Bediüzzaman Said Nursi - Genç Adam

Kinde Kabilesinden ayağı sakat adam veya Hatemül Evliya-2

Geçtiğimiz ayın 9, 10 ve 15’inde bu köşede, kendisini “Hatem-i Evliya” ilan eden bir zatla ilgili üç yazı okudunuz. Hatem-i Evliya meselesiyle hiç alakası olmadığı halde bu “zat-ı muhterem”in, Ka’b el-Ahbâr’ın bir sözünde geçen “siyah bayraklılar”ın başındaki “ayağı sakat adam” olduğu iddiası üzerine, Ka’b el-Ahbâr’ın bu sözü üzerinde durmuştum. Dikkat çekmeye çalıştığım noktalar kısaca şunlardı:

1. Hatem-i Evliya meselesi ile Ka’b el-Ahbâr’ın “siyah bayraklılar” ve başlarındaki topal kişiden bahseden sözü arasında herhangi bir ilişki yoktur.


2. Bahse konu “siyah bayraklılar” rivayeti Hz. Peygamber (s.a.v)’in mübarek ağzından çıkmış bir söz (yani “hadis-i şerif”) değil; Ka’b el-Ahbâr’ın sözüdür. Dolayısıyla bu sözü “Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki…” diyerek nakletmek son derece büyük bir yanlıştır.

3. Ka’b el-Ahbâr’a isnad edilen bu sözün ona ait olduğu da şüphelidir. Zira senedinde inkıta (kesinti) vardır.

Bu yazıların ardından, muhatap kitlenin “Allah razı olsun; Efendimiz (s.a.v)’e ait olmayan bir sözü O’na ait gösterme hatasını işlediğimizi ortaya koydun. Biz de bundan rücu ediyoruz” demesini beklemiyordum elbette. Ama “hazımsızlığın” “cinnet”e dönüşebileceğini tahmin edemediğimi de itiraf etmeliyim.

Hakikat dergisinin bu ayki sayısında bana “cevap verme” sancısıyla kıvranan bedbaht, sadece cehaletine ayna tutmamış, aynı zamanda kendilerine hatırlattığım gerçeğe bile bile ve inatla arka çevirerek kendi kalbine kendisi mühür vurmuş.

Bu bedbaht eğer bana cevap yetiştirme işine “zat-ı muhterem” tarafından memur edilmişse, doğrusu çok kötü bir seçim! İnsan, “alimi böyleyse cahili nasıl olur?!” diye düşünmeden edemiyor! Öyle değil de, bu işe kendiliğinden soyunmuşsa, kendisine söyleyebileceğim şey: Eğer nasibin varsa, Ebubekir Sifil’in yazdıklarını kendini mahkûm ettiğin bataklıkta debelenmekten kurtulmaya vesile olarak değerlendir ve git biraz mürekkep yala…

Eğer gerçek ortada gün gibi aşikâr bir vaziyette duruyorsa ve bunu birisi öyle ya da böyle dile getirmiş, hatırlatmışsa, “ehl-i irfan”a düşen odur ki, “yanılmışız; rücu ediyoruz” dekten imtina etmesin ve bunu, Allah’ın huzurunda ve Resulü’nün karşısında mahcup duruma düşmeye tercih etsin.

Ayet ve hadislere getirdiği sübjektif yorumunu, şeytanının iğvasıyla “Allah’ın ve Resulü’nün emri” sanan ve böylelikle neredeyse kendisi dışındaki herkesi Allah’a ve Resulü’ne karşı gelmekle, şirke düşmekle, kâfir olmakla itham eden bu zavallılığa “Tasavvufî irfan” dememiz mümkün mü Allah aşkına? Tarih içinde böyle bir Tasavvufî oluşuma rastlayanınız var mı?

Tasavvuf’un kuşatıcı, kucaklayıcı tavrı ile bu kitlenin marjinal tavrı birbiriyle uzlaştırılabilir mi? Bu tavır olsa olsa tarih içindeki oluşumlardan Haricilikle, günümüzdeki yapılanmalardan da et-Tekfir ve’l-Hicre ile örtüşür ki, bu iki hareketin ve benzerlerinin Tasavvufî duruşla uzaktan yakından alakası yoktur.

Dolayısıyla Tasavvuf adına hareket eden, ama Tasavvuf’a asla mal edilemeyecek davranışlarıyla Tasavvuf’a da leke sürebilecek olan bir oluşumla karşı karşıya bulunuyoruz.

Hakikat dergisinin Ağustos sayısında, yıllardır tekrarladıkları teraneleri aktararak bana mukabele ettiğini düşünen kapasite fukarasının beni itham ettiği hususlara tek tek cevap vereceğim. Ta ki cehalet ve taassubun insanı ne hallere sürüklediği ibretle izlensin!

1. “… Ebubekir Sifil, “Hâtemü’l-evliyâ”nın zuhûruna delâlet eden bir Hadis-i şerif’i inkâr etmiş…”

İnkâr ettiğim söylenen “hadis-i şerif”(!), daha önce de vurguladığım gibi Ka’b el-Ahbâr’a aidiyetinin dahi şüpheli olan bir söz! Bu yazının ilerleyen bölümlerinde bu söz üzerinde yine duracağım.

Peki bu söz hatem-i evliyaya nasıl delalet ediyor? Ka’b’ın söylediği nakledilen söz şundan ibaret: “Mehdi’nin çıkışının alameti, batıdan gelecek, başlarında Kinde’li topal bir adamın bulunduğu bayrak(lı)lardır.”

Bu rivayette geçen “topal adam” ve “bayraklılar” kimlerdir? Çıkışları “hayır” mıdır, “şer” midir? Batı tarafından gelip nereye gidecekler ve ne yapacaklar? Bunlar ve benzeri soruların “meskûtun anh” geçildiği bir sözün “hatem-i evliya”ya delalet ettiğini söyleyebilmek için ya uçuk bir muhayyileye yahut geniş bir işkembeye sahip olmak gerekir!

Öte yandan bizzat kendilerinin muhtelif yerlerde Hâkim ve İbn Mâce’den aktardıkları rivayetler –ki Hadis musannefatının ilgili bölümlerinde daha fazlası görülebilir–, Mehdi’den hemen önce zuhur edecek olan “siyah bayraklılar”ın “batı”dan değil, “doğu”dan çıkacağını anlatmaktadır! Bu durumda iki ihtimalden söz etmek durumundayız:

A. Ka’b el-Ahbâr’ın batıdan çıkacağını söylediği nakledilen rivayette geçen “bayraklılar”, doğu tarafından çıkacak olan “siyah bayraklılar” ile aynı zümre değildir. Hatta “siyah bayraklılar”dan bahseden rivayetlerin muhtevasına bakıldığında bunların Mehdi (a.s)’ın zuhurunun öncüleri olduğu görülüyor. Dolayısıyla “topal adam”ın liderliğinde batıdan çıkacak olan ve bayraklarının rengi belirtilmemiş bulunan kimselerin “kötü adamlar” olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim aynı söz, Ebû Amr ed-Dânî’nin es-Sünenu’l-Vâride fi’l-Fiten’inde (IV, 913-4) –yine Ka’b’dan olmak üzere– şöyle naklediliyor: “Mehdi’nin çıkışının alameti, batı tarafından gelecek olan, başlarında Kinde’den topal bir adamın bulunduğu bayrak(lı)lardır. Batılılar Mısır’a galip geldiğinde, o gün Şamlılar için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen, “Şamlılar helak olduğunda ümmetimde hayır yoktur” (Nu’aym b. Hammâd, Kitâbu’l-Fiten, 136) rivayeti ile birlikte düşünüldüğünde Batı’dan gelecek olanların “kötü adamlar” olacağı daha bir netleşmektedir.

İşte bu söz hakkında daha önceki yazılarda muhtasaran dile getirmeye çalıştığım bu durum, kapasite fukarasına göre “hadis-i şerifi inkâr” oluyor!

B. Bu sözde anlatılanlarla, rivayetlerde "doğu"dan çıkacağı haber verilenler aynı kimselerdir. Ancak bu sözü Ka'b'dan aktaranlar "doğu" yerine "batı" ifadesini kullanmıştır. Bu durumda da "zat-ı muhterem"in "hatem-i evliya" olduğu tezine bu sözle istidlalin imkânsızlığı ikiye katlanmış olmaktadır.

2. “… cehâlet ve cinayet dolu ‘sefâletnâme’ler neşrederek Resulullah Aleyhisselâm’a iftirâ atan” bir kimse olduğu…”

Hezeyanın had safhaya çıktığı yerlerden biri, burası. Benim, Alemlerin Efendisi (s.a.v)’e –haşa– iftira attığım yalanını ifraz ederken bu zavallının aklının başında olduğunu sanmıyorum. Muhtemelen geçici bir “nöbet” halindeyken kustuğu bu dehşetengiz herzeyi olduğu yerde bırakması ve bir daha bu mevzuya dönmemesi de bunu gösteriyor. “Hitap” için “akıl” gerektiğinden, bu herze de sahibinden –muhtemelen– bir “cünun” halinde sadır olduğundan bu nokta üzerinde fazla durmayacağım.

3. "… Buna göre kendisinin (…) böyle bir zâtın nesebini diline dolaması sebebiyle, gerçekte kendisinin nesebine dair araştırılması gereken noktalar bulunduğu anlaşılmıştır."

Sadece "zat-ı muhterem"in değil, herhangi bir insanın nesebini "dile dolama"yı düşkünlük, acziyet, hatta "ahlaksızlık" sayarım. Benim söylediğim şey şu: "Zat-ı muhteremin dedesinin Kinde kabilesinden olduğunu nereden bileceğiz? Ortada sadece kendi beyanı var. Bu beyan da delile, hüccete, bürhana şiddetle muhtaç. Aksi halde ayağı topal olan ve bu işlere az-buçuk merakı bulunan herkesin, "Benim dedem Kinde kabilesindendir" diyerek ortaya atılmaması için bir sebep gösterilebilir mi?"

Ortada son derece önemli bir iddia var. Birisi, "hadis-i şerif" olduğunu ileri sürdüğü bir sözde geçen kişinin "hatem-i evliya"ya delalet ettiğini, o kişinin de kendisi olduğunu söylüyor. "Hatem-i evliya"yı da, "ahir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir" diye açıklıyor. Bu Ümmet'in bir ferdi olarak bu durum beni elbette ilgilendirecektir. Zat-ı muhteremin yaşı seksen civarındadır ve kendisi için emr-i hak vaki olduğunda artık bu Ümmet içinden hiçbir veli çıkmayacaktır!! Bu iddianın gerçeğe ne ölçüde tetabuk ettiğini soruşturmayı, komplekse girerek "birisinin nesebini diline dolamak" diye değerlendirmek anlamsızdır. İsbat yükümlülüğü müddeiye aittir. Varsa belgeniz gösterirsiniz; ben de hakkı teslim ederim. Yoksa benim "ahlaksızlık" dediğim şeyi yaparak, anlamlı imalarla karşı tarafın nesebinde "araştırılması gereken noktalar" bulunduğunu söylemek sadece kişinin seviyesiyle ilgili bir problemi ortaya koyar. Sizi tatmin edecekse buyurun, nesebimi gidebildiği yere kadar araştırın! Yarası olan gocunur…

4. "… Hadis-i şerif'i inkâr, râvîlerine iftira ile yetinmemiş; Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh-, Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- başta olmak üzere; altmışa yakın Evliyâullah Hazerâtı'nın da "Hâtemü'l-Evliyâ" hakkındaki, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde neşrettikleri ifşaatlarını "Esasen 'velilik' mertebesinin/kurumunun herhangi bir zat ile son bulmasının –nass bulunması dışında– ne aklen, ne de naklen tatmin edici bir izahı olamaz." diye inkâr ederek kendi cehâletini ve kibrini ortaya koymuştur."

Kapasite fukarasının "Hadis-i şerif" dediği sözün durumuna daha önce değinmiştim. "Ravilerine iftira" meselesine gelince, öyle anlaşılıyor ki burada, Ka'b el-Ahbâr hakkında söylediklerim kastediliyor. Bu zat hakkında yazdıklarımın iftira mı, yoksa ulemadan nakil mi olduğunu gösterip, gerçek müfterinin kim olduğunu belgelemek için "çapsız" muhatabımın isimlerini andığı alimlerden İbn Hacer ve el-Kevserî'nin tesbitlerini kısaca aktarmakla yetineceğim.

İbn Hacer: İmam el-Buhârî'den naklen: Mu'âviye (r.a) Kureyşli bir topluluktan söz ederken Ka'b'ı da zikretmiş ve şöyle demiştir: Her ne kadar Ehl-i Kitap'tan rivayette bulunan şu muhaddislerin en doğru sözlüsü idiyse de, kendisini yalanla imtihan ederdik." (Tehzîbu't-Tehzîb, VIII, 394.)

el-Kevserî: "Ka'b el-Ahbâr ve İsrailiyat" başlıklı makalesinde Ka'b'ın durumuyla ilgili bir hayli nakil yaptıktan sonra şöyle der: "Bu kısa malumattan ortaya çıkan odur ki, kendisinden İbn Ömer, İbn Abbâs ve Ebû Hureyre'nin bazı rivayetleri bulunmakla birlikte Hz. Ömer, Huzeyfe, Ebû Zerr, İbn Abbâs. Avf b. Mâlik ve Mu'âviye (Allah hepsinden razı olsun) Ka'b'a tam anlamıyla güveniyor değillerdi…" (Makâlât, 39.) Yer darlığı sebebiyle el-Kevserî merhumun konu hakkındaki diğer önemli tesbitlerini burada zikredemiyorum. Dileyen Makâlât'a bakabilir.


05-06-07.08.2006 Milli Gazete

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları zaman gösterdi ki, cennet ucuz değil; cehennem dahi lüzumsuz değil. Hakikat Damlaları

Bediüzzaman

ARAMA

"Ey çağımızda insanlık mâyesinin özü ve hakikat ihtiyacıyla çırpınan gönüllerin rehberi! Şüphe ve tereddütler içinde kıvranan nesiller asırlarca seni bekleyip durdu. Senin imanına, irfanına muhtaç gönüller, daha sen gelmeden yollara dökülmüşlerdi! Henüz gök kubbede adın duyulmadan felek senin esrarına gebe kalmıştı. Doğduğun gün-o gün bizim için en kutlu günlerden biriydi-gölgen karanlık gönüllerin ziyası, ışığın da yedi iklimin ayı-güneşi oldu." Fethullah Gülen

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu