Fethullah Gülen'in Düşünce Sisteminde Tasavvuf ve Modernite

Değerler Çatışması mı Yoksa Değerler Arası Diyalog mu?
Fethullah Gülen düşüncesinde "Tasavvuf" ve "Modernite" gibi iki aykırı kavramı bir araya getirmeye çalışmakla gerçekten zor bir görev üstlendiğimi anladım. Öncelikle, İslami mistik gelenek olarak kabul gören tasavvuf net olarak tanımlanmış bir dini akım değil, Kur'an'ın içerdiği mesajı daha derin ve inançlı anlama gayeli, birbirleriyle alakadar düşünce ve pratikler ağıdır.

Sufilerin bizzat kendilerinin yanı sıra tasavvufun kesin tanımını yapma teşebbüsünde bulunan gayr-i müslim bilim adamları da, kaçınılmaz olarak, tarihin belirli dönemlerindeki birkaç sufiinin arasında hüküm sürmüş olan bazı unsurları ve yaşantıları nazara verirler, oysa ki muhtemelen kendi tanımlarıyla çelişen yahut aykırı düşen diğer özelliklerini ise ya göz ardı ederler ya da hiçe sayarlar.

Birçok ilk dönem sufisi için, yaşamın basitliği ve sofuluk İslam'a hakkıyla tâbi olmanın anahtarıydı. Diğer bir kısım sufi ise aşk'ı temel düşünce olarak almış ve Sufiliği Mahbub olan Tanrı ile aşkı birleştirmeye giden bir yol olarak algılamıştır. Başkaları için ise, tasavvuf mü'minin fazilet ve ahlaklı yaşama üzerinde yoğunlaşarak Tanrı ile bireyin nefsinin birleşmesine götüren, mistiğin kendi özgür iradesinin kalmadığı, ve sadece kendisini Tanrı'nın iradesine ram olmayı arzulayan bir hale girdiği gönüllü bir yoldur. Çoğu mistik, bu yolu, irfanın, ezeli Hakikatın, gerçek içe bakışın tek emin yolu olan kalbin ezeli hikmetinin farkına varma olarak görür. Bazıları yine de bütün varlığın birliğini vurgular ki böylece mistik yol, insanın, kainatta ve bireyin kendi kişiliğinde var olan ezeli Varlık'ın basit bir fani tecessümü olduğunun farkındalığına iten psikolojik bir ilerleme halini alır. Bazı Sufiler, cezbe, esrarlı sözler, görüş ve rüyalar olarak dışa vurulan olağanüstü mistik tecrübeyi vurgularken, başkaları için yol, tefekkür ile gönlün ıssız kuyularında bulunan Tanrı'ya bir yürüyüştür.

Tasavvufu tanımlamaya çalışmak, Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevi'sinde yer alan bir hikayede geçen karanlık odadaki fil kıssasına benzer.

Bir fil karanlık bir binada idi.
Hindistan'dan bazı insanlar onu gösteri için getirmişlerdi.
Birçok insan o karanlık odaya fili görmek için gitmekteydi.
Her biri ona karanlık odada elleriyle dokunuyordu,
Çünkü onu gözle görmek ihtimali yoktu.
Bir kişi, Onun hortumuna dokundu,
'Bu bir su borusuna benziyor' dedi
Filin kulaklarına dokunan bir başkası da onu yelpazeye benzetti.
Bacaklarına dokunan diğer kişi,
'Filin şeklini bir sütun olarak algılıyorum' dedi.
Hayvanın sırtına dokunan diğer bir kişi,
'Gerçekten de bu fil bir tahta benziyor' dedi.
Bunun gibi, filin herhangi bir parçasına dokunan kişiler
Algıladıkları yere göre bir anlayışa sahip oldular.[1]


Moderniteyi tanımlamak da aynı derecede zordur. Bazıları için "modernite" hayatta kalmak için teknolojik gelişmelerden faydalanan, ve bunu diğer "yenilerle" bağdaştırmak, "modernlik öncesi" ya da "geleneksel"den uzak kalmakla açıklanan kültürel davranıştır.[2] Bruce Lawrance ise moderniteyi "artan bürokrasi ve akılcılığın yanı sıra modernite öncesi akla gelmeyecek teknik yeterlilik ve küresel etkileşim tarafından şekillenen insan hayatının yeni bir göstergesidir"[3] şeklinde açıklar. Bazıları için modernite her zaman Batılılaşmayı ima eder ki bu sebeple Batılılaşma yüklü bir kelime haline gelmiştir. Şüphe yok ki "medeniyetler çatışması" isimli makale ve kitabı olan Samuel Huntington gibi düşünürler için kelime Batılı siyaset adamlarının düşüncelerini yansıtır. Batı medeniyeti "bireyselcilik, liberalizm, kurumsalcılık, insan hakları, eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü, demokrasi, serbest piyasa, kilise ve devletin ayrılığı"[4] prensipleri üzerinde yükselir. Bu prensipleri benimseyenler sıklıkla kendilerini gericilik, hurafeler ve cehalet içinde sıkışmış kalmışlara aydınlanmış bir hayat anlayışını bahşetmekle yükümlü olarak görürler.

18. ve 19. yüzyıl Avrupalı filozofların görüşlerinden kaynaklanan bu prensipler "modernizm" adında bir ideolojiyi ya da inanç sistemini oluşturur. Modernizmin ileri sürdüğü yaşam tarzı dini otoriteyi ve dinlerden türeyen ahlaki ve inanca dair prensiplerin kamusal ifadelerini tehdit eder ve onların yerine, "sürekliliğin değişimi üzerine vurgu yapan toplumsal kodlu değerler düzeni tarafından ortaya çıkan bireysel özerkliğe ulaşmayı önerir; nitelik yerine niceliği, etkili üretimi, güç'ü, kâr'ı geleneksel değerler ya da dinden kaynaklanan çağrıları hem kamusal hem de özel alanlarda tercih eder. Aşırıya giden bir ütopik bakışla, toplumsal huzursuzluğu ve fiziksel rahatsızlığı da alaşağı edecek teknolojik gelişmeleri gerçekleştirecek en emin yol saydığı müşteri merkezli kapitalizmi hükümferma kılar".[5]

Bu sebeplerle, tasavvuf ve moderniteyi bir araya getirmek bir yandan esamesi okunmayan değerler bütünü ile zahitlik ve basit yaşam tarzı ile Allah sevgisi, Allah'ın iradesi için cedelleşme, bilimsel pozitivizm ile elde edilemeyecek marifeti aramakla ve İlahi olanın içteki varlığının keşfi, diğer taraftan kişisel hakları yücelten, bireysel tekamülü herkesin bir görevi sayan, yaşamın çoğu problemlerinin çözümleri için bilime olan inancın, dinin iddialarına şüpheci yaklaşmayı ve siyaset ve ekonominin özerk alanlarından dini inanışları ihraç etme çabası içinde bir hayat sunmaktadır.

Yukarıda bahsedilen inanç düzeni zıtlık içinde ya da uyuşmaz olarak algılandığında sonuç medeniyet değerlerinin çatışmasıdır. Lakin bu hayata dair bu yaklaşımlar uzlaştırılabilir olarak düşünülürse, medeni yaşamın üzerinde yükseleceği prensipler diyaloğu onu takip eder. Her iki durumda da yaşama manevi bir bakış olan tasavvuf tarafından temsil edilen içselleştirilmiş dini kimliğin ve seküler toplumda bireyin modern algılanışı, zamanımızın en büyük kavgalarından biridir. Bu, dindar düşünürün görüşleri tarafından kaçınılmaz olarak tanımlanır ve tasnif edilir hatta o düşünürün güvenilirliği ve söylemleri ile belirlenir.

Fethullah Gülen ve Tasavvuf

Eğer Fethullah Gülen'in eserleri ve davranışları bu bağlamda düşünülürse, sorulması gereken ilk soru takipçileri ve yakınları tarafından sevgi ve hürmetle adlandırıldığı gibi "Hocaefendi" ya da "Üstad"ın sufi olup olmadığıdır. Hayatında birçok defa Fethullah Gülen, hareketini kendisinin de şeyhi olduğu yeni bir Sufi oluşum kurduğu suçlamalarına karşı savunmak zorunda kalmıştır.[6] Günümüz Türkiyesinde gizli bir tarikat kurmanın sorumluluğu çift suçlama taşır ve resmi ve siyasi yaptırımları vardır. Seküler modernistler tasavvufu modernite öncesi geçmişin bir parçası, Osmanlı döneminin kalıntısı, ilerlemenin, gelişmenin ve refahın önünde bir engel olarak görmektedir. Öte yandan, Vahhabi kaynaklı bir İslam görüşüne sahip kimselerce de tasavvuf, İslam ümmetini Tanrı tarafından verilmiş bir görev olan Kur'an ve sünnetin söylemleriyle uyumlu bir toplum düzeni kurmaktan uzaklaştırmakla sorumlu tutar; Sufileri, garantisiz ve geleneksel olmayan yenilikleri ve pasif, sadece takvaya dayalı bir dindarlığı öğütlemekle suçlar. Aynı şekilde, Sufi grupların hâlâ Türkiye'de yasak olması sebebi ile, yeni bir tarikat kurmak yasadışı bir hareketle iştigal olarak görülmektedir.

Bu suçlamaya karşın Fethullah Gülen, kendisinin bir tarikat kurmadığını ve hiçbir zaman bir Sufi oluşuma bağlı olmadığını yineler. "Dini oluşumlar, Peygamberimizden (s.a.s.) altı yüzyıl sonra tasavvufi temsil adıyla ortaya çıkan müesseselerdir. Kendi kuralları ve yapıları vardır. Ben Sufi bir düzene tâbi olmadığım gibi bir tanesi ile bile bir ilişkim olmamıştır".[7] Kendisine Sufilerin geleneksel olarak efendileri için kullandıkları bir terim olan hoca şeklinde niye hitap edildiği sorusuna ise bu başlığın hiyerarşik ya da Osmanlı dirilişi gibi bir mana içermediğini, fakat sadece "dini konulardaki bilgisinin tanındığı ve genel toplum tarafından kabul gören bir kişiyi saygılı bir şekilde hitap etme yolu"[8] şeklinde cevap verir.

Gülen'in hiçbir tarikatla alakası olmadığı halde onu Sufi olarak değerlendirmek yerinde midir? Gülen'in Sufi eğilimlerine dair önemli çalışmasında Zeki Sarıtoprak, Gülen'i "kendi tarzında bir Sufi"[9] olarak isimlendirir. Sarıtoprak, birçok Sufinin de zaten herhangi bir Sufi oluşumuna mensup olmadığını belirtir. İslam'ın ilk altı yüzyılında bir sufi oluşum yoktu, lakin pek çok kayda değer Sufi vardı. Sufi oluşumların İslam ümmeti içindeki 13.-14. yüzyıllardaki ortaya çıkışlarından bu yana bile herhangi bir tarikata bağlı olmayan birçok bilinen Sufinin olduğu vakidir. Yıne de Sarıtoprak, tarikata intisap etmeyen ve ruhani bir önderi olmayan modern Sufinin çıkmazlarını da işaret etmektedir.

İlk Sufilerin ne düzeni ne de Sufi organizasyonları vardı. Ne Rabia, Cüneyd, Muhasibi, Bişr, Gazali, Feridüddin Attar, ne de Mevlana bir cemaat mensubu değildi. Ama Sufiydiler. Kurum­sallaşmış tasavvufa göre onların Sufi oluşu bile sorunsallaştırılır, çünkü bu ilk Sufilerin efendileri yoktu. Zira, Sufi geleneğinde, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.[10]

Ruhani bir liderin gerekliliğine gelince, geniş bir Sufi topluluğu bireyin bir şeyhi olmadan veya pirsiz olarak Sufi olmasını yadırgadıkları hatta yasak bile ettikleri doğrudur. Lakin, manevi liderin yaşayan biri olmasının gerekliliğine inanmayan küçük bir kesim hep varolmuştur. Örneğin Harakani, Ebu Yezid el-Bistami'nin ruhu tarafından Sufiliğe yönlendirilmiş, Attar da Hallac-ı Mansur'un ruhundan ilham almıştır.[11] Musa'nın Kur'an'daki Kehf suresinde bahsi geçen gizemli dostu Hızır'ın kendi liderleri olduğunu iddia eden Sufiler de vardır.

Bunların arasında Gülen'in durumu ise kendi ruhi gelişiminde rehberi Kur'an ve sünnet olmasıdır. Gülen'e göre Kur'an sadece en iyi rehber değil aynı zamanda bütün Sufi düşünce ve pratiğinin kaynağıdır. Kökü Kur'an ve sünnete dayanan ve Kur'an'ın öğretilerini kendi gayretleri (içtihad) ile uygulayan tarihteki diğer Sufilerin görüş ve tecrübeleri ile desteklenen tasavvuf, bazı Müslümanlar tarafından takip edilen ve Şeriatla ayrılık içinde veya çelişkide olan alternatif bir yol olduğu sanılmamalı, aksine İslam'ın temel bilimlerinden biri olarak görülmelidir.

Tasavvuf; bâtın ağırlıklı bir ibadet yolu olması ve şer'î hü­kümleri de rûhî yanları, kalb üzerindeki tesirleri ve vicdan­da tebellür eden derinlikleri itibarıyla ele almasından ötürü, başka mesleklere göre biraz daha ledünnî, engin ve zor anla­şılır olsa da, çıkış noktası ve hedefi açısından, Kitap ve Sün­net kaynak­lıdır ve İslâmî yolların hiçbirine münâfî de değildir. Münâfî ol­mak şöyle dursun, diğer bütün şer'î ilimler gibi o da Kitap, Sün­net ve selef-i sâlihînin sâfiyâne içtihadlarını esas alarak, hep ilim, mârifet, yakîn, ihlâs ve ihsan ruhu gibi haki­katler üzerinde durmuştur.[12]

Fethullah Gülen'e göre Tasavvuf ve Şeriat aynı gerçeğin iki yüzüdür, ya da aynı gerçeği açıklamanın iki değişik yoludur da denilebilir. İki ayrı yolla açıklama kişilikteki farklılıklardandır, çelişen mesajlardan dolayı değil. İkisi de Müslüman'ı bir İslami gerçeğe inanmaya ve ona amel etmeye götürür, ama her bir Müslüman kendi karakterine en uygun olanını bulmalıdır.

Ne var ki, bazı dönemler ve bazı şahıslar itibarıyla, aslın­da bir hakikatin iki ayrı yüzünden ibaret olan şeriat-ı garrânın ah­kâmı ile, murâkabe, riyâzât, mücahede gibi rûh-u şeriat bir­bi­rinden ayrı zannedilerek, bunların birinin zâhirperestlik, diğe­rinin de bâtınîlik vehmiyle birbirine düşman gibi tavır al­dıkları da bir gerçektir. Vâkıa bu ayrılık, biraz da, zâhir-i şeri­atın, fa­kîhler, müf­tîler tarafından; diğerinin de mutasavvıflar­ca temsil edilmesiyle destekleniyor gibi görünse de, buna, herkesin mi­zâcına daha uygun olanı öne çıkarması şeklinde bakmak da mümkündür.[13]

Tasavvufta, Şeriatın zahiri uygulamalarının batıni yolda yürüyenler için gerekli olmadığını söyleyen bazı sapkın (bi-şeriat –daire-i şeraitten hariç, şeriatsız) Sufiler olagelmiştir ama Gülen'in yerinin Sufinin Şeriatı ihmal edemeyeceğini vurgulayan (ba-şeriat-şeriatlı, şeriata boyun eğen)'lerin arasında olduğu nettir. Gülen; Kadiri, Nakşibendi gelenekleri ve modern zamanda tasavvufu Kur'an ve Sünnet'teki mesajı tam olarak yaşamanın yollarını arayan samimi Müslümanın yaşamının bir yüzü olarak gören Said Nursi tarafından temsil edilen Şeriat merkezli Sufi silsilesinin bir devamı niteliğindedir.

Aslında Özdalga, Fethullah Gülen'in düşünce yapısını şekillendiren "üç olumlu referans noktası" görür: 1) Geleneksel Sünni İslam'ı, 2) Nakşibendi Sufi geleneği, 3) Said Nursi'nin eserlerinden etkilenenler için kullanılan Nurculuk Hareketi.[14] Nakşibendiler her zaman Şeriat reçetesinin imtinayla uygulanması üzerinde ısrarcıdır, böylece ilk iki nokta ile herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Gülen, Nakşibendi tarikatından Nakşibendilik disiplininin şeyh tarafından yakın takibe alınan açık bir manevi gelişim programı ile sunulması yönünde farklılaşır, oysa ki Gülen'in programı, manevi egzersizler ve adanmalar yerine, daha çok önü açık olan güzel ameller ya da insanlığa hizmet üzerinde vurgu yapar.[15]

Muhtemelen Gülen'in düşünce yapısı üzerindeki, tasavvufa yaklaşımı da dahil, en yapıcı etki Said Nursi'ninkidir.[16] Yine Nakşibendi geleneği içinde şekillenen ama kurulu bir tarikatın sınırları dışında çalışmak ve öğretmek isteyen Nursi gibi, Gülen de Sufi geleneğini İslami değerlerin içselleştirilmesinin başarılması için kurumsallaşmış bir ihtiyaçtan ziyade İslam evliyasının zihinsel birikimi olarak görür. Nursi'ye göre tasavvuf,

Şirin, nuranî, neşeli, ruhanî bir hakikat-i kudsiye vardır ki, o hakikat-i kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cilt kitap, ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler.[17]

Üstelik, Said Nursi gibi Gülen de tarihsel olarak tasavvuf adına olup biten her şeyin olumlu değerler olmadığının farkındadır. Sufi geleneğine eleştirel bir bakış da içeren, ama, bir cemiyet ve kardeşlik kurmanın bir vasıtası olarak gören hareketin dahili gücü yabana atılmamalıdır. Said Nursi'nin dediği gibi;

Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i İslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiâtıyla tarikat mahkûm olmaz. Tarikatin dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatlerdir.[18]

Gülen, tasavvufu Şeriat'in bir iç boyutu olarak algılar ve bu iki boyut asla ayrılmamalıdır der. Dış performans eğer özde bir değiştirici güce olan dikkatten yoksunsa kuru bir ritüelden ileri gidemez. İç disiplin üzerinde yoğunlaşma ve tevdi edilmiş ritüel ve davranışları reddetme kişinin şahsi tercihlerini ve eğilimlerini takip etmedeki manevi azmi azaltır. Ancak İslam'ın iki boyutunu da harekete geçirerek kişi tevazu ile yaşamını tamamıyla Tanrıya teslimiyette muktedir olabilir.

Bir salik ya da yolcu Şeriatın dış görünüşü ile iç boyutunu birbirinden ayıramaz, bu sebeple İslam'ın hem dış hem de iç boyutlarının bütün gerekliliklerini yerine getirir. Ancak bu tür bir dikkat ve ciddiyet neticesinde, kişi son derece mütevazı ve tam bir teslimiyetle hedefine doğru ilerler.[19] Tasavvufun Gazali'nin deyimi ile "dini bilimlere hayat vermesi" gibi Şeriat da müminin İslami gelenekte kök salmasını sağlar.

Eğer salik kalbini manevi yolculuğun gereksinimlerine ve Şeriatın emirlerine göre ayarlayamamışsa, yani, eğer manevi olarak hisleri ile sınırsızca uçarken, peygamberliğin ışığında düşünüp anlayamıyorsa, yere çakılması kaçınılmazdır. Kafası karışacaktır, şaşıracaktır ve Şeriatın ruhuna aykırı konuşup davranmaya başlayacaktır.[20]

Sarıtoprak'a göre isimlendirme, yani kişinin bir Sufi olarak anılması meselesi bir tarikatın müntesibi olup olmamasından sonra gelir. Mevlana'yı, kişiyi Sufi yapanın dış sınırlamaların değil, kişinin özünün saflığıdır deyişi ile alıntılar:

Gülen kendisini hiçbir zaman bir Sufi olarak tanımlamamıştır. Zaten kişinin Sufiliği isimde kalmaz, ruhta ve kalptedir. Rumi'nin dediği gibi: "Sufi kimdir? Kalp saflığı, yamalı bir hırka ve sapmış cinsel arzuları olan bu Sufiliğin ismini çalan ehli dünya değil. O (gerçek Sufi), tasaffi etmiş özü önemser." Kısaca, Gülen bilir ki, kişi kendisini Hakikatin varlığının ışığında kendi acziyetini, fakirliğini ve hiçliğini bilmesi vasıtasıyla yok edebilir.[21]

O zaman, eğer isimde değilse bile ruhta, Gülen Sufi olarak değerlendirilecekse, ona göre tasavvuf nedir? Konu hakkındaki eserinde Gülen kendi tanımını şöyle sunar:

Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılıp, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, mu­habbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.[22]

Gülen'in, tasavvufun, beşerî vasıfları aşma, ilahî havl, kuvvet ve rahmete erme ve Hakk'ın kullarında görmeyi arzuladığı fazilet ve davranışları elde etmekle iradeye öncelik verdiği görülür. Bu yolla yaşayan kişi marifette ya da ruhsal zekada ve Allah ve mahlukat için muhabbette yavaş yavaş gelişir. Bu yolun gerçek takipçisi için, ilahî irade mümini manevi hazla hem cesaretlendirir hem de tasdik eder. Bu anlayış, yüzyıllardır Sufilerin kendi gayretleri ile ilahi rahmete ulaşma yolundaki engellerin birer birer kaldırılması ve sonrasında bilgi, aşk ve zevkin manevi haller olarak Cenab-ı Hak katından hediye şeklinde bahşedilmesi ve sabırla beklemesi gereken farklı manevi makamlara ulaşabilmek için çaba sarf etmesi gerektiğini söyleyen Sufi öğretileri ile tutarlıdır.

Gülen tasavvuf ile niçin alakalıdır? Onun için Sufi geleneğinin cazibesi nedir? Bir yorum esnasında, yüzyıllardır İslam tarafından öğretilen özdeki değerler üzerinde en çok tefekkür eden ve bunları uygulayan ve bencil düşünceleri kontrol amacıyla manevi disiplin geliştiren Müslümanların Sufiler olduğunu belirtir. Tasavvufun İslam'ın özü olduğu veya kendisinin de dediği gibi ruhu olduğu söylenebilir.

Din olarak İslam, tabiatıyla manevi alana vurgu yapar. Temel prensip egonun eğitimidir. Dünyadan el ayak çekmek, takva, nezaket ve samimiyet bu eğitim için gereklidir. İslam tarihinde bu gibi konular üzerinde en fazla duran disiplin tasavvuftur. Bunu inkar etmek İslam'ın özünü inkar etmekle eş değerdir.[23]

Başka deyişle, tasavvufun aslı, Fethullah Gülen'e göre, Müslüman'ın davranışları etkilemesi ve onları şekillendirmesi için Kur'an ve sünnetin mesajının içselleştirilmesidir. Tasavvuf ile Müslüman, sonradan müminin yaşam biçiminin bir parçası olacak olan İslami öğretiyi takdir etme düzeyinde emirlere ve düzenlemelere itaatin ötesine geçmeyi öğrenir. Tasavvuf bir Müslüman'ın nasıl bencil eğilimleri aşabileceğini, kızgınlık ve karşı gelmelere nasıl cevap verebileceğini, sabır ve korunma ile cesaretsizliğin ve alışılmışlığın ötesine nasıl geçebileceğini gösterir. Tasavvuf Müslüman'ı ilahî irade ile tam bağdaşan bir hayatı yaşaması için lazım olan faziletli nitelikleri ve bireysel disiplinleri kazanmasını sağlar. Tasavvuf, insanın sürdürmeye zorunlu olduğu dini adanmışlığın uygulamasını yorucu ve nahoş bir yük olmaktan çıkarmak için hatta hayatın gönüllü ve neşeli kabulünü mümkün kılabileceğini göstererek insanı şevke, hazza götürür. Gülen'i en çok ilgilendiren tasavvufun İslami inancı ve pratiğini kişinin içselleştirebilmesini mümkün kılan uygulanabilir bir program sunabilmesindeki yetkinliğidir, bazı sufilerin söylediği ya da onlar hakkında söylenen haz veya olağanüstü esrarlı tecrübeler değil.

Gülen'in Sufi üstatların öğretimi hakkındaki takdiri onu farklı vesileler ile Sufi hayat tarzının uygulamaya konulma şeklini eleştirmekten alıkoymaz. İlk Sufilerin dinamizmi Sufi tarikatlarda şekillenen kurumsal formlarda sıklıkla göze görünmemektedir. Özellikle şu son zamanlarda birçok Sufi kendini gerçek yaşamdan soyutlar ve anlamsız metafizik söylentilerle meşgul olur. Gülen'e göre bunlar günümüz Türkiye'sindeki eğitim krizinden sorumlu olanlardır. Gerçekten de onun eğitime yönelik çabaları Türk öğrencilerine sunulan eğitim programlarındaki alternatif eksikliğine tepki mahiyetinde anlaşılabilir. Gülen ve yakınlarını yeni bir eğitim tarzına iten bilimsel bilgi ile manevi değerlerin arasındaki entegrasyon eksikliğidir.

Gülen ve arkadaşları tarafından üstlenilen eğitimin faaliyete geçmesine kadar, bilimsel eğitim ile beşeri ve manevi değerlerin birleştirilebilmesinde başarılı olunamamıştır.

Modern okulların ideolojik dogmalara yoğunlaştığı, dini eğitim kurumlarının (medreselerin) hayattan koptuğu, manevi eğitim kurumlarının (tekke) sadece metafizikle iştigal ettiği ve gücü temsil edenlerin kendini sadece kuvvetle sınırladığı bir dönemde bu koordinasyon (bilginin kordinasyonu) özellikle mümkün değildi.[24]

Seküler okul sistemleri, modernist ideolojinin önyargılarından ve geleneğinden kurtulabilmiş değildir, medrese ise bilimsel düşüncenin ve teknolojinin tehditleriyle yüzleşmeye ya güç yetirememiş ya da bununla hiç ilgilenmemiştir; geçmişten kopmak, değişimi gerçekleştirmek, ve günümüz öğrencilerinin ihtiyacı olan eğitim formasyonunu sunmak için lazım olan bakış ve esneklikten yoksundur. Sufi tekkeleri kendilerini manevi değerlerin gelişimi için zorladıkları halde günümüz toplumunun ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız olmuştur, ve Gülen'in sözleriyle, "Kendilerini önceki asırlarda yaşamış evliyanın fazilet ve kerametleri ile avutmaktadırlar."[25]

Gülen ve Modernite
Gülen'in Türkiye'deki mevcut eğitim sistemlerini eleştirmesi bir taraftan modern değerleri tamamıyla göz ardı etmediğini, koyu bir gelenekselcilik ya da Osmanlı tarzını günümüze taşıma taraftarı olmadığını gösterir. Medrese ve tekkeleri eleştirmesi ise özellikle onların modern yaşamın ihtiyaçlarını karşılamaması gerçeği üzerinde temellenir. Onlar artık modern dünyada aktif ve olumlu katkıda bulunabilecek öğrenciler yetiştirmemektedirler, çünkü kendi pedagojik metotlarını okullarında öğretilen geleneksel disiplinlerle bilimdeki ve teknolojideki gelişmeleri bağdaştıramamışlardır. Öğrenciler iyi bir dini bilgi birikimi veya ahlaki prensiplerle yoğrulabilirler ama günümüz toplumunda, kendi bilgilerinin ve ahlaki kodlarının herhangi bir değişiklik getirebileceği etkili mevkilere yükselemezler.

Diğer taraftan, seküler devlet okullarını ve akademileri eleştirisinde Gülen, modern bilimsel bilginin ve teknik yeteneklerin birbirinden ayrılmakta olduğunu, ama okulların İslami gelenek tarafından korunan ve aktarılan "manevi" ve ahlaki değerlerin sunulmasında başarılı olamadığını da belirtir. Böyle okullardan çıkan öğrenciler teknik veya profesyonel alanlarda belki iş bulabilirler lakin ne için çalıştıklarına dair herhangi bir malumattan, inşa edecekleri dünya adına bir görüşten ve güç, aç gözlülük ve bencilliğin karşı konulmaz cazibelerini yaratıcı bir şekilde reddetmelerini mümkün kılacak bir iç disiplininden yoksundurlar.

İki durumda da, yani medrese ve tekkelerin yanı sıra devlet okulları ve akademilerde temel problem aynıdır, entegrasyon eksikliği -yeni ve eskinin, modernite ve geleneğin, bilimsel ve dini bilginin, teknik beceri ve karakter oluşumunun entegrasyonu-. Bu entegrasyonun sonucu ise kriz içinde bir toplumdur. Nilüfer Göle, bu krizi netlikle ifade eder:

Türkiye'de son yirmi yılda yaşayan bizler, bir şok halindeyiz. Kendimizi bilmek ve yeni çağı yakalamak arasında gidip geliyor; hırs, kızgınlık, ve heyecan arasında dolanıyor; ve ruhumuz ve dünya arasında elimizle bir yol açmaya çalışıyoruz. Gayri resmi kimliğimiz ve muğlak düzenlemelerle savaşıyoruz. Türkiye geçmişi ile geleceğini, gelenek ve moderniteyi, ve kendisi ile dünyayı birleştirmediği sürece bu dengesizlik sürecektir. Şiddet ve anarşi bunun habercileridir.[26]

Göle, Fethullah Gülen'in düşüncesinde entegrasyonun anahtarını bulur. Ona göre, Gülen'in tasavvuf çalışmalarından ortaya çıkan "kalp kültürü" Türk toplumuna, entegrasyon eksikliği, bölünmüşlük, değişik eğitim sistemlerinin peşin hükümlü doğası sebebiyle yitirdiği kendine güveni geri verir. Önceki sistemler ayrıştırıcı olmuş, ve bu, toplumda "seküler" ve "İslami," "modern" ve "geleneksel," "bilimsel" ve "dini," kutuplaşmalara sebep olmuştur, oysa Gülen'in hayata entegre bakışı Türk halkının geçmişten kalanlardan en iyisini ve hâlâ geçerli olanları korumalarını ve bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri kabul etme ve onlardan faydalanmalarını sağlar. Sonuçta Göle, gerçek manada modern ve hoşgörülü bir toplum ümit eder.

Gülen'in düşünce yapısı, kişisel tevazuu, toplumsal muhafazakarlığı, ve medeniyet inşasında İslam'ı öne sürer. Tanrı ile irtibatını kesmemiş mütevazı ve hoşgörülü insanların, geleneksel baskı ve modern aşırılık ile yıpranmış bireylerin örneklerini verir. "Gönül kültüründe" iman ve bilgiyi birleştiren şefkat, bize kendine güvenin yeni bir kapısının açıldığının iyi haberini müjdeler. Türkiye'de ilk defa muhafazakar düşüncenin ve liberal hoşgörünün böyle derince bir karışımına şahit oluyoruz.[27]

Eğitimin karşılaştığı sorunlar bir bütün olarak toplumun karşılaştığı tehditlerin basit yankılarıdır. Eğitim sistemlerinin ayrık unsurları entegre bir bütüne dönüştürmedeki başarısızlığı geniş manada toplumun da genel olarak bunu başaramadığının bir göstergesidir. Gülen, günümüzün değer ve tavırlarının geçmişin dehasıyla yüzleşmemiş olduğu bir dönemde "modern medeniyetin" başarıldığının iddia edilmesinin sığlığına işaret eder. Sonuç, görünüşte bir modernite, altında yatan ise dokunulmamış ve etkilenmemiş bir insan vahşetidir. Gülen'in dediği gibi:

Eğer cemiyetteki güruhlar inanç, sevgi, sorumluluk duygu­su, gayret ve şevkten yoksun iseler, eğer gerçek kimliklerinden bihaber, ve içinde yaşadıkları çağın ve çevrenin farkında olmadıkları amaçsız bir yaşam sürüyorlarsa, o cemiyet bütün kurumlarıyla değişmiş olsa, hayat standartları kayda değer bir artış gösterse ve yaşam tarzı olarak bütün insanlar "modernize" olmuş olsalar da o toplumda medeniyetten bahsedilemez. Medeniyet entelektüel ve manevi bir fenomendir, teknoloji, giyinme ve süslenme, mobilya ve lüks ile hiçbir alakası yoktur. Kan dökülmesi, değişik adlar altında sömürgeciliğin devamı, bitmeyen katliamlar ve karışıklıklar, değişmeyen insan davranışları, tarzların kabalığı, aydınlanmamış entelektüel yaşam, dünya görüşlerinde ve bilim­de maddeciliğin baskınlığı, bütün bunlar, ve dünya çapında devam eden diğer vahşilik işaretleri, kararlı bir şekilde dünyanın "gelişmiş" insanlarının gerçek bir medeniyet kurmadıklarının ve onların "gelişmekte olan" taklitçilerinin de bunu beceremediğinin göstergesidir.[28]

Son hedefleri "modernite" olan bu toplum ve siyaset belirleyicilerini eleştirir. Modernleşmeyi gerçekleştirmeye yönelik çabalarında, yaşam tarzlarını ve adetlerini üstünkörü taklit etmeye başlarlar ve bunu yaparken asıl zorluk olan zihniyetleri değiştirmeyi ihmal ederler. Gülen işte her ne pahasına olursa olsun böyle bir modern toplumu oluşturmaya olan bu adanmışlığı "modernleşme" olarak tanımlar. Modernist toplum planlayıcıların aksine, Gülen, milletlerin asıl hedefinin medeniyet, ahlak ve zihniyet bazında bireylerin ve toplumun yenilenişi olması gerektiğine inanır. Yeni tüketim nesneleri ve tarz ve davranışların değişmesine dikkat kesilmekten hasıl zevkler sunmaya yoğunlaşmak, yanlış anlaşılmış soruna sahte bir çare bularak insanları hatalı yönlendirmesi bakımından "kültürel bir suçtur."

Medeniyet modernleşmeden farklıdır. İlki insanın görüşleri, düşünme biçimi ve insani bakımdan değişmesi ve yenilenmesi demek iken ikincisi onun hayat tarzının ve bedensel zevklerinin değişmesi ve yaşam kalitesinin gelişmesini içerir... Yanlış kavram kullanımından akılları karışmış olan yeni nesiller, önce düşünme yollarıyla yanlış yönlendirilmiş, ve sonra da inanç, dil, milli fikirler, ahlak ve kültürde bozulmuşlardır. Ayrıca, teknik imkanlardan herkesten fazla yararlanan Batılı halklar ve Doğu halklarından çıkan sahte "entelektüeller" ve kendini medeni ve ötekileri barbar olarak görenler böyle bir yanlış etiketleme ile medeniyet ve kültür adına çok ciddi, affedilemez bir suç işlemektedirler.[29]

Bu yanlış eylemlerden sorumlu kişiler moderniteyi Batılı­laşmak ile özdeşleştirerek, Batılı olan ne varsa bunların daha üstün, ilerlemeci ve gelişmiş olduğunu hiç de eleştirmeyerek alıkoyan ve başkalarını da bunu kabul etmeye zorlayanlar ve bunu yaparken de yerli ya da milli olan her şeyi aynı şekilde değersizleştirenlerdir. Gerçek medeniyet başkalarının başarılarının (ve eksikliklerinin) kör taklitleriyle elde edilemez, aksine, eleştirel düşünmede, uygun davranışta, insani değerlerde ve kişisel entegrasyondaki büyüme ile kazanılır. Manevi nitelikler için gayret olmadan sadece maddi refah üzerinde yoğunlaşmak maddeciliğin günümüzdeki yüzüdür.

Modern imkanlar hayatın dış görünüşünün "modernleşmesinde" yardımcı olabilir, ama bu medeni olmayla aynı kefeye konulamaz. Medeniyet, insanın potansiyelinin gelişimi için elverişli bir atmosferdir. Medeni bir insan, kendisini bu atmosferde geliştirdiği ve rafine ettiği düşünce, his ve yetenekleriyle özelde içinde bulunduğu cemiyetin ve genel olarak bütün insanlığın hiz­metinde istihdam etmiş kişidir. Öyleyse, medeniyet, zenginlikte, lükste ve genel manada rahat bir yaşamda, cömertçe döşenmiş evlerde ne de üretim ve tüketim teknikleri ve miktarında aran­ma­­­malıdır. Aksine, medeniyet, fikirlerdeki safiyet, duygu ve yöntemde temizlik ve görüş ve yargıların gücünde bulunabilir. Medeniyet, insanın manevi tekamülünde ve onun gerçek insanlık ve bireysel entegrasyona yönelik devamlı bir kendini yenilemenin altında yatar… Medeniyet, Batının kör taklitçileri tarafından anlaşıldığı gibi, bir mağazadan alınabilecek ve giyilecek bir elbise değil, zaman ve koşulların arasından geçerek ulaşılabilecek bir nihai karardır.[30]

Modernleşmenin Batılılaşmaya eşit olduğu önkabulü, ki bu Türkiye'de ve İslam dünyasındaki bazı entelektüelleri hedeflerini Avrupalı olan her şeyi taklit ederek başarmaya çalışmaya iter, Fethullah Gülen'e göre seçici tarih okumadan kaynaklanır. Modernleşmenin İslam topraklarında genellikle koloniciler tarafından tanıtılması ve pazarlanması ve Batının askeri teknolojideki üstünlüğü ile desteklenmesi sebebiyle, modernleşmeyi Müslüman düşünürlerin Batılılaşma ile bir tutmaları doğaldı. Ekonomide ve jeo-politikada rakipsiz Batı hakimiyeti ile karşılaşan Müslümanlar iki karşıt şekilde tepki gösterdiler:

1) "Modernistler" Batı hakimiyetini onun toplumsal yapısının etkinliliğinin kaçınılmaz sonucu olarak gördüler. Eğer Müslüman milletler Batılı akranlarıyla eşitliğe ulaşmayı umuyor idiyseler, bu onların kendi düşünüşlerini ve davranışlarını Batı'nınkinin benzer hale getirmek suretiyle tekrar gözden geçirmeleri manasına gelmekteydi. Oysa ki onlar medeniyet anlayışlarını var olan gerçeklikle ve tarihin gidişatının her zaman aynı yönde olmadığını ve tarihin o şekilde ilerlemek zorunda da olmadığını unutarak temellendiriyorlardı. Batı'nın bilimsel üstünlüğü ne tarihin karşı konulmaz ilerleyişinin bir sonucudur ne de tarihin bütün zamanlarında hep böyle olmuştur.

Tarihin bu şekilde kısmen okunması birçok entelektüele İslam'ı, Batılı milletlere hakimiyeti mümkün kılan ilerlemenin önünde bir engel olarak göstermiş ve dünya görüşünde, toplumsal yapılarda ve siyasi sistemlerde Batıyı taklit etmenin kesinlikle Batılı milletlerin kazandığı refah ve gücü elde etmeye götüreceğini düşünmenin yolunu açmıştır. Gülen'in sözleriyle:

Yıllarca, Batının üstün bilim ve teknolojiye atfedilen hakimiyetiyle kendi topraklarında esir düşen bazı Müslüman entelektüeller İslam'ın kendisini Müslüman halkların gericiliğinin sebebi olmasıyla suçlamıştır. On bir ya da daha fazla yüzyıl zarfındaki İslami üstünlüğü unutarak, İslam tarihini sanki on sekizinci asırda başlamış gibi düşünmüş ve de öyle yazmışlardır... İslam'ı ve onun uzun tarihini yüzeysel dahi olsa incelemek zahmetinde bulunmamışlardır.[31]

2) Modernleşmenin Batılılaşmaya eşit olduğu tezinden yola çıkan diğer Müslüman entelektüeller, Batılılaşmanın problemleri, eksiklikleri ve Batı kültürünün kötü etkileri üzerine yoğunlaşmışlardır. Batılı modern toplumların ateist altyapılarını, ahlaki göreceliğini, sonlarını getirmek için iştigal ettikleri kitlesel imhanın tehlikelerini haykırdılar ve modernitenin yıkıcı olduğuna ve dini inanca aykırı olduğuna karar verdiler. Batıyı bir düşman olarak algıladılar ve kızgınlık hatta şiddetle tepki verdiler. Gülen, eleştirmeden alma ve sinirsel tepki şeklindeki bu iki reaksiyonun, yanlış konuşlandırılmış olduklarını ve İslami öğretide yeri olmadığını söyler.

Diğer çağdaş Müslüman entelektüeller atom bombası, toplu katliam, çevre kirliliği ve manevi ve ahlaki değerlerin kaybını gördükten sonra bu felaketleri teknoloji ve bilime mal ettiler. Hakikati aramada tam bilimsel yaklaşımın yanlışlarını ve eksikliklerini ve bilim ve teknolojinin mutluluğu getirmesindeki başarısızlığını ileri sürdüler. Batını akranlarının yolunu takip ederek bilim ve teknolojiyi direkt olarak suçladılar ve tamamen idealist bir tavır takındılar. Oysaki İslam orta yoldur. Modern bilimsel yaklaşımı reddetmediği ya da suçlu bulmadığı gibi ne de onu kutsallaştırır.[32]

Moderniteye Karşı Eleştirel Söylemler
Gülen'in söylediği bu İslami "orta yol" modernite ile eleştirel bir ilişkidir. Ahmet Kuru, Gülen'in "orta yol" derken neyi kastettiği üzerinde durur. Gülen İslam ve modernite arasında bir orta yol bulmaktan bahsetmez, çünkü o İslam'ın kendisini bir orta yol olarak kabul eder: "İslam nihai dengenin 'orta yolu' olarak- maddecilik maneviyatçılık, akılcılık ve mistisizm, dünyacılık ve aşırı zühd, bu dünya ve ahiret arasındaki denge- ve önceki peygamberlerin yollarını birleştiricidir. Bu bakımdan, Gülen, İslam'ın modernite ve gelenekle uyum içinde ve aynı zamanda onlara karşı eleştirel olduğu bir yorumun peşindedir.[33]

Bu noktada Gülen'in tasavvuf çalışması onun için ayrıştırıcı ve idrak etmeye yönelik aletler hükmündedir. Eğer medeniyetlerin ilerlemesinde anahtar etken halkların zihniyetlerinin değiştirilmesi ise,[34] bu kişinin sınırlarını bilmesi, arzularını kontrol ihtiyacını tanıması,  erdem ve bilgi için çabalamada motivasyon bulması ile gerçekleşebilir. Bu, Gülen'e göre, tamamıyla tasavvufun ilgi alanıdır.

Zühde, düzenli ibadete, büyük-küçük bütün günahlardan arınmaya, niyetlerin samimiyeti ve halisane olmasına, muhabbet ve münacat ile bireyin başlıca aczi ve fakrına dayalı İslami manevi yaşam tasavvufun faaliyet alanı haline gelmiştir".[35]

İslami öğretimin batınî boyutunu önemseyen bir disiplin olarak Sufi eğitimi, Müslüman için modernitenin meydan okumasına karşı, eleştirel ama peşin hüküm veya tepkiselliğin tuzaklarına düşmeyen dozunda bir yüzleşmeyi mümkün kılar. Tüm modern insanların karşılaştığı soru insani niteliklerin, güzel davranışların, başkalarına sevginin, kişisel gelişim için arzuyu ve başkalarına aktif hizmet etme, dünyada bir değişiklik yapma arzusunu ve bu arzuyu kayıplar ve başarısızlıklara karşın nasıl geliştirilebileceğidir. Gülen'e göre, Müslümanlar için asırlardır bu tür soruları düşünenler ve bizzat cevap teşkil edenler Sufi düşünürlerdir.

Eğer modern Müslüman modernite ile eleştirel bir yolla ilgilenmek ve gerekli değişimi yapmak istiyorsa, önce herkes kendi nefsinden başlamalıdır. Tasavvuf, bireye, yüzyıllardır süregelen ortak zeka ile değişmiş bir mantalite, derin sevgi, olumlu karakter özellikleri, toplumun ilerlemesi için çalışma cesaretine doğru yürümeyi teklif eder.

Tasavvuf tarafından sunulan bu manevi program, modern bilimsel çalışmaları ahlaki eşitsizlikten, maddeci sınırlamalarından ayrıştırmak için sağlam bir temel inşa eder. Bu yolla, bilim ve sosyal bilimler, bilimsel ve insani değerler, yaşama bilimsel ve dinsel yaklaşım, "Batının bilimleri, Doğunun inancı ve ahlâkı"[36] uzlaştırılabilir. Bu, günümüzde ilim adamları, eğitimciler ve iletişimcilerin zorlandığı noktalardır.

Eğer aydınlar, eğitim kurumları ve kitle iletişim araçları insanlık için iyiyi üstlenmek görevini üstlenmişlerse, o zaman, modern bilimsel çalışmaları fazlasıyla kirlenmiş maddeci arzular atmosferinden ve ideolojik bağnazlıktan kurtarmalı ve bilim adamlarını gerçek insani değerlere yönlendirmelidirler. Bilimsel çalışmaları yönlendirmenin ilk şartı zihinleri ideolojik bağnazlıktan ve fanatiklikten soyutlamak ve dünyevi kazançlara ve faydalara sarılmaktan kirlenen ruhları temizlemek gereklidir. Bu aynı zamanda gerçek düşünce özgürlüğünü korumak ve iyi bilim yapmanın ilk koşuludur.

Gülen'in Yaklaşımının Etkinliği
Kuşkucular sorabilir, "Bu tavsiye gerçekten etkili midir? Bu sonuç verir mi? Aktif bir şekilde toplumu değiştirmeye ve dünyayı daha güzel bir yer kılmaya çalışanları iyi karakterli ve ahlaklı modern bireyler haline getirebilir mi?" Türk bilim adamları Bülent Aras ve Ömer Çaha'ya göre, Batı'nın ilmi ile geleneksel ve dini Türk değerlerini birleştirmek Gülen tarafından bulunmuş değil, aksine yüzyıldan fazla zamandır süren Türk entelektüel yaşamının bir parçası olagelmiştir. Onun hitap ettiği kitle Türkiye'deki seküler modernleşmenin resmi siyasetinde bir dengesizlik görenlerdir.

Gülen hareketi modern ve geleneksel değerleri uzlaştırarak modern dünya ile bir entegrasyon gözetmektedir. Bu fikirlerin terkibi teşebbüsü Osmanlı imparatorluğunun son milliyetçi düşünürlerin çabalarına benzer. Örneğin Ziya Gökalp Türk kültüründen alınan bazı unsurlar ile Batıdan alınan bilim ve teknolojiyi bir araya getirerek oluşturulacak bir sentezin gerekliliğine vurgu yapar. Gülen ve yandaşları bir adım daha ileri giderek Batı medeniyetini materyal bir hayat kurulması için uygun bir zemin olarak kabul ederken, İslam medeniyetinin ise manevi yaşam için uygun olduğunu düşünür. Hareketin muhafazakâr yapısı akılda tutularak bu hareketin Türk siyasi sisteminin sekülerizm ve modernleşme ile fazla iştigal ettiğini düşünenlere hitap ettiğini belirtmek gerekir.[37]

Aras ve Çaha'nın değerlendirmesine göre, Gülen'in hareketi önceleri ayrışık kalan unsurları uzlaştırması yönüyle başarılı olmaktadır.

Gülen hareketinin yegâne özelliği modernleşme çabalarının bir parçası olarak geleneksel değerlere de Türkiye devletinin resmi modernleşme programında gereken önemi vermektir. Bu zamana kadar, modernitenin talepleri ile yüzyılların geleneğini ve ülkenin tarihsel olarak farklılaşan topraklarını bir araya getirmede bir ölçüde başarılır ve bu kolay değildir. Kısaca, Gülen, Türk tarzı bir İslam'ı yaşanır kılmak, Osmanlı geçmişini hatırlamak, demokrasi ve hoşgörüye vurgu yapmak ve Türk Cumhuriyetleri ile arada bağ kurmaya teşvik etmek istemektedir.[38]

Gülen hareketi bilinçli bir çaba ve başkalarına hoşgörü olarak tanımlanabilir. Hasan Horkuç, Gülen'in tavsiyesini aşağıdaki gibi alıntılamıştır:

Öyle şümullü bir hoşgörü olmalı ki, başkalarının yanlışlarına sırtımızı dönebilmeli, farklı görüşlere saygı göstermeli, affedilebilecek her şeyi affetmeliyiz. Aslında, doğuştan gelen haklarımız bile gasp edildiğinde, insani değerlere saygılı olmalı ve eşitliği kurmak için uğraşmalıyız. En kaba fikirler ve nezaketsiz düşünceler karşısında bile peygamberane sabırla ve hiddetlenmeden, Kur'an'ın "yumuşak sözler" şeklinde sunduğu bir itidal içinde karşılık vermeliyiz.[39]

Gülen'in kesin bir dille ifade ettiği fikirlerinin tamamı, Fethullah Gülen'in yandaşlarının dinler arası işbirliği ve diyalogu teşvik için kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın amaç bildirgesinde bulunabilir. Bildiri:

Modern dünya, şefkat, hoşgörü, anlayış ve birleşmeyi temel alan evrensel değerleri hayata geçirecek; bütün düşmanlıkların, nefret ve kinin dostluk, hoşgörü ve uzlaşma ile üstesinden gelecek, insanlığın yararına bilgi ve kültür dağılma misyonunu vazife bilen, toplum ve birey arasında birini diğerine tercih söz konusu olmadan bir denge kuracak, ütopyaların kurduğu tuzaklara düşmeden, gerçekleri göz ardı etmeden geniş bir vizyona sahip, din, dil ırk gibi belirleyici unsurları zorlayıcı baskılardan soyutlayarak korumanın faziletine inanan sistem ve yaklaşımlar tarafından şekillenecektir.[40]

Gülen'in fikirlerinin sonuçlarını görmek için bakılabilecek mâlum yerler kendi ismi ile anılan hareket tarafından kurulmuş okullardır. Ben bu okulların muvaffakiyetlerini ve felsefesini başka yerlerde inceledim,[41] bunun için kendimi burada tekrar etmem gereksiz. Elizabeth Özdalga'nın önemli çalışması "Gülen Okullarının" İslamlaştırmak yahut beyin yıkamakla ilgilenmediğini, aksine "değerleri misaller ile öğrettiğini" gösterir. Özdalga;

Ana hedef [bu okullarda sunulan eğitimin] öğrencilere belirli bir ideolojik yönlendirme olmadan iyi eğitim vermektir. Gülen'in takipçilerinin temel düşüncesi ahlaki değerlerin ikna ve ders yoluyla açık bir şekilde kazandırılamayacağı, ama bizzat günlük etkileşimde iyi örnekler sunarak mümkün olduğudur.[42]

Ben, kişisel bir tanıklık ile bitireceğim. Ben "Gülen hareketinin" bir mensubu değilim, Müslüman da değilim, ama birçok ülkede bu okulların çoğunu ziyaret etme, yönetici ve eğitimci kadrosuyla ve de Müslüman ve gayri Müslim öğrencileriyle, onların aileleri ve çevredeki gayri Müslim eğitimcilerle kapsamlı mülakat yapma şansım oldu. Gülen'in yazılarında ifade edilen fikirleri okuduğumda, bu fikirlerin harekette yer alan insanların yaşamlarında etkili bir şekilde uygulandığını gördüm. Bunlar şüphesiz pozitif bilimlerde kaliteli eğitim görmüş, ama manevi ve insani değerlere yakın ilgi duyan modern insanlardır. Bu değerleri kendi yaşayışları ile öğrencilere aktarmak istemektedirler. En son teknolojik gelişmeler ile karakter oluşumu ve ulvi idealleri bir araya getiren birinci kalite eğitim vermektedirler. Gülen okulları, fikrimce, Gülen'in modernite ile manevi değerleri uzlaştırma gayretlerinin geçerliliğinin en etkili kanıtıdır. Bu okullar, günümüz dünyasındaki en büyüleyici ve gelecek vaat eden eğitimsel çabalardan biridir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Celaleddin Rumi, The Mathnawi-ye Ma'nawi, III: 1259-1266
[2] Asghar Ali Engineer, "Islamic World and Crisis of Modernism" Islam and the Modern Age, Ocak, 2002
[3] Bruce Lawrence, The Defenders of God (London: Tauris, 1990), 27
[4] Samuel Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order (New York: Simon and Schuster, 1997), 40
[5] Lawrence, 27
[6] Thomas Michel, "Fethullah Gülen as Educator," M. Hakan Yavuz and John L. Esposito (der.), Turkish Islam and the Secular State: The Gülen Movement, içinde (Syracuse: Syracuse University Press, 2003), 69
[7] Fethullah Gülen, L. E. Webb, Fethullah Gülen: Is There More to Him than Meets the Eye?, (Patterson, N.J.: Zinnur Boks, 1983), s. 103'ten alıntı
[8] A.g.e., 80
[9] İhsan Yılmaz da pek çok bilim adamının Fethullah Gülen hakkında yazdıklarından hareketle onun insanların manevi ihtiyaçlarına cevap vermeye, halkı eğitmeye ve karışık zamanlarda düzeni korumaya çalışan ve kökleri eskiye dayanan bir Sufi geleneği sürdürdüğünü iddia ederek bu görüşe katılır (bkz. İhsan Yılmaz, "İjtihad and Tajdid by conduct: The Gülen Movement", M. Hakan Yavuz ve John L. Esposito (der.) Turkish Islam and the Secular State: The Gülen Movement, (Syracuse University Pres, 2003), içinde s. 208-237
[10] Zeki Sarıtoprak, "Fethullah Gülen: A Sufi in His Own Way", Georgetown Üniversitesi'nde 26-27 Nisan 2001 tarihlerinde düzenlenen "Islamic Modernities: Fethullah Gülen and Contemporary Islam" seminerinde sunulan ve henüz yayınlanmamış tebliğ, s. 7. Sarıtoprak'ın tebliği, Gülen'in düşüncesinde Sufi unsurları inceleyen ilk eserdir
[11] Schimmel, 105
[12] Gülen, Key Concepts in the Practice of Islam, 9
[13] A.g.e., 7
[14] Elisabeth Özdalga, "Worldly Asceticism in Islamic Casting: Fethullah Gülen's Inspired Piety and Activism," Critique, 17 (Sonbahar 2000), 91
[15] A.g.e., 93
[16] Nursi'nin Mesnevi-i Nuriye isimli eserine yapmış olduğu yorumlarda Gülen, Said Nursi'den "Üstad" olarak bahseder ve onun eserlerinin derinliğine, anlaşılmak üzere incelenip araştırılmasını ister
[17] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım, Birinci Telvih, İstanbul: Sözler, 1997
[18] Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım, Üçüncü Telvih, İstanbul: Sözler, 1997
[19] Fethullah Gülen, "Sufism and Its Origins," The Fountain, Temmuz-Eylül, 1999
[20] Fethullah Gülen, "Key Concepts in the Practice of Sufism," s. 190
[21] Sarıtoprak, ss. 18-19
[22] Fethullah Gülen, Sufism, (İstanbul: Fountain, 1999), s. xiv
[23] Fethullah Gülen, Webb, ps 103
[24] Fethullah Gülen, Towards the Lost Paradise (Londra: Truestar, 1996), 11
[25] A.g.e.
[26] Nilüfer Göle, Ufuk Turu (İstanbul, 1996)
[27] A.g.e.
[28] Fethullah Gülen, Towards the Lost Paradise, 72-73
[29] A.g.e., s. 71
[30] A.g.e., s. 70
[31] Fethullah Gülen, Understanding and Belief: the Essentials of Islamic Faith (İzmir: Kaynak, 1997), 309
[32] Fethullah Gülen, "The Relationship of Islam and Science and the Concept of Science, The Fountain, Ekim-Aralık, 1999
[33] Ahmet Kuru, "Searching for a Middle Way between Modernity and Tradition: The Case of Fethullah Gülen," M. Hakan Yavuz and John L. Esposito (der.), Turkish Islam and the Secular State: The Gülen Movement, içinde, Syracuse: Syracuse University Press, 2003, s. 117. Kuru'nun Gülen'den yapmış olduğu alıntı ise, Fethullah Gülen, Prophet Muhammad: The Infinite Light, Londra: Truestar, 1995, ss. 200-201
[34] Fethullah Gülen, Towards the Lost Paradise, 71
[35] Fethullah Gülen, "Sufism and Its Origins," The Fountain, Temmuz-Eylül, 1999
[36] Fethullah Gülen, Criteria or Lights of the Way I (İzmir: Kaynak, 1998), 50
[37] Bülent Aras ve Omer Caha, "Fethullah Gülen and His Liberal "Turkish Islam" Movement," Middle East Review of International Affairs Journal, cilt. 4, no. 4 (Aralık 2000)
[38] A.g.e.
[39] Hasan Horkuc, "New Muslim Discourses on Pluralism in the Postmodern Age: Nursi on Religious Pluralism and Tolerance." American Journal of Islamic Social Sciences, Bahar 2002, 19 (2), dipnot 62
[40] Mucahit Bilici'nin Georgetown Üniversitesi'nde 26-27 Nisan 2001'de yapılan "Islamic Modernities: Fethullah Gülen and Contemporary Islam,"seminerde sunduğu "Context, Identity and Representational Politics of the Fethullah Gülen Movement in Turkey," adlı tebliğden alıntı, basılmamış tebliğ, s. 1
[41] Thomas Michel, "Fethullah Gülen as Educator," ss. 1-6
[42] Elisabeth Özdalga, North American Middle East Studies Association, Washington, D. C., 19-22 Kasım 1999 tarihinde "Entrepreneurs with a Mission: Turkish Islamists Building Schools along the Silk Road," başlığıyla sunulan yayınlanmamış makale


Thomas Michel, S. J., The Muslim World, Temmuz 2005 Özel Sayısı

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

ARŞİV İÇERİK TAKVİMİ

« November 2024 »
Mon Tue Wed Thu Fri Sat Sun
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30  

Herkül Nağme

Herkül Nağme..Ezcümle, M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bütün eserlerinin, sohbetlerinin, şiirlerinin hep bu nağmeyi terennüm ettiğini söylemek pekâla mümkündür...

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu