Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Evrensel barış için ruhanî devrim

MOSKOVA - Moskova’daki Arbat, İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne benzetilir hep. Alışveriş merkezleri, eğlence mekanları, hatta sokaktaki dilencileriyle birbirine çok benzer her iki cadde de. Geçen pazartesi, akşam vakti Arbat Caddesi’nde yürürken muhteşem bir gökkuşağı çıktı karşımıza.

Rahmetin temsilcisi yağmur hafiften yağarken, batmak üzere olan güneşin ışınlarıyla buluşmuştu Moskova semalarında. Gökyüzü, yedi rengin yan yana gelmesiyle taçlanmıştı adeta. Herkes ellerindeki fotoğraf makinesiyle bu anı ölümsüzleştirmeye çalışırken, zihnim çoktan şu sorunun cevabını aramaya başlamıştı: “Acaba ertesi günü başlayacak uluslararası toplantıda da farklı renkler bir araya gelerek böyle bir görüntü verebilir miydi?”

Doğrusu fazla beklememiz gerekmedi. Ertesi sabah Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı çatısı altındaki Diyalog Avrasya Platformu ile Rusya Şarkiyat Enstitüsü’nün Moskova’da ortaklaşa düzenledikleri “Terörizmden Evrensel Etiğe Dinler ve Barış” adlı konferansın açılışı en az gökkuşağı kadar renkli görüntülere sahne oldu. Sanatçı Mahsun Kırmızıgül’ün Dinler Türküsü’nü okuduğu açılışta masumiyeti temsilen beyazlar giymiş 48 çocuk, boyunlarında 6 farklı dini sembolize eden renkli kaşkolla (kahverengi, turuncu, kırmızı, pembe, siyah ve yeşil) sekizerli gruplar halinde çıktı sahneye. Ardından da 14 ruhani lider ve din adamı, Rus Ortodoks Kilisesi Patriği II. Aleksi’nin temsilcisi Mark Yegoryevskiy, Fener-Rum Patrikhanesi Fransa Metropoliti Emmanuel Adamakis, Türkiye Ermeni Patrikhanesi Temsilcisi Rahip Şahak Maşalyan, Rusya Müslümanları Müftüsü Ravil Gaynutdin’in yardımcısı, İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Türkiye Musevileri Hahambaşısı İshak Haleva, Türkiye Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, Süryani Katolik Cemaati Patrik Vekili Yusuf Sağ, Hindistan’dan Yaşama Sanatı Vakfı kurucusu Shri Shri Ravi Shankar, Güney Kore’den Budist Rahip Byung Do Min, Dalay Lama’nın Temsilcisi Budist Din Adamı Tizen Giok Sang, Endonezya’dan Konfüçyüs Cemaati Temsilcisi Bingkil Irawan, Endonezya Protestan Cemaati lideri Jadi Nugroho Damaris sahnede kendileri için ayrılmış makamlara oturdu. Kendi inançlarına göre kimi dua etti, kimi de düşüncelerini paylaştı. Sonra da üzerinde dünya haritasının olduğu cam kürenin içini dünyanın dört bir yanından gelen topraklarla doldurarak elbirliğiyle bir “Sevgi Ağacı” diktiler. Öğrenciler de avuçlarıyla su taşıyarak, barışın sembolü zeytin ağacını yeşertmenin ne kadar zor olduğunu göstermeye çalıştı sembolik açıdan.

Şüphesiz, toplantının başında bu kadar güçlü mesajlar veren semboller kullanılması şaşırtıcı değil aslında. Zira, asıl ilginç olanı “terörizm, evrensel etik, din ve barış” gibi herkesin değişik tanımlar yaptığı ve farklı yaklaşımlar sergilediği dört temel kavramın hem de tek bir konu başlığı altında tartışılıyor olmasıydı. Bundan da önemlisi, böylesi bir toplantının bir zamanlar dinin afyon olarak nitelendirildiği bir ülkenin başkentinde, Moskova’da gerçekleştirilmesiydi. Hem de Rus Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’nın yanı başında, Kızıl Meydan’ın yüz metre ötesinde.

Toplantının yeri ve konusu kadar seçilen salon da bir o kadar anlamlıydı. Sovyetler Birliği döneminde önemli kararların alındığı, hatta dinî gruplara büyük baskılar uygulayan Stalin’in 52 yıl önce cenazesinin kaldırıldığı “Koloni Zal” adlı toplantı salonunda yapıldı bütün oturumlar iki gün boyunca. Küçüklü büyüklü onlarca avizenin aydınlattığı salonda katılımcılar, hem burada bulunmaktan duydukları memnuniyeti hem de dünyanın kalıcı bir barışa ne kadar muhtaç olduğunu anlattı. Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov’ın, açış konuşması sırasında duygularını şu cümlelerle ifade etmesi, toplantının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bir bakıma: “Bu toplantı bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Dünyada müşterek değerler oluşturulabilir mi diye bu toplantıyı düzenledik. Çünkü hayat bizi zorluyor. Gelişmiş teknolojiye karşı neden terör var? Niçin insanlar hâlâ birbirini öldürmeye devam ediyor? Dünyada terör, hangi sebeple İslam’la özdeşleştiriliyor? Geçenlerde İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 60. yılını kutladık hep birlikte. Bunun acısı hâlâ içimizdeyken neden sürekli terörizm ön plana çıkıyor? İşte bu soruların cevabını aramak için buradayız. Bizim dönemimizde önemli etkinlikler için bu salonda toplanırdık. Şimdi bambaşka bir amaç için burada bulunmak çok güzel.”

DA Platformu vites büyüttü

Aslında Diyalog Avrasya Platformu, gerek toplantılar düzenleyerek gerek çeşitli yayınlar neşrederek Aytmatov’un üzerinde durduğu kaygıları bertaraf edecek çalışmalara imza atıyor uzun zamandır. Zaten Moskova’daki toplantı da bu tür faaliyetlerin bir parçası. Ama, “Terörden Evrensel Etiğe Dinler ve Barış” sempozyumunu diğerlerinden ayıran önemli bir ayrıntı var. Geçmişte Avrasya bölgesi ve semavi dinlerle sınırlı olan faaliyetler bu kez bir adım daha ileri taşındı. 38 ülkeden gelen onlarca katılımcı arasında Müslümanların, Hıristiyanların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduların, Konfüçyanistlerin olması, üstelik coğrafi sınırların ABD’den Kanada’ya, Bulgaristan’dan Gürcistan’a, Hindistan’dan Güney Kore ve Endonezya’ya uzanarak neredeyse bütün dünyayı içine alacak şekilde genişlemesi, DA Platformu’nun kısa zamanda katettiği mesafeyi gösteriyor.

Toplantılar sırasında dünyanın gidişatından duyulan memnuniyetsizlik ifade edildi. Özellikle Batı medeniyetinin problemleri çözme konusunda yaşadığı tıkanıklığa sık sık atıf yapıldı, alternatif arayışlara duyulan ihtiyaç dile getirildi. Katılımcılar sorunların farkındaydı; ama sıra çözüm önerilerine gelince ortak noktalar yerini farklı anlayışlara ve çözüm önerilerine bıraktı. Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Başkanı Rastislav Ribekov, “Bütün dinler güçlerini birleştirerek hayır ve şer mücadelesinde yer almalı.” diyerek dinlerin bu konuda oynayabileceği rol üzerinde durdu. Prof. Dr. İlber Ortaylı barışın din, dinin barış demek olduğunu ve her dinin barış için doğarak bunu gerçekleştirmeye çalıştığını söyleyerek, “terör” ile “din” arasında irtibat kurmaya çalışanlara net bir mesaj verdi. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar, Ortaylı’nın vurguladığı hususu bir adım ileri taşıyarak, bütün işbirliği ve karşılıklı anlayışın diyalogla başladığını hatırlattı. Endonezya Meclis Başkanı Muhammed Hidayet Nur Vahid’in “yıkıcı olmadan yapıcı olmak” vurgusunu yapması ise izlenecek yöntem hakkında önemli bir ipucu verdi salondaki dinleyicilere...

Sempozyumda toplam beş oturum gerçekleştirildi. “Evrensel barışın önündeki engeller ve eleştirel bakışlar” konulu ilk oturumda İngiltere’den Dr. Kamran Mofid, “Şiddet mi diyalog mu? Küreselleşmenin ortak bir ‘hayır’ oluşturma zamanı geldi” başlığıyla bir tebliğ sundu. İran doğumlu Mofid, dünyanın öfkeli ve kırgın olduğunu belirterek, “Her gün bombalar patlıyor. İnsanlar ölüyor. Allah’ın istediği bir dünya değil bu.” dedi. Uzun yıllar ekonomi dersleri veren bir akademisyen olarak ekonomi ile teoloji arasındaki sıkı irtibatı daha yeni fark ettiğini söyleyerek, ekonominin insanlara “Ancak tüketerek mutlu olabilirsin.” fikrini aşıladığını, halbuki teolojinin aynı saadetin ancak sevgi ve merhametle gerçekleşebileceği üzerinde durduğunu belirtti: “Para önemli. Zenginlik meydana getirmek, ticaret yapmak da önemli. Ama, parayla iştigal edenler bilmeli ki zenginlik ancak asil bir amaç için gerçekleştirilebilir.”

Mofid, “Okulda, sokakta, televizyonda sürekli ekonomik büyümeden, refahtan bahsediliyor. Çok fazla üretime ve tüketime odaklandık. Halbuki, ekonomik büyümenin adaleti getirip getirmediğini tartışmıyoruz. O halde biz niçin üretiyoruz? Amacımız nedir? Daha da önemlisi hayat denen bu yolculuğun gayesi nedir?” diyerek, dünyanın ‘ruhani devrim’e ihtiyacı olduğunu belirtti ve “ortak yarar” kavramı üzerinde düşünülmesi gerektiğini söyledi.

İkinci konuşmayı Kahire Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hasan Hanefi yaptı. “Şiddet ve şiddet karşıtı aydınlanma teorisine dayalı şiddet tezinin olgusal analizi” başlığıyla bir tebliğ sunan Hanefi, “Terörü lanetlemek çok kolay, onun kaynaklarına inmek ise çok zordur. Şiddetin ve terörün kaynağını dünyadan kazımak istiyoruz. Ama, çaresiz olduğumuz da bir gerçek.” dedi. Şiddet ve terörün bir “sosyal olgu” olduğunu vurgulayarak, insanların özgürlüklerini kazandıkça şiddete olan meyillerinin azaldığını söyledi. “Genelde ben masumum diyerek ötekileri suçluyoruz. Hatta bazen benim şiddetim iyidir bile deniyor. Oysa, bireysel şiddet kadar organize grupların, hatta devletlerin yaptığı şiddet söz konusu.” diyerek, terörün küresel bir “fenomen” haline geldiğine, bunda medyanın önemli bir rol oynadığına dikkat çekti. İlk oturumun son konuşmacısı Hindistan’da yayımlanan Uluslararası İlişkiler Dergisi Genel Yayın Yönetmeni J.C. Kapur’du. Ancak, kendisi toplantıya katılamadığı için “Barış yolunda pürüzler” başlıklı tebliği bir başkası tarafından okundu. J.C. Kapur, tebliğinde laikliğin yanlış kurulmasının etik değerlerin toplumda erozyona uğramasına yol açtığını vurguladı.

Prof. Dr. Doğu Ergil’in yönettiği ikinci oturumun konu başlığı “Din, inanç ve gelenek: Evrensel etiğe katkı” idi. Bu bölümde Kanada’dan Prof. Dr. Dimitri Kitsikis, küreselleşen dünyada barışın tesisi için dinlerin oynayabileceği rol üzerinde durdu. Ulus devletlerin yavaş yavaş ortadan kalktığını öne süren Kitsikis, “Avrupa Birliği ulus devletlerin olduğu bölgelere yerleşiyor. Bu süreçte ulus devletler birer birer eriyecek.” dedi. Türkiye’nin üyelik sürecine dikkat çekerek, AB üyesi ülkelerde kimi bölgelerin “özerk” olmaya özendirildiğini belirtti: “Tam üye olduğunuzda sizi ne beklediğini iyi hesap etmelisiniz.”

Dini kullanmadan hiçbir barış projesi yürümez

“Ortadoğu barışında dinlerarası diyalogun önemi” başlıklı bir tebliğ sunan İsrailli Haham David Rosen ise dinin kullanılmasından ve suiistimal edilmesinden bahsetti. Dinin hayatımıza anlam ve amaç kattığını söyleyerek, “Bu şüphesiz, insana bir kimlik kazandırıyor. Ben kimim? Amacım ne? Elbette, bu soruların cevapları bizim psiko-moral değerlerimizi ortaya çıkarıyor.” dedi. Din ve kimlik ilişkisinin Ortadoğu’daki İsrail-Filistin ihtilafına nasıl yansıdığını ise şöyle yorumladı: “İsrail-Filistin çatışması aslında bölgesel bir sorun. Ortada bir toprak kavgası var. Bu, bölgesel bir tavizle, yani toprak verilerek pekala çözülebilir. Tabii her iki tarafın da onayıyla. Ancak bu şimdiye kadar yapılamadı maalesef. Bölgesel kavga giderek dinî bir çatışmaya döndü. Artık bir taraf diğerini dinî açıdan yok etmeye çalışıyor; diğeri de bundan korunmaya... Toprak kavgası, toprak taviziyle hallolurdu oysa.” Dinle kimlik ögelerinin iç içe olduğunu vurgulayan Rosen’e göre, dini çözümün bir parçası haline getirmeliyiz. Dini dışlarsak o başımızın belası olur. Dini kullanmadan hiçbir barış projesinin ayakta kalması mümkün değil.

“Tasavvuf düşüncesi evrensel bir etik için temel oluşturabilir mi?” konulu bir tebliğ sunan Pof. Dr. Kenan Gürsoy da aynı vurguyu yaptı: “Dini dışarıda bırakmak isteyenler başarısız oldu. Bugün problemleri dini ıskalamadan tartışmak zorunda kalıyoruz.” “Din, bir iç huzuru olmaktan çıkarak, diğerlerini tahakküm eden bir araç haline gelirse onu insanlık ve etik adına değerlendirmek lazım.” diyerek, modernitenin “kampçı etik” oluşturduğunu, orada farklılıklara yer verilmediğini söyledi.

Bu bölümde Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Dış İlişkiler Enstitüsü’nden Doç. Dr. Irina Kudrasava, Moskova’nın dünya politikalarına, özellikle de terörizme bakış açısı hakkında önemli ipuçları veren bir konuşma yaptı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra küreselleşme süreci yaşandığını, bütün dünyada liberal modelin etkili olduğunu söyleyen Irina Kudrasava’ya göre, küreselleşme, İslam coğrafyasında ekonomik ve insani açıdan büyük problemler meydana getirdi. Bundan dolayı birçok Müslüman; Hıristiyan ve Yahudilerin İslam’a karşı savaşa giriştiğine inanıyor. Halbuki, böyle bir şey yok. Sadece, siyasi adaletsizliğin ortaya çıkardığı bir sonuç bu...

Küreselleşmenin insanları Batılılaştırdığını, Batı’nın İslam’ın yükselişine “agresif ve dogmatik” olarak baktığını belirten Irina Kudrasava, “İslam Batıda kontrol edilmesi gereken bir fenomen olarak görülüyor. Bundan dolayı belli bir sınırda tutmak için polis gibi davranıyorlar.” dedi. Dr. Kudrasava’ya göre, küreselleşme ülkeleri birbirine bağımlı hale getirdi. Bugün Avrupa’da 15-20 milyon Müslüman yaşıyor. Bunlar sadece kıtaya dışarıdan gelen göçmenler değil. Aralarında İslam’ı kabul eden Avrupalılar da var. İlk göçmenlerin önceliği ekonomik bağımsızlıktı. Onların çocukları için din ve kültür daha önemli hale geldi. Müslümanların artık Avrupa’da dernekleri, camileri, kültür evleri, dergileri, kitapları var. Kısacası Avrupa’da İslami bir devrim yaşanıyor.

İkinci oturumun sonunda bir değerlendirme yapan Doğu Ergil, “İnsan bir ailedir. Fertler, özgürlük, refah ve güvenlik konusunda birbirinden sorumludur. Bu da bizi bir ahlak anlayışına götürüyor.” dedi. “Din böyle bir ortak ahlak anlayışı kurabilir mi?” sorusuna hemen herkesin “Olabilir.” dediğini aktararak, “Dinler sorunun değil, çözümün bir parçası haline gelmeli. Bunun için de uzlaşmak adına birbiriyle diyalog kurmaları lazım.” yorumunu yaptı.

Sempozyumun ikinci gününde başkanlığını Hindistan’dan Shri Shri Ravi Shankar’ın yaptığı oturum gerçekleştirildi. İlk konuşmayı, İtalya’dan toplantıya katılamayan Abdulvahid Pallavici’nin yerine “Avrupa İslam’ı nedir?” başlıklı tebliğini Napoli Federiko II Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmed Abdulveli Vincenzo sundu. Sosyolojik açıdan birçok Müslüman’ın olmasının sanki birden fazla İslam varmış gibi algılandığını belirten Vincenzo, İslam’ın evrensel bir din olduğunu ve herkese hitap ettiğini söyledi. Köktendincilik, medeniyet, hoşgörü gibi kavramların yanlış anlaşıldığını belirterek, “Köktendincilik ABD’de bir Baptist Kilisesi’nde doğmuştur. Dini kavramları siyasileştirmiştir.” dedi. Köktendinciliğin İslam’da olmadığını, onun bir ideoloji olduğunu vurguladı. Vincenzo’ya göre, İslam’ın medeniyet anlayışı ancak “toplumda Allah’ın var olması” anlamına gelen “umran” kavramıyla açıklanabilir. Umran, insanların eşit olduğunu gösteren bir kavramdır ve evrensel bir niteliğe sahiptir. Vincenzo, Müslümanlarla Batı Avrupa arasındaki diyalog için kilit kavramlardan birinin diyalog olduğunu belirterek, “Çoğunluk olan din, azınlık olana hoşgörüyle yaklaşmalıdır. Avrupa’da din özgürlüğünün, bütün dinlerin toplumda aynı imkanlara sahip olması anlamına geldiğini söylemek mümkün değil. Zira, İslami cemaatlere tıpkı Hıristiyan gruplara olduğu gibi eşit muamele yapılmıyor.” dedi. Vincenzo’ya göre, çok kültürlü bir Avrupa için bu kıtada yaşayan İslami cemaatlerle temasa geçilmesi; Müslümanların da evrensel ve kuşatıcı İslam’ı onlara anlatması lazım.

Sempozyum’da “Havra, halk, ahlak” başlığı ile bir tebliğ sunan Rusya Hahambaşısı Zinoviy Kogan ise Rusya’nın semavi dinlerin uzun yıllardır yaşadığı bir ülke olduğunu belirterek, Bağımsız Devletler Topluluğu bünyesinde dinlerarası bir platform kurulduğunu, burada Rusya Müslümanları ile dostane biçimde yaşadıklarını söyledi. “Din adamları ihtilaf noktalarını öne çıkarmak yerine, diyaloga önem vermeli. Stalin, Yahudileri ve diğer din mensuplarını yok etmeye çalıştı. Şimdi ondan kurtulduk ve kendisini yarım asır önce bu salondan uğurladık.”

İkinci günün ikinci oturumunda, birey ve sivil toplum dinamikleriyle evrensel etik tartışıldı. Cengiz Aytmatov’un oturum başkanlığını yaptığı bu bölümde Tacikistan’dan Prof. Dr. Memetşo Illolov, çeşide karşı tolerans gösterilerek Avrasya coğrafyasında barış tesis edildiğini, diyalogun hem siyasi figürler hem de sivil toplum kuruluşları arasında olduğunu söyledi. Ardından “Batı ve İslam hukuk geleneklerinde demokrasi ve insan hakları meselesi” başlığıyla bir tebliğ sunan Rusya’nın en önemli İslam Hukuku uzmanlarından Prof. Dr. Leonid Sukiyanen ise İslam dünyası ile onun dışındaki dinlerin birbirini anlama konusunda ciddi sorunlar yaşadığını söyledi. Sukiyanen’e göre, bugün dünyada insan hakları ve demokrasi daha çok liberal anlayışla izah ediliyor. Bu yüzden Batı da İslam ülkelerine “Eğer demokrasi istiyorsanız sahip olduğunuz İslami prensiplerden vazgeçin.” diyor. Müslümanlar arasındaki aşırılar da bu durum karşısında İslam bayrağı altında ortaya çıkarak, kendileriyle Batı ve demokratik değerler arasında ortak bir nokta olmadığını iddia ediyor. Halbuki, İslami prensipler medeniyetler arasında diyalogu destekleyen argümanlara sahip.

Hukuk sistemini tartışalım

Bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra “Siyaset, aşırıları değil, demokratları desteklemeli.” diyen Sukiyanen, İslam dünyasındaki farklı kültürel yapı ve problemlere değindi, bazı ülkelerde kadınlara birtakım hakların yeni yeni verilmeye başlandığını hatırlattı. “Batı ile İslam arasında insan hakları gibi bazı ortak noktalarda belli bir uzlaşma sağlanabilir.” diyerek, Diyalog Avrasya kapsamında Müslüman, Hıristiyan ve Musevi hukukçuların bir araya gelerek kendi hukuk sistemlerini tartışması teklifinde bulundu.

Ukrayna Antiterör Merkezi Başkanı Aleksandr Diçek ise “Uluslararası terörizmi önleme stratejisinde sivil toplumun rolü” adlı tebliğinde, çağdaş terörizmin çok tehlikeli boyutlara ulaşan sosyal bir olgu haline geldiğini söyledi. Güç kullanarak terörizmi ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını belirterek, “Biz medeniyeti Batı-Doğu ya da İslam-Hıristiyan diye ayırmıyoruz.” dedi. Diçek’e göre, terörizm hem mali kaynaklar hem de insan kaynakları açısından muazzam imkanlara sahip. Dolayısıyla, böyle devasa bir yapıya sahip “sistematik terörizm” ile mücadele etmek için yeni bir milli güvenlik mimarisi kurulması kaçınılmaz.

Aynı oturumun son konuşmasını ise Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç yaptı. Dünyayı “kriz bölgeleri” ve “potansiyel kriz bölgeleri” diye ikiye ayıran Bulaç, sorulması gereken asıl sorunun “Elimizdeki bilgi ve birikimle bu çatışmaları çözebilir miyiz?” olması gerektiğini söyledi. Aydınlanmanın 200 yıllık birikiminin mevcut problemleri çözemediğini iddia eden Bulaç’a göre, insanlar artık çözüm arayışlarını batı dışı alanlarda arıyor. Bulaç, modern dünyanın problemlerini çözmek için Medine Vesikası’nın iyi bir referans olabileceğini de belirtti.

Toplantının “Uygulanabilir ve sürdürülebilir barış projeleri” adlı son oturumunda Prof. Dr. Herve Legrand, Sergey Lazarev ve Haham Brad Hirshfiled tebliğlerini sundu. Ardından da emekli Büyükelçi Gündüz Aktan genel bir değerlendirme konuşması yaptı. Kısacası, herhangi bir sonuç bildirgesinin hazırlanmadığı iki günlük sempozyuma “din ve dinî argümanlar” damgasını vurdu.

Kaynak: Mehmet Yılmaz, Aksiyon, sayı: 549

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları Güzel ahlak, en iyi arkadaştır; Mü’minin amel defterinin nişanesi güzel ahlakıdır. Hakikat Damlaları

Hz. Ali (r.a.)

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu