Genç Adam Analiz

28 Şubat'ın Misyonerliğe Hizmeti

Türkiye uzunca bir süredir misyonerlik tartışmalarıyla yatıp kalkıyor. İddialara göre dört bir yanımızı misyonerler sarmış. Neredeyse her köşebaşına bir kilise, her apartmana gizli bir ibadethane açılmış. Yani sizin anlayacağınız aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, tüm tersanelerine girilmiş!

 

Bu iddiayı dillendirenlerin kimlikleri, iddiaların doğruluğu, hem gazete sayfalarında, hem de televizyon ekranlarında tartışıldı, tartışılıyor ve anladığımız kadarıyla daha da uzunca bir süre tartışılacak. Ancak asıl konu, Türkiye'de varsa bir misyonerlik tehlikesine kimin ya da kimlerin neden oldu.

Türkiye'de misyonerlerin tabiri yerinde ise cirit attığını iddia edenler, bu tehlikeli gidişin baş müsebbibi olarak dinlerarası diyalog çalışması yapan grupları işaret ediyorlar. Türkiye'de dinlerarası diyalogun öncüsü ve dişe dokunur çalışmalarla kamuoyuna mal eden kişi Fethullah Gülen ve onu seven kitleler. Misyonerliğe savaş açtığını iddia eden çevreler hem dolaylı, hem de doğrudan Gülen ve çevresindeki kişileri suçluyorlar.

Fethullah Gülen bugüne kadar dinlerarası diyalog çalışmaları ile ne yaptı?

Papa ve Patrik'le görüştü. Çeşitli dinlere mensup din adamlarını iftar sofralarına oturttu. Dolayısıyla onun çalışmaları bir bakıma tebliğ mahiyetini taşıyordu. Onun sayesinde Hıristiyan ve Musevi din adamları, dindarları İslam'ın Gülen yüzü ile karşılaştı.

Oysa misyonerlik çalışmalarının hız kazandığı dönem 28 Şubat süreci ve sonrasıdır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de 28 Şubat aynı zamanda bir tür dinler savaşıdır da denilebilir.

Biraz hafızanızı zorlayın ve o meş'um, karanlık günlere geri gidin. Tüm televizyonlar Fadime Şahin - Müslüm Gündüz ilişkisini, Ali Kalkancı'nın bu ilişkideki yeriyle yatıp - kalkıyor, tüm haber programları türbandan kurbana, Hac'dan namaza kadar İslam'ı tartışıyordu. Bu tartışmaların neredeyse tamamı da ne yazık ki öğrenmek ve öğretmekten çok daha başka spekülatif amaçlar taşıyordu. Hele hele o günlerde hazırlanan raporlarda İslam peygamberinden ve dininden nerede ise nefretle bahsedildiği, bunların televizyon ve gazetelere servis yapıldığı hiç akıllardan çıkacak gibi değildi.

İşte bugün Türkiye'de bir misyonerlik çalışması varsa, gençler hızla İslamiyet'ten uzaklaşıp, Hıristiyanlığı seçiyorsa, ki durum tam böyle değil, bunun yegane müsebbibi 28 Şubat süreci ve o dönemde yaşanan tartışmalardır.

Hatırlayın GATA'dan Yalçın Işımeri'yi. Çanakkale Destanı'ndan hareketle Hz. Peygamber'e, ashabına bir avuç çapulcu yakıştırmasını yapmıştı, hem de kuvvet komutanlarının önünde. Ya da başka bir raporu hatırlayalım. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde hazırlanıp, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nca servis yapılan bu raporda Müslümanlar'ın tüm inanç değerlerine akla - hayale gelmedik iftiralar atılıyordu. O dönemde yine bir kuvvet komutanının, Kur'an - ı Kerim için, “Otursam ben de böyle bir kitap yazar ımî dediği konuşuluyordu Ankara kulislerinde.

Şimdi tüm bu tartışmaları yaşayan bir genç olsanız, her gün televizyonda Zekeriya Beyaz'ları, İsmail Nacar'ları, Yaşar Nuri'leri İslam dininin temsilcileri olarak görseniz, aslında bugüne kadar İslam adına öğrendiğiniz her şeyin uydurma, Arap adeti olduğunu bu ağızlardan duysanız ne yapardınız?

Elbetteki böyle bir dinin mensubu olmaktan kimse memnun olmazdı. İşte bugün dinlerarası diyalog çalışmalarını yürütenleri misyonerliğe alet olmakla suçlayanlar, aslında kirli bir maskenin arkasında, misyonerlere çalışma zemini hazırlayanlardır!

 


 

 

28 Şubat-Misyonerlik İlişkisine Devam...     

28 Şubat'ın en hararetli savunucuları hiç şüphesiz bazı "sivil toplum kuruluşları"ydı. Ancak bu kuruluşların "sivil"liği sadece kendinden menkuldü. "Türkiye tarihinin en büyük psikolojik harp hareketi", bu "sivil toplum kuruluşları" ve "medya" ile birlikte kotarıldı.

28 Şubat sürecinde iki vakfın adını sıkça duyduk. Birincisi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD). İkincisi ise Çağdaş Eğitim Vakfı'ydı (ÇEV). Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin başkanlığını Prof. Dr. Türkan Saylan, ÇEV'in başkanlığını ise Gülseven Yaşer yapıyordu.

Prof. Dr. Saylan'ın aile fotoğrafı, kimlik bilgileri ne yazık ki çok sonra ortaya çıktı. Hıristiyan bir annenin çocuğu idi. Bunda elbette bir sorun yok. Ama onun asıl niyet ve kimliği, Turkcell'in Güneydoğulu genç kızlar için verdiği bursta anlaşıldı. Çok çocuklu, doğum kontrol yöntemi uygulamayan hiç bir ailenin çocuğu, dindar tek bir annenin çocuğu bu burstan yararlandırılmadı. Dahası bu bursları uygularken kullandıkları kriterlerden dolayı da hem vakıf, hem de Prof. Dr. Saylan soruşturma geçirdi. MİT hazırladığı raporda ÇYDD çatısı altında misyonerlik çalışması yapıldığını ortaya koydu. Bu rapor da basına yansıdı.

Fakat, 28 Şubat sürecinin asıl büyük oyuncusu Gülseven Yaşer'di. Yaşer, ilk defa kamuoyunun huzuruna "Hoca'nın Okulları" kitapçığı ile çıktı. Güya Gülen cemaatine mensup iki öğrenci bir kitap yazmış ve cemaatte yaşadıkları olumsuzlukları anlatmıştı. Ancak daha sonra gelişen olaylarda, hem de televizyon ekranlarında Yaşer, ismini kullandığı öğrenciler tarafından yalanlandı.

"Kurmay gazeteci" Hulki Cevizoğlu'nun programına bağlanan öğrenciler Yaşer'in tüm iddialarının yalanlığını ifşa ettiler. Ardından da Yaşer'e dava açıldı. Ama asıl ilginç olan Yaşer'in bağlantılarıydı. Kamuoyunda sıkı ulusalcı bilinen, hakkında açılmış ya da açılacak olan davalar için adliyelere gelip - giderken, jandarmanın korumasında, gözetiminde dahası arabalarıyla götürülüp - getirilen, el üstünde tutulan Yaşer, doğrusu bu hizmeti fazlasıyla hak ediyordu!

"Ulusalcı ve de misyoner karşıtı" Gülseven Yaşer tüm bunları yaparken, aynı tarihlerde kocası Yaşar Yaşer, Türkiye'deki Amerikan Okulları'nın yönetim kurulunda görev alıyordu. Sağlık Eğitim Vakfı'nın yönetimindeki Yaşar Yaşer'in faaliyet gösterdiği bina neresiydi biliyor musunuz? Yaşer, faaliyetlerini Kitab-ı Mukaddes şirketiyle aynı çatı altında sürdürüyor, istihbarat birimlerinin tespitlerine göre de aynı şirketin yönetim kurulunda görev yapıyordu.

Kamuoyunda aslanlar gibi laiklik mücadelesi veren, tüm gücüyle Fethullah Gülen'e yüklenen Gülseven Yaşer'in tüm ilişkileri birer birer ortaya çıktıkça süngüsü düştü. Şimdi üçüncü sınıf televizyon kanallarında, gradosu düşmüş ekibiyle birlikte varolma savaşı veriyor.

Tabii bir de Türkiye'de faaliyet yürüten protestan misyonerlerin, Neo-con'cu Türkiye distribütörünü hatırlayalım. O da bir başka yazının konusu olacak.



Kaynak: Nuh Gönültaş, Dünden Bugüne Tercüman, 13.03.2005


 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu