Bediüzzaman Said Nursi - Genç Adam

Kararlı İftira Faaliyetleri Üzerine Sosyo-Psikolojik Bazı Tespitler-5

Kendi sahasında otoriter önemli mütefekkir ve ilim adamları 19. yüzyılın Fransızca, 20. yüzyılın İngilizce yüzyılları olduğu, dünyaya açılan Türk okulları sayesinde 21. yüzyılın da -inşallah- Türkçe'nin yüzyılı olacağını ifade ettiği bir hakikat karşısında, bu gibi ifadeleri mübalağa görüp "evet, Türkçe'ye hizmet ediliyor ama söylenildiği kadar değil" diyenler olabilir ve bir ölçüde herkes için "tohumda, semaya ser çekmiş, dal-budak salmış ağacı görme" gibi bir basiret ve firaset mükellefiyeti söz konusu olmadığından bu tür düşünceler serdedenlere karşı sükut tercih edilebilir.

Hatta "Türkçe'ye hiçbir hizmetleri yoktur" diyenler karşısında bile; "takdir edilecek bir şeyi takdir etme bir fazilettir, herkesten bu fazileti beklemeye hakkımız yoktur" denilip "eyvallah" çekilerek bu kadirnaşinaslık tavır karşısında herhangi bir sitemde bulunulmayabilir.

 


Ancak sadece şu an itibariyle dahi, daha önce Türkiye Türkçesini hiç bilmeyen ve Türk vatandaşı olmayan üniversite tahsili yapabilecek, bulundukları ülkelerin entelektüel sınıfını teşkil edebilecek binlerce insanın Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ile anılan bu eğitim faaliyetleri sayesinde Türkçe'yi öğrendiği ve gönüllü bir Türkiye mümessili halinde Türkiye sevdasını seslendirdiği, Türk tarihine altın harflerle nakşolacak bir tarihî vak'ayı, "okullarda yabancı dille eğitim yapılmak suretiyle Türkçe'ye ihanet ediliyor" gibi; bir olguyu tamamen zıt kutubda gösterme gayreti içinde, belki şeytanın bile ilk başta aklına gelmeyen, dile getirmekten utanacağı, insanın damarlarında akan kanı donduracak bir iftira karşısında susmak zannediyorum hak ve hakikate karşı büyük bir haksızlık ve büyük bir vefasızlık olsa gerek.

Evet, meleğe melek deme cesaretini, takdir edilebilecek bir meseleyi takdir etme iradesini herkes gösteremeyebilir. Ama şirzime-i kalil de olsa, bir kesimin, böyle meleknümun bir faaliyet karşısında takdir bir yana, sükutu da tercih etmediği, hatta meleği şeytan gösterme gibi anlaşılmaz bir gayretin içine girdiğini acı da olsa kabul etme mecburiyetindeyiz.

Ayrıca bu tür bîinsafane töhmet ve isnadlarda bulunanlar azınlığın azınlığı da olsa, tahrip kolay olduğundan, verebilecekleri muhtemel zarar kanaatimce küçümsenmemelidir. Bu sebeple, karşımızda psikopat ve derin bir maraz ruh halinin varlığını kabul, problemin teşhis ve tedavisi adına atılması gereken ilk ve önemli adım olacaktır. Daha sonra soğukkanlılıkla kronik hale gelmiş bu hastalıklı ruh halinin "illet"lerini, iftira bağımlılığın ardındaki temel saikleri tesbit etme ameliyesi gerçekleştirilmelidir; gerçekleştirilmelidir ki, Ziya Paşa'nın “Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddi/ Her merhemi, her yâreye derman mı sanursun.” [1] hikmet dolu veciz sözüne muvafık hareket edilmiş olsun.

İşte bu makalemizde biz, grup psikolojisi açısından konuyu ele alıp ferdî korku, vehim ve kuruntuların cemaat havası içinde nasıl bir kitle ruh haline dönüştüğü ve nasıl bir paranoya atmosferi oluşturduğu hususundaki tesbit ve müşahedelerimizi aktarmaya çalışacağız:

Kitle Ruh Haleti ve Paranoya Atmosferi

Paranoyayı, her şeyden şüphe etme, şundan-bundan kötülük geleceği endişesi içinde aşırı güvensizlik ve şüphecilik hali içinde bulunma ve vehimle oturup kalkma hastalığı şeklinde ifade edebiliriz. Ayrıca onu, insanın kişiler arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak, kendine özgü bir içe-kapanım dünyasında, korkunun anlamsız, gereksiz, mantıksız, yersiz olduğu hallerde bile kaygı düzeyinin aşırı biçimde yükseltilmesiyle önlenemeyen, denetlenemeyen, engellenemeyen korku ve panik hali olarak da düşünebiliriz.

Ferd bazında ortaya çıkan bu tür bir psikoz hali, psikoloji ilmini ilgilendirir. Ama bu durum, grup paranoyası denecek ölçüde, az-çok, bir topluluktaki her ferdde görünüyorsa bu hal, artık sosyal psikoloji ilminin ilgi sahasına girer.

İşte bu ilim açısından burada bence dikkat çekilmesi gereken önemli nokta, ferdî korku ve kuruntuların, grup psikolojisi içinde katlanarak, derinleşerek ziyadeleşmesi ve önü alınamayacak bir noktaya kaymasıdır. Önemli gördüğümüz bu nokta, bilhassa kapalı toplum yapısı özelliklerini taşıyan topluluk ve gruplarda daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Nasıl ki, ferdî enaniyet ve kibir, cemaat ve ırk enaniyetine dönüştüğünde küçük bir yılan iken büyük bir ejderha haline geliyor, kanaatimce, kabileci, cemaatçi ve yabancı düşmanı insiyaklara dayalı kapalı toplum özelliklerine sahip grup ve topluluklarda da ferdî vehim ve korkular, cinnet mustatili diyebileceğimiz toplumsal bir paranoyaya dönüşüyor.

Mevzumuzu müşahhaslaştırma adına, basit bir misalle konuyu izah etmeye çalışalım: Hani derler ki, yalancının biri, köyün üst başında bir yalan uydurmuş, köyün alt başında kendisi de uydurduğu yalana inanmış. Çünkü o yalan, köydeki dolaşımı esnasında değişik ilavelerle ziyadeleşmiş, derinleşmiş, katlanmış, farklı hüviyetlere bürünmüş ve bu haliyle o yalancıya ulaşmıştır. Yalancı da, kendisinin uydurduğunu bilmekle birlikte, farklı şekilde karşısına çıkan o yalan hakkında "acaba" diyerek uydurduğu yalanın gerçek olabileceğine dair şüphelere kapılmıştır.

Asıl konumuza dönecek olursak, iftiraya kilitli kişilerin sosyolojik fotoğrafı çekilse, onların, toplumun merkez değerlerinden uzaklaşmış, kendilerini iradî olarak farklı inanç ve anlayışlardan tecrid etmiş, bilinçli bir izolasyonla kendilerine ait "getto"lar oluşturmuş, başkasıyla iletişim ve etkileşim kanallarını kasdî olarak tıkamış, kapalı toplum yapısının karakteristik özelliklerini taşıyan grup ve grupçuklar halinde olduğunu görürüz.

Bundan dolayı onlar, aynı ülkenin vatandaşları olsa da, hep "öteki" deyip kendilerinden ayrı gördükleri kişilere sabah-akşam saldırırlar ama bu kişilerle bir kere olsun sıcak, samimi bir ortamda, karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde yüzyüze gelme cesaretini de gösteremezler. Ara-sıra kavga zeminini genişletmek amacıyla horoz dövüşünü çağrıştıran kavgalı-gürültü programlar için "düello" çağrısında bulunsalar da, böyle bir çağrıyla hak ve hakikatin ortaya çıkması değil de, iftira ve hakaretlerin medyatik yolla daha geniş kitlelere duyurulması amacını taşırlar. Bu sebeple onlar bizatihi "diyalog"un kendisine karşıdırlar. Eğer grup ve klikleri içinde, farklı düşünce ve anlayışlara sahip insanlarla diyaloga girebilme cesaretini gösteren biri varsa, hemen o kişiye karşı aforoz mekanizmasını devreye sokar, "dönek, hain…" vb. ithamlarla damgalar ve gruptan dışlarlar.

Hatırlarım, adı hoşgörü ve diyalogla özdeşleşmiş bir vakıf, kurulduğu ilk yıllar, hiçbir ayrım yapmaksızın farklı düşünce ve anlayışlara sahip, ülke çapında yayın yapan bütün gazetelere ziyaretler tertip etme gayreti içindeydi. Böylece bilebildiğim kadarıyla, hemen her gazetede karşılıklı görüş alış-verişinde bulunuluyor, fikir fırtınaları yaşanıyor, herkes kendini nasıl ifade etmek istiyorsa o şekilde ifade ediyor, "farklı" olmanın her zaman bir iftirak ve kavga vesilesi olmadığı, farklılığın bir zenginlik olarak da anlaşılması gerektiği idrak ediliyor ve böylece karşılıklı olarak ön yargı ve peşin hükümler izale oluyordu. Ancak hayata siyah-beyaz bakmada ısrar eden malum bir gazeteye zannediyorum ziyaret gerçekleştirilememişti. Çünkü gazete içinde böyle bir ziyarete sıcak bakanlar bulunsa da, idarî kesim, Erzurumluların tabiriyle kundağı yere vurmuş, "o adamlar, bu kapıdan içeri giremez" üslubuyla ziyaret talebini reddetmişlerdi.

Şimdi önümüzde duran bu fotoğraftan şu sonucu çıkarabiliriz: İstanbul gibi medeniyetlere beşiklik etmiş büyük bir şehirde hayatını sürdürüyor olsa da, zihniyet yapısı itibariyle kabile taassubu içinde yaşayan, "öteki" diye isimlendirdiği kişilere karşı hiçbir şekilde tahammülü bulunmayan, farklı düşünce ve anlayışlara karşı tamamen kapılarını sürgüleyen grup ve grupçuklar, dışa kapalı kendi iç dünyalarında; öfke, nefret, korku, vehim teatisinde bulunuyor, klik havası içinde kitle ruh haletiyle ötekine karşı birbirlerinin nefretini daha bir biliyor, korkularını daha bir derinleştiriyor, vehim ve kuruntularını daha bir büyütüyorlar. Tabii, bizzat diyalogun kendisine karşı olduklarından, dış dünyayla temasa geçmediklerinden, hiçbir zaman klişeleşmiş düşünce ve anlayışlarını, endişe ve korkularını, vehim ve kuruntularını test edip sorgulama imkanını da bulamıyorlar. Aksine kliğin müntesiplerinden biri, köşesinde hiçbir delile dayanmayan, hakaret dolu bir iddiayı dile getiriyor, bir başkası alıp onu kapalı devre yayın yapan bir televizyon kanalında yeni ilavelerle zenginleştirip (!) tahlil ediyor, bir diğeri de aynı yâveleri hiçbir tetkik ve sorgulamaya tabi tutmaksızın hemencecik kitaplaştırıveriyor. Böylece grup paranoyasının hükümferma olduğu bir iftira şebekesi teşekkül etmiş oluyor.

Esasında, şimdiye kadar maddeler halinde sunmaya çalıştığımız her bir psiko-sosyal sâikin, kitle ruh haleti açısından araştırılmaya değer bir yönü bulunmaktadır. Ancak biz şu an makaleyi daha fazla uzatmamak için, imkan olursa, ilerki zamanlarda konuya bir de bu açıdan bakmayı düşündüğümüzü ifade ederek yazıyı burada noktalamak istiyoruz.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Önce hastalığı bil, sonra tedaviye başvur. Her merhemi her yaraya derman mı sanırsın.

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları Önde olmak, önde görünmek değil, hep önde koşmaktır. Hakikat Damlaları

M. Fethullah Gülen

ARAMA

"Ey çağımızda insanlık mâyesinin özü ve hakikat ihtiyacıyla çırpınan gönüllerin rehberi! Şüphe ve tereddütler içinde kıvranan nesiller asırlarca seni bekleyip durdu. Senin imanına, irfanına muhtaç gönüller, daha sen gelmeden yollara dökülmüşlerdi! Henüz gök kubbede adın duyulmadan felek senin esrarına gebe kalmıştı. Doğduğun gün-o gün bizim için en kutlu günlerden biriydi-gölgen karanlık gönüllerin ziyası, ışığın da yedi iklimin ayı-güneşi oldu." Fethullah Gülen

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu