıza röpotajı yapan Genc::Adam takdir etsin. Soruları beğenmiyorsanız cevab vermeme hakkınızı her zaman kullanabilirsiniz. Bugün “İbrahimi Dinler” ekseninde yapılan Diyalog Hizmetlerinin, aslında İslami camianın Ehl-i Kitab camiaya aynı Efendimiz (SAV) ‘ min tebliğ uslubunda Kur’anın emrettiği üzere dediği gibi: “Gelin, Hz.İbrahim ‘in (AS) dini ekseninde Diyalog kuralım” demekten başka bir anlam ifade etmediğini ifade etmiştim. Konunun daha net anlaşılması adına sormak istiyorum :

1-) Hıristiyanlığın aslı ( o günkü İslamiyet ) Hz.İbrahim (AS) mın dini üzerinemidir? (EVET)
2-) Yahudiliğin aslı ( o günkü İslamiyet ) Hz.İbrahim (AS) mın dini üzerinemidir?
(EVET)
3-) İslamiyet Hz.İbrahim (AS) mın dini üzerinemidir ? (EVET ! )

Demek her üç dinin asılları , Efendimiz (SAV) beyanı çerçevesinde :” Peyamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.” (Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145, (2366); Ebu Davud, Sünnet 14, (4675) , şeriatları farklılık arz etmekle beraber Hz.İbrahim (AS) mın dini üzerinedir. İşte buna isnaden , İbrahimi dinler denmesinde bir sakınca oluşturması bir yana , mesela bir Hıristiyan ruhaniyi (veya mensubunu) şu yönde düşünmeye sevk edecektir : “Madem İslam ‘da bir İbrahimi din , o halde Tevhid inancını bir inceliyeyim” diyerek “teslis inancı “ nı sorgulayabilecektir. Sizin endişeniz ,acaba Müslüman bir kimse :” Madem Hıristiyanlıkta bir İbrahimi din , o zaman teslis inancıda doğru olabilir , bir araştırayım “ şeklinde bir düşünceye gitmeleri ise , buna en güzel cevabı yine Bediüzzaman Hazretlerinden dinliyelim :”

“Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak... Çünkü, bir İsevi, Müslüman olsa, İsâ Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Mûsevî, Müslüman olsa, Mûsâ Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz.(Emirdağ Lahikası , Sayfa 458 )
“İbrahimi dinler” tabirini kullananlar bu “niyet” ve “düşünce” çerçevesinde kullanmaktadırlar. Madem ameller niyetlere göredir , ve niyet sorgulama ruhsatı Sahabe-yi Kiram Efendilerimize bile verilmediğini Usame bin Zeyd(RA) rivayetinde kabul ettik , o halde bir samimi bir mümine düşen hüsn-ü zanetmek olmalıdır.

Demişsiniz ki : Hz. İbrahim, Hıristiyan ve Yahudilerle beraber bizim ortak atamız ha!!! Hz.İbrahim, sadece Peygamberimiz’in ve onun ümmetinin atasıdır. Üç ilaha inanan Hıristiyanlar ile peygamberlere zina isnat eden Yahudilerin değil…

Hz.İbrahim (AS) mın oğullarından İshak (AS) mın soyundan gelen Hz.İsa(AS) ve Hz.Musa (AS) ile , diğer oğlu Hz.İsmail (AS) mın soyundan gelen Efendimiz (SAV) neseb itibari ile ataları ortaktır ; oda Hz.İbrahim (AS) dır. Günümüzde Hz.İsa (AS) ma ve onun getirdiği İncil’e inandığını  söyleyen Hıristiyanlar ile yine günümüzde Hz.Musa (AS) ma ve onun getirdiği Tevrat’a inandığını söyleyen Yahudiler , neseb itibari ile Hz.İbrahim (AS) ataları olmaktadır. Siz rahatlatacak bir örnek vereyim: Hz.Nuh (AS) mın oğlu gemiye binmemiş ve küfür ehli olarak ahrete gitmiş olması , onun atasının Hz.Nuh (AS) olduğu gerçeğini değiştirmez. Ama elbette baba/ata peygamber de olsa , ölen imansız
ise bir fayda olmaz. Bu husus ile , “ortak ata” olma mevzusunu karıştırmayalım.


Ayrıca , Kur’an-ı Kerimde geçen “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Ali İmran:67) Ayet-i Kerimesi , İbrahim (AS) mın Yahudi ve Hıristiyan olmadığını beyan ediyor. El-hak aksini iddia eden bir beyana mı şahit oldunuz ki bu Ayeti delil getiriyorsunuz ? İbrahimi dinler ifadesi , İbrahim (AS) mın bir Yahudi veya Hırsitiyan olduğunu değil , tam tersine günümüzdeki Yahudi ve hırsitiyanların , İbrahim (AS) Hanif dinini asılları olarak kabul etmeleri noktasında , kendilerini Muvahhid İbrahim (AS) ma göre gözden geçirerek tadil ve tekmil etmelerine bir vesile olacaktır kanaatindeyiz.


Yine diyorsunuz ki ; “Ayrıca, bu konuda büyük bir de yanlış yapıyorsunuz. “Hz.İsa (AS) ma inen,
Hz.Musa (AS) ma inen ve Efendimiz (SAV) ma inen dinler” diyerek, üç peygamberin ayrı ayrı dinleri olduğunu zannediyorsunuz. Öyle zannettiğiniz için de “Dinler” diyorsunuz. Bilmiyor musunuz ki, Âdem aleyhisselam’dan beri gelen bütün peygamberlerin dini tekdir o da İslamdır. Onun için, “Ayrı ayrı dinler” yok “Tek din var”


İslam Fıkhında , Dinler genel anlamda üç kısma ayrılır :

1. Hak Din, İlahi Din veya Semavi Din: Bir peygamberin, Allah'tan vahiy yoluyla aldığı ve insanlara tebliğ ettiği hükümler ve düsturlar demektir.

2. Aslı Bozulmuş Dinler: Aslı bakımından birer gerçek din iken, sonradan bozulmuş dinlerdir.
Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi. Bu dinlerde ilah inancından da,tevhid akidesinden de uzaklaşma görülür.

3. Batıl Dinler: Bunlar asılları bakımından tevhid inancı ile ilgisi bulanmayan dinlerdir. Bunların kaynağı vahiy değil, insandır. Hinduizm, Budizm, Mecusilik gibi.

Hak din tektir , ama aslı bozulmuş ve batıl olan dinlerde vardır. Hiçbir ifademizde “Hak dinler” diye bir çoğul kullanmış değiliz. “İbrahimi dinler” ile aslı İbrahim (AS) dayanan dinler kastedildiğinden ,bize göre bir tane Hak din (İslam) diğerleri aslı bozulmuş olan “İbrahimi dinler” olarak kabullenilmelidir. Merhum Elmalı Hamdi Yazır , Bakara suresi 62.Ayetinin tefsirinin başında , bu Hakikate parmak basmaktadır :
“İslâmiyet'e zahirde iman etmiş olanlar, yani, Muhammed dinini dilleriyle ikrar ettiklerinden dolayı insanlar arasında müslüman sayılanlar, Musa dinine mensup olan yahudiler, İsa dinine mensup hıristiyanlar, bu üç dinin dışındaki dinlerden olanlar…..”

Dolaysıyla , hiçbir yerde telaffuz edilmemiş , sadece çarpıtmaya matuf “Hak dinler” şeklinde bir tane ifade bulmanız mümkün değildir. Dolaysıyla , din ve şeriat kavramlarında bir yanılgı söz konusu olamaz. Olan , kavramların sizin tarafınızdan yerli yerine oturtulmamış olmasıdır.

Gelelim , Diyaloğa karşı çıkan Siyonist Yahudiler ve evanjelist Hırsitiyanlar ile ortak noktada buluşmanız sorumuza vermeye çalıştığınız cevaba. Çünkü gayet net ve açık bir soru olmasına mukabil , konuyu başka yönlere çekme gereği duymanız düşündürücü.. Neden soruya net cevab vermek yerine , dallandırma gereği hissediyorsunuz. Hem sizin hemde okurlarında bilgilenmesi adına kısaca izah etme gereği hasıl oluyor :


Bugün dünya’da Müslüman kardeşlerimize zulmeden ve bu zülmü reva gören Siyonist ve evanjelistlerin Diyaloğa karşı çıkmalarında başlıca iki neden vardır :

Birincisi ;
Diyalog diplomasiyi getireceğinden , vad edilmiş topraklara kavuşmaları için öldürmeleri gereken Müslümanları öldürme imkanları kalmıyacaktır.

İkincisi , Diyalog vesilesi ile Hakiki müminlerin edeb ve ahlak timsali hallerine şahit olacakolan o dinlerin mensublarının , kendi dinlerinden çıkıp İslam ile müşerref olma endişelerinden kaynaklanmaktadır.

Şimdi , siz ve sizin gibi Diyalog istemeyen ve diyaloğu acımasızca eleştiren bazı kardeşlerimizin , bu gerçekleri bilerek hala nasıl Diyaloğa karşı çıktıklarını anlayamıyorum ! Anlaşılan , cevabınızdan gördüğümüz kadarıyla , hala anlıyamıyacağız.



9.soruma geçmek istiyorum :

Yeni Mesaj Grubunun , Bediüzzaman Hazretlerini İngiliz ajanı – 2.Lawrence – Fethullah Gülen Hocaefendi’yi de Amerikan ajanı-gizli kardinal olarak nitelendirmelerine katılıyormusunuz ? Bu “Küfür” ithamını , Ehl-i Sünnet akidesi içinde nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Genc::Adam  :

Yeni Mesaj Grubunun , Bediüzzaman Hazretlerini İngiliz ajanı – 2.Lawrence -Fethullah Gülen Hocaefendi’yi de Amerikan ajanı-gizli kardinal olarak nitelendirmelerine katılıyormusunuz ? Bu “Küfür” ithamını , Ehl-i Sünnet akidesi içinde nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Ali Eren:

Sevgili Emin Bey, Berat gecesinden sonra ara verdiğimiz röportajımıza bu 9. soru ve cevabıyla
tekrar başlamış oluyoruz. Bu vesileyle, sizin ve okuyucularınızın Ramazan ayınızı tebrik eder, iki cihan saadeti dilerim. 4 satırdan ibaret sorunuz kısa ve net. Ancak, sorudan önce uzun bir giriş yapmışsınız. Önce bu girişe bir göz atıp, esas sorunuza gelmek istiyorum. Mümkün oldukça uzatmamaya çalışacağım.

a)   Yazınızın başında, “Muhterem Ali Bey, sizi yakalamışken kolay kolay bırakmayı
düşünmediğimizi belirtmek isterim” demişsiniz. Bu haberiniz güzel... Röportajın aniden kesilmeyeceğini ve her iki tarafın, söylemek istediklerini rahatça söylemek imkanı bulacağını anlamış oldum. Ayrıca, “izin verirseniz hangi soruları soracağımıza röpotajı yapan Genc::Adam takdir etsin.
Soruları beğenmiyorsanız cevab vermeme hakkınızı her zaman kullanabilirsiniz” diyorsunuz.
Soru sorma hakkı tabii ki size aittir. Benim tereddüdüm, söylemek istediğim bazı şeylerin içimde
kalması korkusu idi. “Sizi yakalamışken kolay kolay bırakmayı düşünmediğimizi belirtmek
isterim” demeniz beni rahatlattı. Objektifliğin bir ifadesi olarak, “Soruları beğenmiyorsanız cevab vermeme hakkınızı her zaman kullanabilirsiniz” diyorsunuz. Bu da iyi… Olur ki, ilerde gelecek sorularınızdan, cevap vermek istemediğim olabilir.

b)Sevgili Emin Bey, şöyle diyorsunuz:

“…İbrahimi dinler denmesinde bir sakınca (olmaması) bir yana, mesela bir Hıristiyan ruhaniyi
(veya mensubunu) şu yönde düşünmeye sevk edecektir: “Madem İslam da bir İbrahimi din,
o halde Tevhid inancını bir inceliyeyim” diyerek “teslis inancı “ nı sorgulayabilecektir.” Şu iyi niyetinize bakınız hele!Emin Beyciğim, siz bu gâvurcukların diyaloğ toplantılarına tevhit inancını incelemeden geldiklerini sanıyorsunuz galiba. Yok öyle bir şey. Bunların yaptıkları bile bile lades, yani bile bile gâvurluk. İleriki satırlarınızda da bizim diyalogcuları savunarak, “İbrahimi dinler” tabirini kullananlar bu “niyet” ve “düşünce” çerçevesinde kullanmaktadırlar” diyorsunuz. Yani hırıstiyanları, tevhit
inancını araştırmaya sevketmek niyetiyle, Hıristiyanlığın “İbrâhîmî din” olduğunu söylüyorlar
diyorsunuz.

a-
Niyetlerinin böyle olduğunu nasıl tesbit ettiğinizi merak ettim doğrusu. Bizimkiler, “Niyet okumayınız
lütfen” derlerse ne diyeceksiniz? Önceki sorularda, muarızımızı niyet okumakla suçlarken, sıra kendi tezimizi kabul ettirmeye gelince niyet okumak câiz olmasa gerek.
b-
Bunu başka yerlerde söylememenizi tavsiye ederim; size gülerler. Çünkü iyi niyetinizle, Hıristiyanların
öyle düşüneceklerini söylemeniz ancak güzel bir temennin olarak kalır. Keşke dediğiniz gibi olsa ama ne gezer.. Yok böyle bir şey. Biz Hıristiyanlığa İbrâhimî din deyiverdiğimiz zaman, gayri müslimler,
“Madem İslam da bir İbrahimi din, o halde Tevhid inancını bir inceliyeyim” deyiverecekler ha!
Güldürmeyin adamı. Böyle bir şeyin olması için karşımızdaki adamların iyi niyetli olmaları lazım. Oysa onlar baştan peşin fikirlidirler. Onlar, Diyaloğu, gerçekleri yakalamak için değil, Hıristiyanlığın Katoliklik versiyonunu insanlara kabul ettirmek için başlattılar. Diyaloğu Vatikan’ın başlattığını, Papa’nın da, “Diyaloğa evet, ama hak din olarak Katolikliği kabul etmek şartıyla” dediğini hepimiz biliyoruz.

Bir de şu var sevgili dostum:

Siz, diyalog için bizim karşımıza gelen Hıristiyanların İslam hakkında zır cahil olduğunu mu
sanıyorsunuz da, “Biz Hıristiyanlığa  İbrâhîmî din dersek, tevhid inancını araştırırlar” diyorsunuz? Araştırmadan bön bön karşımıza çıktıklarını sanmak, saflıktan da öte bir şey. Devamla şöyle diyorsunuz:   

“Sizin endişeniz, acaba Müslüman bir kimse: ”Madem Hıristiyanlık da bir İbrahimi din, o
zaman teslis inancı da doğru olabilir, bir araştırayım “ şeklinde bir düşünceye gitmeleri ise,
buna en güzel cevabı yine Bediüzzaman Hazretlerinden dinliyelim:”

Böyle söyledikten sonra, Bediüzzaman Hazretleri’nden güzel bir izah aktarıyorsunuz. Ancak, benim şahsen sizin bahsettiğiniz gibi bir endişem yok. Hıristiyanlığa “İbrâhîmî din” denildi diye hiçbir Müslüman, ”Madem Hıristiyanlık da bir İbrahimi din, o zaman teslis inancı da doğru olabilir, bir araştırayım“ diyecek değildir. Ben, bugünkü Hıristiyanlığın İbrahim Aleyhisselam’a nisbet edilmesini ve şimdiki Hıristiyanların cennete gireceklerini söyleyenleri tenkit ediyorum. Devamla, bugünkü Hıristiyanlığa, “İbrâhîmî din” diyen diyalogcuların suçlanmaması için, “Bir samimi mümine düşen Hüsn-ü zanetmek olmalıdır” diyorsunuz.

Yapmayın! Adam, “Üç ilah kabul eden bir dini” getirip Hazreti İbrahim’e yamayacak, yani İslam inancına taban tabana zıt şeyler söyleyecek, ben de onun hakkında hâlâ iyi niyet besleyeceğim öyle mi? Ne niyetle söylerse söylesin, câhil olmayan bir müslümanın böyle bir sözü söylemesi asla caiz olmaz. İnat ve israrla buna devam ediyorsa, orada iyi niyetten eser yoktur. İyi niyetin olmadığı yerde ise hüsnü zanna de yer yoktur.

c-
Diyorsunuz ki, “Günümüzde Hz.İsa (AS) ma ve onun getirdiği İncil’e inandığını söyleyen Hıristiyanlar ile yine günümüzde Hz.Musa (AS) ma ve onun getirdiği Tevrat’a inandığını söyleyen Yahudiler, neseb itibari ile Hz.İbrahim (AS) ataları olmaktadır.”

Cümlede düşüklük olsa da, anladığım kadarıyla  Hz.İbrahim’in, günümüzdeki  Hıristiyan ve Yahudilerin neseb itibariyle atası olduğunu söylüyorsunuz. Hiç öyle olur mu Emin Bey? Nesep başka inanç başka? Ayrıca bir düzeltme yapmama izin veriniz. Diyalogcular, Hazreti İbrahim’in, nesep olarak değil, inanç olarak Yahudi ve Hıristiyanların atası olduğunu söylüyorlar. Benim itirazım buna.

d-
“Hiçbir ifademizde “Hak dinler” diye bir çoğul kullanmış değiliz” diyorsunuz.
Ayrıca, “Hak dinler” şeklinde bir tane ifade bulmanız mümkün değildir” diyorsunuz.
Sizin, Emin Bey olarak böyle bir ifadenizin olmaması mümkündür Sevgili Emin Bey. Ancak, bu hususta sizin zatınızı tenkit etmediğimi hatırlatmak isterim. Ben, Türkiye’de diyalog faaliyetini yürütenleri tenkit ediyorum. Bildiğiniz gibi, “Medeniyetler Buluşması” adıyla Sayın Başbakan da epeydir diyalog yolcusudur. İnternette 12 Temmuz 2002 tarihli Yeni Şafak gazetesine girerseniz, Trabzon’un Of kazasında Tayyip Bey’in bugünkü dinler hakkında “Hak dinler” dediğini görürsünüz. O zaman, ““Hak dinler” şeklinde bir tane ifade bulmanız mümkün değildir” demekten vaz geçeceksiniz.

e-
Diyorsunuz ki,
“Diyalog diplomasiyi getireceğinden, vad edilmiş topraklara kavuşmaları için öldürmeleri
gereken Müslümanları öldürme imkanları kalmıyacaktır”.
Demek, diyalog diplomasiyi getirecek, dolayısıyla Yahudiler vaat edilmiş topraklara kavuşmak için Müslümanları öldüremeyecekler ha? Arada bir tekrarladığınız buna benzer sözler, Yahudi ve Hıristiyanları tanımadığınızı, onların cibilliyetlerini ve ideallerini –kusura bakmayın ama- hiç mi hiç bilmediğiniz gösteriyor.   Emin Bey, vadedilmiş topraklara kavuşmak, yahudilerin 3 bin yıllık idealidir. Adeta bu onların imanlarının şartıdır. Bir müslüman ne pahasına olursa olsun imanından vaz geçer mi ki, onların diyalog neticesinde bu ideallerinden vaz geçebileceğini söylüyorsunuz! Genlerine zalimlik yapışmış olanları diyalogla bu huylarından vaz geçirmeyi ummak, Ecevit’in mavi gömlekle anarşistlerin üzerine gitmesine ve onları anarşiden uzaklaştıracağına inanmasına benziyor.

Bir de şuna benziyor:
Milli Eğitim bakanı Hüseyin Çelik, “Van’ın Akdamar Adasındaki Ermeni kilisesini tamir ettirirsek bu jestimiz karşısında Avrupa kamuoyu bizim hakkımızda fikrini değiştirir ve bizim Ermeni soykırımı yapmadığımız kabul eder” diyordu. Buna kargalar güler. Şimdi tamir ettirdiler. Hiç öyle bir şey olmadı.
Sizin “Hıristiyanlığa da İbrahimi din dersek Hıristiyanlar demek öyleymiş diyerek teslisten vaz geçerler” demeniz de aynen öyle. Buna sadece gülünür.Siz bu sözünüze kendiniz de inanıyor musunuz? 

f-
Bundan önce şöyle bir soru sormuştunuz: "Siyonist Yahudiler ve evanjelist Hıristiyanlar da diyaloğa karşıdırlar. Diyaloğa karşı olmakta, onlarla birleşmiş oluyorsunuz. Onlarla bir olmak sizi rahatsız etmiyor mu?” 

Bu sorunuza verdiğim cevap, çok keskin ve susturucu olduğu için, muecburen başka yönlere çektiğimi söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki:

“Gelelim , Diyaloğa karşı çıkan Siyonist Yahudiler ve evanjelist Hıristiyanlar ile ortak noktada buluşmanız sorumuza vermeye çalıştığınız cevaba. Çünkü gayet net ve açık bir soru olmasına mukabil, konuyu başka yönlere çekme gereği duymanız düşündürücü..” Madem başka yönlere çekmişim, öyleyse size aynen sizin üslubunuzla cevap vereyim:  Müslümanlarla diyaloğu Hıristiyan ve Yahudiler istiyorlar. Diyaloğu istemekte onlarla aynı noktada bulunmak, acaba diyalogcuları rahatsız etmiyor mu?

g-
Bazı gayri Müslimlerin diyaloğa karşı çıkmalarının bir sebebini şöyle izah ediyorsunuz:

“Diyalog vesilesi ile Hakiki müminlerin edeb ve ahlak timsali hallerine şahit olacak olan o dinlerin mensublarının , kendi dinlerinden çıkıp İslam ile müşerref olma endişelerinden kaynaklanmaktadır.”

Hangi edep ve hangi ahlak timsali müminlerden bahsediyorsunuz? Bu bahsettiğiniz mü’minler Hz. Resulüllah’dan daha mı edepli ve ahlaklı?

Varsayımları geçelim, gerçeklere bakalım. İnsanların edep ve ahlakta en üstünü olan Hz. Peygamberi bir ömür boyu gördüğü halde bile iman etmeyen nice müşrik vardı. Sadece görmek kafi olsaydı, Hz. Resulüllah zamanında hiçbir müşrik kalmaz hepsi iman ederdi. Gayri Müslimler, Osmanlı imparatorluğundan bu zamana, edep ve ahlak timsali nice Müslümanları görüp durdukları halde imansız yaşayıp duruyorlar. Demek ki gerçekler düşünüldüğü gibi değil. Şimdi size en mühim noktayı söyleyeceğim:

Bir gayri Müslimin Müslüman olması için İslam hakkında az çok bilgi sahibi olsı lazım. İslam hakkında bilgi de tebliğ ile olur. Oysa Diyalog toplantılarında İslamın tebliğ edildiği yok. Tebliğ edilmediği gibi, tebliği düşünmek bile diyalogcular tarafından dinsizlik kabul ediliyor. Bunu size önce de söylemiştim.

Belgesi de var: 2. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri isimli kitap. C:2, S: 321 Ve bu toplantılarda Peygamberimizin ismi de asla anılmıyor… Böyle toplantılardan hayır gelmez Emin Bey. Bunun müdafaa edilecek tarafı yok.

Sevgili Emin bey,

9. sorunuzun giriş kısmı 2.5 sahife idi. Onun için cevabını ancak bu kadar kısa tutabildim. Şimdi o girişin sonundaki sorunuzun cevabına geliyorum:

Bana baştan beri bir kolaylık gösterdiniz. “Soruları beğenmiyorsanız cevab vermeme hakkınızı her
zaman kullanabilirsiniz” dediniz. Şimdi bu hakkımı kullanıyorum. Gerçi bu sorunuzu beğenmemiş değilim. Ancak, sizin verdiğiniz izinle, başkalarını katmadan bu soruya sadece kendi cihetimden cevap vermek istiyorum:


Benim zihnimde, Nur cemaati denilince en üstte Bediüzzaman Hazretleri var. Ondan sonra gelenlerin
tamamı, bana göre ikinci sıradadır. Gerçi Bediüzzaman’la beraber bulunanların daha ileri kabul edildiğini biliyorum. Onların, diğer Nur cemaati mensuplarına göre üstünlük farkları kabul ediliyorsa da, onu kendileri yaparlar. Benim böyle bir sınıflandırmaya gitmek haddini aşmak olur. Benim, o zatın İngiliz ajanı olduğunu söylemem şöyle dursun, onun peşinden giden Nurcu kardeşlerime  düşman/muarız olmam bile bahis mevzuu olamaz. Meşrebim icabı böyle bir şey mümkün değildir. Ben, “Nurculara düşman olmayınız” tenbihi aldım ve bu yolda terbiye edildim. Bediüzzaman’ın yolunu takip edenlerin, bazı gruplara ayrıldıkları biliniyor. Bunlar içinde bir grup, doğrudan Dinlerarası Diyalog faaliyetini yürütüyor. Onların şahit olduğum bazı kabul edilemez tavırlarından dolayı, sadece diyalog faaliyeti aleyhinde yazılar yazdım. Bunu siz de biliyorsunuz. Bu yazılar içinde hiçbir zaman “Nurcular”ı hedef almadım. Yazılarımda, Bediüzzaman’ı bırakın, O’nun “Nurcular” diye anılan talebeleri/kardeşlerim aleyhinde tek satırlık bir şey bulunamaz. Ama Diyalogcuları tenkit ediyorum.

Diyalog aleyhindeki yazılarımla ilgili olarak, bazı nurcu kardeşlerim bana,“Onlar nurcu değil, diyalogcu.
Tenkit ederken sakın nurcular diye tenkit etme” diyorlar. Zaten benim de öyle bir tavrım hiç olmadı.
Olmayacak da.
Sorunuzda Fethullah Hoca’yı da soruyorsunuz. Sizin bana tanıdığınız hakka dayanarak, “Kalanına cevap vermek istemiyorum, cevabım bu kadar” deyip çekilebilirim. Bu benim için gayet kolay olur. Siz de beni zorlayamazsınız. Çünkü bu hakkı bana siz verdiniz. Aşağıdaki cümlelerimin art niyete yorulmaması ricasıyla bir iki cümle  edeceğim. Ben dobra olmayı seviyorum. Fethullah Hoca hakkında, “ABD ajanı, gizli kardinal” demiyorum. Ortada gezen CD’yi birçok kimseler gibi ben de seyrettim. O CD’ler birçoklarına tesir etse de, ben orada anlatılanların üzerinde durmuyorum. Fakat, içimde cevabını bulamadığım ve mutlaka cevap almak istediğim bazı sordular da yok değil. Bu cevapları da çok merak ediyorum. Sizler belki, “Madem öyle sorun biz cevap verelim” diyeceksiniz ama, tatmin edecek cevaplar alabileceğimden ümitli değilim. Bu cemaat içinde, İslam itikadına âşinâ, Arapçaya vakıf birisiyle konuşup zihnimdeki soruların cevabını ondan almayı çok istiyorum. Dostum Ahmet Akgündüz ile yaklaşık 20 senedir tanışırız. O buna ehil. Ama Türkiye‘de değil. Onun gibi birisi olsa da konuşsak, ben sorsam o cevap verse ondan sorduğum soruların cevaplarını alsam da kararımı ona göre versem diye düşünüyorum. Cevabım bundan ibarettir ama, bu cevabı kafi görür müsünüz bilmem.

Genc::Adam  :

(Röportajın uzamaması adına cevablar hakkındaki duygu ve düşüncelerimizi röportaj sonuna saklamayı doğru buluyoruz)  Diyalog Hizmetlerini yapan müslüman kardeşlerinizin , Kur'ân , Sünnet ve Ehl-i Sünnet itikadı perspektifinde , size göre yanlış olduğuna kani olduğunuz 3 tane hususu , delilleri ile kısaca izah
edermisiniz ?

(Not: Röportaja burada daha fazla nefsi yorum ve düşünceler eklenmemesi adına ara verildi. Buraya kadar olan kısımda her iki tarafta halis ve samimi cevablarını ortaya koymuş oldular. İnşallah müstefid bir röportaj olmuştur)

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu