Muhteviyat - Genç Adam

Dinlerarası Diyalog ve Örnek Bir Medrese

Doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız; konumuz bu olmadığı için sözü uzatmaya gerek yok. Ama bir gerçek var ki ilmen bütün fonksiyonlarını yitirdi denilen Osmanlı son dönem medreselerindeki ilmî seviye bugün bulunduğumuz yerden çok daha ötede imiş. Ulema arasında yapılan tartışmalar, medrese mezunlarının ortaya koyduğu çalışmalar, bu çalışmalarda dile getirilen düşüncelerin kendilerinin de bizzat rol aldığı pratik hayattaki yansımaları bizi bu kanaate ulaştırıyor...


ABD’nin Connecticut eyaletinde yer alan bir medrese var; adı Hartford Seminary. Medrese diyorum; çünkü sözlüklerin “seminary” kelimesine verdiği anlamın Türkçedeki en güzel karşılığı bu. Tabii bu arada kurumun kuruluş gayesi, hedefi ve bugüne kadar gerçekleştirdiği fonksiyonlarını da hesaba katıyoruz medrese derken.

1833 yılında bir kilise teşkilatı tarafından kurulmuş bu medrese. O gün bugün isim, bina, şehir, küçülme vb. değişikliklere uğrasa da hedeflerinden hiç taviz vermeden çalışmalarına devam ediyor. Birçok ilke imza atmış tarihi boyunca. 1889 yılında dinî eğitim için kapılarını ilk defa kadınlara bu medrese açmış ABD’de. İlk defa bir kadın, böylesi dinî eğitim veren bir kurumda dekanlık yapmış. Bir kilise teşkilatı olduğu halde İslamî ilimler alanında ilk defa akademik çalışmaları bu medrese başlatmış. Ayrıca Hıristiyan-Müslüman diyaloğu adına mazisi neredeyse yüz yıla yaklaşan çalışmaların da sahibi. Mesela “The Muslim World” adlı akademik dergi 1938’den bu yana aralıksız bu medrese tarafından çıkartılıyor.

Ne yapıyor bu kurum? Dinî ilimler alanında master, doktora ve sertifikalı kurs programları düzenliyor. Hıristiyan ve Müslümanlara yüksek dinî eğitim veriyor sizin anlayacağınız. “Islamic Chaplaincy” adlı bir programı var mesela bu yılki müfredatlarında. 72 kredilik eğitimi alınca ülkenin her yerinde resmen din görevlisi olabiliyorsunuz. Meşhur Martin Luther King doktorasını bu medreseden almış.

Kurum akademik eğitimin yanı sıra kış-yaz yaşlı-genç, kadın-erkek herkesin katılabildiği bir haftalık seminerler, kurslar düzenliyor. Kredi veya sertifikaların da verildiği bu kurs programlarının -ki hepsi bu yaz düzenlenecek- birkaçının başlıklarını sunayım sizlere: Hıristiyanlığın geleceği, Günümüzde Hz. İsa ve Hıristiyan hayatı, Dinî ritüeller ve Amerika’daki Müslüman dinî liderlerin sorumluluğu, Modern Müslüman dünyasında çağdaş problemler, İslamî teolojide Allah’ın sıfatları ve yaratılış gayesi, Dinlerarası diyalog; Barselona Dünya Dinler Parlamentosu.

Medreselerimiz...

Niçin dile getirdim bu kurumu? Geçen hafta “İbrahimî Dinler Arasındaki Ortaklık” adlı kurs programının ilk iki gününe katıldım. Bu çerçevede ortaya konan doküman, eğitim esnasında dile getirilen düşünceler, bu ortaklığın hayatın çeşitli alanlarda pratik yansımasına yönelik öneriler, referanslar ve hepsinden önemlisi bunların seviyesi ile uygulanabilirliği bana bizim medreseleri hatırlattı.

Malum, cumhuriyet rejiminin eğitim bağlamındaki ilk faaliyetlerinden biridir medreseleri kapatmak. İlmî ve içtimaî alanda fonksiyonlarını mektep-medrese çatışması sürecinde bütün bütün yitirmesi kapatma kararının asıl gerekçesi. Doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız; konumuz bu olmadığı için sözü uzatmaya gerek yok. Ama bir gerçek var ki ilmen bütün fonksiyonlarını yitirdi denilen Osmanlı son dönem medreselerindeki ilmî seviye bugün bulunduğumuz yerden çok daha ötede imiş. Ulema arasında yapılan tartışmalar, medrese mezunlarının ortaya koyduğu çalışmalar, bu çalışmalarda dile getirilen düşüncelerin kendilerinin de bizzat rol aldığı pratik hayattaki yansımaları bizi bu kanaate ulaştırıyor.

Tarihî ilim hazineleri

Sözgelimi, yukarıda dile getirdiğim Hartford medresesindeki dinlerarası diyalog adına sunulan görüş ve düşünceler cumhuriyet öncesi medrese uleması arasında yani 80-90 yıl önce tartışılan, dinî temellerine göndermeler yapılan, pratik uzantıları ile desteklenen bir mahiyete sahip. Hem de çok daha ileri seviyede. Dolayısıyla hiçbir orijinalliğe sahip değil. Sadece eğitim ortamı ve dili değişik. Küçümsediğim sanılmasın bu sözlerimle bütün bu yapılanları. Ama ecdadımızın da hakkı verilsin. “Ötekilerle” ilişkilerimizin siyasi alanda düşmanlık esası üzerine kurulu olduğu bir zamanda, bir başka tabirle barış değil, savaş ortamında çok daha ileri, çok daha orijinal yaklaşımlara sahibiz biz. Medrese geleneğinin son uzantısı şu isimler bile bahse medar hususta ne demek istediğimizi anlatmaya yeter: Kevseri, Mustafa Sabri, İsmail Hakkı İzmirli, Ahmet Naim, Ahmed Hamdi, Elmalı, M. Akif, Ö. Nasuhi, Bediüzzaman.

İnsan bu noktada iç geçirmeden edemiyor; keşke diyor medreseler bütün bütün kapatılmasaydı da ıslah edilseydi! Batı standardı türküleri ile asırlık birikimler, metodolojiler, tecrübeler zayi edilmeseydi! Madem kapatıldı mevcut ilmî seviye “ıslahat tartışmaları” etrafında dile getirilen görüşler doğrultusunda ıslah edilip yeni açılan okullara transfer edilseydi! Yeniden her şeye sıfırdan başlanmasaydı! Bir boşluk, bir kopukluk yaşanmasaydı!

Ne olurdu o zaman? Bugün Türkiye’de yaşadığımız ilmî düzlemdeki problemlerin pek çoğunu yaşamazdık. Ne imam-hatip tartışması yapardık, ne de ilahiyat fakültesi! Ne ehliyetsiz insanların gece yarılarına kadar yaptıkları din eksenli tartışmaları dinlerdik TV ekranlarından, ne de modernizm adına ortaya konulan düşüncelerin yer aldığı kafa bulandıran kitaplar görürdük kitapçı reyonlarında! Yasakçı bir zihniyete sahip değilim; bunlar yine olurdu; olurdu ama ehli arasında, akademik platformlarda, TV ekranlarında değil.

Ve hepsinden önemlisi o dedelerin mirasyedi torunları olarak bizler aleme nizamat vermeye kalkanların önünde diz çökmez, onların çalışmalarını gazete makalesi olarak kaleme almazdık belki de. Dedelerimizin 80-90 yıl önceki seviyesi hem ilmî hem de kurumsal anlamda bunlardan ileri olduğuna göre o günden bu yana kesintisiz devam edecek çalışma ve faaliyetlerle kim bilir şimdi nerelerde olurduk! Bunlarla Osmanlı mirasına sahip Türkiye hem İslam ülkeleri hem de dünya genelinde çok daha saygın bir konuma haiz olurdu!

Şimdi olamaz mıyız? Elbette olabiliriz. Ama önce durduğumuz yerin farkına varalım. Sonra hedef belirleyelim ve yılmadan usanmadan, belli bir metodoloji eşliğinde çalışmalara başlayalım. Devam edelim diyecektim; fakat başlamak tabiri bulunduğumuz konuma daha uygun gibi geldi.

Kaynak: Ahmet Kurucan, Zaman, 17.06.2004

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

Herkül Nağme

Herkül Nağme..Ezcümle, M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bütün eserlerinin, sohbetlerinin, şiirlerinin hep bu nağmeyi terennüm ettiğini söylemek pekâla mümkündür...

SAİD NURSİ'YE İFTİRALAR..

Aksiyon Burç FM

Zaman Mehtap TV

Samanyolu TV Küre TV

Radyo Cihan Ebru Tv

Herkül

BİZİ TAKİP EDİN...

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu