İman ve Ateizm - Genç Adam

Diyalog Çiçeği...

Diyalog Çiçeğinin Sevgi ve Barış Yaprağı

Sevgi, Kudret-i Sonsuz’un yarattıklarına bahşettiği, kalpleri birbirine perçinleme işlevini sağlayan bir rahmetidir. Canlıların birbirlerine bağlanmasını sağlayan sevgi, yaşama azmini artıran, düşmanlıkları yok eden, geçimsizliği ortadan kaldıran bir güçtür. Sadece kendini değil, sadece aileyi değil, sadece akrabayı değil, tüm insanları değil yaşayan her varlığı sevmek önemlidir.

Ancak bununla insanlığımızın gereğini yerine getirmiş oluruz. Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmektir bizim özümüzde olan. Allah bize bunun programını yerleştirmiştir ve bunu çalıştırıp, karanlık sevgisizlik dünyasını sevgiyle aydınlatmak bizlerin elinde…

 

Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevme felsefesi, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Bitkiyi, hayvanı bile sevebiliyorsak neden diğer insanları da sevmeyelim? Neden onların da ellerinden tutup doğruyu görmelerini sağlamayalım? Belirli ideolojik kalıplardan sıyrılıp üzerinde bulunduğumuz hak yolu, bu yoldan mahrum olan insanlara tanıtmak, en azından onlara sevgiyle ve hoşgörüyle yaklaşıp içerisinde bulunduğumuz ortamı göstermek bizlere Allah’ın verdiği bir vazifedir. Çünkü eldeki bu nimetin de hesabı verilecek. Sevgi ve hoşgörü ile tahmin edilemeyecek mertebelere ulaşabiliriz. Nitekim tarih bunların örnekleriyle dolu… “Yusuf Hemedani Hazretleri, doksan bin Mecusi’yi Müslüman etmiş. Savaşarak mı?.. Hayır !..Kavgayla mı?...Hayır !..Severek, dostlukla, ziyaret ederek, evine giderek, iyilik yaparak… Savaş en son çaredir ! Allah yolunda savaşma; bıçak kemiğe dayandığı zamandır. Ondan önce yapılacak çok işler vardır. İslam’ı bilmeyen insanlar, işi savaş tarafına götürerek, en son işi en başta söyleyerek; Müslümanlığı savaş dini, kan dini, hunharlık dini gibi göstermeye çalışıyorlar. Balkanların fethi sevgiyle olmuştur. Orta Asya’nın fethi sevgiyle olmuştur. Endonezya’da İslam’ın yayılması sevgiyle olmuştur. Silahla olmamıştır. Bizim metodumuz sevgidir. Sevmeyi öğreneceğiz, sevgiyle hareket etmeyi öğreneğiz!...”

Sevgiyle yakalanır hayat sevinci. Gerçek imana sahip insanda sevgi oluşur ve bununla mahlukata karşı sevgisini göstermeye başlar. Kusurluyu da hatalıyı da sevgiyle okşayarak onun kalbini fetheder. İslam’dan olmayan insanlara da “Belki bir gün Müslüman olur” diyerek sevgisini aktarır. Zaten bir kere o kişiye sevgi tohumu atarsa, Allah onun gelişmesini nasip eder. Bizim görevimiz insana sevgi ve hoşgörü ile yaklaşıp o tohumu atmaktır. Kalpler Allah’ın elindedir, O (c.c) isterse o kalbi mülayim eder. Allah’ın bizden istediği kendimize düşeni yapmaktır.Bizim kalbimizin kapıları her daim açık olmalı ki bir gün birisi gelirse onu kapalı bulup geri dönmesin. Hıristiyan, Yahudi, Mecusi, ateist demeden sinemizi her insana açmış olmamızın neticeleri yani kurduğumuz diyaloğun meyveleri tarih boyunca bizlere yol gösterici nitelikler taşıyan örneklerle doludur. Müslümanlar hiçbir zaman “öteki” insanları saf dışı sayarak onları kendi hallerinde bırakmamış, daima onlarla ilgilenmiş ve Allah’ın o kalbi mülayim etmesini beklemiştir. “İlk Müslümanların çevre millet ve kültürlerle ilişkileri tamamıyla insani ve ahlaki esaslara göre yürüyordu.

 

Aradan neredeyse altı asır geçmişti. Ve biz bu İslami hassasiyeti şu hadisede müşahade etmekteyiz: 13. yüzyılda Şam bölgesinde üstünlük kuran Moğollar, Müslümanları ve onların korumasında yaşayan bazı Hıristiyan ve Yahudileri de esir almışlardı. Esirlerin serbest bırakılmasını talep etmek için Moğol komutanı Kutlu Şah’la görüşmek üzere meşhur ilim adamı Takiyuddin İbn Teymiyye gitti. Moğollar, Müslümanlar dışındaki Hıristiyan ve Yahudi esirleri serbest bırakmaya yanaşmadılar. Bunu gören ilim adamı, komutana sert bir üslupla şunları söyledi: “Bütün esirler bırakılmadıkça savaş bitmez. Hıristiyan ve Yahudiler bizim korumamız altındadırlar, onlardan tek bir kişinin dahi esir bırakılmasını kabul edemeyiz.” Müslümanların bu kararlı tutumunu gören Kutlu Şah, bütün esirleri serbest bırakmayı kabul etti.”(2)  Bildiğimiz üzere sonrasında da İslam’ın sevgi ve hoşgörülü tutumu asırlar boyunca devam etmiş, yeryüzünün her köşesinde bulunan “her insana” elini uzatmayı sürdürmüştür. Efendimiz (s.a.s), kendisine işkence eden, akıl almaz türde davranışlarda bulunan Ebu Cehil’e bile yüzlerce kez gitmiş, her defasında o tohumu kalbine bırakmayı denemiştir. İnsanlığın Efendisi (s.a.s) bunu yapıyorsa bizlerin bunu kaçınılmaz bir görev olarak algılaması gerekir. İnsana her daim sevgi ve saygı duyan Efendimiz (s.a.s), yoldan geçen Yahudi cenazesinin önünde ayağa kalkmış ve bunun nedenini soranlara insanlığın özünü teşkil eden cevabını vermiştir : “Çünkü o bir insan…”


Yakamızı bir türlü alamadığımız terör ve anarşi olayları her geçen gün insanlığı tehdit ediyor. Acaba bu insanlar baştan beri sevgiyle yetişseydi acaba şu an diğer insanlar zarar görecek miydi? İnsanlığın hala sevgiden kaçmakta olduğu şu çağda, insanlığın huzurunu bozacak olayların olması kaçınılmazdır. İlla ki bir tarafa mensup olma gerekçesi arandıkça da insanların birbirine olan sevgisi azalmakta,  insanlar arasında kutuplaşmalar meydana gelmekte ve bunun sonucunda da yine insanlığa dönen huzur bozucu olaylar olmaktadır. O halde suçlu zarar gören insanlardır. Çünkü vaktinde alınacak önlem sevgiydi. Sevgisiz bir insan susuz kalmış bitki gibidir. Dikkat edilirse İslamiyeti kabul eden insanlar, dinimizin en çok bu yönünden etkilenmekte, bu yönünü takdir etmektedir. İslamiyet’in bir sevgi, barış ve hoşgörü dini olması onun evrenselliğinin bir göstergesidir. Ve bununla tüm insanları mıknatıs gibi çekecek özelliğe sahiptir. Bu yolda Müslümanlara pek çok görevler düşmekte. Çünkü araştırma dahi yapsa bir gayrimüslimin tam manasıyla İslam’ı anlaması mümkün değildir. Memleketimizde bile doğduğundan beri ezan sesini duyan, ailesinden İslam terbiyesi almış insanlar dinimizi tam anlamıyla bilemedikten sonra gayrimüslimleri yadırgamamak, ellerinden tutmak gerekir. Çünkü bütüne kavuşan biziz eksik olan ise onlar. Onlarla diyaloğa girdiğimizde eksik olan bütüne ulaşmaya meyilli olacaktır, bütün olan eksiğe değil… Kendine güvenen her Müslüman’ın elinden geldiğince her insana ulaşma vazifesini ifa etmesi zorunludur. “Her insan ulaşılması gereken bir cevherdir ve ona ulaşmak bizler için vazgeçilemez bir görevdir.”


Yeryüzünde bulunan insanlara Hz. Adem (a.s)  babamızdan kardeş gözüyle bakmak, içimizde bulunan tefrik duyguları bastıracak ve bizlere yepyeni bir ufkun rehberliğini yapacaktır. Bizler nasipli kardeşleriz, onlar ise bize göre nasipsiz. O halde bize verilen bu nimeti onlara ulaştırmak, onlara sunmak gerekir. Onların gelip bizden almasını beklemek, gelmezlerse de ne halleri varsa görülsün düşüncesine kapılmak kendi içimizde oluşan bir kibire delalettir. Gerçek İslam’ı yaşadığımıza inanıyorsak, bunu tüm insanlığa sunmak için harekete geçmek, bu yolda yorulmak, hiç durmadan yeni insanlar kazanıp onlarla ilgilenmek, içinde yaşadığımız bu çağda sahip olduğumuz kaçırılmayacak bir fırsattır. Sevgi, barış ve hoşgörü zaten bizlere atalarımızdan kalan en büyük mirastır. Bize kalan bunları düzgün bir şekilde kullanmak… Sevgi bizim sermayemiz, sevgi bizim kazanç kapımızdır. Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlünü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen insanı sev insanlığa hayran ol…!


(1)Bkz :Prof.Dr.M.Es’ad Coşan “Başarı Yolunda Sevginin Gücü-Seha Yay.”
(2)Bkz: Karadavi Yusuf, Gayru’l-Müslimin fi’l Müctemai’l İslami

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu