Genç Adam Analiz

E.B.İ.D Çok Gizli

'Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’ cümlesi 18 Haziran 1999 Cuma akşamı ekranlardan kamuoyuna ulaşmıştı. Kendinden emin bir ses tonuyla ve belli bir amaca yönelmiş olarak konuşan bir sunucu vardı karşımızda. Gizli maksat taşıyanlar ve gözünü birtakım dünyalık çıkarlara dikmişler için gerçekten de ürkütücü bir tablo vardı ekranda. Psikolojik öğeler 'her şey bitti' dedirtecek kadar profesyonelce kullanılmıştı.

Diğer televizyon kanalları ve gazetelerin de konuya dâhil olmasıyla on gün fasılasız devam eden kampanya karşısında sarsılmamak gerçekten zordu. Ama yaptığını, sorumlu bir insan olmanın gereği olarak yapanlarsa ithamlar karşısında teneke çalıp oynayan çocukları seyreder gibiydi. Sonuçları yaratacak olanın Allah olduğunu iyi biliyorlardı. O gece, yeni bir süreç başlatmak üzere "düğmeye basan kişi" olma mağruriyetini yaşayanlarsa apayrı bir havadaydı.
Aradan birkaç yıl geçmişti ki, bu sefer de bir başkası yayınladığı araştırma eserinin önsözünde, "Benden sonra tufan anlayışını sevmem ama…" diyor ve 'artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı' iddiasını tekrarlıyordu.

Yıl 2006…

Aradan yıllar, köprünün altından da çok sular geçti. Şimdi yeni "düğmeciler" ve "tufancılar" boy gösteriyor.

Fark şurada: Eskiler Ali Kırca gibi sol taraftan ya da Bayram Balcı gibi bir başka ülkenin bursuyla araştırma yapmış ama, kitabına biyografisini koymadığı için hakkında fazla bir şey bilinmeyen kimselerden çıkıyordu. Şimdi onlara, sağdan ve güya dinî gayretten başka hiçbir maksadı olmayan bazıları da katıldı. Buna bağlı olarak, 'laik cumhuriyet ve devletin temelleri' gibi argümanlara şahadet, vatan, din, iman ve Kur'an gibi milli-manevi değerlerimiz de eklenmeye başlandı.

Bu tabloyu yakından inceledikçe 27 Mayıs 1960 darbesinin hazırlanışı ve darbe sonrası oluşumları daha iyi anlamaya başladığımı hissediyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, sık sık 27 Mayıs hatırlatması yapan, hattâ kendisini tutamayıp, 27 Mayıs üzerinden genelkurmay başkanını tehdit edecek kadar ileri giden ulusalcı yazarların da bu konuda küçümsenmeyecek katkıları oldu.

27 Mayıs darbesini yapanlar sadece hükümeti indirip, merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarını asmakla kalmadı. O dönemde Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarı açılarak cesedi bilinmeyen bir yere götürüldü.

Acaba mezarına tahammül edemeyenler, hayatta olsaydı merhum Bediüzzaman'a neler yapardı?

Kabrinin açılmasından 40 yıl sonra, onun hatırasını taşıyan katran ağacının bir gece vakti bilinmeyen kişiler tarafından, sessizce kesildiğini hatırlatmak belki bir fikir verir. O ağacı kesenler büyük ihtimalle Bediüzzaman'ı hiç görmemişti. Eğridir gölüne nazır, kurumuş ve zaten ömrünün sonuna gelmiş bir ağaca tahammül edemeyenleri anlamak mümkün müdür? Görmedikleri insanın hatırasına kastedecek kadar düşmanlıkla dolanların duyguları nerelerde kirleniyor acaba? İnsanların kalbine bu nefret tohumlarını kimler ekiyor?

Ve bu düşmanlık duyguları, dinî gayretle hareket ettiğini söyleyenleri nasıl etkisi altına alabiliyor ki, "Bu efsaneyi yıkacağız." diyerek ortaya çıkıyorlar!..

Ne efsanesi derseniz?

Son zamanlarda garip bir kıpırdanış dikkatlere çarpıyor. Mezar taşıyan, ağaç kesenlere ilaveten bu sefer de dinî ilimlerde mütehassıs olduğunu iddia eden bazı kişiler, dinin ve ilmin izzeti adına kolları sıvamış durumda!

Kolları sıvayıp da ne yapıyorlar? Gayr-i Müslimlere dinimizi mi anlatıyorlar?

Hayır!..

Dinimize yöneltilen ithamların cevaplarını mı hazırlıyorlar? O da değil!

Kur'an ve sünnete göre hayatlarını gözden geçirip, kılı kırk yararcasına yaşayarak İslam'ı hakkıyla temsil etme gayretine mi düşmüşler?

Yok, yok, o da değil!

Bunların kimisi ekipler kurmuş, kimisi de kendisini tek başına bir ekip kabul ettiği için yalnız çalışmayı tercih etmiş. Aslında ilmi olmayan, basit biri olmasına rağmen, kendisini insanlara çok büyük tanıtmış, onları yönlendirerek hayallerinde büyüdükçe büyümüş bir efsaneyi yıkmaya çalışıyorlarmış!

Onlardan birisi kitap bastırmış bedava dağıttırıyor.

Birisi, "Öyle bir kitap hazırlıyorum ki, bu işi kökünden kurutacağım" diye yere göğe sığmıyor.

Bazıları da "iki masayı birleştirip, üzerine kitapları sermiş, bir cümle yazabilmek için bazı geceler sabaha kadar çalışmış." Sonra nedense önsözüne "Ankara-2005" yazdığı 600 sayfalık çalışmayı, Almanya'dan yayınlanan bir web sayfasına koyup, kısa bir süre sonra hemen kaldırmış! Niyetindeki ihlâsı şu mütevazı cümleyle özetlemiş: "Hayallerdeki ve karanlıklardaki devlerin gerçekte ve aydınlıkta birer cüce olduklarının gösterilmesine küçük bir katkıda bulunabildiysem, kendimi bahtiyar hissedeceğim."

Ve daha başkaları…

Kim bunlar denilirse, E.B.İ.D. mensupları. Yani Efsaneyi Bitirme İşleri Dairesi'nde çalışanlar. Efsane Bediüzzaman oluyor. Daire denilince de akla devlet dairelerinden biri gelmemeli. Derinlemesine incelendiğinde, müminleri ateş çukurlarına doldurup yakan "Uhdud Ashabı" gibi, Hz. Zekeriya ve Yahya’yı (as) testereyle kesenler gibi, Allah'ın elçilerine "Ya bizim gibi olursunuz ya da buralardan gidersiniz" diyenler gibi halis kullara kem gözle bakanların yaptıkları anlamına geliyor. Daire denilmesi, sonuçları açısından bakınca 'fasit daire', yani kısır döngü oluşturmasındandır. Konumuz açısından bakılınca, 1960 yılında Bediüzzaman'ın vefatının ardından mezarını açarak başlatılan dairenin 46 yıl sonra fikirleri ve o fikirlerden doğmuş hareketlerin açılan mezara konulup üstünün kapatılarak tamamlanması anlamına geliyor.

Dairenin neresi kısır? İki peygamberi testereyle kesmişler. Demek ki, amaçlarına ulaşmışlar denilebilir.

Zaten onlar da başarıdan bunu anlıyor. Ne var ki, Allah'ın halis kulları, ne onların dünyasının peşinde, ne de bugünkü evhamlar açısından söylenecek olursa "Devletin temelleri" ya da 'Laik Cumhuriyetin yapısı'nın peşinde. Onlar Hakkın rızasına göz dikmişler ve biliyorlar ki O (cc) razı olmadıktan sonra hiçbir şeyin kıymeti yok.

E.B.İ.D. mensuplarının "Çok gizli" tarafına gelince: Her fırsatta dinimiz aleyhinde ağza alınmayacak şeyler yazanlarla, dini için yirmi kitabı yan yana dizip gece sabahlara kadar çalışanları(!) Bediüzzaman Efsanesini (!) yıkmak için yan yana getirip çalıştıran 'sır'da!..

Ve bu 'sırrın" sahipleri yine aynı şeyi söylemeye başladı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!...

E.B.İ.D. Mensuplarına M. Akif’ten Cevap

Yıkma sevdasına tutulmuşlara önce sormalı: Ahirete irtihalinin üzerinden 46 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ bütün vaktinizi alan ve mesainizi dolduran Bediüzzaman efsane mi, yoksa gerçek mi? Sonra tekrar sormalı: Yaptığınız harika şeyler var da, ona bir efsane mi engel oluyor? Yoksa yapacak bir şey bulamıyor ve boş kalmaktansa bari yıkalım mı diyorsunuz? Sonra da onları Milli Şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy'la baş başa bırakmalı:

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Emin ol onu en çolpa herifler de becerir.
Sade sen gösteriver "işte budur kubbe" diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye...
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan


Aksiyon, 24.04.2006

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu