Yazı Dizileri - Genç Adam

Elde kaldı bir Misyonerlik Yaftası...!

Sonda söyleyeceğimi, baştan söyleyeyim; Türkiye’nin İslâmî duyarlılığa sahip etkin ve çok geniş bir topluluğuna, hareketine ve o hareketle bir anılan Kanaat Önderi'ne karşı kullanılan bir yafta kaldı elde; “Misyonerlik” yaftası..!


Derinlerdeki birilerinin ne kadar acziyet içerisinde olduklarının bir göstergesi..! Onlarca yıldır yıpratmak için yırtındığın bir topluluğa saldırı için, elde kalan tek çamura bak..! “Yazık!” bile diyemiyorum… Evet; bu acziyet ve zavallılık vaziyetine, acıyarak “yazık!” bile diyemiyorum; bu işi bizzat değil de, (zafiyet damarlarından yakaladıkları birkaç ‘İslamî’ diye bilinen, hatta “tarikat” bile denilen kesimleri taşeron firma gibi kullanarak) başkalarına yaptırmaya çalışmalarından dolayı..! Hem de sen kalk, İslam ve müslüman aleyhine o kadar çalışmışken, şimdi birilerine “İslam elden gidiyor!” dedirterek yaptırmaya çalış… İşte buna “yazık!” değil, “yazıklar olsun!” denir ancak..!!

Malum zihniyetlerden, tarihî tekerrürat


Bu çelişkili ve çetrefilli ortam ve vaziyet; Hilafetin, Şeriatin ve de Saltanatın başı ve tek temsilcisi olan dönemin Padişahı 2. Abdülhamid Han’a karşı kışkırtılan, ayaklandırılan cahil/ kullanılan kesimin, ona karşı “Şeriat isterüzz!” diye yürütülmesi kadar abes geliyor insana! Söylenen sözlerin masum gözükmesinden ziyade; neye yönelik, neye karşı yapıldığı ve de kimlerin menfaatine olduğuna bakmak gerek. Nasıl ki, bundan tam bir asır önce o saf Müslümanları “Şeriat isterüz!” diye sokaklara döküp de, şeriatın ve hilafetin temsilcisini sonunda alaşağı edilip, ülke ve İslam alemi nasıl perişan hale getirildiyse; bugün de diyalog ve hoşgörü adına dünya genelinde çok büyük adımlara vesile olmuş, İslam alemi aleyhine geliştirilmiş olan medeniyetler arası çatışma projesini frenlemiş bir topluluğa karşı da birileri kullanılmakta… Kimler kimleri mi? Bir asır önce, o saf Müslümanları sokağa döküp, sonradan ipleri eline geçiren hangi kesim ise, bugün de aynıları..!

Aslında, amiyane tabirle “manzarayı çakmak” için o kadar gerilere gitmeye bile gerek yok. Daha bundan 6-7 yıl önce bir Şubat Soğuğu” fırtınası estirenler, bu sefer de “Eyvah, irtica/ şeriat geliyor” diye ortalığı kasıp kavurmuşlardı. Yani bu sefer de sakalı tersinden kesiyorlardı! Montaj kaset furyası ortalığı almış yürümüştü. Orda da, F.Gülen Hocaefendi ve sevenlerinin şeriat yanlısı oldukları, ülkeyi ve devlet kademelerini ele geçirip, İslam’ı, şeriatı getireceklerini bas bas bağırmışlardı. Milletin dikkati o yöne toplanmışken, birileri de hortumlarıyla soyup soğana çevirmişlerdi; “Aaa, kuşa bak kuşa!” deyip, bakan saf niyetlilerinin elindeki ekmeği kapıp kaçanların uyanıklığı misal..! Kimler miydi onlar? Evet, bildiniz, yine aynı kimseler… yine aynı tiğnette kimseler.
Ama ne oldu; bankaların, ülkelerin içi boşaltılmasının haricinde… F.Gülen Hocaefendi ve onu sevenlere karşı halkta bir tepki vb. olmuş muydu? Hayır, aksine bir sempati ve teveccüh bile oluşmuştu. Zira Türk insanının mayasında vardır, haksızca saldırılan, mazlum kesime karşı cibilli bir tarafgirlik gösterir. Bir de, mayasına işlemiş haliyle İslam ve Müslümanlık taraftarıdır. O insanlara “müslüman ve İslam’dan yana oldukları için” saldırılırken, o da -yüksek sesle ifade etmese bile- oluşturulan o cepheleşmenin karşısında yer aldı. İşte şimdilerde ‘ellerini bozup’, yeni bir seri oluşturdular “misyonerlik yaftası!”

Elde ne kalmıştı ki geriye? Olsa ellerinden bir malzeme zaten sonuna kadar kullanırlardı. Bırakın sağlam malzemeyi, kullanılmadık bakir bir malzeme bulsalar onunla bile saldırmaya razıydılar. Ki, doksanlı yıllarda (yani daha sağ gösterip sol vurmadıkları, direkt sol”dan vurdukları Cumhuriyet Gazetesi sürümlü iftiralar dönemi), F.Gülen Hocaefendi için neler neler söylemişlerdi? En azından dört tane karısının olduğu, Edremit’ten Ayvalığa kadar zeytinliklerinin olduğu v.b… F.Gülen Hocaefendi ki, camii kürsülerine çıkmış ve iç ürperten yeminlerle; “değil dört, bir tanesinin gölgesinin yakınından bile geçmediğini” (hatta günümüzde bunu bile bir malzeme olarak kullanan birileri, şimdi de kendisinin hadsiz eşlere sahip olmasıyla, bunu kendisinin üstünlük alameti olarak bile sunuyormuş..!), “değil zeytinlikleri olmasını, bir zeytin dalının bile olmadığını, olsaydı da bir sevgi ve barış nişanesi olarak onlara takdim edebileceğini söylemiş ve o müfterilere, iddia ve iftiralarını ispata” çağırmıştı. Tabii ki, bu mesnetsiz uç iddialar da, iddia edenlerin alnında –müfterilikle- bir kara leke olarak kalmış, aslı astarı da çıkmamıştı bu tür sözlerin… Hatta zamanında, bu saldırılarda seviye o kadar düşürülmüştür ki, Hocaefendi ile aynı çizgide gördükleri bir  gazete hakkında: “Gazetelerinin içinden porno dergiler, CD’ler dağıtıyorlar” diyecek kadar bir seviyesizliğe, iftirada bir çukurluğa kadar vardırmışlardı işi. “Çukur” tabiri kullandım, zira “alçaklık, seviyesizlik, düşüklük..” bile kıyasta bir seviye göstergesi… bu iftiralar o kadar denî ve ednâ ki, bir seviye belirtisini bile hak etmediği kanaatindeyim.


Meselâ diyorum…

Ne oldu ya günümüzde? Dillerine dolayabildikleri bir misyonerlik tartışması kaldı.. ya başka bir malzeme daha olsaydı…? Hiç kullanırlar mıydı, İslamî duyarlılıklı bir topluluğa söylenebilecek en son sözü (misyonerlik!)..?!

Yıpratmak için kırk küsur yıldır uğraştıkları bu gönüllüler hareketini ve onları temsilen M.Fethullah Gülen Hocaefendi’yi karalayabilmek için, farazaen söylüyorum, meselâ öğrenselerdi ki; o zâtın –biri değişken olmak üzere- (sözde imam nikahlı) dört eşi ve de sayısız eski eşleri olsaydı, muhtelif evliliklerden olma yirmiye yakın çocuğu olsaydı ve bunları da tek resmî eşinin üstüne yaptırsaydı.. bunu da duysalardı o çığırtkanlar, kullanmazlar mıydı hiç?
Ya da ne bileyim; eski eşlerinden birisi kalkıp, onun hakkında inanılmaz iddialarda bulunsaydı, bunun kasedi ortalıklarda dolaşsaydı ve de onların eline geçseydi, hiç kullanmazlar mıydı..?

Meselâ, ‘atıyorum’; Hocaefendi kendisine unvanlar titrler uydursaydı, bunun için gidip kendisine Prof.’luk, Dr.’lik vb. satın alsaydı, başkalarının yazdığı kitaplara kendi adını yazarak (bu unvanları da ekleyerek) yayınlatsaydı, bu durumlar bütün aleme de ün olsaydı ve bu saldırganların da eline geçseydi, kullanmazlar mıydı hiç..?!
Yine atıyorum, mesela; Hocaefendi kendinin takipçisi olduğunu söylediği bir zâtın nâşını, defin günü kaçırıp götürseydi, o nâşı da kendi arsasına (ha!, başta da kendisine ait bir arsası/ tarlası olsaydı!) gömseydi ve o zâta gönül vermiş bütün herkese de: “Cenaze bende, öyleyse bundan böyle ben varım, her şey bende” deseydi, bütün camiaca da böyle bilinseydi, sanal alemlerde de bunun teferruatları dolaşsaydı ve bu çığırtkanların da eline geçseydi, kullanmazlar mıydı hiç..?

Veya, ilk faaliyeti bir fabrika kurmak için para toplamak olsaydı, sonra bu paraların üzerine yatsaydı, bununla palazlanıp bir noktaya gelseydi… hayır, himmet deyip topladığı paralarla uzak doğudaki lüks, beş yıldızlı otellerde yeni eşleriyle yeseydi ve bu alemin diline sakız olsaydı, onlar da bunu duysaydı, kullanmazlar mıydı hiç..?
Ya da ne bileyim, daha ağza alınmadık nice iddialar olsaydı hakkında ve onların elinde bir tanesi dahi olsaydı, bunu bir koz olarak ömür billah kullanmazlar mıydı.?

Bir basit iddianın bile arkasında tam cephe durduklarına göre, cevabı: “Evet.. hem de tepe tepe kullanırlardı!” olurdu.
***

Ama n’aparsın ki, bu kumaştan ancak böyle bir iş çıkar..! Bir insan düşünün ki altmış küsur yıllık bir ömür.. rüşte ermeye başlarken cami kürsülerine taşınan, o vakitten beri hep va’z-u nasihatle geçen bir ömür.. onlarca kitaba imza atan, yüzlerce vaaz, hutbe, sohbet kasedinin konuşmacılığı… sahasında sayılı dergilerin çıkarılmasına öncülük edip onlara başyazılar kaleme almak… sürekli hastalıklarla, dertlerle, gözyaşlarıyla yoğrulmuş çileli bir hayat… evlenmeye bile arada bir fırsat bulamamış koşturmacalı bir hayat..! Bu hayatın neresinden bir malzeme bulup da rezillik çıkarabilirsin ki.. En fazla, piyasadaki vaaz ya da kitaplarından bir mix yapıp, montajla değişik anlamlar çıkartmaya çalışarak bir atraksiyon geliştirebilirsin.. ki Şubat Soğuğu’nda da denediler, hiç de işe yaramadı. Denediler en azından..! (Hani TV’deki her yarışmada katılımcıların bir sözü vardır ya: “Mühim olan yarışmaya katılmaktı.. mesele ille de kazanmak değil..”)


İnsanın göz dönmeye görsün…


Halbuki, iddia sahibi bazı kimseler ve de temsilcileri hakkında akla hayale sığmadık iddialar varken ve bu iddialar artık ayyuka çıkmışken, bu gözü dönmüşlük niye ki? Adı üstünde, gözü dönmüşlük.. hırs, insanın gözünü kör eder; gözündeki merteği göremez de, millete yaftalar çalma sevdasına tutulur. Hırs ve histerik öfkelere, benlik hezeyanlarına kapılmasa bir insan; kendi evi tamamen sırçadan iken, komşunun kurşun geçirmez penceresine taş atmaya yeltenmezdi…

Haklarında bu kadar ağır sözler söylenen kesimin, gönüllüler hareketinin durumuna bakıyorum; tam bir vakur duruş ve sükunet..! Karşılarında duranlar, müslüman kisvesi altında olduklarından, zahire göre hükmedip, mukabil bir şeyler söylemeyi zül kabul ediyorlar.. İslam düşmanlarına Müslümanlar arası bir tartışma olduğu havasını vermemek, onların eline malzeme vermemek için gam izhar eylemiyorlar. Bu vakte kadar da nezaketlerini, duruşlarını bir türlü bozmadıklarından; haksızlıklar karşısında galeyana gelen şahsım gibi canı burnunda kimseler ise, böyle bir şeyler söylemeden edemedi artık.. Evet, artık denmeliydi düşündüm.. Zira, bazen kurda merhamet onun iştahını arttırıyor. Dönüp bir de arsızca dişinin kirasını istiyor. Bir “off!” bile demezken laf ettiği kesimler; derinlerde dizginlerini tutanlar sırtlarını sıvazlıyor onların: “Afferim! Daha fazla saldır, daha fazla menfaatlendiririm ileride seni” demekte..
Hem saldırdıkları kesim o kadar gözde ve güncel insanlar ki, onlara saldırmak acib prim yapıyor, rayting yapıyor. Kendisini bir şekilde göstermek isteyen kimseler için ise, bu bulunmaz bir fırsat, iştah açan bir kemik..! Trajı 2-3 binlerde bir kapalı devre yayım gazete köşelerinden bile böylelikle sesini duyurabiliyorsun…

Hırlıyorsun, havlıyorsun, ısırıyorsun, parçalıyorsun.. ama bir tepki bile almıyorsun. Mesihî bir duruşla hep hoşgörü görüyorsun. Seni saldırtanlar tarafından da hep taltif görüyorsun. Karşılığında bir tokat bile bulmuyorsun.. ne şefkat, ne zecir tokadı. Bundan dolayı da yüz buluyor, hızını bile kesme ihtiyacı görmüyorsun.


Nereye kadar..?!

Ama ya bilmiyor ya da hatırlamak istemiyorsun ki: “Allah imhal eder ama ihmal etmez!” Yani, bir vakte kadar süre verir ama vakti de geldi mi imha eder, ortadan kaldırıverir böylesi şerir kimseleri ve efalini..
Hoyratça müslüman kardeşlerin hakkında “tekfir” iddialarında bulunuyorsun. Bilmiyorsun, ya da bilmekle birlikte akla getirmek istemiyorsun ki: “Bir müslüman kardeşi hakkında tekfir iddiasında bulunulduğunda, o iki kişiden birisi kafir olur. İddia ettiği şahıs kafir değilse de, söz döner kendisini bulur ve kendisi kafir olur.” (Bir hadis-i şerifin hükmü.)

Diyalog içinde bulunulan değişik dinlerdeki kimseler için, özellikle de Hristiyanlar ve Vatikan için, “aslında onların başka niyetlerinin, hesaplarının olduğunu” söylüyorsun. Onların aslında misyonerlik niyetleri taşıdığını, hoşgörülü ve diyalog içinde bulunan Müslümanların, özellikle de Hocaefendi ve sevenlerinin “işbirlik içinde” daha da hafifletilmiş halinde ise, kullanıldıklarını iddia ediyorsun. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) i’tabındaki gibi diyecek olursa: “Kalplerini yarıp da baktın mı ki içindekilere..!”
Müslüman, hüsnüzanna memurken… Cenab- Allah, Kuran’ında: “Ey iman edenler, suizan etmekten kendinizi koruyun! Zannetmenin bazısı günahtır.” (Hucurat 12) derken.. ya da, “Kötü zanda bulunduğunuz için helâke mahkum kavim oldunuz.” (Feth 12) diye buyururken… O’nun Habibi (s.a.s.): “Allahu Teala mü’minin mü’mine kanını, malını ve ırzını haram ettiği gibi, aleyhinde kötü zanda bulunmayı da haram kılmıştır.” Diye naklederken… bu suizan histerisi niye..?


“Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü…”
(Nurullah Genç’in “Yağmur” şiirinden)
Velev ki, Müslümanın diyaloğa geçtiği diğer din temsilcilerinin başka niyetleri de var diyelim. Bu, referanslarını ayet ve hadislerden alan, çatışma kültürünü izale etmeye çalışan o müslüman kesimin duruş ve tavırlarını da değiştirmez ki! Değiştirecek olsa, ortama göre duruşunu, niyetini bozacak olsa, zaten bu onun kuşatıcı, müstakim duruşuna sığmaz.. ve herkesin niyeti kendisini bağlar. Niyeti bozuk olanlar bile olsa, bu kuşatıcılık karşısında insafa gelecektir zaten… ve de “herkesin bir hesabı varsa da Allah’ın da var!”

“Niye ben değil de o?” mantığıyla, her girişimi tasfiye etme hırsındaki. Bu vasıf, şeytanın halidir.. Ebu Cehillerin duruşudur.. ve müslümana yakışmaz. Ve zararın neresinden dönülürse kârdır. Diyorsan ki: “Onlara o kadar ağza alınmadık laflar ettik, şimdi ne yüzle onlara bakar, bir kardeş gibi onlarla aynı saflarda yer alırım?” Bu vehimleri bırak derim. Görüyorsun ki, o insanlar bütün dünyayı saran bir kuşatıcılık içindeler ve hoşgörü atmosferi tesis edip durmaktalar.. o engin sinelerde, o uçsuz okyanusun içinde ne ayrı-gayrılar bile eridi, temizlendi gitti. Sen yeter ki niyetini halis al. Değilse, zaten yine sahile vurursun, şişmiş bir leş gibi…
Başta dediğimi sonda da diyeyim:

Türkiye’nin İslâmî duyarlılığa sahip etkin ve çok geniş bir topluluğuna, hareketine ve o hareketle bir anılan M.F.Gülen Hocaefendi’ye karşı kullanılan bir yafta kaldı elde; “Misyonerlik” yaftası..! (O da bu işte…)

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu