Diyalog boşuna mı?

Danimarka merkezli karikatür provokasyonu, uluslararası bir krize yol açtı. Bu kriz, on yıldan beri hızlanan medeniyetler (kültürler ya da dinler) arası diyalog çabaları için ne ifade ediyor? Hıristiyan ve Müslüman dünya arasında tırmanan güven krizine bakarak “diyalog boşuna mı?” diye düşünmek mi gerekiyor?


Tam tersine bütün bu olanlar, din müntesipleri, farklı kültür ve inanç sahipleri arasındaki diyaloğun önemini bir daha vurguluyor. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ve AB Ortak Dış Politika ve Savunma Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın birlikte hazırladıkları çağrıda, “diyaloğun çok acil biçimde yenilenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır” deniliyor.

Karikatür krizi, hem diyalog için alınması gereken yolun ne kadar zor ve zahmetli olduğunu, hem de bu konuda acele etmemiz gerektiğini ortaya koydu. Özellikle de “gönüllüler hareketi” diye ortaya çıkan ve dünyanın dört bir tarafındaki eğitim kurumları, kültür ve diyalog merkezleri ile kendimizi ve değerlerimizi bütün insanlığa anlatma gayretlerinin katiyen gevşememesi zarureti anlaşılmış oldu. Gidilen yerlerin, evrensel değerlerde buluşma ve sulh adaları oluşturma adına iyice tahkim edilmesi, hızla yeni sulh adaları hazırlanması meğer sanıldığından da önemliymiş. Meğer “medeniyetler çatışması” arzu edenlerin bir bildiği varmış. Her iki tarafta da kitleler meğer hazırlanan oyunlara ne kadar çabuk geliyormuş. Meğer hazırlanan oyunun, her iki tarafta da suflörleri aynı olan aktörleri varmış.

Bu oyunu ancak, diyalogda samimi olanlar acele ederlerse bozabilirler. Biz insanımız adına 90 ülkede 500 okulumuz var diye seviniyorduk. Şimdi keşke diyoruz sayıları hem de daha fazla ülkede 2.000 tane olsaydı.

Geçtiğimiz 23 Aralık’ta muhterem Fethullah Gülen’in bir ikindi sohbetini dinlemiştim. Acelecilik mevzuunda konuşuyordu. “Hizmetlerin, yapılan işlerin aculiyete (aceleciliğe) tahammülü yok” diyordu. “Bazen birkaç neslin ömrünü alır bu mesele” diyordu. “Yeni bir insanlığın oluşması hemen olacak bir iş değil, yaptığınız şey iman kazandırma, hakikat eri haline getirme, adanmış insan haline getirme. Yani kalbe müteallik şeylerle uğraşıyorsunuz. Siz öyle bir şeye talipsiniz ki, bu meselenin aculiyete tahammülü yoktur.” diyordu. Sonra da şu önemli hususun altını çiziyordu:

“Neticeyi elde etmede değil, vazifeyi yapmada aculiyet lazım. Size düşen vazife, Allah’ı anlatmak. O’nun adını yüceltmek, Allah’ın rızasını aramaktır. Allah buna bakar. İnsanların yüzde 80’inin imana gelmesi sonuçtur. Senin benim işimiz değil o. Vazifede acele edilmelidir. Diyalog mevzuu da öyle. Dünya ile daha çabuk münasebete geçmek lazım. Çok hızlı davranılmalı. Daha önce diyaloğu kendi hedefleri için kullananlar vardı, yine varlar. Ancak şimdi samimi diyalog taraftarları da var. Okullar açılması ve diyalog mevzularında aheste davranmak, ağırdan almak vefasızlık olur. Sizleri tanıyınca seviyorlar. ‘Daha önce neredeydiniz, neden geç geldiniz?’ diyorlar. ‘Sizlerle daha önce tanışsaydık şimdi babam da Allah’ı, Hz. Muhammed’i, Kur’an’ı biliyor olacaktı’ diye gözyaşı dökenler var. Gâvur demek kolay, vazifeyi yapmak zor...” Bu sözlerden bir buçuk ay sonra yaşadıklarımız, diyaloğun ve bu mevzuda acele edilmesi gerektiğinin önemini herkese en açık biçimde anlatmış bulunuyor.

Diyaloğu istismar edenlere, insanlığın önündeki bu tek çıkış yolunu provokasyonlarla, tertiplerle dinamitlemek isteyenlere aldırmayalım. Sayın Gülen ne güzel ifade ediyor: “Başkalarını rencide etmeme hassasiyetiniz, sizin de rencide olmanızı önler.” Batı’nın bir kısım temsilcileri, kendi koydukları değerlere arkasını çevirse de biz kendimize yakışanı yaparak yolumuza devam edelim.

10.02.2006

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu