Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam
M. Fethullah Gülen M. Fethullah Gülen Fethullah Gülen neden siyasilerle görüşmeler yapmıştır? Fethullah Gülen’in siyasi bir hedefi var mıdır?

Fethullah Gülen’in siyasi bir hedefi var mıdır?

Bir insanı tanımak, onun fikriyatını ve hissiyatını bilmek, maddi manevi gayelerini ve hedeflerini öğrenmek için öncelikli müracaat kaynağı yine o insanın beyanları ve eserleri olmalıdır. Aksi halde kasıtlı ve yanlış yönlendirmelerin tesirinde yanlış bilgi, yanlış kanaat, yanlış yargılara varılabilir. Dolayısıyla “Fethullah Gülen’in siyasi bir hedefi var mıdır?” sorusuna cevap bulmak da Fethullah Gülen’in siyaset alanına giren veya öyle yorumlanan meselelere dair ifadelerini incelemekle mümkün olacaktır.


Fethullah Gülen’in siyaset anlayışı

“Siyaset, halkı ve Hakk’ı hoşnut etme çizgisinde bir sevk u idare sanatıdır.”[1] diyen Fethullah Gülen, günümüzde siyaset telakkisinin yanlış yorumlara ve dar alanlara hasredildiğini belirtmekte ve bundan ötürü de bu yaygın anlamdaki siyasetten uzak durduğunu ifade etmektedir:

“Aslında, siyaset bugünü yarınla, yarını da öbür günle bir arada düşünmek ve halkın hoşnutluğunu Hakk’ın rızasıyla beraber mütâlaa etmek gibi geniş perspektifli bir idare sanatıdır. Fakat, günümüzde siyaset sadece parti, propaganda, seçim ve iktidar mücadelesi şeklinde anlaşılmaktadır. Servet, şöhret, güç ve kuvvetle elde edilen hakimiyet gelip geçicidir; bâki olan, hak ve adaletin hakimiyetidir. Onun içindir ki, en büyük siyaset, hak ve adalet taraftarlığında aranmalıdır. Maalesef, günümüzde insanların büyük bir bölümü, günlük politika oyunlarını, kitlelerin aldatılıp iğfal edilmesini, iktidar ve menfaat mücadelelerini ve bu uğurda bütün gayr-ı meşrûların meşrû gösterilmesini siyaset telâkki etmektedir. Bu yanlış yorum ve telakkiden dolayı, kalbî hayatım, düşünce istikametim ve Hak’la münasebetim adına her türlü siyâsî hareketten uzak kaldım ve bundan sonra da uzak kalmayı zarûri görmekteyim.”[2]

Fethullah Gülen, güncel siyasetin mahzurlu gördüğü yönlerinden uzak durmakla beraber milletin geleceğini ilgilendiren meselelere karşı kayıtsız kalınamayacağını söylemektedir:

“Kabul ettiğimiz ölçüler içinde ‘Siyasete karışmam, siyasete karışma!’ demek, ‘Vatan ve millet işine, milletin hayat ve bekâsına karışmam ve karışma!’ demektir.”[3] Halbuki “İnsan, kendi kaderini ve mefkuresini de ilgilendiren meselelere karşı bütün bütün kayıtsız kalamaz. Hatta o meselelerin gereğini yerine getirmek bir yönüyle Allah hakkıdır. Bu itibarla da, seçimleri boykot çağrısı yapanlar –en yumuşak ifadeyle– adalet-i mahza ve adalet-i izafiye konularını anlayamamış ve dinin ruhunu kavrayamamış kimselerdir… Siyasete dalmak ile mefkuremizi de ilgilendiren mevzularla gerektiği kadar alakadar olmak birbirine karıştırılmamalıdır… İnanan bir insanın -kendi ruh ve mana köklerinin yeniden neşv ü nema bulması niyetiyle- inandığı istikamette oyunu kullanması, üzerine bir vecibedir; bu görevini yerine getirmeyen bir insan günaha girmiş olur.”[4]

Gülen, Türkiye’yle ilgili her şeyle alakalı oluşunu şu ifadelerle dile getiriyor:

“Ben bir Türk vatandaşıyım ve bu milletin bir ferdiyim; onunla alakalı her mesele beni de çok alakadar ediyor. Türkiye’nin bir avuç toprağının birileri tarafından çalınacağının hayali bile yüreğimi ağzıma getiriyor. Kimsenin vatanseverliğini ve milletperverliğini sorgulama gibi bir niyetim yok; fakat kendi açımdan rahatlıkla diyebilirim ki, Türkiye’yi çoklarının sevemeyeceği kadar çok seviyorum. Çünkü benim dünyada başka bir şeyim yok; bir Türkiyem var gözümde tüten; dağıyla taşıyla, insanlarıyla, hatıralarıyla ve bir de yetmiş yerinden gelen, odamın her yanını süsleyen ve bana okyanus ötesinden vatan kokuları sunan toprağıyla...”[5]

Gülen’e göre, “Her şeyde bir siyaset vardır; milletin dirilişini hazırlayanların siyaseti de, hiçbir şeyi, hatta kendi hazlarını dahi düşünmeyerek, sadece ve sadece milletinin lezzetleriyle gerilip, onun acılarıyla iki büklüm olmalarındadır.”[6] Çünkü “Yarınki nesillerin kıvam ve mutluluğu, bugünkü fedakâr ruh ve solukların ürünü olacaktır. Bugün kendini rahata ve rehavete salmış bezgin ve derbeder yığınlardan mükemmel ve muntazam yarınlar beklemek sırf bir kuruntu ve avunmadır. Yarınlar, bugünün döl yatağında tomurcuklaşıp gelişecek ve bugünün memelerinden beslene beslene kıvama erecektir. Bugünkü varlığımız iyi ve kötü yanlarıyla dünün izlerini taşıdığı gibi, yarınlar da bugünün, gelişmiş, genişlemiş ve ferdîlikten çıkarak içtimaîleşmiş bir kopyası olacaktır.”[7]

Siyasi ve idari vazifelerin de toplum için gereklilik olduğunu ifade eden Gülen, kendisinin ve hizmet yolundaki gönüldaşlarının bunlardan uzak duruşunu şöyle temellendiriyor:

“Siyaset sahnesinde rol almak ve idarecilik yapmak da toplum hayatı açısından lazımdır; bazı kimselerin devlet idaresinde söz sahibi olmaları, mesela milletvekilliği yapmaları da içtimaî bir ihtiyaçtır. Fakat şayet siz kendinizi iman ve Kur’an hizmetine adadığınızı söylüyorsanız ve zihninizi, hissinizi, aklınızı, mantığınızı dağıtmadan garazsız-ivazsız kulluk yapmak istiyorsanız, böyle bir tercihte bulunduktan sonra artık siyasete ve dünyevî makamlara teveccüh edemezsiniz. Edemezsiniz, zira siz şu zamanda en büyük tehlikenin, kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesi olduğuna inanmışsınız; bütün himmetinizi kalblerin ıslahına teksif ederek bu tehlikeye karşı koymaya kendi kendinize söz vermişsiniz. Öyleyse, o resmî vazifeleri kim yaparsa yapsın, kim hangi makamı temsil ederse etsin, o konuda kimseyi hafife almaz ve kınamazsınız; herkesin buradaki niyetine ve amellerine göre ötede mükâfatını alacağına ya da cezasını çekeceğine inanır ve hükmü Cenâb-ı Ahkemü’l-hâkimîn’e bırakırsınız. Bununla beraber, siz yürüdüğünüz i’lâ-yı kelimetullah yolunda rıza-yı ilahîden başka hiçbir şeye evvelen ve bizzat yönelemez, sizi asıl vazifenizden koparacak hiçbir şeye dilbeste olamazsınız.”[8]

“Hizmet erleri, vazifelerini yapabilecekleri zemin arayışında olmalı ama siyaseti evvelen ve bizzat vesile edinmemelidirler. Kendi düşünce çizgilerini paylaşmayan kimselere de asla uzak durmamalıdırlar. Siyasi hareketler gelip geçicidir; fakat Kur’an hadimleri, milletin himmetini yanlarına alarak daima vazife yapmakla karşı karşıyadırlar.”[9]


Siyasilerle neden ve neyi görüştü?

Fethullah Gülen’in siyasilerle görüşmesi etrafında eskiden beridir pek çok ithamlar ve önyargılı yorumlar ileri sürenler olmuştur. Gülen’in bu meseleyle ilgili farklı zamanlarda yapmış olduğu açıklamalar şöyledir:

“Ben düz bir vatandaşım ve bir vatandaş olarak herkesle görüşme hakkım olduğunu zannediyorum. Siyasilerle görüşmelerimde onların bazı siyasi mülahazaları olabilir. Fakat şimdiye kadar benim hiçbir siyasi mülahazam olmadı. Zaten görüşme teklifleri hep muhataplarımdan gelmiş ve ben de bunu memleket meselelerini anlatmak için bir fırsat kabul etmiştim. Mesela; bir Terör Kanunu mevzuu olduğu zaman, hem parlamenterlerle, hem de Başbakan ile görüşmüşümdür. Milletimizi yeniden akrebin kıskacına çekme meselesi olunca, içimde ürperti hasıl olmuş, ben de endişelerimi devlet büyüklerine anlatmışımdır. Görüştüğüm her insana da ‘keşke en sağdakinden en soldakine kadar bütün partiler, memleket meseleleri üzerinde anlaşabilseler, milli meselelerde zıtlaşmaya gitmeseler’ demişimdir ve bu şekilde fikir alışverişinde bulunmamın da çok normal olduğunu düşünüyorum. Görüşmelerde hep günlük siyasetten uzak, umumi ve kalıcı mevzuları dile getirmeye çalışmışımdır.”[10]

“Siyasilerle ben hizmetimizin dışında başka bir şeyle alakalı görüşmedim. Milletimiz, mana ve ruh köklerimize bir şey olmaması için elimden geldiğince hepsiyle görüşmüş, konuşmuşumdur.”[11]

“Bir insanın ne dindar olması, ne de siyasetin dışında bulunması Türkiye’yi idare eden insanlarla temasına mani değildir kanaat-ı acizanemce. Bunlar bu ülkenin insanlarıdır, bu ülkeye hizmet ediyorlar. Biz de ister ferden isterse bazı itibar ve itimadı kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyorsak gönüllü kuruluşlar içerisinde onlarla el ele diz dize vererek, yapacağımız şeyleri müşterek olarak yapmada yararlar var. Ve bunun çok yararı da görülmüştür.”[12]


Partilere destek ve yönlendirme

Yıllardır hemen her seçim döneminde Fethullah Gülen’in bir partiye destek ve yönlendirmede bulunduğuna dair ithamlar ortaya atılmıştır ve Gülen’in bu konuda kesin ve net beyanlarına rağmen bu tür ithamlar devam ettirilmektedir. “Herhangi bir partinin desteklenmesi ya da engellenmesi gibi bir düşünce ve davranış içinde olmadığını, bütün partilere karşı aynı mesafede olduğunu, bir partiye veya şahsa göre değil, Türkiye’nin bugünü ve yarınları adına ortaya konan icraata göre hareket edileceğini” açıkça ve defalarca söyleyen Gülen’in çeşitli zamanlarda ve zeminlerde bu mesele etrafında yapmış olduğu açıklamaları şu şekildedir:

“Maalesef, bugün de o türden asılsız iddialarda bulunanlar oluyor. Fikirleri siyasetle bulanmış ve her şeyi dünyevî çıkarlar ve siyasî maksatlarla açıklama eğilimindeki bazıları anlayamasa veya anlamamakta diretse de, Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyesi ve Selef-i Salihin’in safiyane içtihadlarından çıkardığım dinime ve milletime hizmet çizgimde siyasetin ve dünyevî ücretlerin en ufak bir yeri olmadığına hayatım şahittir. Adımı dünden bugüne bazı partilerle birlikte ananlar olmuşsa da, bütün bunlar, bir kasta dayanmıyorsa, mutlaka bir yanlış değerlendirme ve yanlış bilgiden kaynaklanmaktadır. Hizmet felsefem gereği, her türlü iç bölünme ve anarşiye, din, medeniyet ve demokrasi gibi sahalardaki inhisarcılığa, onları memleket içinde menfî kullanmaya ve insanımız arasında bölünmelere vesile kılmaya karşı olduğum ve daima devletin, ülke bütünlüğünün ve memleket içinde istikrarın yanında bulunduğum herkesin malûmudur. Fakat bir zaman Adalet Partisi’ni, bilâhare Anavatan Partisi’ni, daha sonra Doğru Yol Partisi’ni ve önceki seçimde de DSP’yi desteklediğim gibi bir vehme kapılanlar veya böyle bir vehim üretmekte kendileri açısından yarar görenler olmuştur. Şu ana kadar sayın Başbakan dahil, hiç ama hiç kimseyle siyasî maksatlı görüşmem ve -kullanılması ve bir kelime olarak anılması bile rahatsızlık verici- herhangi bir pazarlığım olmamıştır, olması mümkün değildir ve ileride de olmayacaktır. Ben, şu kadar milletvekili koltuğuna değil, Kur’an-ı Kerim’de, her mü’minin arzusu olan Cennet dahil, her şeyden daha büyük ve daha değerli olduğu ilan edilen Allah’ın rızasına talibim. Şu ana kadar hiçbir partiye doğrudan veya dolaylı, yazılı veya sözlü en küçük bir destek vermediğim gibi, bu konuda ve herhangi bir parti ya da adayın seçim çalışmaları veya seçimde desteklenmesi hususunda en yakınlarıma bile herhangi bir ihsasta bulunmuş değilim.”[13]

“Fakiri tanıyan insanların, benden ferdin hür iradesiyle vereceği kararları etkileyen siyasi telkinlerde bulunacağımı ve bir başkasına ‘oyunu şu partiye vermelisin’ demek gibi bir nezaketsizliğin içerisine gireceğimi bekleyeceklerine inanmıyorum. Başkaları parti kurabilir ya da bir partiyi destekleyebilir. Bu, o insanların kendi hizmet anlayışlarıdır. Onları da kınamaz ve yadırgamayız. Fakat kendilerini baştan beri siyasetin dışında tutan ve farklı bir çizgide insanlığın hizmetine adanmış ruhların, değil bir partiyi desteklemeleri, dünya sultanlığı bir altın tepside sunulsa; ‘Yanlış anlaşılırız, sevgi kahramanlarıyla ümide kapılanlara inkisar-ı hayal yaşatırız. Demek ki bunlar da makam-mansıp sevdasına tutulmuş; meğer bunca gayret iktidar içinmiş; şimdiye kadarki sevgi ve hoşgörü mesajları yalanmış dedirtiriz.’ diyerek o altın tepsiyi de yere çalmaları gerekir. Biz bütün partilere ‘eşit yakınlıktayız.’ Daha önce de ifade ettiğim gibi, ‘eşit uzaklıkta’ demiyorum; ‘eşit yakınlıkta’yız; çünkü her partinin müntesipleri, sempatizanları bizim insanımızdır. İnsanların partileri, siyasi anlayışları bizim onlarla dost olmamıza mani değildir. Herkesi kucaklayanlar, muhabbet fedailiğine soyunanlar geçici politik çıkarlar için kimseyi dışlamaz, kimseyi siyasi anlayışına ve partisine mahkum etmez. Kim ne yakıştırırsa yakıştırsın, kim hangi vehim, beklenti ve suizanlarını seslendirirse seslendirsin onların çizgisi bellidir: Onlar ne herhangi bir partiyi destekleyip diğerlerini bir kenara iter ve ne de bir şartlanmışlık ve önkabulle herhangi bir partiye karşı cephe alır. Evet, bugüne değin sözlerimde ve yayınlanmış eserlerimde partilerüstü (bu ifadeyi bir fazilet göstergesi olarak kullanmıyorum) konumumuza gölge düşürecek herhangi bir ifade vaki değildir. Esas itibariyle memleketimizin kargaşa ve kavgalardan dolayı ağır zarara uğrayacağını düşünen bir insan olarak toplumda her meseleye diyalog, uzlaşma ve hoşgörü ortamı içinde çare aranması gereğine inanıyorum. Buna karşılık çatışmalardan medet uman ya da gündelik siyasi çıkarlarını ön planda tutan bazı çevreler, beni de siyasi çekişmelerin tarafı haline getirmek istemektedirler. Ancak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da benim herhangi bir biçimde politik tartışmalara katılmam sözkonusu dahi değildir. Bu vesile ile bir kez daha ifade etmeliyim ki; bütün vatandaşlarımızın kendi serbest tercihleri yönünde demokratik anayasal haklarını kullanmaları tavsiyesi dışında; herhangi bir partinin desteklenmesi ya da engellenmesi gibi bir düşünce ve davranış içinde değilim ve bundan sonra da asla olmayacağım. Ben milletimizin basiret ve firasetine güveniyor, onların partilerüstü düşüneceğini, herhangi bir partiden ziyade millet ve memleket menfaatlerini öne çıkaracaklarını ümit ediyorum. Kaynağı kim olursa olsun, bu kanaat ve beyanım dışındaki her tür iddianın gerçekten uzak bir yakıştırma, vehim ve suizan olduğunun bilinmesini istiyorum.”[14]

“Biz hâlâ her partiye karşı aynı mesafede duruyoruz. Hiç kimseye ‘Falan partiye girin; mitinglerinde boy gösterin; çarşıda pazarda alkışçısı olun!’ demedik. Mesafeli durmak, milletimizin kaderi adına isabetli bulduğumuz bir kısım meselelerde bazı kimselere oy vermemize mani değildir. Güzel şeyler sergileyen ve iyi işler yapan kim olursa olsun, bu millet onu desteklemiştir; desteklenen aslında şahıs ya da parti değil, icraattır. ‘Şeytandan sığındığım gibi siyasetten de Allah’a sığınırım’ diyecek kadar politikaya mesafeli ve dünyaya uzak duran Hazreti Bediüzzaman, vakti gelince oyunu kullanmış ve hem de ‘falan yere kullandım’ demiştir. Evet, biz bütün partilere karşı mesafeli duruyoruz; ne var ki, mesafeli durmak başka, oyumuzu Türkiye’nin geleceği adına isabetli işler yapacağına inandığımız bir yere postalamak daha başka bir meseledir.”[15]

“Güzellik, hayır ve iyilik adına, ister harekete, ister size, ister Müslümanlığa ve isterse de ülkemizin istikbal ve ikbaline hizmet etmiş herkesi (kim olursa olsun) takdir eder ve hayırla anarım. Merhum Turgut Özal’ın iyiliklerini görmezlikten gelemem. Bülent Ecevit Bey’e ‘makamı Cennet olsun’ diyorum; sözden anlayanlar bunun ne demek olduğunu bilirler… Bugün de şu ya da bu partiden birileri yine ülkemizin istikbali ve ikbali adına olumlu şeyler söyler ve yaparlarsa, ben onlar için de Firdevsî gibi bir destan yazarım. Bu, hakkın hatırınadır; hakkın hatırı ise âlidir.”[16]

“Biz hiçbir zaman siyasete dalmadık; asla parti ayırımı yapmadık; bütün siyasi cereyanların temsilcilerine aynı yakınlıkta bulunduk; faydasına inandığımız görüşlerimizi onlarla paylaştık. Bugün de aynı yerde duruyoruz; bizim değerlerimize saygılı olan, kalbî ve ruhî hayatımızı hesaba katan ve aynı zamanda ebed arzularımız adına da bir mesajı bulunan insanlar hangi partide olurlarsa olsunlar, biz onlardan yana izhar-ı re’yde bulunuruz. Bizim yegane arzumuz, bağımsız ve devletler muvazenesinde söz sahibi bir Türkiye’dir.”[17]


Referandumda destek meselesi

Fethullah Gülen, referandumda ‘evet’ oyu verilmesi yönündeki teşvik ve telkinlerinin sebebini şöyle açıklıyor:

“Bazı siyasiler referandumu kendi hesaplarına değerlendirmeyi düşünüyor olabilirler. Fakat ben o meselenin millete yararlı olup olmamasına bakarım. Bu açıdan, referandumu siyasi olarak görmemek ve ona millete kazandıracakları zaviyesinden yaklaşmak lazımdır.”[18]

“Referandumda ‘evet’ denilmesi gerektiğiyle alâkalı sözlerimi siyasî mülahazalarla irtibatlandırmaya gerek yok. Herkese karşı müsavi derecede duruyoruz. Biz yerinde Deniz Bey’i de destekleriz, Devlet Bey’i de destekleriz. Elverir ki, yaptıkları şeyler milletimizin bugünü ve yarını adına, devletler muvazenesinde dümene oturması adına bir şey ifade etsin. Benim milletim devletler muvazenesinde yönlendiren, gözünün içine baktıran bir muvazene unsuru olmayacaksa şayet, ne Avrupa umurumda benim ne Amerika ne Çin ne de Maçin. Bu açıdan da, milleti oraya götürebilecek her gayret alkışlanmalı… Güzelliği milletimiz adına kim yapmış ve milletimize ileriye doğru bir adımı kim attırmışsa, biz o ayağın altına başımızı kaldırım taşı gibi koymaya âmâdeyiz.”[19]

“Referandumda ‘evet’ oyu verilmesi yolundaki mülahazalarımı ifade etmeyi bir vazife saydım. Çünkü faydalı olacağına inandığım bir işi yapmazsam, ötede Allah’a hesap verme ve Peygamber Efendimiz karşısında mahcup olma durumuna düşerim; boynum bükülür ve ezilirim. Ülkem, milletim ve mefkurem adına yararlı olduğuna inandığım bir mevzuda sükut durmam, dilsiz şeytanlık olurdu. Zira yapılan reformlar çok önemliydi. Öncelikle, milletimizin bazı vesayetlerden sıyrılması söz konusuydu. Vesayetlerden sıyrılması, insanımızın kendi gibi düşünmesi ve kendi olmasına da yolun açılması demekti. Diğer taraftan da, halk sandık sayesinde çok önemli değişiklikler yapabileceğini gördü. Bazı kimseler yurt dışından gelip oy kullanmak için biraz zahmete ve masrafa katlanmak zorunda kalmış olsalar da, insanımız bir yönüyle ucuz, zahmetsiz ve meşakkatsiz bir mücahede ile bundan sonra da çok büyük inkılaplara vesile olabileceğine inandı. Halkta, yaptığı işin kıymet ifade ettiği psikolojisinin uyarılması, -bence- bu reformlardaki kazanımdan çok daha büyük oldu… Daha önce de ifade ettiğim gibi, referandumla alâkalı sözlerimin siyasî mülahazalarla irtibatlandırılması doğru değildir. Bundan sonra da bir referandum yapılacak olsa, ben yine makul bulduğum istikamette aynı şeyleri söylerim. Bunu falan filan parti, hatta azınlık olan ya da grup bile kuramayan bir parti dahi yapsa, milletimizin ikbal ve istikbali adına bir şeyler vaad eden bazı maddelerle alâkalı bir reform paketiyle halkın karşısına çıkan kim olursa olsun, ben yine ‘evet’ der ve ‘evet’in dellalı olurum.”[20]


Bağımsız ve devletler muvazenesinde söz sahibi bir Türkiye

Fethullah Gülen, daha çocuk yaşlarından itibaren hep Türkiye’nin dünya muvazenesinde sözü dinlenir bir ülke olması gaye ve hedefiyle yaşadığını anlatıyor:

“Ben 12-13 yaşlarında Erzurum Kurşunlu medreselerinde ders görürken, bir elimde Arapça kitabı, diğer elimde harita olur ve ‘Allah’ım bir zamanlar olduğu gibi, dünya muvazenesinde sözü dinlenir bir ülke haline tekrar nasıl gelebiliriz?’ der, çocuk yaşımda bunun planlarını yapardım. Ben, bu hülyalarla büyüdüm. Hayatta bunun dışında bir hedefim olmadı. İyi bir evim olsun, çocuklarım olsun, arabam olsun, bunlar katiyen aklımdan geçmedi… Milletime, ülkeme hizmet hedef ve duygularıyla büyümüş bir insan olarak, şu anda bu hizmet de ilk planda eğitimden geçiyorsa, benim eğitimle ilgilenmem suyun akması, güneşin doğup batması, dünyanın hareketleri gibi tabii bir şeydir.”[21]

“Çocukluğumdan beri kendimi hiç düşünmedim; şimdiye kadar, şahsımla alâkalı olumlu hadiselerden dolayı çok fazla sevinmedim. Fakat milletimizin geleceği, devletler muvazenesinde yerini alması, en büyük devletleri bile gözünün içine baktırması ve uluslararası bir karar verileceği zaman ‘Bakalım bunlar ne diyorlar?’ dedirtecek bir konuma ulaşması benim gaye-i hayalim oldu. Bu, bazı kimselere bir ütopya, bir kurgu ve ancak bir roman mevzuu gibi gözükse de, ben sadece bu gaye-i hayalle ilgili müspet meselelerden dolayı memnuniyet duydum.”[22]

“Keşke, asırlarca hak ve adaletin temsilcisi olmuş insanımız, bugün de, şanlı geçmişinde olduğu gibi, yeryüzünde, devletler muvazenesinde söz sahibi olabilseydi. Bütün mazlum ve mağdurlara kol kanat gerebilecek bir konumu bulunsaydı. Sözüne itibar edilir, gözünün içine bakılır bir merci olsaydı. Neden benim ülkem de, devletler muvazenesinde, bir Amerika, Çin veya Hindistan’ın yerinde olmasın? Neden dünya ekonomisini belirleyen, siyaset ve idarede söz sahibi olan, gözünün içine bakılan bir ülke konumunda bulunmasın? Bütün bunların mutlaka olması lazımdır. Çünkü görüyoruz ki, bu civanmert millet, devletler muvazenesindeki gerçek konumunu ihraz edeceği âna kadar, dünyanın daha çok çekeceği var.”[23] diyen Fethullah Gülen, Türkiye’nin bağımsız ve devletler muvazenesinde söz sahibi bir güç olmasını ideal ve hedef kabul etmekte ve bu uğurda kendisi gayret ettiği gibi millet fertlerini de yazılarıyla ve konuşmalarıyla her fırsatta bu ideal ve hedefe yönlendirmektedir:

“Bulunduğumuz bölgede uzunca bir dönem itibarımız vardı. Kaybolan itibarımızı kazanmak, gözümüzün içine bakan insanları sukut-u hayale uğratmadan devletler muvazenesindeki yerimizi alma mecburiyetindeyiz. Bölgemizde dünyevî bir cennet inşa edebilmemiz için, fikir mimarlarımıza ve düşünce işçilerimize çok büyük vazifeler düşüyor.”[24] “Devletimizin dünya devletler muvazenesinde yerini alabilmesi için, Üstad’ın bundan yüz sene evvel çekirdek bir düşünce olarak ortaya attığı, ciddî bir ilim seferberliği başlatıp, insanları cehaletten kurtarmak ekonomik yönden esaslı tedbirler alıp halkın refah seviyesini yükseltmek ittifak ve vifak ölçüsünde olmasa bile, en azından ihtilâfların işletilmemesi şeklinde de olsa bir birlik sağlamak..”[25]

Sızıntı Dergisinde Nisan 1980’de yayınlanan “Dünya Muvazenesinde Bir Millet” başlıklı makalesiyle ‘bu milletin devletlerarası muvazene için tarihin kendinden beklediği yüce vazifeyi eda edecek imkânlara kavuşturulması’ meselesini ele alan Gülen, Sızıntı Dergisinin Temmuz 1991 sayısındaki “Bir Millet Dirilirken” makalesinde ise bu hedefe ulaşmak için yapılması gerekenlere şu ifadeleriyle dikkat çekiyor:

“Bilhassa bizim insanımız, tarihin bize tahmîl ettiği en şanlı vazifeleri, en şerefli bir surette ifâ edebilmek için dâimâ zirveleri kollama, kendi dünyasında bayraktarlığı kimseye bırakmama, devletler arası muvâzene ve dünya dengesinde, tarihî yerimizi istirdât edecek seviyede ve sorumluluk şuuruyla hareket etme mecburiyetindedir. Bu çok önemli ve alemşumûl hedefi yakalamak için de, milletçe; ilmî, içtimâî, iktisâdî ve sınâî bir güzergâhın takip edilmesi, millî yapının kendi hususiyetleriyle bir kere daha gözden geçirilerek sağlamlaştırılması, sağlam esaslara bağlanması; millet ve idareci münâsebetlerinin şanlı geçmişimiz çizgisinde yeniden ele alınması, halkın rehberlerini saygıyla selâmlayıp onlara temennâ durması, rehberlerin de arkalarındaki kitleleri samîmiyetle kucaklaması; güç ve kuvveti temsil edenlerin, millete, milletin de onlara güvenip itimat etmesi şarttır. Geleceğin Büyük Türkiye’sini kurmak isteyenler, her şeyden evvel, millet fertleri arasındaki bu güven ve itimadın tesisine çalışmalılar ve mevcut olan durumun korunmasına da fevkalâde itinâ göstermelidirler ki, millet fertleri birbirinin hafiyesi olmasın ve vahdet-i rûhiye sarsılmasın...”[26]

Gülen, “Kuvvetin Çılgınlığı” (Sızıntı, Aralık 1995) makalesinde de Türkiye’nin dünya muvazenesinde söz sahibi olmasının bütün insanlık için, dünya barışı için gerekliliğine vurgu yaparak milletçe bu istikamette gayret etmeye yönelik teşvik ve tembihlerde bulunuyor:

“Çok yakın bir gelecekte, kendi zaruret ve kanunlarıyla, bizi de çepeçevre içine alacak gibi görünen bir globalleşme sath-ı mâilinde olsun, uyanıp kendimize gelmez ve başkalarıyla beraber yaşama mecburiyetinde olduğumuz bir dünyanın, hak-kuvvet-akıl-mantık eksenli ve şaşırtmaz, yanıltmaz muvazene unsurlarından biri haline gelmezsek, daha bir süre başkalarının dümen suyuna göre hareket etmemiz kaçınılmaz olacaktır.

Evet, gözlerimiz her zaman, geçmişin rasat noktalarını kullanarak geleceğin ümitle tüllenen ufuklarında olmalıdır. Yoksa; bu çarpıklıklar böyle devam ettiği sürece, yıllardan beri içinde bocalayıp durduğumuz girdapları gölgede bırakacak daha büyük değişim veya kargaşa dalgaları bizi önüne katıp öyle bir sürükleyecektir ki -maâzallah- bir daha belimizi doğrultmamız çok zor olacaktır. ...Önümüzü kesmiş bizi bekleyen gâileleri aşmamız için, kendisi için yaşamayan diğergam ruhlara ihtiyaç var. Evet, bugünkü insanlığı, kendini düşünmeyen ve kendisi için yaşamayan kahramanlar kurtaracaktır.

Bu kahramanların sevgiyle tüllenen ışıktan düşünceleri, büyük çoğunluğun ruhlarını sardığı gün tabakât-ı beşer çapındaki fırtınalar dinecek, hasret ve hicranlar sona erecek.. ve devletlerarası dengedeki yerimizi istirdat etmemiz sayesinde, ciddi ve âdil bir disiplinle, tabii ve tam bir hürriyet düşüncesine bağlılık içinde ilâhi bir muvazene sırrına erilecek.. toplum plânında maruz kaldığımız buhranlar, içtimai krizler ve milletlerarası münasebetlerdeki devâsa problemler birer birer çözülecek.. sevinç ve tasa, felâket ve saadet arasındaki ezeli âhenk yeniden teessüs ederek, bize ve bütün insanlığa, hiç olmazsa onun büyük bir kısmına, milletlerarası muvazenede önemli misyonlar yüklendiğimiz günlerin şivesiyle bir şeyler mırıldanacak.. ve bir kere daha ruhlarımıza, yararlı insan olmanın mânâsını duyuracaktır.

Evvelâ milletimiz, sonra da topyekün insanlık hesabına böyle bir ufka ulaşma gayreti, dünya barışı, dünya sulhu, dünya nizamı ve evrensel disiplinler adına var oluş gayesi ölçüsünde önemli esaslar ve insanlığın beklentileridir. Bu beklentileri gerçekleştirme istikametinde her hamle, hakkı tutup kaldırma yönündeki her hareket Allah’a doğru atılmış en isabetli adımlardır. Bu istikamette atılan her adım, küçük de olsa, beklenen büyük oluşumun bir parçasını teşkil etmektedir. Evet bu izafi gayret ve nisbi çırpınışlar bütünüyle mutlu geleceğin havuzunu besleyen birer sızıntı mesabesindedir. Biz onun düşe düşe göl olacağı, aka aka yollar vuracağı günlerin rüyalarıyla yaşıyoruz.”[27]

“Şimdi bize düşen tek şey, ciddî bir sorumluluk duygusuyla, kendimiz olarak ve vakit fevt etmeden devletler muvazenesindeki yerimize koşmak olmalıdır. Zaten, böyle bir hedef söz konusu olmadığı takdirde, bu mevcut hâlimizle değil ilerlemek, yarınlara ulaşmamız dahi mümkün değildir.. evet bugün bizim için, iki alternatiften biri söz konusudur; ya ölesiye gayret ve dirilme ya da kendimizi rahata, rehavete salarak bir ebedî ölüme teslim olma!..”[28]

“Ben, yıllardır Türkiye’nin mutlu bir geleceğe yürüdüğüne, yürümesi gerektiğine inanıyorum. Büyük millet ve devlet oluşuna yakışır, dünya güçler dengesinde sözü geçer, görüşüne başvurulur bir Türkiye arzuluyorum. Bölgede ve dünyada barışın garantisi bir Türkiye arzusu ve sevdasıyla yaşıyorum. Komşularıyla iyi geçinen, fakat barış derken, ezilmeyen, onurundan taviz vermeyen bir Türkiye arzuluyorum. Ekonomik olarak her bakımdan kendine yeter, başka ülkelere el açmayan, alan değil veren el olan, iç barışını sağlamış, insanları birbirini seven, her bakımdan güçlü bir Türkiye arzuluyorum. Soygunculuğun, yolsuzluğun, çetelerin, mafyaların olmadığı, kanun hakimiyetinin tam tesis edildiği, adliyenin, mülkiyenin saat gibi çalıştığı, eğitim problemlerini halletmiş ve insanlarının zihinleri ilimlerle, kalpleri inançla aydın, ahlaki değerlerle bezenmiş bir Türkiye arzuluyorum. Ancak şimdilik, böyle bir Türkiye’nin önünde çok büyük engeller var. Harici düşmanların yanı sıra, onların içerdeki uzantıları birer engeldir. Böyle bir Türkiye için geçmişten gelen değerlerin önemine inanıyorum. Gel gör ki, Türkiye’de sesi bir hayli üst perdeden çıkan din, iman, milli mefkure düşmanları da az değildir. Bu itibarla böyle bir Türkiye sevdasının gerçekleşmesi de çok kolay olmayacaktır. Bütün tavsiye ve teşviklerim buna yöneliktir. İşte, ‘doğum sancısı’ndan kastım, hülyalarıyla yaşadığım dünyadaki saygın yeriyle böyle büyük bir Türkiye’dir.”[29]

“Milletimizin bir dönem devletler muvazenesinde eda ettiği tarihî misyonu, hiç olmazsa kendi bölgesinde yeniden ifa etmesi, hatta dünya üzerinde önemli bir muvazene unsuru hâline gelmesi bizim için çok önemlidir. Çünkü onun ruhunda, atalarından tevârüs ettiği bir adalet düşüncesi, istikamet anlayışı ve şefkat telakkisi vardır. Hem o bölge halkının hem de kendi insanımızın huzuru için buna ihtiyaç olduğu aşikârdır. Dolayısıyla milletimizin değerleriyle bir kez daha doğrulup dirilmesini, kendi ruhunun heykelini yeniden ikame etmesini şiddetle arzu ederiz.”[30]

“Bazıları ‘Niçin meseleyi bu millete bağlıyorsun, bu ırkçılık değil mi?’ diye itiraz edebilir. Oysa Anadolu öyle bir ırka irca edilecek bir milletten mürekkep değildir. Anadolu insanının kimi Laz, kimi Gürcü, kimi Kürt’tür. Bazıları Asya’dan gelmiş, bazıları Mezopotamya’dan, bazıları da Balkanlardan... ve bu farklı yerlerden gelen insanlar günümüzde aranılan millet evsafını haiz bir mozaik meydana getirmiş. Bugün Türkiye birbirine kenetlenmiş insanların meydana getirdiği şanlı bir millete beşiklik etmektedir. Ve ben milletimiz derken ırkçılık mülahazalarından bütün bütün uzak kalarak, Anadolu insanının tamamını kastediyorum.”[31]

“Bir hesabı olmalı milletimizin her ferdinin. Ülkesini ve milletini seven her şahıs ‘Ben şu kadar yatırım yaparsam, ortaya şu kadar enerji koyarsam, içinde bulunduğum çağda cereyan eden hadiselerin rüzgarını şu kadar arkama alırsam, hızımı şu kadar artırırsam, bu yolu şu kadar bir zamanda kat edebilirim..’ demeli ve bulunduğu konumda millî kalkınmanın bir yanını teşkil etmeli.. Mesela; bir öğretmen, bir öğrenciyi yetiştirmek, yani potansiyel insanı realite planında insanlığa yükseltmek için ne kadar zamana ihtiyaç varsa onu düşünmeli.. sadece öğretim açısından düşünecek olursanız: ilk ve ortaokul, lise, üniversite ve günümüzde önemli görülen bir master, doktora eğitimi.. öğretmen bütün bu süreci düşünmeli ve bir hayat boyu talebesinin önüne çıkacak hadiseleri daha en baştan hesap ederek onu hazırlamalı.. böylece milletinin istikbale yürümesinde onun da katkısı olmalı.”[32]

Gülen’in teşvikleriyle dünya çapında insanlığa hizmet için yayılan gönüllülere yönelik telkinleri ise şöyle: “gittiği yerde bir diplomat gibi vatanımız ve milletimizin temsilciliğini yapmalı, oradan Türkiye’yi gözetip Türkiye’yi kollamalı.. yüreği daima Türkiye için çarpmalı.. vatan ve millet adına yükselen menfi ya da müspet sesleri bir de oradan dinlemeli, bazı kapıları Türkiye hesabına zorlamalı ve milletimizin istikbali için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmalı.”[33]

Gülen, dünyadaki zulümler karşısında caydırıcı bir güç olabilmek ve zalimlere engel olabilmek için de dünya çapında sözü geçen güçlü bir devlet olmanın gerekliliğine dikkat çekerek milletin her ferdinin bu hedef istikametinde çalışmasının önemli bir vecibe olduğunu ifade ediyor:

“Şayet, zulüm karşısındaki notanız ve kötülüğe mani olmaya matuf ültimatomunuz –bağışlayın– havada kalacaksa, onu seslendirmenizin de bir anlamı yoktur. O vazife, güçlü ve kuvvetli bir devlet haline geleceğiniz ana kadar başvurmamanız gereken bir yoldur. Hem onun bir vakt-i merhûnu vardır ve o vakit geleceği âna kadar o mevzuda bir şey yapmanız mümkün değildir. Fakat kadını erkeğiyle, genci ihtiyarıyla, idare edeni ve edileniyle milletin her ferdi kendi ülkesinin bir gün dünyadaki dengeler açısından hak ettiği konumu elde edecek, devletler muvazenesinde ibrelere yön verecek ve hakkın sesi-soluğu olacak bir devlet haline gelebilmesi için çalışıp çabalamalıdır. Bu hedef her inanmış insanın mefkûresi olmalıdır. Yanlış anlamalara ve garezli yorumlara meydan vermemek için şunu da ifade etmeliyim ki; bu sözlerimle idareden, rejimden, bir sistemi bir başka nizamla değiştirmekten bahsetmiyorum; devletimizin ve milletimizin büyüklüğe sıçramasını, diğer toplumlar nezdindeki tarihî itibar kredisine yaraşır bir hal almasını kastediyorum.

Gerçi, bu çok büyük bir iş, çok büyük bir proje ve gerçekleşmesi uzun zaman isteyen bir plandır; çünkü insana müteveccih bir iştir ve Batılı bir düşünürün ifade ettiği gibi, insana yapılan yatırımlarda yüz seneyi nazar-ı itibara almak gerekmektedir. Şayet, sizin bu mevzudaki gayretleriniz inkıtasız, sistemli, çağa göre mâkul ve aynı zamanda çevreniz tarafından da destekleniyorsa, Allah’ın izni ve inayetiyle hak ve adaletin temsilcisi bir millet olmanız için yüz seneye ihtiyaç vardır. Belki, küreselleşen dünya ve gelişen telekomünikasyon şartları bunu biraz daha hızlandırabilir ve bir elli senede ülkeniz dünyada sözü dinlenen bir devlet haline gelebilir. Ne var ki, siz iki-üç neslin geçmesini göze almalı ve iki-üç nesil boyu dünyaya kendinizi anlatmalısınız. Anlatmalısınız ki, gerçekten sevgi ve barıştan başka bir şey düşünmediğinize dünya inansın; sizin kendi çıkarlarınız için yaşamadığınızı ve topyekün insanlığın saadetini düşündüğünüzü cümle âlem görsün, bilsin; onlarca yıl geçmesine rağmen bu çizginizde bir değişiklik olmadığına bütün insanlar şahit olsun ve herkes tereddüt etmeden size sırtını dönebilsin. İşte, ancak öyle bir konumda ve güven ortamında sözünüzü dinletebilir; ancak öyle bir denge unsuru olarak akan kanı durdurabilir ve ancak o zaman güç, kuvvet ve itibarınızı mazlumun âhını dindirmek için bir vesile kılarak ağlayanları güldürebilirsiniz.”[34]


Siyasi menfaat isnatları

“Fethullah Gülen’in Türkiye ve dünya çapındaki hizmet faaliyetleri neticesinde dünyevi ve siyasi menfaatlere veya gizli amaçlara ulaşmayı istediği” şeklinde ithamlar ortaya atanlara veya bu yönde şüphesi olanlara cevap mahiyetinde Gülen’in çeşitli zamanlarda yapmış olduğu açıklamaları şöyledir:

“Bazıları hâlâ siyaset sahnesinde rol alma, devleti ele geçirme ve idareye hâkim olma sevdası gibi isnatlarda bulunuyorlar. Oysa, ben ‘kullardan bir kul’ olarak Allah’ın rızasını kazanmaktan başka her türlü düşüncenin ve hele fâikiyet (üstünlük) mülahazasına bağlı olarak idarî, siyasî bir pâye devşirmenin karşısında olduğumu defalarca ifade ettim. Daha 25 yaşımdayken o fırsatın ayağıma kadar geldiğini ama onu elimin tersiyle ittiğimi kaç kere söyledim. Değil parlamenterlik, çok küçük bir idarecilik bile istemediğimi belirttim. Aslında, kanımın delice aktığı o gençlik dönemimde dahî bu ölçüde bir istiğna sergilemiş olmam, genel karakterimi ortaya koyma açısından yeterli görülmeliydi.. o tavır ve tutumum neye tâlip olduğumu, ne istediğimi ve neyin arkasında koştuğumu merak eden ehl-i vicdana kâfî gelmeliydi. Neylersiniz ki, yüzlerce defa bu duygumu ikrar etmeme rağmen, bir kesim hâlâ duymazlıktan geliyor ya da duymak, anlamak istemiyor. Belki de o kesimin literatüründe rıza-yı ilahî ve ebedî saadet gibi kavramlar bulunmadığından dolayı, söylediklerimi anlayamıyorlar. Fakat, onlar anlamasalar da, ben bir kere daha şu mülahazamı seslendirerek mevzuyu noktalayacağım: Teşvikçisi olduğum hizmetlerde dünyevî hiçbir hedefim yoktur; Türkiye’yi bütün zenginliğiyle ve imkanlarıyla getirip bana teslim etseler de, onu, küçük tahta kulübemdeki hayatıma tercih etmeyi ve makama-mansıba, mala-mülke temayülde bulunmayı döneklik sayarım. Göz ucuyla da olsa, dönüp ona bakmayı Rabbime karşı vefasızlık ve davama da ihanet kabul ederim. Evet, benim de iki elim var, şayet yüz elim de olsaydı, onları i’lâ-yı kelimetullahtan başka bir gaye için kullanmayı asla düşünmezdim. Muhalfarz, öyle bir düşünce bir bulut halinde zihnime aksa, hemen seccademin başına geçer, tevbe eder ve İbrahim Edhem gibi ‘Allahım, ya canımı al ya da Senin muhabbetine perde olan mülahazaları gönlümden söküp at!’ diye dua ederdim.”[35]

“Nazarlarını ahirete çevirmiş, hizmet diyarı olan bu dünyadan terhisini alıp sevgililer diyarına gitmeyi bekleyen bir insan olarak bütün samimiyetimle söylüyorum ki; insanımızın dirilmesi ve milletimizin ihyası derken, bazılarının Müslümanlara yakıştırdığı ‘dine dayalı devlet kurma arzusu’, parti ve hizipçilik gibi milleti birbirine düşüren bütün unsurlardan uzak, maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî garazlardan sıyrılmış bir duyguyu ifade etmeye çalışıyor ve bu necip milletin layık olduğu konuma yükselmesini kastediyorum.. milletçe çöküntü ve çözülmelerimizin gerçek sebep ve sâikleri sayılan ihtiras, tembellik, şöhret arzusu, makam sevgisi, bencillik ve dünyaperestlik gibi his ve duyguları atıp, manevi hayatın özü ve hakikati olan istiğna, cesaret, mahviyet, diğergamlık, rûhânîlik, rabbânilik ruhu ve hak duygusuyla bir kere daha fert fert fazilet abideleri haline gelmemizi kastediyorum..”[36]

“Onlar insafa gelir mi gelmez mi bilemeyeceğim. Fakat, bildiğim bir şey var ki, isnad, itham ve iftiralarla atılmaya çalışılan çamur asla tutmayacak ve kamu vicdanı doğru ile yalanı mutlaka ayırt edecektir. Çünkü ehl-i insaf da takrir etmektedir ki, bizim, Allah’ın rızasından ve milletimizi dünya muvazenesinde hak ettiği yere taşımaktan başka bir isteğimiz olmamıştır ve olmayacaktır. Bu konuda, dinine ve milletine hizmet eden samimi insanlara güvendiğim gibi, kendi adıma da, maddî-manevî makam sahibi olmaktan, iyi bir insan olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabbime, Efendime ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Dinime ve milletime hizmet duygusu benim biricik sevdamdır; o bütün bütün ufkumu kaplıyor ve bana başka arayışların ardına düşme ihtiyacı bırakmıyor. Zaten bu sebeple, dünya namına bir şeye sahip değilim ve kendime ait bir evim bile olmadan ötelere yürüme muradındayım. Bir başka münasebetle dediğim gibi, ‘Kendime ait bir zeytin dalım bile yoktur. Eğer olsaydı, onu da barışın remzi olarak hasmâne tavır takınanlara uzatırdım.’”[37]

“Devlete alternatif olma meselesi, samimiyetle kendi devletine adayan, milletine hizmet eden bu insanların rüyalarına bile girmez. Karşımda şimdi beş-on insan değil, bunların yerinde bin tane insan olsaydı, Süleymaniye Camiinde olduğu gibi, onlara sorardım; ‘Hiçbiriniz böyle bir şeyin rüyasını gördünüz mü?’ ‘Hayır’ diyeceklerdi. Freud’a göre de, rüyalar büyük ölçüde şuuraltı müktesebatın dışa vurmasıdır. Büyük ölçüde de öyledir. Şayet bir insan bir şeyin rüyasını bile görmüyorsa, bugüne kadar da görmemişse, o mevzuda hiçbir şey demiyorsa, onun o şeyle alakası yok demektir. Ama siz, bu insanlara, kimin elinde büyürse büyüsün, Türkiye’nin büyümesini sorsanız, ‘Siz Türk milletinin sıçrayıp devletler muvazenesinde muhteşem yerini almasıyla alakalı hiç rüya gördünüz mü?’ deseniz, bin tane adam parmak kaldırır. Gelecekte biz olmasak bile, gelecek nesiller şanı çok yüce, uranyum gibi olan bu milleti gerçek konumuna ulaştıracaklardır. Onun rüyasını görmüşlerdir. Ama devlet, idare, siyaset.. bunlara gelince, biz onların rüyasını bile görmedik. Öyle bir rüya görsem ben, şahsım itibarıyla, kalkarım, seccademi sererim, iki rekat tevbe namazı kılarım, derim ki, ‘Allahım ben bu mevzuda ne türlü bir hata yaptım ki bana benim hayal dünyamı, tasavvur dünyamı, taakkul dünyamı kirletebilecek bir şeyi gönderdin?’ derim. Ve ben bunları söylerken burada mevcut bulunan arkadaşlarımızın hissiyatına tercüman olma konumunda konuşuyorum. ‘Benimle bu recada müttefiktir cümle ihvanım!’ diyorum. ‘Aynı duygu, aynı düşünceyi benimle paylaşıyorlar bu arkadaşlarım!’ diyorum.”[38]

“Bir dönemde kalkıp yurdunu, yuvasını terk edip giden insanlar Türk Milleti adına gittiler, Türk Devleti adına gittiler. Birer sürgün gibi gittiler. Arkada bıraktıkları devleti takviye etmek için gittiler. Dünyanın dört bir yanında Türk devletini tutacak, destekleyecek, kaldıracak lobiler oluşturmak için gittiler. Senin kültürünle insan yetiştirmek için gittiler. Senin milyonlarca dolar harcamak suretiyle oluşturmaya çalıştığın sunî bir kısım lobiler yerine, lobi adına gönlünü ortaya koyacak insanları yetiştirmek için gittiler. Maaş alamadılar, dört ay maaş alamayan insanları duydum ve gözlerim doldu, ağladım burada. Türkiye’de evleri vardı, yurtları vardı. Her şeylerini arkada bırakıp, hatta duvağıyla gelinini bırakıp öyle gitmişlerdi. Bunlar öyle fedakarlardı ki, gördüğünüz gibi, dünya adına bu insanların hiçbir beklentisi yoktu. Olsaydı onlar da siyaset sahnesine sıçramak için bir menfez kollar, sıçrar ve onlar da bir hortumun başına otururlardı. Ama yapmadılar bunu. Aç-susuz kaldılar, bir çorbayla iktifa ettiler ve burada arkada kalanların gözlerini yaşartacak cihan-pesendâne fedakarlıklar sergilediler. Bunu görmemezlik körlüktür, bunu kabul etmemezlik bir nankörlüktür. Türk milletine bunun ne kadar yararlı olabileceğini kabul etmeme, Türk devletine ne kadar yararlı olabileceğini kabul etmeme bence muhakemesizliktir; sadece hazımsızlık ve çekememezliktir.”[39]

“Biz, millet için kalbi sevgiyle çarpan, sinesi pırpır atan bir avuç insanız. Millete hizmetten başka bir şey düşünmüyoruz. Şahsımız, yakınlarımız veya sevenlerimiz adına, arpa kadar bir menfaat mülahazamız olmuşsa bunu ispat etsinler. Bunu ispat etsinler de, biz de gidelim Kaf dağının arkasını mesken tutalım, onlar da bizden kurtulsunlar. Ama bunu hiç kimse ispat edemeyecek; çünkü zerre kadar bir menfaat mülahazamız olmadı. Allah rızasından başka hırsla talep ettiğimiz bir şey olmadı. Ve o rızayı da Allah’ın yüce adını bir bayrak gibi dünyanın dört bir yanında dalgalandırma vesilesinden başka bir yolla tahsil etmeyi asla düşünmedik. Alem bilsin, yedi dünya bir kere daha duysun bunu. Elhamdulillah bu konuda yüzümüz aktır; milletimize ve insanlığa hizmet yolunda Cenab-ı Hakk’ın ‘Ben sizden razıyım’ demesini ummaktan başka bir mülahazamız olmadı ve –inşallah– olmayacaktır.”[40]

“Bizler Türkiye sevdalılarıyız. Ülkemizi, vatanımızı, milletimizi, devletimizi, dinimizi seviyoruz. Elin-âlemin bizi anlamaması, muarız olması bizi doğru bildiğimiz yolda yürümekten engellememeli. Kaç defa dedim, bir kez daha diyeyim: Eğer ben ülkeme, vatanıma, milletime, din ve diyanetime, kültürüme hizmet edemeyeceksem yaşamayı abes sayıyorum. ‘Bu gayeler uğrunda yaşıyorsam yaşamamın bir manâsı var, yoksa Yâ Rab abes yaşamaktan, bu dünyada boşuna yer işgal etmekten sana sığınırım!’ diye her gün dua dua yalvarıyorum Rabbime.”[41]

“Defaatle arz ettiğim gibi; Çankaya riyaseti değil, dünya hükümranlığı dahi teklif edilse, onu bile ayağımın ucuyla itmezsem dünyanın en aşağılık mahlukuyum. Çünkü ben Allah’ın rızasına talibim ve o hedefe de ancak ila-yı kelimetullah vazifesiyle ulaşabileceğime inanıyorum. Bu sözle, riyaset makamını hafife aldığım da zannedilmesin; ben sadece sübjektif bir mülahazamı ve kendi ruh dünyamı ifade ediyorum.”[42]

Burada alıntıladığımız ve benzeri sayısız beyanlarından anlaşılmaktadır ki Fethullah Gülen’in dinine ve milletine hizmet dışında bir gayesi ve hedefi yoktur; hayatı ve eserleri de göstermektedir ki ömrünü bu yolda adamıştır. Dinine hizmeti, Allah’ı kullarına tanıtmak ve sevdirmek; milletine hizmeti ise Türkiye’nin gelişmiş, kalkınmış ve dünya muvazenesinde söz sahibi güçlü bir ülke olması istikametinde gayret ve himmet etmek, bu uğurda teşviklerde ve telkinlerde bulunarak milletin bütün fertlerini de iştiyakla hizmete sevk etmek suretiyle devam etmektedir.

Yazılı, sözlü, fiilî bütün eserlerinin ve ömrünün tamamındaki hizmetlerinin ve gayretlerinin şahitliği ifade ediyor ki Fethullah Gülen, milletine âşık bir insan. Milletinden, milletinin her yönden ilerlemesinden ve yücelmesinden, bu istikamette yapılması gerekenlerden bahsetmediği hiçbir yazısı ve hiçbir konuşması yok adeta. Gülen’in milletine aşk ve iştiyakla bağlılığını anlamak için şu hissiyatını bilmek yardımcı olacaktır:

Talebeleriyle ders yaparken kendisine yöneltilen “Hocam, size böyle bir tercih hakkı sunulsa, yani ‘bin bir ızdırabın yaşandığı, sıkıntıların dur durak bilmediği şu dünya hayatını, ahiret özlemiyle yaşamaktansa, gel o özlediğin hayata kavuş! Bitsin bu hasret!’ denseydi hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna Gülen’in, “Ben bilsem ki hep ızdırapla yaşayacağım, bu dünyada gün yüzü görmeyeceğim, ölüm tehditlerine maruz kalacağım, bir yerde duramayıp sürekli oradan oraya hicret etmek zorunda bırakılacağım, hakaretlere uğrayacağım.. evet bütün bunları bilsem; yine de milletimin içinde kalmak ve onun ızdıraplarını onunla beraber yüklenmek için Rabbimden müsaade isterim ve ‘Ya Rabbi eğer bu milletin ikbali ve dünya muvazenesinde söz sahibi olması adına yaşamam bir şey ifade ediyorsa, müsaade buyur biraz daha kalayım’ diye dua ederim” cevabını verdiği naklediliyor.[43]


[1] Siyaset, Ölçü veya Yoldaki Işıklar.
[2] “Hangi Parti?...”, Kırık Testi, 29.10.2002
[3] Siyaset, Ölçü veya Yoldaki Işıklar.
[4] “Meydanların Dili ve Oyların Rengi”, Bamteli, 23.03.2009
[5] “Fişe Fiş!”, Kırık Testi, 03.04.2006
[6] Siyaset, Ölçü veya Yoldaki Işıklar.
[7] “Bir Yere Kadar Muayyeniyet”, Yeni Ümit, Ekim 1996
[8] “Başkanlık Kimin Hakkı?”, Kırık Testi, 08.05.2006
[9] “Seçim Sonuçları ve Muzafferlere Düşen Vazifeler”, Bamteli, 23.07.2007
[10] “Hangi Parti?...”, Kırık Testi, 29.10.2002
[11] “Meydanların Dili ve Oyların Rengi”, Bamteli, 23.03.2009
[12] NTV’de Taha Akyol ve Cengiz Çandar’la röportaj, 27.02.1998
[13] “Hangi Parti?...”, Kırık Testi, 29.10.2002
[14] “Hangi Parti?...”, Kırık Testi, 29.10.2002
[15] “Kuvvetin Çılgınlığı ve Referandum Fırsatı”, Bamteli, 02.08.2010
[16] “Kuvvetin Çılgınlığı ve Referandum Fırsatı”, Bamteli, 02.08.2010
[17] “Meydanların Dili ve Oyların Rengi”, Bamteli, 23.03.2009
[18] “Kuvvetin Çılgınlığı ve Referandum Fırsatı”, Bamteli, 02.08.2010
[19] “Gönül Dili, Ramazan ve Referandum”, Bamteli, 23.08.2010
[20] “Referandum Sonrası ve Emniyette Kadrolaşma”, Bamteli, 11.10.2010
[21] “Medreseden Üniversiteye Okullar”, Sabah’ta Hulusi Turgut’la röportaj, 27.01.1997
[22] “Referandum Sonrası ve Emniyette Kadrolaşma”, Bamteli, 11.10.2010
[23] “Musibet, Dua ve Kurbet”, Kırık Testi, 14.06.2010
[24] Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Düzenlediği Bayramlaşma Töreninde Yaptığı Konuşma, 3 Şubat 1998
[25] “Gâye-i Hayalimiz”, Fasıldan Fasıla-4.
[26] “Bir Millet Dirilirken”, Sızıntı, Temmuz 1991
[27] “Kuvvetin Çılgınlığı”, Sızıntı, Aralık 1995
[28] “Gönül Sultanlığına Doğru”, Yeni Ümit, Ocak-Mart 1998
[29] “Show TV Ana Haber’de Reha Muhtar’la Kaset Komplosu Üzerine”, 22.06.1999
[30] “Millet Sevgisi”, Kırık Testi, 23.03.2009
[31] “Milletimizin İhyâsı”, Kırık Testi, 08.07.2002
[32] “Milletimizin İhyâsı”, Kırık Testi, 08.07.2002
[33] “Hicret Diyarında Ölmek”, Kırık Testi, 28.02.2005
[34] “Dua Seferberliğine Çağrı”, Kırık Testi, 01.05.2006
[35] “Başkanlık Kimin Hakkı?”, Kırık Testi, 08.05.2006
[36] “Milletimizin İhyâsı”, Kırık Testi, 08.07.2002
[37] “Müfterî ne derse desin, bizim tek sevdâmız var!..”, Kırık Testi, 28.11.2004
[38] “Bu Hareket Devlete Alternatif mi?”, Kırık Testi, 14.11.2005
[39] “Bu Hareket Devlete Alternatif mi?”, Kırık Testi, 14.11.2005
[40] “Devlet Kutsanmamalı, ama...”, Kırık Testi, 05.09.2004
[41] “Türkiye Sevdalıları”, Kırık Testi, 06.01.2004
[42] “Seçim Sonuçları ve Muzafferlere Düşen Vazifeler”, Bamteli, 23.07.2007
[43] “Aşk Derecesinde Millet Sevdası”, 26.12.2005

 

HEADER

+1demirtaş ev2013-11-03 17:40#1
ben fatullah gülen hocanın bir siyasi hedefinin olmadığı kanaatindeyim arkadaşlar. Eper böyle birşey olsa idi uzun zamandır yurt dışında yer almazdı.
Quote

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları Allah nâzır; gönülden teveccüh edersen, inayeti de hâzır. Hakikat Damlaları

M. Fethullah Gülen

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu