İman ve Ateizm - Genç Adam

"Fethullah Gülen Hocam Seyyidler soyundandır"

Azerbaycan’da  yayınlanan “Hüner Meydanı” adlı bir yayın mevkutesi 11.05.2007 tarihli  sayısında Namık Ali adında bir şahsın son derece tecavüzkar, iftiralı bir yazısını yayınladı. Bu yazının içeriği hakkında peşinen şunu deriz ki; Yazı baştan sona iftirakârdır, kezzabanedir. Din ve vicdanı, Kur’an ve imanı ayak altına alan zındıkane bir tecavüzdür.

Acaba bu yazının ve yazanının arkasında hangi farmason müfsid komiteleri vardır?
C : Üç ihtimal üzerinde durulabilir:







1-Dünya’ya büyük bir hızla yayılan ve özellikle Rusya’dan 70 senelik zulüm, gaddarlık ve azaptan  sonra  kopabilen ve bir derece istiklaliyetini elde eden Türk ve Tacik, Kafkas ve  Dağıstan Müslümanları içinde, hatta asıl Rusya’da bile göz kamaştıran bir nuraniyetle intişar ederek aydınlatan  Nur Risalelerine karşı gelmek üzere hak ve hakikatle, bürhan ve hüccetle değil, aşağılık ve alçaklığın marifeti olan iftira ve bühtanlarla lekeleme, şaibelendirme gibi tutarsız ve geçici bir şeytanlığa tevessül eden Yahudiler ve eski KGB’ yi elinde tutan Siyonistlerin kârı olması ihtimali..


2-Din ve  gerçek milliyet adına değil, ırkçı Şamanistlik  namına hareket eden bir grup ile, onlara iltihak etmiş  ulusalcılık maskesi altındaki ifsatçı bir güruhun ve bu ikisinin birkaç köşeli maşacılığına soyunmuş, dindarlık kisvesiyle de peçelenmiş bazı tinetsiz kişilerin nuru ve nur irşadcılığını çekemeyerek hırs ve gayzlarından gelen bir öfke ile iftira gibi alçak bir silaha tevessül eden deni  zümrelerin ihtimali de…

3-Dini hassasiyet adına hareket edip te, dinin hikmet-i irşadından ve nurlu siyasetinden ve hadisatın gelişim ve dönüşümünden ve zaman ve zeminin ilca ve zaruretinden habersiz, nadan bir takım  yazarların ve bunların  müstenedi olan biçare  mollalarının tecavüzkarlık ve hatalı yorumculuklarının neticesi olarak şeni gıybet ve  iftiralı yanlış şerhlerinin de ihtimali olması..

Biz bu üçüncü ihtimaldeki güruhun  mantıksızlık ve herzeguluklarının tipik örneklerini “İFHAMNAME” adındaki bir  eserimizde dile getirmişizdir.

İşte tecavüz, iftira,yalan ve gıybet gibi deni bir silahla nura ve nur hizmetkarlarına karşı hücuma geçen bu kişilerin yayın yoluyla aleme rüsvay olacak nitelikteki iddialarına bakıyoruz

Birinci şeni’ iftiralı iddiaları: Fethullah hocanın aslı ermeniymiş. Babası İbrahim, Hasankaleli bir beyin hizmetçisiymiş. Sonra bir Müslüman kızla evlenmiş. Dünya’ya gelen oğullarının birisine “ M.Fethullah” diğer birisine “Sıbğatullah” öbürüne de  “Mesih” adını koymuş… ilaahir. Bunun belgelerini de sözde  milliyetçi bir derneğin  araştırmalarına bağlamış..

Elcevap: Fethullah Gülen Hocaefendinin aslı Bitlis’in Ahlat kazasındandır. Dedelerinden olan Kurt Halil veya Kürt Halil lakabıyla meşhur olan bu zat, ailevi bir namus meselesinden Ahlat’tan Erzurum’un Hasankale kazasına hicret eylemiştir. Ahlat’ta oturdukları mahalleye, “Seyyidler” mahallesi denilmektedir.

M. Fethullah hocanın öz dedesi Alvar şeyhlerine mensuptur. Babası da oraya bağlıdır. Alvar şeyhleri ise, Bitlisli şeyh Muhammed Küfrevi ve şeyh Fethullah Verkanisi’ye mensupturlar. Ondandır ki, Fethullah hocanın babası oğullarının birisine M. Fethullah adını (Şeyh M. Fethullah verkanisinin adını) birsine de Sıbğatullah (Bitlis’in Hizan kazasında yatan ve Mevlana Halid’in halifesinin halifesi olan seyyid Sıbğatullahın adını) Diğer oğluna da “Mesih” ismini vermiştir ki, Hz. İsa’nın Kur’anca verilmiş meşhur bir  unvanıdır.(*)

Buna göre: Fethullah Hoca’nın adı ve sanı, soyu ve nesebi belli ve meşhur olduğu bütün şark bölgesince  ayan ve beyan iken , ona ermeni yakıştırması yapanlar, hiç şüphesizdir ki; az üstte üç ihtimalli guruplardan birisine dahil oldukları kesindir.

Evet, M. Fethullah Hocaefendinin soy ve  nesebi herhalde ilk  ihtimal ile sülale-i  mutahhereye dayanan  seyyid sülalesidir. Ve ya da her ikisi birer kavm-i necip olan ve eskiden beri iki cihat arkadaşı bulunan  Türk veya Kürt ırkına mensuptur.

İşte bir ehlullah olan Fethullah Gülen Hocaefendinin manevi enerji kaynağı ve nur menbaı Bediüzzaman ve onun Risale-i Nur’u olduğu için ve hatt-ı hareketi bu yörüngede olduğundan, değil yalnız Azerbaycan’ın doğusunu, tüm Asya’yı ve hatta dünya’nın diğer kıt’alarını daire-i irşadına almaktadır ve daha da alacaktır inşallah. Zira O'nun sırtına manevi dest-i teşci ve teşviki   sıvazlayan ahirzamanın sahibi Hz.Bediüzzaman’dır. Böylece, Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler, mülhidler, münafıklar ve hasedinden çatlayan rakipleri istemeseler de…

İkinci yalanlı iddiaları: Hz. Bediüzzaman’ı  sırıtan  istihzalı edaları içinde sözde savunuyor, büyük kabul ediyor görünümünde bulunuyorlar gibi yapıyorlar da, ama gelin bakın; onu zımni bir şekilde nasıl tahkir ve tezyif ettiklerini beraber görelim:

Demişler ki: CIA veya MOSSAD tarafından Bediüzzaman’ın yanına yerleştirilen M.Sungur, Tahiri Mutlu ve M. Fırıncı Hz. Üstadın haberi olmadan Nur risalelerini tahrif etmiş ve bazı mektupların başında Hz. üstadın Hulusi beye ait bazı ta’rif ve tavsiflerini keserek neşrettirmişlerdir. İlaahir.

Elcevap: Bu iftira ve yalanlı  şeni’ bühtan  evvelkisinden  çok daha beter ve daha eşeddir. Çünkü: Hz Bediüzzaman gibi bir dahi-i azamı, harika bir velayet-ı kamile sahibi  bir mürşid-i efhamı; idraksiz, şuursuz, basiretsiz basit  bir insan  suretinde görmek ve göstermek istiyorlar. Yani, sözüm ona CIA ve MOSSAD gelmiş, Bediüzzaman Hazretlerinin  harimine hulul etmiş ve onun en yakın talebeleri ve mesleğinin hameleleri  içine kendi adamlarını yerleştirmiş oldukları halde, Bediüzzaman ise farkına varmamış,   seneler ve senelerce kendi öz hariiminde onları barındırmıştır …?! Eliyazübillah !

Şimdi gelin önce merhum Tahiri Mutlu’yu ve Mustafa Sungur’u inceleyelim. Bu zatlar kimdir, ne yapmışlardır? İşte Tahiri Mutlu 1937’lerden beri Isparta’nın Atabey kazasında çoluk çocuğuyla, bütün efrad-ı ailesiyle; Hz. Üstadın Hulusi bey kadar büyük talebesi olan  İslamköylü merhum Hafız Ali Efendi’nin dairesinde  Risale-i Nurları defalarca yazmış ve yazdırmıştır. Hz. Üstadla birlikte 1943’te Denizli hapsinde, 1948’de Afyon hapsinde beraber bulunmuş bahtiyar  bir insandır. Dışarıda olduğu gibi bu her iki hapsinde de  durmadan Risale-i Nurları yazıp çoğaltmıştır. Denizli hapsinden önce evvela Hizb –ül Ekber- ül Nuri’yi, sonra Ayet-ül Kübra risalesini İstanbul’da gizlice  tab’ettirmiştir. Denizli hapsinden sonra ,Hizb-ül Kur’an’ı ve Sirac-ün Nur mecmuasını kendi kalemiyle yazmış, teksir ettirmiştir. Böylece Kastamonu ve her iki Emirdağ Lahikaları içinde Hz. Üstad en çok Tahiri isminden söz etmiştir. Afyon hapsinde hapise giren tüm nur talebeleri içinden  vefadarlık, mertlik, sadakatkarlık cihetinden Hz. Üstadın en çok  beğenisini kazanmış yegane bir şahsiyettir. 1937’den 1953’lere  kadar hapiste ve dışarıda pek çok defa Hz. Üstadın tahsin ve tebriklerini celbetmiş  bir insan-ı kamildir.

Bu noktalardan hareketle Hz. Üstadın nazarında onun makamı merhum Hulusi beyden yüksek olmasa da, aşağıda değildir. 1953’te Hz. Üstad yeniden Isparta’yı mekan ve makar seçince, Tahiri Mutlu  ağabey gelmiş Hz. Üstadın hususi hizmetinin harimine dahil olmuş ve Üstadın vefatına kadar da bu hizmette daim ve  kaim olmuştur.

Hz. Üstadın 1948’lerden sonraki hususi hizmetine onun işaret ve irşadıyla alınmış olan merhum Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur ve bu arada, bir müddet için Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğulların yanında, Tahiri Mutlu ağabeyde bu hizmette ( 1953-1960) bulunmuştur. Hz Üstadın huzurunda sabah namazından sonra Nur risalelerinden dersler okunduğunda, dersler arasında Hz. Üstad Tahiri ağabeye müteveccih olup  tevcih eyledikleri büyük ve yüksek iltifatlara bu fakir (Abdulkadir Badıllı) birkaç kere şahit olmuşumdur.

Merhum Tahiri Mutlu ağabey 1958 tarihinde Ankara’da Hazret-i Üstadın diğer hizmetkârlarıyla beraber uzun müddet hapis yatmıştır. Tahiri Mutlu ağabey, Hz. Üstadın vefatından sonra aktif ve fedakarane hizmetler de devam etmiştir. Mu’cizeli ve tevafuklu Kuranın tabı için memleketindeki tarla ve ev gibi varını yoğunu satmış hizmete vakfetmiştir.

Muhterem Sungur ağabeye gelince: Bu zat da Tahiri ağabey gibi 1948’den itibaren aile ve çoluk çocuğunu,öğretmenlik ve memuriyetini  bir nevi feda etmiş, nur hizmeti içine dahil olmuştur. Zübeyir Gündüzalp ile birlikte mezkur tarihten itibaren Hz. Üstadın yanında ve hizmetinde kalmış 1949’da Afyon hapsine, 1958’de Ankara hapsine , sonra Samsun hapsi ve Mersin hapsine nura ve Hz.  Üstada hizmetinden dolayı girmiş aylarca zindanlarda beklemiştir. Hz. Üstad  ona da çok  yüksek iltifatları, hususi teveccühleri ve  irşadları olmuş olan bu zat-ı muhterem, Hz Üstadın vefatından sonrada  Nur hizmeti için bütün müşkülatlara göğüs gererek son derece merdane ve alicenabane Türkiye dahilinde nurcuların kuvve-i maneviyelerinin takviyesi için pek çok seyahatler yapmış, nur saçmış, şevk ve gayretler uyandırmış bir büyük şahsiyettir.

M. Fırıncı beye gelince: Bu zat 1952’lerden beri İstanbul’daki Risale-i Nurların neşriyatıyla, nurun dersleriyle direkt olarak alakadar olmuş bir zattır. Hz. Üstadı defalarca ziyaret etmiş ve üstadın iltifatlarına mazhar olmuş bahtiyar bir insandır.  Özellikle Hz. Üstadın 1952-1953’lerde mahkemeler için İstanbul’a gelip her defasında  2-3 ay kaldığında, M. Fırıncı ağabey Hz. Üstadın hususi hizmetlerinde samimane bulunmuş ve Hz. Üstadın ona bu merhalede de yüksek iltifatları olmuş sadık bir şahsiyettir.

İşte çok kısa olarak temas ettiğimiz bu yüksek ve üstadın takdir ve tahsin ve teşriflerine mazhar olmuş bu zatlar hakkında naseza ve tamamen iftira ile dil uzatanlar elbette ruz-u mahşerde hesabını vereceklerdir.

Üçüncü cahilane kabih ve asılsız iftiralı iddiaları: İkinci iddialarının cevabında, hayat ve şahsiyetleri hakkında kısaca bilgi verilmiş olan bu muhterem zatlara atfen; sözüm ona, bunlar: Hulusi beye karşı Hz. Üstadın yazdığı yüksek tavsif ve tariflerini kesmişler ve nur risalelerinde yaptıkları tahrifatlara ilaveten bunu da böylece neşrettirmişlerdir.. Ayrıca Hulusi beye dayandırılarak: “Ben altıyüz ermeni öldürdüm ve ben bu hareketimle iftihar ediyorum” demiş diye o ma’hut ve müfsit Azerbaycan’da çıkan gazetede yayınladılar.

Elcevap: Cahil, tarihi bilgiden habersiz şu müfterilerin her iki şıklı iddialarının aslı faslı yoktur ve vaki olmamıştır, şöyle ki: Sözünü ettikleri  tahrif, kesme ve çıkarma olayı diye saha-i vucuda intikalinden  dem vuranlar yalanlı bir iftira ettikleri gibi; kapkara bir cahilliği de sergilemektedirler.  Çünkü Hz.Üstad hayatta iken, Risale-i Nur’dan ikinci mecmua  olarak teşkil ettirilen Mektubat kitabı, hem ta 1939 larda el ile yazılan ve Hz.Üstadın bizzat tashihlerinden geçen İslam hatlı nüshaları  elde çokça mevcut olduğu gibi; bilahare 1946’larda teksir makineleri ile çoğaltılan ve Hz.Üstad tarafından ona Hutbe-i Şamiye ve Münazarat eserleri de ilave edilerek iki cilt halinde İslam hattı ve Hüsrev ağabeyinin yazsıyla yazılan Mektubatlar da yanımızda  mevcutturlar. Bunlar, şimdi Latin harfleriyle yayınlananların aynısıdır.

Evet, Mektubat’taki, mektupların mutlak ekseriyeti muhterem merhum Hulusi Beyin sorduğu suallerinin cevabıdırlar.Fakat ilk yazıldığı şekilleri birer normal mektub tarzındadır. Baş kısımları, bazen de son kısımları selam, kelam, hal hatır sormadan ve bazı zevatın isimlerinden söz etme  gibi şeylerden ibarettir. Amma bilahare Hz.Üstad bu mektupları ilmi kategorilere aldığında baki ve daimi bir  eser ahengi vermek için kendi bizzat tasarrufları ile hal-ı hazır vaziyeti vermiştir. Merhum Hulusi Yahyagil’de Hz.Üstadın bu tasarruflarını bizzat görmüş, mevcut vaziyetleriyle hayatının sonuna kadar ondan okumuş dersler yapmıştır. Hülasa: Bu olay o kadar mütevatirdir ki; şeytan-ı racim de karşı çıkamaz. Amma gel gör ki; Türkiye içinde bazı kimseler olduğu gibi,uzantıları olan Türkiye’nin  dışında da çok acemice ve cahilane dedikodu yapabilmektedirler.

Gelelim Hulusi beyle alakadar ikinci iddiaya ki: “Ben altı yüz ermeni öldürdüm…ilaahir” buna mukabil cevabımız şudur : Merhum Albay Hulusi bey “1918’lerde :(çok defalar şahsen dinlediğimizde , 1915’lerde  Ermenilerin umumi tehcirlerinden sonra) dağ ve derelerin köşelerinde bakiyeleri  kalmış Ermeni eşkıya çetelerinin temizliği için bana da bir vazife verildi. Tokat’ın Erbağa kazasından başlayıp Erzurum’a, Kars’a kadar geldim .Burada Kazım Karabekir Paşa ile buluştuk. Ermeniler, Kazım Karabekir’in karşı harekatıyla kaçmış kaybolmuşlardı. Yer yer bazı dağ ve derelerde kalmış olanlarda çekip gitmişlerdi” demiştir. Yoksa Hulusi Beye dayandırılarak: “Ben altıyüz ermeni öldürdüm. Ben bununla iftihar ediyorum" şeklinde bir sözünü işitmedik. Yani öyle bir sözü varid değildir. Dolayısıyla iftiradır.

Ve bu münasebetle şu hususu- merhum Hulusi Beyin gölgesine sığınarak Hz.Üstadın makbul ve memduhu  sair talebelerine iftira ile dil uzatanlara bir hülasa-i cevab olarak-ifade edelim ki: Hz. Üstadın milyonlarca talebeleri vardır. Onun hayatında feda-i can edip, Nur-u Kur’an olan Risale-i Nurların  yayılması,tenvir etmesi için çalışmış fedakar pek çok talebeleri de  olmuştur. Yani: Hz. Üstad ve saniyen Hulusi Bey vardır diye bir şey mevz-u bahis değildir. Hulusi Bey her ne kadar saff-ı evveldendir. İhlas ve sadakatta birincilerin birincilerindendir. Amma yalnız ve tek o değildir. Hz.Üstadın hayatında ve belki sonrasında bazı yönlerden  Hulusi beyi geçen bir çok nur talebeleri de olmuştur.

Eğer Hulusi Beye karşı hürmet ve takdir  namı altında - şialar gibi- öbür nur talebelerini tezyif ediyorsak, hatta iftira ile tahkir ediyorsak,işte o zaman bu muhabbet  ve takdir, bir garazkarlıktır, pespayeli bir şarlatanlıktır.Hak namına, nur namına bir muhabbet ve takdir değildir. Hulusi Bey de bu çeşit muhabbetlerden teberri eder. Bu gibi sahte muhibleri dergahından tard eder, vesselam .


28 Mayıs 2007

EK BİR AÇIKLAMA
Bu açıklama, Azerbaycanlı  müfteri gazetelere yeni bir cevap değildir. Çünkü artık onlara yönelik bir cevap vermeyeceğimi söylemiştim. Benim o menhus gazetelere cevap vermem için onların ayarına düşmem icap eder. Benim ilk cevabımdan sonra onların sarf ettikleri galiz, kaba, rezil kelimeleri görseniz, sizde “onların ayarına sakın inmeyiniz” diyeceksiniz. Değil bir basın mensubu, bir medya adamı, hatta değil adi bir müslüman en bayağı en rezil en küfürbaz en serseri insanların da kullanmaktan utandığı kelimeleri sarf etmişlerdir.
Bende bu makamda sözü hüccet bir muhakkik zat olan meşhur-u
alem Molla Halil-i Siirdi’nin “Nehc-ül En’am”kitabından bir mısraını makama uygun geldiği için kaydediyorum. Kürtçe lisanıyla demiş ki (Yezidey miri la’netey lé meke, xabise xupise xuteykil meke) Türkçesi: ölmüş olan Yezid’e la’net etme ! Çünkü habistir, zatı itibariyle de pistir. Kendini onunla bulaştırma.”
Evet, Azerbaycan’da yayınlanan o  bir iki gazete durup dururken ve ortada
hiçbir sebep yokken son derece düşmancasına Fethullah Hocanın ve bu arada Bediüzzaman hazretlerinin en yakın talebelerinden bazı zatların aleyhine de pek çirkin ve çok kaba ve son derece galiz kelimelerle iftiralar
savurdular. Ben  hak ve hakikata dayalı  mukabil bir cevab yazdım Cevabımda, sebebsiz olan bu saldırı ve taarruzun asıl mihrak noktası olarak üç ihtimal üzerinde durdum. Bu üç ihtimalden üçüncü ihtimaldeki kişilerden telefonlarla teberriler geldi.Yani:“Biz kesinlikle bu çirkin hadiseye karışmadık, bulaşmadık ve bundan hiçbir haberimiz yoktur” diyerek şiddetle red ettiler. Ben de “Müslüman Müslüman’a inanmalı” dedim ve inandım. Bu kimseler Muşlu Mollanın  cemaatindendirler. Bunlara teşekkür ediyorum.
Bunun üzerine; ta birkaç seneden beri  tahrif teraneleriyle  vakit geçiren ve elinde de nühusetli bir yayın mevkutesi de bulunan ve bazılarımızca yakından tanınan bir şahıs hatırıma geldi. Her işini bırakıp menfiliklerle, tahribatla uğraşan bu şahsın iki üç sene evvel yazmış olduğu safsatalarla dolu bir kitabında; kendini Bediüzzaman’ın  varisi diye gösteren bir hasid, kıskanç şahsın herzelerine dayanarak Hz Üstadın en yakın, en sadık talebe ve hizmetkarlarına  Azerbaycan’daki gazeteye  bir cihette benzer  iftiralarda bulunmuştu.
Ben bu şahsın dergisinde zaman zaman yayınlanan tahrif iftiralarına karşı birkaç defa onu mert meydanına çağırarak:“Eğer mert isen, namert değilsen, gel büyük bir cemaat huzurunda bu meseleyi aleni olarak
tartışalım” dedim. Ama o buna hiç yanaşmayarak fısıltılarına devam
eyledi. Kitabındaki mezmum iftirasına karşı da müskit bir cevab yazdım,karşılık veremedi.
Şimdi eğer Azerbaycan’daki gazetelerin istinatgahı ve mesnedi bu şahıs ise
o durumda bu şahıs artık Hz.Üstadın tabiriyle “insanların hayat-ı
içtimaiyesinde bir fesat aleti olur.” (Lem’alar-13.lem’a,sh.88)tokadına
layık olamaya sezadır. Bu münasebetle eğer Azerbaycanlı bu gazetelerin fikir babaları bu mezkur şahıs ise, ben tekraren hem onu hem bu gazetelerin yazarlarını mert meydanına çağırıyorum; Gelin, yaptığınız iftiralarınızı herkesin huzurunda ispatlayın; o durumda müfteri biz olalım. Yoksa iftirakarlık damgası alnınıza ebediyyen yapışmış olacaktır. İftirakarlık dini bir musibettir ve ahlaki çöküntüdür. Evet çok çirkin dini bir musibet olarak; adı Müslüman, hatta nur taraftarı bile nitelenen lakin ruhu habeset, kalbi tahribat kaplamış bazı kişiler öteden beri hz.Üstadın en yakın havas ve mukarreblerine karşı cinni ve insi şeytanların en çok istimal ettikleri elhannas tarzında zehirli ifsadat olan iftira ve bühtan mekanizmasını işletmeye tevessül ederler.
İşte bu herifler deni bir silah olan iftira,gıybet ve bühtanlarını yaparken, bazı nadan hasedli ve şöhret meftunu aciz insanların hayalice bin dereden su toplamak nevindeki herzekar sözlerine dayandırırlar. Hatta öylesi şerli bir kalb ve ruh taşıyan bazı kimseler, eski zamandan beri deni ve alçakların silahı olan şu gıybet ve iftiraları insanların her noktadan en yüksekleri ve şereflileri peygamberlere,evliyalara ve büyük ulemaya da yapmışlar ve yapa gelmişlerdir. Mesela Hz.Süleyman’a, Hz.Davut’a(ASM) ve Hz.Meryem’e ve Hz.Aişe’ye yapıldığı gibi, Hz.Bediüzzaman’a ve onun en yakın talebelerine de yapılmış, halen de yapılmaktadır.
İşte bu iftiralar büyük  ve rükün Nur talebeleri ve naşirlerinin zati ve şahsi kişiliklerine yapılmış olduğu gibi Nur hizmetkarlığı ve Nur risalelerinin neşir ve tanzim gibi noktalara ait şahsiyetlerine de “Tahrif” iftirası- sırf  şahsi garaz ve iğbirarlarından- yapılmış, halen de yapılmaktadır. Herkesçe bilinmekte veya işitilmektedir ki, şu iftira denilen ahlaki çöküntü reziletini, insanların en müfsitleri olan siyonist,farmason ,kominist ve zındık  habislerin bir deni ve alçak silahlarıdır ki bunlar:“İftirayı bas ! tesir etmese de, iz bırakır” tarzında kullanırlar. Onun için müslümanlar habasette şeytandan çok beter olan bu deni ve rezillerin şerrinden Allah’a sığınmak için daima euzubillahi mineşşeytanirrecim demelidirler.
İşte: şer,fitne, fesad ve bozgunculuğu bir marifet sayan şu müfteri
zümreye değil, namuslu, imanlı, şerefli müslüman kardeşlerimizin insaf ve
hakperest vicdanları ile bir hasb-ı hal yapmak üzere manevi bir meclis açmak istiyorum. Bu manevi mecliste ona gündem teşkil edecek ve imanlı
akıl, feraset ve şer’i mantık süzgecinden  geçirilecek birkaç maddeyi
arz ediyorum.
Birinci madde:  Risale-i  Nurun tek bir noktası dahi tahrif edilmemiştir.
Bunu her yerde ispat etmeye hazırım .Yanımda Hz.Üstadın tashihlerinden
geçmiş orijinal nüsha olarak beş yüze kadar kitap mevcuttur.
İkinci madde : Hz.Üstadın en yakın talebe ve evladlarına sıçratılmak
istenen şaibe ve lekelerin tamamı iftiradır. Yalanlı karalamadırlar. Bunu da
biiznillah  nurun metinleriyle  ve o zatların hayat seyriyle ispatına
hazırım.
Üçüncü Madde: Kafirane iftiralara ma’ruz kalmış büyük nur talebeleri
Hz.Üstadın itimat ettiği ve en çok yakınları olan  kimselerdir. Bu iddia
Risale-i  Nur’daki Hz.Üstadın bizzat ifade ve beyanları ile sabittir. Bu
hususta  medar-ı nazar Bediüzzaman hazretlerinin söz  ve beyanı olduğuna göre, şimdilik umuma bir mikyas olmak üzere Tahiri
Mutlu,Zübeyr Gündüzalp,Mustafa Sungur hakkında gelen Hz.Üstadın ifadelerine bakalım .
1- Tahiri Mutlu’nun ismi Risale-i Nurun Şu’alar, Kastamonu Lahikası ,Münazarat,Emirdağ-1ve 2 lahikaları, Barla Lahikası ,Hutbe-i Şamiye, İşarat-ül i’caz,Sikke-i Tasdik,Tiryak Risalesi, Konferans ve B.Mesnevi kitaplarında  tam 63 defa  takdir ve tebriklerle geçmektedir.
2-Zübeyr Gündüzalp’ın ismi: Nur risalesinde büyük takdir ve tahsinlerle
geçtiği yerler  şunlardır. İşte Şu’alar, Barla, Kastamonu, Emirdağ-1, 2, Hutbe-i Şamiye, İşarat-ül İ’caz, Konferans,Tiryak risalesi gibi kitaplarda
tam 28 defa geçmektedir.
3-Mustafa Sungur’un ismi: Bu isim de Nur risalelerinden Şu’alar, Sözler,
Tarihçe-i Hayat, Hutbe-i Şamiye,İşarat-ül İ’caz, Konferans, Emirdağ-1,2 gibi nur kitaplarında yine takdir ve istihsan ile tam 29 defa geçmektedir. Adları geçen nur kitaplarındaki  mezkur isimlerin takdir ve istihsanla  yad edilmelerinin % 99 u Hz.Üstad tarafından olmuştur.
Buna göre şu alicenab zatlara iftira ile dil uzatanlar doğrudan
Hz.Bediüzzamana dil uzatırlar. O ise bunun  ne kadar şeni’ bir  denaet
olduğu tariften varestedir. Risale-i Nurdan isimlerini verdiğim kitapların
sayfa ve paragraf numaraları  (Envar-ı Neşriyat baskılarına göre
kaydedilmiş) “ İndeks “ adlı kitapta  görülebileceği gibi, bilgisayarlarında
külliyat kayıtlı bulunan hafıza ve cd lerde  de bulunabilir.
Netice olarak Hz.Üstadın kalemiyle takdir ve senalara mazhar olmuş
adları geçen zatlar hakkında kayıtlı ifadelerinden  birer örnek vermek
istiyorum.
1- Tahiri Mutlu Ağabey : […Şimdi manevi evladlarım ,fedakar hizmetkarlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve halis nurun kahramanları olan Hüsrev, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini  vasiyet ediyorum. Said- Nursi ] (Emirdağ-2, sh:217)
Hz.Üstadın vasiyetnamesinde kendi meşrebinin  icra ve tatbikini isimleri
geçen  zatların eliyle olmasını istemesi demek,onun yanında ne kadar yüksek mertebeli ve kendisine ne kadar yakın  olduklarını göstermek demektir.
[… Cenab-ı Hakka şükür olsun ki ; Tahir ve Abdullah Çavuş büyük bir
teselli bana verdiler. Hatta Tahirin bu defa bize hediye ettiği Lem’alar ve
yedinci Şu’ayı bir cild içinde cilt ettikten sonra mütalaa ettim . O
Tahir’de bir Hüsrev,bir Lütfü bir Asım gördüm.Cenab-ı Hak ondan ve sizlerden ebediyyen razı olsun. Onun o nüshası burada çok iş görecek inşaallah. Said-i Nursi]  (Kastamonu  Lahikası S. 92 )
2- Zübeyr Ağabey : [Ey beni görmek isteyen ahiret kardeşlerim ve hemşirelerim! Bazı esbaba binaen, şimdilik zaruret olmadan görüşmemek lazım gelmiş. Zübeyr’i tam bir Said olarak tevkil ettim. Onunla görüşen benimle görüşmüş gibi kabul ederim.Said-i Nursi  ] ( Yazma  Emirdağ-2 sh: 676)
3- Mustafa Sungur : [ …Ben kendim zehir hastalığıyla hasta olduğumdan ve kendi hukukumu müdafaa edemediğimden ,Sunguru kendime vekil ediyorum…   Said-i Nursi ] (Emirdağ Lahikası-2 Sh,24)
[Aziz sıddık kardeşlerim ! Benim Abdurrahmanım ve küçük bir Hüsrev namını olan Ceylan vazifesini iki üç yerde tam yaptı geldi. Şimdi  daha büyük bir vazife için Ankara’ya, Sungur  gibi bir  vekilim  olarak gönderiyorum….Said-i Nursi ] (Emirdağ lahikası-2, S,43)
İşte hak ve hakikat bu merkezde …Nur ordusuna, nurun nurlu kafilesine
binler selam .Nura karşı ,Nurun talebelerine karşı iftiralarla taarruza
geçen  menhus güruha  binler levm ve melametler olsun .
25.06.2007
Abdülkadir  BADILLI



Kaynak : www.cevaplar.org

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu