Genç Adam Analiz

Doç.Dr.Şadi Eren Hocamız ile Diyalog üzerine röportaj

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilk nerede ve ne zaman tanıştınız? Kısaca izah eder misiniz?

Ben 1962 doğumluyum, 15 - 16 yaşlarındayken, daha kendisinin simasını bilmezken rüyada görmüştüm, camide vaaz ediyordu. 1980 yılında Manisanın Gördes ilçesinde lise son sınıf talebesi iken İzmirde üç haftalık hızlandırılmış üniversite hazırlık kursuna katıldım. Katıldığım kurs Bozyaka yurdunda veriliyordu ve Hocaefendi de aynı binada kalmaktaydı. Kendisinin genelde ikindi sonrası burada sohbeti olmaktaydı. Ayrıca Cuma günleri Bornova camiinde vaazı olurdu, bunlardan istifadeye çalışırdık.


Kendisinin bugün cebri bir gurbet hayatında olmasında kendisine gönül veren bizlerin bir vefasızlığı veya hakkıyla sahib çıkamamazlığı sizce var mı?

Gurbet hayatının zorluğunu az çok bilirim. Üç yıl Hollandada görev yaptım. İyi şartlarda görev yapmama rağmen gurbet havasını daima hissettim. Ancak orada bulunduğumuz zaman dilimi içinde hayırlı hizmetlerin ucundan tutmaya çalıştım. Hocaefendi ise uzun denilebilecek bir zaman diliminde gurbet havası solukluyor. Buraların hasretiyle nasıl dopdolu olduğunu az çok tahmin edebiliyorum. Ancak böyle çileli bir hayatı da "kaderin bir cilvesi" olarak görüyorum. Başta Peygamber efendimizin kutlu hicreti olmak üzere, hemen her Allah erinin böyle gurbet hayatı olmuştur. Ve bu hicretler hayalleri aşacak şekilde yeni hizmet alanlarının açılmasına yol açmıştır. Ümid ederim yakın zamanda bu hazin gurbet biter, yerini vuslata terk eder.

- Gerek Bediüzzaman Hazretlerinin, gerekse Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kendi dönemlerinde –zaman zaman- geç anlaşılmasını neye bağlıyorsunuz?

Filozoflardan biri "beni bir kişi anladı, ama o da yanlış anladı" der. Gerek Bediüzzaman Hazretlerinin, gerekse Fethullah Gülen Hocaefendi’nin anlaşılmadığını düşünmüyorum, ama sorudaki şekliyle "kendi dönemlerinde –zaman zaman- geç anlaşılma" durumu olabilir. Zamanın önünde giden zatlarla beraber yürüyebilmek çok kolay olmasa gerek… Bu durum, öyle zatların derinlik boyutunu gösterir. Sığ cümlelerle meramını ifade edenleri kısa zamanda anlayabilirsiniz, öyle ki kısa bir süre sonra "kara görünür" ve elinizdeki eser cazibesini kaybeder. Ama her okuyuşta sizi yeni mana ufuklarına uçuran eserler hemen bir çırpıda içlerindeki bütün mana derinliğini insana vermez, onlara muhatap olmak ciddi teveccüh ve mütalaayı gerektirir.

-"İslam’da gayri Müslimlerle diyalog yapılabilir, ama Dinlerarası Diyalog yapılamaz" deniyor.  Diyalog –bazı kesimlerce- neden bu kadar eleştiriliyor?


"İnsan bilmediği ve eli yetişmediği şeyin düşmanıdır." Herhalde bu acımasız eleştirileri yapanlar, kendileri böyle diyaloglara hazır olmadıklarından ucuz bir şekilde peşin bir hükümle inkâr cihetine gitmektedirler. Bunlar gerekçe olarak daha çok şunu nazara verirler: "İslamda başka dinlerle diyalog olmaz, en son İlahi din olan İslam ancak tebliğ edilir."
Hâlbuki diyalog tebliğe engel değildir, hatta engel olmadığı gibi en güzel vesilelerden biridir. Hayalen kendimizi bir hrıstiyanın yerine koyalım. Bir Müslüman geliyor, bizi hiç dinlemeden dinini tebliğe çalışıyor. Elbette böyle bir tebliğ, etkili olmaktan çok çok uzaktır. Ama bu iş karşılıklı sohbetle yapıldığında, anlatılanların çok daha etkili olacağı açıktır. Elindeki hakikatlerin kalitesine inanan biri, bu tarz bir araya gelmelerden korkmaz, çekinmez.

"Herkes kendi ruh haline göre hareket eder" denilir. Bu tür diyaloglara karşı olanların ruhlarında genelde bir hırçınlık vardır, bunlar kendi çevrelerinde de uyumsuz bir tavır sergilerler. Din, menşeinde semavi olmakla beraber algılanmasında beşeridir. "Suyun rengi, içinde bulunduğu kabın rengi olması" misali, bunlar da kendi iç dünyalarında yaşadıkları hırçınlıkları din görünümü altında sunmaya çalışabilirler. Peygamber efendimiz diğer din mensuplarıyla bir araya gelmiş, görüşmüş iken, başka din mensuplarıyla bir araya gelip konuşmayı İslama aykırı görmek, akl-ı selimle bağdaşır bir durum değildir.

Ülkemizde bile nüfus kâğıdında "Müslüman" yazan nice insanın, ya cehaletinden veya yanlış tanıtımdan dolayı İslama cephe aldığı, acı bir gerçektir. Bunlarla bir araya gelip, takıldıkları konular açıklığa kavuşturulduğunda "biz İslamı böyle bilmiyorduk" dediklerini görürüz. Benzeri bir durum "dinler arası diyalog" toplantılarında yaşanmaktadır. Zaten İslamı bilmeyen bu insanlar, özellikle kadın hakları ve cihad konularında İslam dini hakkında çok yanlış kanaatlere sahiptirler. Bunların İslamda yeri anlatıldığında bu insanların nicesi "biz İslamı böyle bilmiyorduk" demekte, hatta bir kısmı Müslüman olmaktadır.


- Diyalog hizmetleri yüzünden bir Müslüman dinini sizce değiştirebilir mi?

Dinini iyi bilen bir Müslümanın böyle diyaloglar sonucu İslamı bırakıp başka bir dine geçmesi düşünülemez. Ama zaten İslamı bilmeyen biri, başka dinlere kayabilir.
1960 lı yılların başlarından beri pek çok Müslüman kardeşimiz Avrupada değişik din mensuplarıyla bir araya gelmişler, bunun sonucunda diğer dinlerden İslama iltihaklar olduğu görülmüştür. Ama Müslüman aileden geldiği halde İslamı bilmemesi sonucu bazı kimselerin diğer dinlere geçtikleri de bir vakıadır. Ama bu diyalog faaliyetlerinin bir sonucu değil, başka sebeplerden kaynaklanmaktadır.

-   Ülkemizde yaşayan müminlerin zaman zaman uhuvvet ve İslam kardeşliğinin daha iyi pekişmesi adına karşılıklı ziyaretler yapmasının faydalı olacağına inanıyor musunuz? Bu konuda yaptığınız çalışmalar var mı?

Başka din mensuplarıyla diyalogu faydalı gören biri olarak, elbette aynı dinin mensupları arasında kuvvetli diyaloglar olması gerektiğini düşünüyorum. 1976 dan bu yana ülkemizdeki İslami hizmetleri ve cemaatleri az - çok bilen biri olarak bu tarz diyaloglarla bu günlere gelindiği kanaatindeyim. 1980 öncesi aynı dine mensup çeşitli cemaat mensupları birbirlerinin dünyalarından genelde kopuk ve birbirlerine adeta yabancı idiler. 1980 li yıllarda buzlar erimeye başladı. 2007 ye geldiğimizde ise, durumun daha da iyi olduğunu söyleyebilirim. Hemen her camia kendi meslek ve meşrebinin muhabbetiyle hareket etmekle beraber, diğer meslek ve meşrepleri de inkar etmiyor. Karşılıklı gidip gelmelerle bu güzel manzarayı daha da güzel hale getirmek mümkün. Farklı cemaatler her biri birer renk ile görünürken, bunların bir araya gelmesinden "gökkuşağı" meydana geliyor. Bu ise, istediğimiz ve özlediğimiz bir durum.

Bu konuda Mevlanadan şunu nakletmek isterim:

Dört ayrı milletten, dört kişi arkadaş olmuş, seyahat ediyorlardı. Paraları yoktu. Birisi, bunların haline acıyarak bir lira verdi. İçlerinden Arap olan:

-Arkadaşlar, dedi. Bu parayla inep alalım. Benim canım inep istiyor.

İnep Arapça üzüm demekti. İranlı itiraz etti.

-Hayır, dedi engur alalım...

Engur da Farsça üzüm demekti. Rum olanı dedi ki:

-Hayır arkadaşlar, ne inep, ne engur... Bize şu sıcakta istafil iyi gelir. İstafil alalım.

İstafil de Rumca üzüm demekti. Sonunda Türk dayanamadı:

-Ben sizin istediklerinizin hiçbirisini istemiyorum. Bu parayla üzüm alalım, dedi.
İnep'ti, engur'du, yok üzüm'dü, istafil'di diye başladılar tartışmaya... Derken iş kavgaya döküldü, yumruk yumruğa dövüşüyorlardı. O sırada bilgin, kadri yüce bir kişi, oradan geçiyordu. Kavganın sebebini sordu, her birisini ayrı ayrı dinledi. Sonunda anladı ki bu dört adam da aynı şeyi söylüyorlar, yani üzüm istiyor... Ellerinden paralarını aldı:
-Susun, dövüşmeyin... Ben bu bir lira ile hepinizin istediğini yerine getiririm. Gönlünüzü bana teslim edin. Bu bir liranız, isteğiniz şeylerin hepsini yapar, muratlarınızı yerine getirir, diyerek çarşıya koştu. Bir liralık üzüm aldı, önlerine koydu. Kavga da bitmişti, dövüş de...


- Efendimizin (SAV) Ehl-i Kitaba muhalefeti tavsiye etmesine mukabil diyalog kurmayı nasıl anlamalıyız?

Diyalog içinde olmak onları her şeyiyle kabul etmek demek değildir. Mesela, hristiyanlar su gibi içki içerler ve domuz etini haram kabul etmezler. Diyalog durumunda bunları helal görecek değiliz. Elbette bu tür İslama uymayan durumlarına muhalefetimiz olacak, İslama aykırı hallerini tasvip etmeyeceğiz. Onlara muhalefeti "İslama aykırı hususlarda" şeklinde belli kayıtla anlarsak her halde problem kalmaz.

- İslam’da içtihat mevzusuna Bediüzzaman Hazretlerinin bakış zaviyesi ile Hocaefendi’nin uygulama zaviyesinin uyuşmadığını bir Köşe Yazarı dile getirdi. Bu sizce doğru mu?


Zannederim Bediüzzaman Hazretlerinin "İçtihad kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmeye "altı mani" vardır" sözü bazılarınca yanlış anlaşılıyor. Bediüzzaman içtihadla ilgili yazdığı risalede "içtihad kapısı kapalıdır" dememiş, zaten halledilmiş meselelerde yeni içtihatlara ihtiyaç olmadığını söylemiştir. Yoksa günümüzde yeni ortaya çıkan "sigorta, tüp bebek, organ nakli gibi" konularda elbette içtihad yapılacaktır ve bu tarz içtihad kıyamete kadar devam edecektir.


- Son olarak Diyalog Hizmetlerinde aktif/pasif yer alan ve Gönüllüler Hareketine gönül vermiş "bizlere" tavsiyelerinizi alabilir miyiz?

Herkesi memnun etmek mümkün değildir. Öyle görülüyor ki, bütün Müslümanların "dinler arası diyalogda" yer alması mümkün olmadığı gibi lazım da değildir. Kur'an - ı Kerim "içinizden hayra davet eden bir topluluk olsun" derken bunu farz-ı kifaye olarak emretmektedir.
Bu durumda, yapılan haklı tenkitlerden yararlanmak, haksız tenkitlere ise aldırmadan yola devam etmek, "hak bildiğimiz" değil, gerçekten "hak yolda"  ilerlemek gerekir. Varsın bazıları tenkid etsinler, varsın bazıları engel olmaya çalışsınlar… Zaten eskiden beri hayırlı işlerin manileri hep olmuştur ve kıyamete kadar da olmaya devam edecektir.

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu