İman ve Ateizm - Genç Adam

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin , Özal ve siyasilerle görüşme hassasiyeti

Turgut Özal’ın Hayatından Notlar
Çocukluk ve Öğrenciliği
13 Ekim 1927'de Malatya'da doğdu. Babası Mehmed Sıddık banka memurluğu yaparken, annesi Hafize Hanım ilkokul öğretmeniydi. 4 yaşındayken Bilecik'in Söğüt ilçesine taşınan Özal, öğrenim hayatına burada başladı.

Bir dönem sonra Silifke'ye taşındıktan sonra, pilot olmayı isteyen Özal eşeğin üzerinden düşerek kolundan sakatlanınca bir kolu biraz daha kısa kalmış ve pilotluk hevesi de sona erdi.

Babasının görevi nedeniyle sık sık il değiştiren Özal, orta okulu Mardin'de bitirdi. Mardin'de lise olmaması nedeniyle, Konya Lisesi'nde eğitimine devam eden Turgut Özal bu dönem içerisinde kardeşi Korkut Özal da o'na eşlik etti. Son olarak Kayseri Lisesi'nde lise eğitimini bitiren Özal, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliğini burs alarak kazandı. 1950 yılında mezun olan Turgut Özal, 1952 yılına kadar kısa süreli bir evlilik yaşadı. Bu evlilikten sonra çalıştığı kurum olan Elektrik İşletmesi Etüd İdaresi'nde daktilocu olarak görev yapan Semra Hanım ile evlendi. Bu evliliklerinden Ahmet, Zeynep ve Efe adlı üç çocuk sahibi oldu.

Amerika’da İhtisas
Evlendikten sonra, Amerika'da ihtisas yapmaya giden Özal ekonomi branşında eğitim aldı. Geri döndüğünde EİEİ Genel Müdür Yardımcısı (ya da Genel Direktör Teknik Müşaviri; kayıtlar arasında ikilem mevcut) oldu ve Türkiye'de elektrifikasyon üzerine projelerde çalıştı.

1958 yılında Planlama Komisyonu'nda sekreterya görevini yaptıktan sonra 1959 yılında Ankara Ordanat Okulu'nda yedek subay oldu. Dönemin Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel de, bu dönem içerisinde yedek subay öğrencisi olarak aynı kurumda çalıştı.

DPT Müsteşarı
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra askerliğini bitirdi ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) kuruluş çalışmalarına katıldı. 1965 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel'in danışmanı olarak görev yaptı. 1967 yılında DPT Müsteşarı olan, 12 Mart 1971 darbesinden sonra 1973 yılına kadar Amerika’ya giderek Dünya Bankası Sanayi Dairesi'nde danışman olarak çalışan Özal, yurda döndükten sonra başta Sabancı Holding olmak üzere birçok sektörde yönetici olarak bulundu.

Başbakanlık Müsteşarı
14 Ekim 1979’da Senato yenileme ve boş bulunan 5 milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde, 5 milletvekilliğinin bütününü AP adayları kazandı. Bu sonuçlar üzerine seçimlerde istediği çoğunluğu alamayan Başbakan Bülent Ecevit, 16 Ekim'de istifa etti. Bunun üzerine ilk azınlık hükümeti olan 43. hükümet, MHP ve MSP'nin dışardan desteklediği AP Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından 12 Kasım 1979 tarihinde kuruldu. Demirel 1 Aralık 1979’da Turgut Özal’ı Başbakanlık Müsteşarlığı’na atadı.

Başbakan Yardımcılığı
12 Kasım 1979’da kurulan Demirel hükümeti henüz bir yılını doldurmadan 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile sona erdi. Turgut Özal 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Bülend Ulusu hükümeti'nde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı görevine getirildi. Liberalleşme ve sivilleşme yolunda yoğun çaba harcadı. Bu göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa etti.

ANAP Kuruldu
Özal 1 yıla yakın bir çalışmadan sonra 20 Mayıs 1983'de Anavatan Partisi'ni kurdu.

Başbakanlığı
Turgut Özal 6 Kasım 1983'de yapılan ilk genel seçimlerde milletvekili seçilerek başbakanlığa adım attı. Kurduğu Anavatan Partisi tek başına seçimleri kazandı. 400 sandalyeden oluşan parlemantoda 211 milletvekili çıkararak iktidar oldu. HP ikinci, MDP üçüncü parti oldu.

Özal seçim meydanlarında

7 Aralık 1983’te ANAP Genel Başkanı Turgut Özal, Kenan Evren tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. 12 Aralık 1983’te Bakanlar Kurulu listesini Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e sundu. 13 Aralık 1983’te de Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Turgut Özal’ın sunduğu bakanlar kurulu listesini onayladı. 24 Aralık 1983’te yapılan oylamada Özal hükümeti TBMM’den güvenoyu aldı ve 45. TC hükümeti işbaşı yaptı.

1984 yerel seçimlerinde tekrar iktidar olan Özal, 13 Nisan 1985'de yapılan ilk kongrede tekrar genel başkanlığa seçildi. Birinci Özal hükümeti 13 Aralık 1983 ila 21 Aralık 1987 tarihleri arasında görev başında kaldı.

Kritik Karar
2 Temmuz 1987’de, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ’un Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun’a Genelkurmay Başkanlığı yolunu açmak için erken emekliliğini isteyerek istifa etmesi beklenen neticeyi vermedi. Özal, Necdet Öztorun’un yerine Org. Necip Torumtay’ı Genel Kurmay Başkanı olarak istedi. Cumhurbaşkanı Kenan Evren de bunu onayladı.

Referandum
6 Eylül 1987’de siyasi yasakların kaldırılmasına dair yapılan referandumla Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş'le birlikte bir çok siyasinin yasağı yüzde 50.16’lık evet oyuyla kaldırıldı. Referandum bitiminde bir basın toplantısı düzenleyen Başbakan Turgut Özal, ANAP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nun erken seçim kararı aldığını açıkladı

İkinci Başbakanlık Dönemi
29 Kasım 1987’de erken genel seçimler yapıldı. Oyların %36,29’unu alan ve 292 milletvekili çıkaran ANAP ikinci kez tek başına iktidar oldu. Oyların %24,81’ini alan ve 99 milletvekili çıkaran SHP ana muhalefet partisi konumunu korurken, DYP üçüncü parti (%19,1’le 59 milletvekili) oldu. DSP, MÇP, RP, IDP %10’luk barajı aşamazken Ecevit, Türkeş, Erbakan, Edibali parlamento dışında kaldı.

Özal 1987'de ikinci hükümetini kurduğunda

21 Aralık 1987’de 2. Özal hükümeti kuruldu. Cumhuriyet döneminin 46. hükümeti olan ve 24 üyeden oluşan kabinede 1. Özal hükümetinden 9 bakan yer almazken, 11 yeni isim girdi, 11 bakan yer değiştirdi, 8 bakan yerini korudu. 2. Özal Hükümeti 21 Aralık 1987 ila 9 Kasım 1989 tarihleri arasında görev başında kaldı.

Suikast
18 Haziran 1988'de Ankara'da yapılan ANAP 2. Olağan Kongresi'nde kürsüde konuşurken Kartal Demirağ tarafından suikasta uğradı ve baş parmağından yaralandı. Ayağa kalkar kalkmaz kolay kolay unutulmayacak bir söz söyledi: “Allah’ın verdiği canı O’ndan başka alacak yoktur, O’nun dilediğinin dışında iş yapacak yoktur”. Bu sözüyle salonda dakikalarca alkışlandı. Kartal Demirağ önce ölüm cezasına çarptırıldı, ardından cezası 20 yıla indirildi. Fakat Özal, Kartal Demirağ'ı cumhurbaşkanlığı döneminde affetti.

Fatih Köprüsü ve Otoyollar
3 Temmuz 1988’de İkinci Boğaz köprüsünün açılışını yaptı. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü adıyla hizmete giren bu köprü 16 ay gibi kısa bir zamanda bitirildi. Çok şeritli otobanlar ve çevre yollarının mimarı sayılan Özal, GAP projesini de hayata geçirdi.

Çöküşün Başlangıcı
26 Mart 1989’da genel mahalli seçimleri yapıldı. SHP’nin birçok Büyükşehir belediyesini almasıyla muhalefet ilk defa ANAP’ı geride bıraktı. ANAP’ın oyları yüzde 21.9'da kaldı. Türkiye geneline SHP %28.2 oy oranı ile 39 ilin belediye başkanlıklarını kazanırken, ANAP %21.9 oy oranıyla üçüncü parti oldu.

Cumhurbaşkanlığı
20 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylaması yapıldı. Gerekli çoğunluk sağlanamadı. Adaylardan BaşbakanTurgut Özal 247, ANAP Burdur Milletvekili Fethi Çelikbaş 18 oy aldı. 17 oyboş çıkarken 3 oy geçersiz sayıldı.

24 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda adaylar yine gerekli olan 300 oyu alamadılar. 284 milletvekilinin katıldığı oylamada adaylardan Başbakan Turgut Özal 256 oy alırken, Fethi Çelikbaş 17 oy aldı. 2 oygeçersiz sayılırken 9 oy boş çıktı.

31 Ekim 1989’da muhalefetin katılmadığı 3’üncü tur oylamada Turgut Özal, 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 8’inci Cumhurbaşkanı oldu.

Turgut Özal alışılagelmişin dışında bir cumhurbaşkanlığı sergiledi. Sivil kökenli 2. Cumhurbaşkanı ve ayrıca görev başında vefat eden bir Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Turgut Özal, ANAP genel başkanı ve başbakan olarak 13 Aralık 1983 ila 9 Kasım 1989 tarihleri arasında 6 yıl süreyle görev yaptı.

Başbakan Turgut Özal 31 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanı seçildiği için 2. Özal Hükümeti görevden ayrıldı. Turgut Özal Cumhurbaşkanı olunca ilk iş olarak, başbakanın kim olacağı merakla beklenirken kimsenin tahmin etmediği Yıldırım Akbulut’u başbakan olarak atadı.

Meşhur 163. Madde
31 Ocak 1991’de Turgut Özal’ın özel gayretiyle ve Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerinin kuvvet kullanılmaması şartı ile düşünce hürriyetinin önündeki engeller kaldırıldı.

Körfez Savaşı
2 Ağustos 1990’da Saddam Hüseyin Kuveyt’e girdi. Yıldırım Akbulut’un başbakanlığı Irak ve Kuveyt krizi ile geçti. 5 aylık bir hazırlık sürecinden sonra 17 Ocak 1991’de Amerika Irak’ı bombalamaya başladı ve savaş resmen başlamış oldu. Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başkanlığında toplandı. Cumhurbaşkanı Özal, toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, Körfez'de başlatılan harekatla ilgili kararlar alındığını bildirdi. Körfez krizi boyunca insiyatifi elinde tutan Özal, ABD Başkanı Bush’la ikili temaslarından ötürü çok tepki çekti. Türkiye’nin Irak’a girmesi konusunda görüş belirten Özal, hükümet ve askeri kanat üzerinde hayli etkin davrandı. Bu nedenler Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, Körfez savaşında Türkiye’nin takınacağı tavır konusunda Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile anlaşamayınca 3 Aralık 1990’da istifa etmek zorunda kaldı.

Mesut Yılmaz
15 Haziran 1991’de yapılan ANAP kongresinde genel başkanlığı kaybeden Başbakan Yıldırım Akbulut 16 Haziran’da Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a istifasını sundu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Akbulut hükümetinin istifasını kabul etti. Ve ardından 17 Haziran 1991’de ANAP Genel Başkanı olan Mesut Yılmaz’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Mesut Yılmaz iş başına gelir gelmez erken seçim kararı aldı ve 20 Ekim 1991’de erken genel seçimler yapıldı. DYP 178, ANAP 115, SHP 88, RP 62, DSP 7 milletvekilliği kazandı.

7 Kasım 1991’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal, hükümeti kurma görevini DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verdi. ANAP hükümete girmedi. Süleyman Demirel ile Erdal İnönü DYP-SHP koalisyon hükümetini kurdular. Bu koalisyon 1990’lı yılların ilk koalisyon hükümeti oldu.

...Ve Özal Vefat Etti
17 Nisan 1993 Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Turgut Özal[1] Çankaya Köşkü’nde koşu bandındayken geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara’da vefat etti. Vefatından dört gün sonra Ankara’dan İstanbul’a getirilen Özal’ın naaşı 22 Nisan 1993 Perşembe günü Fatih Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Topkapı Mezarlığında Adnan Menderes anıtının yanında hazırlanan mezarda toprağa verildi. Bu mezar daha sonra anıtmezar haline getirildi.

Koalisyonlar Dönemi
Özal’ın ölümü siyasi arenada birçok taşı yerinden oynattı. 1965’ten beri 20 Ekim 1991’de yapılan seçimlere kadar 6 defa başbakan olan Süleyman Demirel, Erdal İnönü ile beraber kurduğu hükümetle yedinci kez başbakan oldu. Daha iki yıl geçmeden 17 Nisan 1993’te Turgut Özal’ın vefat etmesi üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak 16 Mayıs 1993’te Çankaya Köşküne çıktı. Ardından Tansu Çiller başbakan oldu. 90’lı yıllar hep koalisyon hükümetleriyle geçti. 24 Aralık 1995’te yapılan seçimler sonrasında başbakan olan Necmettin Erbakan da koalisyon hükümeti kurdu ve 28 Şubat süreci Erbakan ve icraatları üzerinden gündeme geldi.

1980 Öncesi
Fethullah Gülen’in Siyasilerle Görüşme Hassasiyeti
Siyasi liderlerin Fethullah Gülen’e ilgisi daha eskilere dayanmaktadır. Henüz daha 28 yaşında İzmir Kestanepazarı Kur’an Kursunda idareci iken dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından Diyanet’te önemli bir göreve getirilmesi teklif edilir. Öte yandan Necmettin Erbakan kuracağı Milli Nizam partisine destek için 1968 yılı yazında Hocaefendi’nin bulunduğu Buca’daki kampa kadar giderek kendisiyle görüşür. Fakat olumlu bir netice alamaz. Sonraki yıllarda Alparslan Türkeş’in görüşme istekleri olur. Turgut Özal, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaazlarını dinlemek için İzmir Bornova’daki camiye birkaç defa gittiği olmuştur. Özal’la ihtilalden bir hafta önce 5 Eylül 1980’de Bornova’daki camide görüşmüştür. 12 Eylül ihtilal döneminde Turgut Özal’ın görüşme isteklerini kabul etmemiştir.

Fethullah Gülen Hocaefendi Turgut Özal veya diğer siyasi liderlerle görüşme konusunda gösterdiği hassasiyeti şöyle anlatıyor:

İsterseniz siz bunu şahsım adına bir his olarak değerlendirebilirsiniz. Yani kendimi onlardan küçük gördüğüm için görüşmekten kaçındığımı söyleyebilirsiniz. İşin bu yönü için söz söylemek bana düşmez. Ancak, eskiden beri ruhuma hakim olan bir düşünce vardır. Bunu yer yer, görüşme teklifi getiren arkadaşlara da söyledim. Burada bir kez daha tekrarlamakta bir mahzur görmüyorum.

Siyasilerin bizimle görüşme talepleri, elbette sadece benim şahsımdan kaynaklanmıyordu. Tavrımızın siyaset üstülüğümüzden kaynaklandığında şüphe edilmemelidir.

Siyasilerle Görüşmeye Dair
Fethullah Gülen 23 Ocak 1995 tarihinde Sabah gazetesinde yayınlanan Nuriye Akman’a verdiği mülakatında siyasi liderlerle görüşmesine[2] dair sorulan sorulara şöyle cevap veriyor:

NA- Siyasi liderlerle görüşmeleriniz konusunda neler söylemek istersiniz?

- Görüşme isteği onlardan geldi. Bazı arkadaşlarım bana "Bazı meselelerde görüşseniz yararlı olur" şeklinde telkinleri oldu. Şimdiye kadar siyasilerle çok açık, yüz yüze görüşmek arzu etmedim. Mesela Turgut Bey'le muarefemiz (tanışıklık) olmasına rağmen başbakan olduktan sonra on sene görüşmedim ben. Amerika'ya davet edilmiştim. Eyaletlerde gezerken Houston'da ameliyat olduğunu duyunca kendisini ziyaret etmiştim. Yani görüşme mevzuunda biraz tedbirli ve temkinli davrandım. Sayın Başbakan Çiller'e yakın olanlardan da böyle bir teklif geldi. Bu terör kanunu da söz konusu olunca, 163'ün gadrini yaşamış, Sefiller'deki gibi 6 yıl adım adım takip edilmiş bir insan olarak, bir daha böyle bir şeye meydan verilmemesi, benim için önemli bir meseleydi. Güneydoğu mevzuunda mütalaalarımı arz etmeyi düşündüm bir çare olarak. Yani askeriyenin müdahalesi işin bir yanı olsa da oradaki esas mesele eğitim meselesidir. Bu inanan insanların orada okullar, yurtlar, pansiyonlar, üniversiteye hazırlık kursları açmaları devletin o mevzuda fitneyi yatıştırıcı teşebbüsünden daha kalıcıdır. Uzun vadeli ama yolu budur bu meselenin. Bu düşüncelerimi hangi lider olursa olsun, açmayı düşünmüşümdür. Ben bunu komutanlarımıza da açmayı düşündüm.

NA- Peki, siz vaktiyle Özal'ı bile reddetmişken, bu görüşme neden Çiller'e nasip oldu?

- Belki Özal'a da böyle "Medya mevzuu oluruz, televizyonların, gazetelerin diline düşeriz" endişelerimi izhar edince o da bu endişelere katıldı. İşin doğrusu sayın Çiller bir bayan olmasına rağmen telefonla görüştüğümüzde "Önemi yok. Medyaya düşülse ne olur. Ben ona meydan vermem" dedi.

Fethullah Gülen-Turgut Özal Görüşmeleri
1980 öncesinde Hocaefendi’nin vaazlarına her seviyeden insan geliyordu. Mesela Turgut Özal’ın DPT Müsteşarı olduğu dönemlerde Bornova Camii’ne gittiği ve camide Hocaefendi’yle görüştüğü biliniyor.

1979 yılında Başbakanlık Müsteşarı[3] olan Turgut Özal, bir vesileyle Hocaefendi’yi ziyaret etmek istiyor. 1979 yılının o yaz günlerinde seçim atmosferi[4] estirliyordu.   CHP Hükümetin iş başındaydı. Bülent Ecevit başbakandı. Fakat bir yandan da üçüncü MC hükümeti kurma havası devam ediyordu. AP genel başkanı Süleyman Demirel, Erbakan ve Türkeş’i de yanına alarak İzmir’de beraber bir miting[5] yaptılar. O zaman Turgut Özal da İzmir’e gelmiş ve bir fırsatını bularak Hocaefendi’yi ziyaret etti.

Türkiye’de gelişen siyasi ve anarşik hadiseler neticesinde ihtilale doğru gidildiğini fark eden Fethullah Gülen 5 Eylül 1980 Cuma günü Bornova’da son vaazına çıktı ve buradaki vaazlarına son verdi. Vaazdan sonra Turgut Özal’la camide imam odasında görüştü. Ardından 20 günlük rapor aldı. Fethullah Gülen Hocaefendi o günlere ait hatıralarını şöyle anlatıyor:

Turgut Bey'i 1965'lerde Planlama Teşkilatına girdiği zaman tanıdım. Bir arkadaşımız vasıtasıyla tanıdım. İzmir’de traktör fabrikasıyla akalalı işleri vardı. İzmir’e geldiğinde misafirimiz oldu, evimizde kaldı, beraber kahvaltı yaptık.

Eskiden muarefemiz (tanışıklığımız) olduğu için, sık sık Bornova camiinde vaaz yaptığımda, vaaz dinlemeye gelirdi. Turgut Bey’le ihtilalden az evvel görüştük. İhtilalden bir hafta, on gün evvel camiye gelmişti. Daha önce Devlet Planlama Teşkilatında müsteşar iken Bozyaka ve Çeşme’ye gelmişti. Evimde kahvaltı yaptı, yemeğimizi yedi, misafirimiz oldu. Bornova'da (İzmir) camiye geldi, vaaz, nasihat dinledi. Sonra imam odasında oturduk. Türkiye'nin kaderiyle alakalı bazı şeyler konuştu. Türkiye'nin genel durumunu sormuştu.

Rahmetli İrfan Bey vardı yanımda. Onunla dar odada üçümüz oturduk. Anarşi gırla gidiyordu. O zaman bana sordu “nasıl görüyorsunuz Türkiye’nin durumunu” dedi. Ben de; “Vakıa Türkiye'de anarşi var, kargaşa var ama gelişmelerin genel olarak iyi olduğu kanaatindeyim” dedim. O da “hal-i hazırdaki durum çok iyi gitmiyor gibi geliyor bana” demişti. Zannediyorum bir hafta sonra da 12 Eylül hareketi oldu.

Ben hayatımda solcuların güç ve kuvvetine göre hadiseleri değerlendirmedim. İman tarafındaki hizmetlere baktım ve endişelerim olduysa bu taraftaki sarsıntı karşısında oldu. Geleceğe böyle bir ümitle baktımsa, o da bu tarafın rasaneti, sağlamlığı ve ümit vaadediciliği karşısında baktım.

Solcular caminin etrafında bile “ya ya ya, şa şa şa, komünizm çok yaşa” diye bağırıp geçiyorlardı. Ama hiç umurumda değildi benim. Bu milletin tabanı itibariyle dine ve diyanete merbutiyeti (bağlılığı) vardır. Allah'ın inayetiyle bunları aşar geçer diyordum. Bu zaviyeden bakıp kendime göre değerlendirme yaptım.

Turgut Özal Görüşmek İstiyordu
Turgut Özal 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra 1981 yılında Hocaefendi’yi dolaylı yoldan aratıyor ve görüşmek istediğini iletiyor. Ancak Hocaefendi diğerlerinde olduğu gibi bu görüşme isteğini de geri çeviriyor. Hocaefendi şöyle anlatıyor:

O zamanlarda Turgut Özal aramıştı. Hatta bir defasında biz Ankara’dan İstanbul’a doğru gelirken o da arabasıyla geçiyordu. Yolda karşılaştık, tam o arandığım dönemdi. Hacı Kemal bana “durdursak da haber versek, kendisi görüşmek istiyordu.” dedi. Benim aklımdan da hafif geçti, sonra sarf-ı nazar ettim o görüşmeden. O arzu karşısında, o andaki hislerimi tam tespit edemeyeceğim, ama “gerek yok” dedim. Şimdiye kadar politikacılardan hep kaçtım. Demirel'in, Türkeş’in ve Necmeddin Erbakan’ın görüşme arzularına cevap vermedim. Bu düşünceler içinde Özal’ın görüşme isteğini de kabul etmeyeyim dedim.

1986
Burdur Hadisesi ve Özal’ın Yardımı
Fethullah Gülen, bir arkadaşını askerde ziyaret esnasında hakkında arama emri olduğu gerekçesiyle 12 Ocak 1986’da Burdur’da yakalandı. Uzun bir sorgulamadan sonra İzmir’e getirildi. Arama emrinin İzmir’le bir alâkası olmadığı anlaşılınca serbest bırakıldı. Fethullah Gülen Hocaefendi 3 Temmuz 1995’te TRT Ateş Hattı[6] programında Reha Muhtar’ın konuyla ilgili sorularını şöyle cevapladı:

Reha Muhtar: Efendim 12 Eylül döneminde altı yıl boyunca aranıyorsunuz. Sonunda Burdur'da yakalanıyorsunuz. Sonra serbest bırakılıyorsunuz? Devlet makamlarında bazı yakınlarınız, dostlarınız mı var? Burdur'da daha sonra İzmir’de bırakmak istiyorlar. İzmir o işe girmek istemiyor. 6 yıl boyunca da yakalanmıyorsunuz. Tabii dönem askeri dönem şartları. Sizin bu konudaki hissiyatınız nedir?

Fethullah Gülen: O zamanın başbakanı sayın Turgut Özal’la eskiden planlamada iken bir mümaresemiz vardı. Başbakan olduktan sonra da hiç görüşmemiştik. Zaten ben aranıyordum. Ona da birşey bulaştırmak istememiştim. Başbakan o olunca Yıldırım Akbulut da Dahiliye vekiliydi zannediyorum. Valiyle, emniyet müdürüyle bir kısım teşebbüsleri olmuş olabilir.

Başbakan Turgut Özal ve İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut vali ve emniyet müdürü ile konuşmuş olabilirler. Bizim ifademizi alıyorlardı. ikindiye doğru “bunları biz aramıyoruz, İzmir’e gönderin, bize İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nın aradığını bildirmişlerdi” dediler. İkindiye doğru bizi İzmir’e aldı getirdiler. Oraya gece vardık. Yanımda komiserler vardı, İzmir emniyet binasına girince oradaki nöbetçi müdür “sizi biz aramıyoruz” dedi. Sonra siyasi müdürler, belki emniyet müdürü de geldi. Sonra dediler ki, sizi İzmir dışına çıkaracağız. Sizi aramıyoruz. Orada bir protokol imzaladılar. Sonra ben oradan İstanbul’a geldim.

Reha Muhtar- Peki Turgut Bey'i nereden tanıyorsunuz?

Fethullah Gülen- Turgut Bey'i 1965'lerde Planlama Teşkilatına girdiği zaman tanıdım. Bir arkadaşımız vasıtasıyla tanıdım. İzmir’de traktör fabrikasıyla akalalı işleri vardı. İzmir’e geldiğinde misafirimiz oldu, evimizde kaldı, beraber kahvaltı yaptık.

Eskiden muarefemiz (tanışıklığımız) olduğu için, sık sık Bornova camiinde vaaz yaptığımda, vaaz dinlemeye gelirdi. l2 Eylül'den bir hafta evvel oradaydı. Türkiye'nin genel durumunu sormuştu. Ben de; Vakıa Türkiye'de anarşi var, kargaşa var ama gelişmelerin genel olarak iyi olduğu kanaatindeyim, dedim. O da hal-i hazırdaki durum çok iyi gitmiyor gibi geliyor bana demişti. Zannediyorum bir hafta sonra da 12 Eylül hareketi oldu.

Reha Muhtar- Yani diyorsunuz ki 12 Eylül döneminde yakalanmamam daha önceden muarefemiz olduğu için Turgut Özal'ın daha önce başbakan yardımcısı, daha sonra da başbakan olarak tesirlerinin etkisi olmuştur.

Fethullah Gülen- O dönemde pek fazla olacağına kani değilim. Sıkıyönetim, askeriye vardı. Turgut Bey öyle çok cesurca hareket edemezdi. Bunda mazurdu da. Fakat zannediyorum Burdur'daki meselede bir başbakan olarak herhalde en azından sormuştur: "Nesi var bu insanın? Ne diye arıyorsunuz? Esbab-ı mucibesini bana bir gönderin" falan demiş olabilir.

Reha Muhtar- 12 Eylül döneminde yeraltındaki illegal örgütler ortaya çıkarıldı. Adı üstünde askeri yönetim. Hemen hemen her şey ortaya çıkarıldı. Siz askeri yönetim döneminde bile yıllarca Türkiye'deymişsiniz. Hiç dışarı çıkmamışsınız. Türkiye'de kalabiliyorsunuz. Yakalanmıyorsunuz. Aranıyorsunuz. O dönemde şartlar ne olursa olsun aranıyorsunuz. Epey güçlüsünüz galiba istemezlerse yakalayamıyorlar sizi?

Fethullah Gülen- Meselenin bir yanı şudur: Benim inançlarım açısından yakalanmama gayretimin yanında birisi tarafından sanki yakalatmama gibi birşey de oldu. Yoksa isteselerdi yakalarlardı. Ya böyle arayanlar çok ciddi yürekten aramadılar. Eğer o işte de ihlas söz konusu ise ihlaslı aramadılar. Veya böyle ben bazen yanlarından teğet geçtim, görmedikleri de oldu. Hatta asker kışlalarına gidiyor, dostları, arkadaşları ziyaret ediyordum, askeriye beni ararken. Hatta bazı askeri kışlalarda bazı komutanlar resimlerimi bile yapıştırmışlardı.

Özal’ın İyiliğini Unutamam
Fethullah Gülen 12 Ocak 1986’da Burdur’da tutuklanma ve sorgulanma anlarını, Merhum Özal’ın devreye girişini yaptığı bir sohbette şöyle anlatıyor.

“Bazen bir yerde bir saat kalma imkânını bile elde edemedim ben. Hep dolaştım durdum. Sefilleri televizyonda vermişlerdi, seyretmiş olanlar bilgilerini tazelemişlerdir. Sizi böyle bir cendereden kurtarmanın ne demek olduğunu unutamazsınız. Burdur'da derdest ettiler, Turgut Bey'e haber gidince –o zaman Başbakan- gece bakanlarını çağırıyor ve problemi çözmek için devreye giriyor. Şimdi ben Turgut Bey'in o iyiliğini unutamam. Gece ikide mi, bir de mi kendisine haber verilince hemen kabineyi çağırıyor, bakanlara “arkadaşlar, bu gün ruznamemizin tek maddesi var, o da Fethullah Hoca tutuklanmış, bu meseleyi çözmemiz lazım” diyor.

Ben o sırada yirmi dört saat hep "lan" dinledim; “lan yalan söylüyorsun, komünistlerden daha kötüsün...” Böyle bir tazyik içinde yüzünüze tükürüyorlar, “ulan seni konuştururuz” diyorlar, “öldürmesini de biliriz” diyorlar. Orada yakalanan bir arkadaşımıza da demişler zaten tokatlarken, “onu gebertecektik fakat kalabalıktı onun için, başımıza iş açarız diye gebertmedik.” demiş.

Böyle bir durumda ben Turgut Bey'in o günkü o centilmenliğini unutamam. Adamlar şaşırdılar, elleri ayakları dolaşmaya başladı. İfade alırken birisi içeriye girdi, “bırakın, yahu başımıza dert alacağız” dediler. Daha sonra İzmir’e getirdiler, İzmir emniyeti “biz kabul etmiyoruz, biz aramıyoruz bunu” dedi. Yahu ne oldu hani arıyordunuz, siz altı senedir arıyordunuz. Her tarafa resmen resmimi astınız. Şimdi de “aramıyoruz” diyorlar. Burdur “biz bu olaya sahip çıkmıyoruz” diyor İzmir’e. Formül bulamıyorlar. Nihayet İzmir’de bir formül buldular. Bizim avukat Özkan Bey durumu anlattı. Bir kağıt imzalattılar ve bizi İzmir’den serbest bıraktılar. Beni emniyet arabalarıyla dışarıya çıkardılar. O gün o yolda İstanbul’a doğru geliyoruz taksiyle, inşirahımın sınırını anlayamazsınız. Şimdi bunların hepsini bir kenara atıp Özal’ın iyiliğini orada unutmamız mümkün değildir. İnsanı sevindiren şeyler, insana yardım meselesi bunlar.

1989
Yepyeni Bir Devrin Eşiğinde
Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 31 Ekim 1989'da Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak, Kenan Evren'in Anayasa uyarınca 7 yıllık süresinin 9 Kasım 1989 tarihinde dolması sebebiyle, Özal ancak bu tarihte yemin ederek görevine başlayabildi. Fethullah Gülen aynı tarihlerde Türkiye’nin içinden geçtiği süreci ve ileriye dönük Türkiye’nin konumunu tasvir eden “Yepyeni Bir Devrin Eşiğinde”[7] başlıklı bir yazı kaleme aldı. Zaman gazetesinde 8 Kasım 1989 tarihinde yayınlanan o yazıda Fethullah Gülen şöyle diyordu:

Türkiye’de yeni bir devir başlıyor. Öyle ümit ediyoruz ki bu devirde insanımız yakın geçmişte kaybettiği bir kısım millî ve tarihi dinamikleri yeniden elde ederek, bir taraftan dünyayı idare eden güçler arasında eski yerini alır, diğer yandan da geri kalmış ülkelere, hususiyetle İslâm Dünyasına hem bir güç kaynağı hem de ışık ve rehber olur.

Bu yeni dönemde yükselip zirveleri tutabilmek ve geleceğin bizden beklediği vazifeleri, şerefli bir surette yerine getirebilmek için yalnız bir iki dinamiğe dayanmak kâfi değildir. Düşmanları sindirmek için en mükemmel şekilde mekanize edilmiş bir askeri güce ihtiyaç olduğu gibi, ilmî ve içtimaî, iktisadî ve sınâi yeniliklere; din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınmasına ve fertlerin dinî vecibelerini arızasız ve kusursuz yerine getirebilmeleri için hayatın ve toplumun ileri ünitesinde daha demokratik düzenlemelere de ihtiyaç vardır.

Yıllar yılı millet, kendine güven verdiği kimselerden hep bunu bekledi. Evet o, güvendi, intihab (seçti) etti; sonra da geçmişten gelen değerlerinin teminat altına alınmasını, geliştirilmesini bekleyip durdu. Şimdi de aynı şekilde beklemektedir. Onun içindir ki, ne seviyede olursa olsun onu temsil edenler, fevkalâde samimi, alabildiğine ihlaslı olmalıdırlar ki, millet de rehberlerine itimat edip sarsılmayan bir imanla onları desteklesin ve gösterdikleri hedefe tereddüt etmeden yürüsün!..

Kanaatimizce, yeni dönemde istikrar ve yükselmenin devamına, birlik ve huzurun kurulmasına en büyük engel, halkın rehberlerine karşı itimat ve güven duymayışı olacaktır. Şayet baştakiler buna dikkat edemez de, kendilerine olan şu yarım güven ve itimadı da sarsarlarsa, her şey yeniden alt-üst olur; millet ve ülke zarara uğrar ve bugüne kadar yapılan şeyler de heder olur gider.

Bu yeni dönemin basiretli temsilcilerine düşen en önemli vazifelerden biri de, samimiyet ve safvetlerine gölge düşürmeden milletin güven ve itimadını koruma ve ne suretle olursa olsun çözülüp dağılmaya meydan vermeme olmalıdır.

Ayrıca, bu milleti yükseltmek isteyenler, onu geçmişiyle çok iyi tanımak, düşünce ve ruh dünyasıyla çok iyi tahlil etmek mecburiyetindedirler. Binaenaleyh bu yeni dönem münasebetiyle bir kısım içtimai esaslar tespit edilirken, milletimizin geçmişi, ruh yapısı da mutlaka göz önünde bulundurulmalı ve onu upuzun şanlı mazisinde ayakta tutan dinamikler bir kere daha gözden geçirilmeli, yeni değerlendirmeler de ona göre yapılmalıdır.

Bugün bir kısım zirvelerin tutulmasında milletin ruhuna ve onun hissiyatına dayanarak hareket dehasının gösterilmiş olması sayesinde, nasıl bütün ihânetkâr telkin ve anlayışlar boğum boğum idiyse, elde edilen nimetlerin devam ettirilip geliştirilmesinde de yine milletin ruhuna ve onun mübarek hissiyatına saygı gösterilirse her türlü komplo ve desise akim kalacak ve kervan yürüyüp gidecektir.

1990
Adnan Menderes ve arkadaşlarının naaşları
27 Mayıs 1960 ihtilali ile iktidardan uzaklaştırılan Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu 1961 yılı Eylül ayında Yassıada’da idam edilmişlerdi. İdam yıl dönümleri olan 17 Eylül 1990’da naaşları devlet töreni ile İstanbul Topkapı Mezalığına nakledildi. Cenaze namazları Aksaray’daki Muratpaşa Camii’nde kılındı. Cenazelerin nakli başta Turgut Özal olmak üzere devlet erkanı ve büyük bir halk kitlesi eşliğinde gerçekleşti. Aksaray’dan Topkapı’ya kadar Vatan Caddesinde yaya yürünerek cenazeler taşındı.

“17 Eylül 1990’da Merhum Adnan Menderes'in cenaze namazı için ülkenin her yerinden gelen büyük kalabalık Vatan Caddesine akmıştı. Aksaray Muratpaşa Camii’nde kılınan cenaze namazına Fethullah Gülen Hocaefendi de katıldı. Namaz sonrasındaki defin merasimini Hocaefendi, sonuna kadar takip etti. Turgut Özal ve Demirel de oradaydılar. Hocaefendi daha sonraki bir sohbetinde cenaze namazına iştirak edenlerin miktarını az görmüş ve daha fazla kalabalığın geleceğini ümit ettiğini söylemişti. O hafta Hocaefendi yaptığı sohbetlerinde Merhum Adnan Menderes’le ilgili bahisler üzerinde durmuştu.”

1991
Çankaya’daki Yalnızlık
Mesut Yılmaz’ın 15 Haziran 1991’deki kongrede genel başkan seçilmesinden sonra Özal ANAP üzerindeki tesirini kaybetti. Gelişen olaylar Cumhurbaşkanı Özal’ın ANAP’la gönül bağını kopardı. Bu doğrultuda kardeşi Yusuf Bozkurt Özal’la yeni arayışlar içine girdi ve hatta Yeni Parti adıyla bir parti bile kuruldu. Çankaya’dan inip tekrar siyaset sahnesine dönebileceği sinyallerini verdi. Ne var ki siyasi şartlar ve ömrü buna elvermedi.

Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduktan sonra da siyasete ilgisinin devam etmesi birçok bakımdan eleştirildi. Bunlardan en bariz olanı eşi Semra hanımı ANAP İstanbul İl başkanlığına[8] aday göstermesi idi. Cumhurbaşkanı olduğu halde siyasete karışması hiç hoş karşılanmadı ve tepki çekti.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin o günlere ait “Milletin Yolunu Kesen Kanlı Kabus”[9] başlıklı güncel bir yazısı çok dikkat çekti. Hocaefendi’nin o yazısı o günün şartlarında sanki Özal’ı ikaz eden bir yazı olarak algılandı. Hadiseler Hocaefendi’yi haklı çıkardı ve bir süre sonra Özal Çankaya’da yalnız başına kaldı.

1992
Fethullah Gülen ABD’de Turgut Özal’ı Ziyaret Etti
24 Nisan 1992’de 11 günlük bir gezi için Amerika’ya giden Cumhurbaşkanı Turgut Özal Houston'da yapılan sağlık kontrolünde prostat kanseri olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Özal 2 Mayıs 1992'de Dallas Methodist Hastanesi'nde prostat ameliyatı oldu. Kendisini telefonla arayanlara 'Dualarınızı eksik etmeyin, endişelenmeyin' dedi. Özal 19 Mayıs 1992’de taburcu oldu.

Fethullah Gülen Hocaefendi, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı 5 Mayıs 1992 tarihinde yattığı hastahane’de "geçmiş olsun" ziyaretinde bulundu. Fethullah Gülen, Özal’a yaptığı ziyareti Nuriye Akman’a verdiği mülakatta[10] şöyle diyor:

NA- Siz rahmetli Özal'ı Houston'da ziyaret etmiştiniz, ne konuştunuz?

Ben, o ameliyat olmadan önce oraya gitmiştim. Üniversitelerde bazı hoca ve talebe arkadaşlar vardı. Türk toplumuna yararlı olma mülahazaları vardı. Bir yardımımız olur diye ben de gitmiştim.

Yirmibeş eyalete uğrama imkanı oldu. Konuşmalar, görüşmeler yaptık. O sıralarda dediler ki, ''Turgut Bey, prostattan ameliyat oldu, kanser olma ihtimali de var.'' Eski hukukumuz da var. Yabancı bir ülke. Burada ''Çankaya-mankaya görürler, medyanın diline düşeriz'' endişesi vardı. Ama orada acaba kimseye görünmeden bu işi gerçekleştirebilir miyiz diye düşündük.

NA- Houston'a dönelim. Randevunuzu Abdulkadir Aksu aldı değil mi?

“- Evet, Abdulkadir Bey'le de olduğu söylenebilir. Sonra o, (Turgut Özal) ''Gelsinler'' demişti. Orada ilk defa tanıştığımız, özel doktoru Cengiz Arslan Bey, çok sıcak bir alaka gösterdi. Özal yatakta kanlar içinde yatıyordu. O da benim gibi onca zaman görüşmediğimiz için çok duygulandı. Bir iki saat oturduk orada. O hasta haliyle Asya'ya açılımı dile getirdi. ''Ben hariciyeye çok söyledim, bu arkadaşların çalışmalarını engellemeyin. Eğer Türkiye eğitim adına Asya'ya açılmak istiyorsa destek olun, Türkiye'nin büyümesi bundan geçer ama bu insanlara laf anlatamadım'' dedi. Onu takdirle yad etmek isterim. Allah'ım onun üzerine rahmet yağmasına vesile olsun. (Burada Gülen ağlamaya başladı)

Sonra, ''Hocam'' dedi, ''İşin doğrusu bu sene ameliyat almasaydım Reis-i Cumhur olarak hacca gitmek, Reis-i Cumhur hacca gitmez anlayışını yıkmak istiyordum. Başbakan olarak gittim. Bu bir fasıldı. Fakat hastalandım. Allah bana uzun ömür verirse önümüzdeki sene Reis-i Cumhur olarak Hacca gitmek istiyorum'' diye müjde verdi.

NA- O görüşmeden bazı ayrıntıları size hatırlatmama izin verin. Semra Hanım tam bir harem-selamlık örneği göstererek size kapı arkasından servis yaptı, çilek ikram etti. Bu, sizin isteğiniz miydi, yoksa Semra Hanım saygısından mı yanınıza girmekten kaçınmıştı?

Ben hiç teklif etmedim. İşin doğrusu içeriye girdiğimizde Semra Hanım'ı görmedik. Neden sonra kapıyı arkadan tıklattı. Ben onu bize karşı saygının ifadesi olarak gördüm. Çünkü Turgut Bey'in İskenderpaşa çevresine karşı belli bir alakası vardı.

Mehmet (Zahit Kotku) Efendi merhuma karşı saygısı vardı. Semra Hanım'ın limiti bilmesi düşünülemez. Herhalde belli ölçüde ''Saygı işte böyle gösterilir'' telakkisi vardı. Kapıyı tıklattı.

Bir arkadaşımız çileği aldı. Neden sonra kalkarken Özal, “Semra Hanım, bak Hocaefendi gelmiş” falan dedi. O da kapının arkasından 'Hoş geldiniz' dedi. Ben de, 'Hoş bulduk' dedim. O kadarcık bir görüşme oldu.

1993
Turgut Özal Ortaasya Gezisine Okullar İçin Çıktı
Hulusi Turgut Yeniyüzyıl gazetesinde yayınlanan “Fethullah Gülen ve Türk Okulları”[11] adlı yazı dizisinde Turgut Özal’ın ölümünden önce son çıktığı Orta Asya gezisine sadece okullar için çıktığını belirtiyor. Özal’ın Ortaasya gezisi 3 Nisan’da başlamış ve 15 Nisan 1993’te de yurda dönmüştü. Hulusi Turgut yazı dizisinde şunları naklediyor:

Türkiye'nin sekizinci Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal, 1993 yılının ilkbaharında önce Balkanlar, ardından da Orta Asya Türk Cumhuriyetleri gezisine çıktı. Özal, Balkanlardan "bitkin" denebilecek derecede yorgun dönmüştü. Hattâ bu gezisi sırasında yolda yürümekte güçlük çekiyor, Balkanlarda bağımsızlığını kazanmış ülkelerin Müslüman halklarıyla birlikte camilerde ibadet ederken, namaz kılmakta zorlanıyordu. Cumhurbaşkanı Özal'ın bu gözle görülür fizikî yorgunluğunu, kendisine refakat eden Devlet Bakanı Şerif Ercan gidermeye çalışıyor, namaz sırasında secdeden kalkarken veya merdiven çıkarken koluna girip, destek oluyordu. Özal, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri gezisine 5 Nisan 1993 tarihinde başlayacaktı. Beraberinde kalabalık bir heyetle yola çıkmak istiyordu. Geziye, özel davetliler de almak niyetindeydi: Bu, merhum Özal'ın son gezisi olacaktı. Gezi dönüşünden 24 saat sonra, 17 Nisan 1993 Cumartesi günü hayata veda ediyordu. Merhum Özal'ın son dış gezisini, Fethullah Gülen şöyle anlatıyor:

Eski Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmış Türk cumhuriyetlerinde okullar açmak üzere bazı vatandaşlarımız seferber olmuştu. Ama, birtakım engeller görünüyordu. Bu engeller, normal olduğu herhalde işin başında kestirilememişti. Öyle ya, başkaları bizim ülkemize gelip, okul açmak isteseler ne yaparız? Bilmediğimiz, tanımadığımız insanlar, farklı bir öğretim programıyla okul kurmak isterse, herhalde bir kısım endişelerimiz olur. Özbekistan'da, Türkmenistan'da ve Kırgızistan'da değişik temaslarda bulunan insanlarımız, yurda dönünce tabiî ki çeşitli bilgilerle geliyorlardı. Bunun neticesinde durum değerlendirilmesi yapılıp, daha sonra takip edilecek harekat tarzları belirleniyor olsa gerekti. 1992 yılında Amerika'daydım. O sıralarda Houston'da tedavi gören merhum Özal'ı kaldıkları hastanede ziyaret ettim. Özellikle eğitim hizmetleri konusunda bilgi almak istemişlerdi. Kendisine, bildiklerimi hastane şartları içerisinde anlatabildiğim kadar anlattım. Merhum Özal, bu görüşmemiz sırasında şunları söyledi:

"Ben bu meseleyi bir kısım devlet adamlarına, Dışişlerine elli defa söyledim. Bu okullar, Türkiye'nin geleceği adına çok önemlidir, güç verin bunlara dedim. Fakat anlamıyorlar. Bu olay, Türkiye'nin dışa açılmasıdır." Özal, gördüm ki, bu konuda çok dolu ve kararlı. Süratli şekilde bir şeyler yapmak istiyor. Amerika'dan döndükten sonra, önce Balkanlar'a, ardından da Orta Asya'ya gitmeye karar verdi. Orta Asya seyahatine, o ülkelerde okul açmak isteyen insanlardan da, parlamenterlerden de götürmek istedi. Bunlardan bazılarına "gelin, beraber gidelim" demişti. Bir ara, götürmek istedikleri kişiler nasılsa gitmemeye karar vermişler. Kendilerini telefonla aramış. "Arkadaş, ben sizin için; bu okullar için gidiyorum. Gitmiyorsanız, ben de gitmiyorum" demiş. Bu olayı ben hep hislenerek hatırlarım.

Fethullah Gülen, yurtdışına açılımlarında merhum Turgut Özal'ın yardımlarını şükranla yâd ediyor; bu konudaki anılarını şöyle sürdürüyor: Merhum Özal, Asya'daki okullara kendi okulları gibi sahip çıktı. Özbekistan’da bir problem çıkınca, son gezisi sırasında sayın Kerimov'la görüşmüş. Kerimov cenapları, okullar konusundaki endişesini merhum Cumhurbaşkanımıza anlatmış. O da, "Ben, bu okullara kefilim" demiş, mesele halledilmiş. Soğuk hava ısınmış, güven tazelenmiş. Özbekistan Devlet Başkanı daha sonra Özal'a şu soruyu yöneltmiş: "Peki, bu okulları bitiren çocuklar, üniversiteyi nerede ve nasıl okuyacaklar?" Özal'ın bu soruya da cevabı şöyle olmuş: "Bunlar, dünyanın her yerinde okullar açıyor. Çocuklarınız, ortada kalmaz. Mutlaka yüksek öğrenim yapmalarını sağlarlar.”

Yurt İçi ve Yurt Dışında Açılan Okullar Hakkında Turgut Özal’ın Katkıları
Fethullah Gülen Hocaefendi, Orta Asya’daki eğitim hizmetlerini ve okulların açılmasında Türk devlet adamlarının ve cumhurbaşkanlarının katkılarını YENİ TÜRKİYE[12] Dergsinde yayınlanan makalesinde şöyle açıklıyor:

Devletimiz özel okullar açma izni verince, ellerinde olanı yazın yazlıkta, kışın kışlıkta harcayıp, zevk safâ içinde manasız bir hayat sürüp Ahiret'e öyle intikal etmektense, kazançlarını ülke hizmetine, insanımızın ve her bakımdan kardeşlerimiz olan insanların hizmetine yatırmayı tercih eden ve bunu bir ibadet neşvesi içinde yerine getiren "Derin Türkiye'nin hizmet gönüllülerinin Türkiye gibi, Türkiye dışındaki açtıkları okullardan da tek tek haberdar olmam esasen mümkün değildir. Bu okulların açılmasında sadece bir tavsiye ve teşvik edici olanı hasebiyle, okul açan şirketlerin pek çoğunun adlarını bile bilmediğim gibi, açılan okulların tek tek nerede bulunduğundan da çok fazla haberim yoktur. Fakat gerek basına yansıdığı ve Ali Bayramoğlu, Şahin Alpay ve Atılgan Bayar gibi çok değerli basın mensuplarımızın ilgili dizilerinden takip edebildiğim kadarıyla, Azerbaycan'dan Filipinler'e, Çarlık Rusya’sının başkenti Petersburg'dan ve Musevi vatandaşlarımızdan değerli işadamı sayın Üzeyir Garih Beyefendi'nin de referans ve yardımlarıyla Komünist Rusya'nın başşehri Moskova'da açılanından Yakutistan'a kadar, İran gibi açılmalarına izin vermeyen ülkelerin dışında hemen her ülkede bu okulların açılmış bulunduğu artık herkesin bildiği bir husustur.

Ülke ve millet sevgisiyle dopdolu yazar ve düşünürlerimizin görüp geldikten sonra yazdıklarında da bizzat ifade ettikleri gibi, bu okullar, Türk gönüllü kuruluşlarınca finanse edilmekte pek çoğunda, belki hepsinde öğrencilerden alınan ücretler bu finansman işine önemli katkı sağlamakta, okulların açıldığı ülke yöneticileri ise, yer ve bina tahsis etme, müdür ve gerektiğinde öğretmen verme gibi hususlarda ciddî yardımcı olmaktadırlar. Ülke, millet ve insanlığa hizmeti hayatının gayesi yapmış ve gerçek yaşam lezzetini hizmet etmekte bulmuş gönüllü öğretmenler kadrosu ise, az bir maaşla ve şevkle çalışmakta, başlangıçta, okullarını keyfiyetin tam kavrayamamış olmaktan dolayı bazı dış misyon görevlilerimiz geri durmuşlarsa da, bugün pek çoğu itibariyle okullara destek vermekte; hatta ülkemizin son iki Cumhurbaşkanı sayın merhum Turgut Özal[13] ve Sayın Süleyman Demirel Beyefendilerin yanı sıra, çok değerli Meclis başkanımız Mustafa Kalem'li Beyefendi de bunların bazılarını bizzat ziyaretleriyle şereflendirerek, yüksek desteklerini esirgememişlerdir.

Sevgi Okulları ve Devlet
Dünyaya bir eğitim hizmeti olarak yayılan ve Fethullah Gülen tarafından “Gönüllüler Hareketi” olarak nitelendirilen bu hareketin devlete alternatif olup olmadığı konusunda sorulan bir soruya Hocaefendi şöyle açıklık getiriyor...

.... Burada unuttuğum, fakat istidradi, antrparantez arzedeceğim bir husus daha var: Aslında bu hareketin gönüllüleri en küçüğünden en büyüğüne kadar, ister sınaî, ister ticarî, isterse kültürel faaliyetleri itibarıyla ne yaptılarsa hepsini sordular. Ben bazılarını biliyorum: Merhum Turgut Özal[14] belki yirmi yere mektup yazdı, devletin zirvesindeki bir insan. Başbakanken bunu yaptığı gibi, cumhurbaşkanıyken de bunu yaptı. Hatta son seyahatinde, geçende kendisine yakın olanlardan bir tanesi ifade etti, “Benim yanımda, bir devlet başkanına ‘Ben bu işin kefiliyim’ dedi.” şeklinde konuştu. Şimdi devletin başındaki, zirvesindeki bir insan “Ben bu işin kefiliyim, ben bu işin arkasındayım, bir sorumluluğu varsa bu meselenin bana râcîdir“ diyorsa, o zaman devlet kim? Devlet ona sahip çıkıyor. Devlet kendisine alternatife mi sahip çıkıyor? Sayın Süleyman Demirel’in bu konudaki imzasız gördüğüm mektupları belki yirmi taneydi. Benim görmediklerim belki kırk tane vardır. Kırk tane devlet başkanına selahiyetle mektup yazıyor. Bazılarına da imza atıyor, diyor ki “Üstünü doldurun nasıl istiyorsanız, götürün.” Bu yiğitçe bir tavırdır. Bunu alkışlamak lazım. Başbakanken yapıyor bunu; Süleyman bey, Çankaya’ya çıktığı zaman da bunu yapıyor, sahip çıkıyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi 1990 yılında Sovyet Cumhuriyetlerinden ayrılan Türk devletlerinin yardımına koşulmasını, buralardaki insanlara maddi ve manevi açıdan el uzatılmasını ve Orta Asya’da yaşanan sıkıntıları vaazlarında işlemeye başladı.

Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal'ın, devlet başkanı sıfatıyla, yurtdışında açılması düşünülen okullar için başta Türki Cumhuriyetlerin liderleri olmak üzere yabancı ülkelere teminat vermesi, Fethullah Gülen’in, Orta Asya'dan Çin'e, ABD'den, Avustralya'ya kadar dünyanın dört bir yanında okulların açılmasındaki yönlendirici ve samimi tavrı, her kesimden insanın dikkatini çekti.

Dönemin Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kafkaslar ve Orta Asya'daki Cumhuriyetlerin Cumhurbaşkanlarına okulların açılması ve eğitim faaliyetlerine yönelik referans mektupları yazdılar.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Yazdığı Mektuplardan Biri
Türkiye'nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 10 Kasım 1992 tarihinde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'e hitaben yazdığı mektup:

‘‘Sevgili karındaşım.

Ülkelerimiz arasında ilişkilerin her alanda çok süratli bir şekilde geliştiğini görmekten büyük bir memnuniyet duymaktayım. Zat-ı alilerinin de benimle aynı görüşleri paylaştığından eminim.

Ekim 1992 ayı sonunda Ankara'da yapılan ve çok başarılı geçen zirve, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için gerekli siyasi iradenin mevcudiyetini bir kez daha ortaya koymuştur.

Bu gelişmelere pharalel olarak, çok sayıda Türk müteşebbis ülkenize gelmekte ve hemen her konuda yatırım imkanlarını araştırmaktadır. Türk basın sektöründe önemli bir yere sahip olan Zaman Gazetesi'nin Bölge Müdürü, şahsen tanıdığım Ali Bayram, Zaman Gazetesi ve televizyonu konularında işbirliği imkanlarını araştırmak üzere Kazakistan'a gelecektir. Kendisine gerekli kolaylığı göstererek, yardımlarınızı esirgemeyeceğinizden eminim.

Bu vesileyle Zat-ı alilerine ve şahsınızda tüm Kazak halkına en iyi dileklerimi sunarım.’’

Turgut Özal / Cumhurbaşkanı

10.11.1992

Cumhurbaşkanı Turgut Özal Vefat Etti
Fethullah Gülen, 17 Nisan 1993 günü vefat eden 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal için 18 Nisan 1993 Pazar günü Zaman gazetesinde bir taziye[15] yayınladı.

“Büyük düşünce ve devlet adamı, sivil cumhur reisi Müslüman Türk dünyasının vesile-i ümidi Sayın Devlet Başkanımızı kaybetmiş bulunuyoruz. Hayatı boyunca yüksek gayeler arkasında koşmuş, hep ufuklu yaşamış ve yaşadığı gibi de milletimiz için bir yitik olarak Rabb'ine yürümüş bulunan muhterem Turgut Özal'a Cenab-ı Hak'tan merhamet ve mağfiret topyekün Türk milletine ve İslâm alemine de baş sağlığı dilerim.”

Fethullah Gülen

Fethullah Gülen Özal'ın Cenaze Namazına Katıldı
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan 1993 Cumartesi günü Çankaya kökünde rahatsızlanarak Hacettepe üniversitesine kaldırıldı. Fakat ani kalp rahatsızlığından kurtulamayarak Ankara’da vefat etti[16]. Vasiyeti üzerine, Bakanlar Kurulu Özal’ın İstanbul’da toprağa verilmesini kararlaştırdı. 22 Nisan 1993 Perşembe günü Fatih Camii’nde öğleden sonra kılınan cenaze namazından sonra Topkapı’da hazırlanan mezarına defnedildi. Cenaze namazı ve sonrasında Fatih Camii’nden Topkapı’ya ancak 3 saatte varılabildi. Asker, sivil, her kesimden halk büyük bir izdihamla ona eşlik etti.

22 Nisan 1993 Perşembe günü Fatih Camii tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Hocaefendi, Turgut Özal’ın cenaze namazına iştirak etti. Cenaze namazına iştirak eden pek çok başka kıymetli şahsiyetler de vardı. Parti başkanları, sanatçılar, bakanlar, gazeteciler, yazarlar...vs. Hocaefendi o gün yine 3 yıl önce Menderes’in ve arkadaşlarının naaşlarının nakli sırasındaki gibi hüzünlüydü. Turgut Özal’ın vefatı sonrasında Fethullah Gülen Hocaefendi şu değerlendirmede bulunuyor:

“Engin bir imanı vardı Turgut Bey’in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevi değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele içi içine sığmıyordu. Orta Asya’da okullarları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey’e okulları kast ederek “Bu müthiş bir hadise Korkut!” demiş. Gördüklerini ve memnuniyetini anlatmış. Düşünün ki Turgut Bey geziden döndükten bir iki gün sonra vefat etti. İşte bu kısacık zaman diliminde memnuniyetini hemencecik ifade etmiş. Kardeşi Korkut Bey’in aktardığına göre “hocam görüştüğümüzde ilk anlattığı şey, okullardı” dedi.. Ve gittiği her yerde “bu okulların kefili benim” demiş.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yeni Şafak, 17.04.2005. “Özal olağanüstüydü', 18.04.2005. “Doğu ve Batı Özal'a ağladı”
[2] Sabah, Nuriye Akman, 23.01.1995
[3] 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan Senato yenileme seçimleri sonrasında ilk azınlık hükümeti olan 43. hükümeti, MHP ve MSP'nin dışardan desteklediği AP Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından 12 Kasım 1979 tarihinde kuruldu. Bu hükümet de henüz bir yılını doldurmadan 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile sona erdi. Süleyman Demirel başbakan olunca 1 Aralık 1979 tarihinde Turgut Özal’ı Başbakanlık müsteşarı olarak atadı. Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığı görevi 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar sürdü. Daha sonra Bülent Ulusu başkanlığındaki hükümette başbakan yardımcısı oldu.
[4] 14 Ekim 1979 tarihinde Senato yenileme seçimleri yapıldı. 1979 yazındaki seçim atmosferi Ekim ayında yapılacak seçimlerden dolayı idi. Seçimlerden sonra Türkiye’nin ilk azınlık hükümeti olan 43. hükümeti, MHP ve MSP'nin dışardan desteklediği AP Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından 12 Kasım 1979 tarihinde kuruldu.
[5] 14 Ekim 1979’da yapılacak seçimler için mitingler yapılıyordu. AP, MSP ve MHP ortaklaşa hareket ederek üçüncü MC hükümeti kurma peşindeydiler. Bu nedenle Demirel, Erbakan ve Türkeş 13 Haziran 1979’da İzmir’de değişik platformlarda halkın önüne çıkıyorlar.
[6] TRT-1, 03.07.1995. Reha Muhtar’ın Ateş Hattı Programında Fethullah Gülen’le yaptığı röportajdan.
[7] Zaman, 08.11.1989. Yepyeni Bir Devrin Eşiğinde
[8] Semra Özal, 14 Şubat 1991’de ANAP İstanbul il başkanlığına aday oldu. 28 Nisan 1991 Pazar günü yapılan il başkanlığı seçiminde Semra Özal il başkanı oldu. 24 Haziran 1992 tarihinde de istifa ederek İstanbul il başkanlığından ayrıldı.
[9] Sızıntı, Ağustos 1991, sayı 151, cilt 13. “Milletin Yolunu Kesen Kanlı Kabus” başlıklı yazı.
[10] Nuriye Akman, Sabah, 24.01.1995, “Allah'ım Özal'a Rahmet Yağdırsın” başlıklı bölüm
[11] Yeni Yüzyıl, Hulusi Turgut, 18.01.1998 tarihli Fethullah Gülen ve Okulları  adlı yazı dizisinden.
[12] Yeni Türkiye Dergisi, 01.05.1997 “Orta Asya'da Eğitim Hizmetleri”  başlıklı yazı
[13] Turgut Özal Adına Açılmış Bazı Türk Okulları: Malatya Özel Turgut Özal Lisesi, Arnavutluk Turgut Özal Koleji, Türkeminstan Aşkabat Turgut Özal Lisesi, Dağistan Derbent Turgut Özal Lisesi
[14] tr.fgulen.com, 14.11.2005, “Bu Hareket Devlete Alternatif mi?” başlıklı yazı
[15] Zaman, 18.04.1993
[16] Aksiyon 13.04.1996, Sayı 71, Bu Dünyadan Bir Özal Geçti


fgulen.com, 14.04.2006

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu