Yazı Dizileri - Genç Adam

Evrensel Barışa Doğru

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bu seneki iftarına katıldım. İftarın verildiği Hilton Oteli’nin geniş salonu ağzına kadar doluydu.

Yaklaşık bin kişi vardı. Bizim masada dört Müslüman, üç Musevî ve üç tane de Hıristiyan misafir vardı. Bensiyon Pinto, “Bir gün bir taş düşürme rahatsızlığım tuttu, dünyayı başıma dar etti.

Hemen komşumuz olan Müslüman dindar bir kadına gittim ‘Ne olur benim için dua et, çok rahatsızım.’ dedim. Kadın hemen namaza durdu, namazdan sonra bana ‘Allah şifa versin.’ diye dua etti. Sancılar o anda kesildi, bir daha da o rahatsızlığı duymadım.” dedi. Cemal Uşak, Şalom Dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Bey için “Bir gün bana, dergiden ayrılan birisi sebebiyle sıkıntılı bir dönem yaşadığını söyledi. Ben de yanımda bulunan Kur’an-ı Kerim’i çıkardım, bir tefeül ederek rastgele açtım. Karşıma, ‘İsrailoğulları’nı denizden geçirdik’ (Araf Suresi 7/138) meâlindeki âyeti karşıma çıktı. Yusuf Bey’e “Hiç merak etme problemin hallolacak.” dedim. Çünkü, âyetin meali tam tevâfuk ediyordu...” dedi. Yusuf Bey de “Aynen öyle oldu. Şalom’u kapatıp o sıkıntıdan kurtuldum. Sonra da çok mühim bir göreve getirildim.” dedi.

Pinto’ya “Amerika’da bir papaz profesör bana bazı ayetler ileri sürerek ‘Sizinle nasıl diyalog yapabiliriz ki?!.’ demesi üzerine gereken cevabı verdikten sonra İspanya’daki katliam sırasında Osmanlı dedelerimizin din ve ırk ayrımı göstermeden mağdur ve mazlum Müslüman ve Musevileri kurtardıklarını söyledim. Alaaddin Kaya da ‘Bana Musevî vatandaşımız Bensiyon Pinto dedi ki: ‘Osmanlı’nın bize yardımı sadece 1492 katliamında değildir. Orhan Gazi, Bursa’yı fethettiğinde yani 1320’li yılların başında Musevî dedelerimiz gidip kendisinden bir mabet yapmasını istediler o da onlara yardım etti.’ dedi. Bunu anlatınca o Amerikalı profesör çok hayret etti.” dedim. Pinto, “Evet 1323’te sinagog, birkaç sene sonra da cami yapıldı. Alaaddin Kaya doğru söylemiş.” dedi.

Dedim ki: “İmam-hatip öğrencisi iken dinler tarihi dersimiz münasebetiyle sınıfımızı bir havraya götürmüşlerdi. Tam ibadet esnasında mabede girmiştik. Hahamlar Tevrat okuyordu; ama saba makamı üzere, bizim Kur’an okuduğumuz gibi okuyorlardı. Biz çok şaşırmıştık. Hatta arkadaşımız Abdurrahim Tural uzun zaman onları taklit etti. Ben buna bir mânâ verememiştim. Seneler sonra Cemal Uşak bunun sebebini bana şöyle izah etmişti: “Museviler, Edirne’ye geldikleri zaman, Mevlevî Tekkesi ile iyi münasebetleri vardı. Mevleviler, Musevilerin okudukları ilâhilerin makamlarının yeniden bir düzenlenmesini yapmışlar ve böylece Mevlevî tekkesinin musikîsi onlara geçmiş ve yayılmış.” Benim bu söylediklerimi, hem Pinto hem de Yusuf Bey “Evet, aynen öyle olmuş... Bu meseleyi araştırma kitapları da bu şekilde yazıyor.” dediler.

Dedim ki: “Bir ay önce Heidelberg Üniversitesi’nden bir profesörle tanıştık. Hem İncil yorumcusu hem de arkeolog... Bana ‘Kudüs’te arkeolojik araştırmalar yaptım... Ben daha önce Kudüs’ü Müslümanların tahrip ettiğini zannediyordum, ama araştırmalarımız gösterdi ki, Müslümanlar hiç tahribat yapmamışlar. Onu daha önce başkaları yapmış... Ben Kudüs’ü Müslümanların nasıl aldıklarını bilmiyorum.’ dedi. Ben de ‘Kudüs, Hz. Ömer zamanında savaşsız fethedilmiştir. Tahrip etmeyi bir tarafa bırak, Hz. Ömer namaz kılmak isteyince, papazlar kendisine kilisede yer göstermesine rağmen orada kılmamış, dışarıda ayrı bir yerde kılmış ‘Eğer ben kilisede kılarsam, sonra Müslümanlar burasını câmiye çevirirler.’ diyerek mabetlerini korumuştur, dedim. Profesör bu söylediklerimi enteresan buldu.” Süryani kadîm temsilcisi “Kudüs’ü tahrip edenler Âsûrîlerdir, Müslümanlar değil.” dedi. Yusuf Bey de “Bilhassa Osmanlılar Kudüs’ü tamir etmişlerdir.” dedi. Ben “Osmanlıların Kudüs Kalesi’ne “Lâ ilahe illallah, İbrahim Halîlullah” ibaresini yazdırmakta üç semâvî dinin peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim’i (a.s) tercih etmeleri çok önemli.” dedim. Yusuf Bey, “Hz. İbrahim, semavî dinlerin, birleştiği bir ata olması itibarıyla, Osmanlılar bu inceliği göstermekle bütün semavî din mensuplarına bir hatırlatmada bulunmuşlar gerek.” dedi.

Onlara, 1995 senesinde YÖK başkanı iken bir grup rektör ile Kudüs’ü gezen Mehmet Sağlam Bey’den bahsettim ve onun şunları söylediğini aktardım: “Kudüs’te geniş bir avlu içinde bir cami ile bir kiliseyi beraber gördük. Girişleri tek kapıdandı. Bu büyük kapının da kocaman iki tane anahtarı vardı. Biri papazda biri de imamda duruyordu. Babadan oğula hep böyle gelmiş. Şimdi anahtarlar onların torunlarında duruyor. Gelip beraberce o büyük kapıyı açıyorlar.” Bu minval üzere konuşurken, aslında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bu seneki “Evrensel Barışa Doğru” sloganının Osmanlı’larca nasıl uygulanmış olduğunun da örneklerini vermiş olduk. Ezanla başlayan iftar, tatlı sohbetlerle devam etti.

Kaynak: Abdullah Aymaz, Zaman, 31.10.2005

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu