Dinlerarası diyaloğun dinî temelleri (1)

Dinlerarası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslâm’a, Kur’ân’a başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Halbuki dinlerarası diyalog görüşmeleri, İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (sas), yıllarca kendisine her türlü işkenceyi yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir.

O halde çeşitli vesilelerle görüşülüp konuşulan değişik dinlerden bu insanlar -kaldı ki çokları inancını izhar ediyorlar- yüzünden, İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın hiçbir manası yoktur. Böyle bir tavır aslında, İslâm’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir.

Diyalog ve hoşgörü açısından Kur’ân ve Sünnet’e bakınca, konuyla alâkalı birçok ayet ve hadis bulmak mümkündür. Kur’ân ve Sünnet-i sahîha’da bazı hususî haller müstesnâ, hep müsamahayı görürüz. Bir insan kendini az zorlayarak ve biraz dikkatlice Kur’ân’ın ayetlerine göz gezdirebilse, müsamaha, af, diyalog ve herkese bağrını açma ile alâkalı konuya esas teşkil edebilecek onlarca ayet bulabilir. İşte bu husus, İslâm dininin herkesi kucaklayıcı bir yanını, yani onun evrenselliğini göstermektedir. İslâmî müsamahanın çerçevesi ehl-i kitaba, hatta bir manada kim olursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır.

Ne Kur’ân, ne de Sünnet’te, sevgiye, hoşgörüye ve herkesle konuşup görüşme, duygu ve düşünceleri ifade etme manasında diyaloğa zıt ve onları yasaklayıcı bir hüküm, bir tavır vardır. Zaten herkesin iyiliğini isteyen ve istisnasız herkesi kurtuluşa çağıran bir dinin başka türlü olması da düşünülemez.

Kur’ân-ı Kerim, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’e (sas) evrensel risâlet vazifesini yerine getirirken, daima hoşgörü ve diyaloğu esas almasını emretmenin yanı sıra, şu ayet-i kerime ile de Ehl-i Kitap’la hangi ortak paydada buluşulması gerektiğine işarette bulunur: 1.”De ki: “Ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler de edinmesin.” (Âl-i İmrân, 64)

İşte bu ayet, Ehl-i Kitab’a güler bir yüz ve tatlı bir dille yaklaşıp, “gelin” diyor. Bu “gelin” deyişte, “sizi çağırdığım, davet ettiğim şeyler, sizin bilmediğiniz şeyler değil; tam tersine, bildiğiniz, ünsiyet ettiğiniz ve bizden çok önce karşılaşıp da, şimdi unutmuş olabileceğiniz veya yanlış hatırladığınız şeyler türündendir.” diyor ki, bu da Kur’ân’ın, ehl-i kitapla aramıza bir köprü kurarak onları gayet yumuşak bir şekilde, sıcak baktıkları bir noktadan yakalamasıdır. Bu husus, İslâm’ın tebliğinde ve muhataplara yaklaşmada çok önemlidir. Biz buna, şimdilerin tabiriyle “diyalog” da diyebiliriz. Evet, Kur’ân’ın ehl-i kitabı çağırdığı o me’luf nokta tek bir kelime ile hülasa edilecek kadar kısadır; zira Kur’ân onlardan sadece ve sadece bir tek şey istemektedir ki, o da şu görülen köprüden geçilip, şu kapıya ulaşılmasıdır; her şey bir yana sadece “sevâün” (sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin) kelimesinde bile bu inceliği, bu yumuşaklığı ve arada kurulmaya çalışılan köprüyü görmek mümkündür.

Ehl-i kitapla diyaloğu emreden âyetler

2. “Zulmedenleri hariç, ehl-i kitap ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin: “Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim İlah’ımız da sizin İlah’ınız da bir ve aynı İlah’tır ve biz O’na gönülden teslim olduk.” (Ankebut, 46)

Kur’ân, bu ayetiyle de bize, üslûpta takınacağımız tavrı ve sergilememiz gereken edebi gösteriyor. Ehl-i kitabın zâlim olmayan kesimiyle münasebetlerimizde, şiddetli davranma ve onların iflahını kesme düşüncesi İslâmî bir düşünce ve davranış değildir. Böyle bir düşünce ve davranış İslâmî olmaktan öte, İslâmî kaide ve prensiplere aykırı bir çarpıklık demektir.

3. “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, 

Bu âyet, Müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu sırada inmiştir. Buna rağmen inanmayanlara iyiliği, insaf ve adaleti emretmesi oldukça dikkate değerdir. “Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 19) ayetinin gösterdiği gibi; bütün Allah elçileri aynı dinin tebliğcileridir. Şu halde son Peygamber’den (sas) önceki Peygamberlerin tebliğlerine bağlı kaldıklarını söyleyenlerle diyalog daha kolay ve mümkün olur. Ancak; diyaloğa hazır olmayanlarla sürekli savaş edileceğine ilişkin bir emir de Kur’ân-ı Kerim’de yoktur. Tam aksine; Mümtehine Sûresi’ndeki 8’inci âyette, Müslümanlarla savaşmayan diğer din mensupları ile en üstün ahlâk ilkeleri çerçevesinde ilişki kurma tavsiyesi vardır.

‘Kâfirleri, Yahudi ve Hıristiyanları dost ve sırdaş edinmeyin’ âyetleri diyaloğa zıt mıdır? Müslümanların gayrimüslimleri, Yahudi ve Hıristiyanları dost ve sırdaş edinmemeleri konusu, Kur’ân-ı Kerim’de yer yer zikredilen ve üzerinde durulan bir husustur: “Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmrân, 2, “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin! Onlar ancak birbirlerinin velîsidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.” (Mâide, 51)

“Ey iman edenler! Siz Müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin...” (Âl-i İmrân, 118)

İşte bu zikrettiğimiz âyetler ve daha başka ayetler, (Nisa, 139, 140,144; Mâide, 55-57; Mücâdile 22; Mümtehine 1-4, 9, 13) gayrimüslimlerin Müslümanlara ve İslâm’a karşı olan hilelerini tanıma hususunda gayet açık bir şekilde bilgi vererek, Müslümanların onları dost ve sırdaş edinmemeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Zîra Kur’ân’da sevgi ve dostluğun ancak; Allah, Resûlü ve müminler için beslenmesi istenmektedir. (Mâide, 55) Müslüman Allah için sever, Allah için buğzeder. Bu nedenle onun kâfirlerle dostluk ve yakınlık kurması, onlara itimat ederek hakîki bir ahbap gibi sıkı-fıkı ilişkilerde bulunması, kalbî bir muhabbet besleyerek önemli işlerinde onlarla istişare etmesi ve sırlarını paylaşması yasaklanmıştır. Çünkü, Allah’ın kitabına davet edildikleri halde ilâhî hükümlere sırt çeviren Allah düşmanlarına dostluk ile Allah’a îman gerçeği aynı kalpte buluşamaz. Onun içindir ki müminler bundan ciddî bir biçimde sakındırılmış, Allah’ın kitabını kabul etmeyenlerle sıkı bir dostluk kurmanın kişiyi, İslâm dairesinden çıkma gibi bir tehlikeyle karşı karşıya getireceği belirtilmiştir. Şimdi, bâzılarını zikrettiğimiz bu ve benzeri âyetlerin, dinlerarası diyalog görüşmelerine zıt olup olmadığı konusuna kısaca temas edelim: Kur’an-ı Kerim’deki âyetler, Kur’ân bütünlüğü içinde, âyetin öncesine ve sonrasına dikkat ederek, nüzul sebepleri ve ortamı göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Yoksa, cımbızla çeker gibi bir âyeti tek başına alıp değerlendirme yapmak veya hüküm vermek doğru değildir. Gayrimüslimlerin dost edinilmemesi ile ilgili ayetler de aynı metotla ele alındığında; dini alay konusu edinen, Müslümanlar aleyhinde oluşum ve faaliyetlerde bulunan, din konusunda Müslümanlarla savaşıp onları yurtlarından çıkaran kimselerin dost edinilmesinin yasaklandığı görülecektir. Yoksa, din konusunda düşmanca tavır sergilemedikleri ve Müslümanları yurtlarından zorla çıkarmadıkları müddetçe gayrimüslimlerle iyi geçinilmesi, onlara iyilik yapılması ve adil davranılması öngörüldüğü anlaşılmaktadır (bkz. Maide 57; Mümtehine . Ehl-i kitabın yemeklerinin yenilmesinin ve kadınlarıyla evlenilmesinin helal olduğunu belirten âyetler de bunu göstermektedir. (bkz. Maide 5)

İttifak başka, veli edinmek başka...

“Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler…” Âl-i İmrân 28’inci âyetin, Müslümanların o zamanki stratejik durumlarıyla yakın ilişkisi vardır. Müslümanlar o zaman, gayrimüslimlerle, özellikle Kureyş müşrikleriyle savaş halinde idiler. İslam’ın karşısında bir tutum alan Yahudiler de İslâm’ın yıkılması için fırsat kolluyordu. Bundan dolayı kuvvetli durumda bulunduklarını hissettikleri zaman Peygamber Efendimiz (sas) ile yaptıkları antlaşmayı derhal bozup müşrikleri destekliyorlardı. Şimdi Müslümanların böyle kimselerle sıkı fıkı dost olmaları, askerî sırların bunların eline geçmesine sebep olurdu. İşte böyle aleyhlerine bir sonuç doğuracak durumlarda inkarcılar toplumu ile dost olmaları yasaklanmıştır.

Allah Resûlü (sas), Mekkeli müşriklerle Hudeybiye barış antlaşması yaptığı gibi, Medine’ye geldiklerinde Yahudilerle de “Medine Vesikası” diye tarihe geçen yazılı bir antlaşma yapmıştır. Peygamber Efendimiz’in (sas) bu antlaşmalarından ve âyetlerin rûhundan anlıyoruz ki, Müslüman yöneticiler, Müslüman olmayan toplumlarla iyi ilişkiler kurabilirler.

Şunu da iyi bilmek lâzımdır ki ittifaklar, karşılıklı menfaatlere dayanır. Tefsirini yapmakta olduğumuz âyet “kâfirlerle antlaşma yapmayın” demiyor, “Müslümanları bırakıp onları dost tutmayın.” diyor. Zira antlaşma yapıp iyi geçinmek başka şey, dost tutmak başka şeydir. Mâide 51. “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin!..” âyeti ise, Müslümanlara karşı savaşan Yahudi ve Hıristiyanları dost tutmamayı, onları velî yapmamayı emrediyor. Bu emir, Müslümanların, kendileriyle savaşmayan gayrimüslimlerle, müşriklere karşı ittifak yapmalarına engel değildir. Çünkü ittifak başka, velî edinmek başkadır.

Âyetlerdeki velî kelimesi: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhte eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Öyleyse âyette yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, Müslüman yöneticilerin, diğer Müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, meşrû maksatlarda işbirliği yapmalarına mani değildir. Aynı şekilde diyalog görüşmelerine de engel değildir. Maalesef son zamanlarda İslâm’a karşı tertiplere girişmek isteyenler; İslâm’ın sürekli savaş dini olduğunu ileri sürerken, Kur’ân-ı Kerim’in, yukarıdaki âyetlere dayanarak “Hıristiyan ve Museviler ile dostluğu yasakladığını” ileri sürmektedirler. Oysa sözü edilen âyetlerde yasaklanmış olan ne “diyalog”, ne de günlük dildeki anlamı ile “dostluk”tur.

Dinlerarası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslâm’a, Kur’ân’a başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Halbuki dinlerarası diyalog görüşmeleri, İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (sas), yıllarca kendisine her türlü işkenceyi yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir. O halde çeşitli vesilelerle görüşülüp konuşulan değişik dinlerden bu insanlar -kaldı ki çokları inancını izhar ediyorlar- yüzünden, İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın hiçbir manası yoktur. Böyle bir tavır aslında, İslâm’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. “Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi men eder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine, 9) ayetine göre kâfirlerle ilişkileri kesmek, her türlü alâkayı kesmek anlamına gelmez. Bu âyete göre gayrimüslimlerle ilişki kesmenin sebebi, onların kâfir olmaları değil, müminlere zulüm ve işkence uygulamalarıdır. Öyleyse Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayrimüslimlere iyi davranmak gerekir. Müslümanlara düşmanlık yapmayan, inançlarına saygılı olan gayrimüslimlere karşı, onlara iyilik yapılmasa bile en azından düşmanlık yapmamak ve adaletli davranmak adaletin gereğidir. Fakat Müslümanlara karşı düşmanlıklarını sürdürenlerle, düşmanlığa son verenleri aynı kefeye koymak da adaletsizliktir.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu