Genç Adam Analiz

Diyalogdan korkanlar

Geçtiğimiz ay İstanbul’da düzenlenen Uygarlıklararası Diyalog toplantısına basın–yayın organları genelde önem verdi. Haberler, gazetelerde ön sayfada manşetten aktarıldı. Köşe yazarları makaleler yazdı, televizyon kanalları ilk haber olarak konuyu kamuoyuna aktardı. Bazı yayın organları ise “kerhen”, istemeye istemeye toplantıyı yansıttı;

bir grup basın da açıkça diyalog karşıtı bir tutum sergiledi. Bunlar değişik nedenlerden dolayı diyalogdan kaçanlar takımıydı

Çağdaşlığı kimselere bırakmayan günlük gazetenin birinci sayfasında haber lütfen alt taraflarda yer aldı. Oysa o gazete bir dönemlerde gerçek çağdaşlığın yayın organıydı. Çifte standartçı özgürlükçü değildi, objektifti, demokrattı. Barış sürecine katkı getiren her olayı desteklemekteydi. Dinlerarası ve uygarlıklararası diyalog da barışçıl bir tutumun ifadesidir. Anılan yayın organı bu konuya pek iltifat buyurmamıştı; çünkü dinlerarası diyalog çalışmalarına artık İslami kesimin yayın organları, örgütleri sahip çıkmaktaydı. Zaman ve Yeni Şafak gazeteleri, olayı hararetle desteklemekteydiler. Çağdaş olduğunu söyleyen basın için Zaman ve Yeni Şafak’la aynı çizgide olmak onur kırıcı bir duruma düşmek olurdu! Kanımızca onur kırıcı durumda kalmak, doğrular, hakikatler karşısında susmak, onları önemsememektir.


Ülkücü medya da olaya pek önem vermedi. Belirtelim ki, bu tutum çok tutarlı bir yapıyı ortaya koymaktadır. Türk–İslam sentezi eğilimi, Batı dünyası ve Hıristiyanlarla kurulacak diyaloğa oldum olası sıcak bakmamıştır. Onların yaşam felsefesi ve ideolojilerinde “bizden olmayanlarla” sıcak ve canlı bir iletişim kurmak söz konusu değildir. Ama büyük gelişim ve değişim sürecinde olmaları nedeniyle, diyalogdan yana olanları artık eleştirmiyorlar, vatan haini demiyorlar. İslami kesimde, diyalogdan korkanları değişik cemaatler ve ekoller içerisinde görüyoruz. Bunların hepsinin ortak yaklaşımında, korkularında misyonerlik faaliyetlerinin diyalogla yoğun hale gelmesi, Batı değerlerinin ülkemize girmesi, insanların Hıristiyanlaşması ögeleri yatmaktadır. Her şeyden önce şunu belirtelim: Kendinden, dininden, imanından emin olanlar, kuşku duymayanlar misyonerlik faaliyetlerinden neden korkuyorlar? % 99’u Müslüman olan ülkemiz insanının imanı sağlamdır. İslam dini akıl, barış ve sevgi dinidir. Dinlerarası diyalog bu güzelliklerin Müslüman olmayanlara tanıtılması fırsatını doğuracaktır. Her türlü diyalogda kuşkusuz propaganda unsuru vardır. Diyalog bize de bu fırsatı sağlayacaktır. Biz de diyalog ortamından yararlanarak “tebliğ” görevimizi yerine getireceğiz.


İslami kesim içerisinde, değişik bir gerekçeyle diyaloğa sıcak bakmayanlar da mevcut. Bazı İslamcı düşünürlere göre, bizdeki din adamları kendilerini iyi yetiştirmemiştir. Din eğitimine yıllarca önem verilmemiş olması, akılcı İslam yorumlarının ülkemizde itibar görmemesi, biçim ağırlıklı yorumlarla yetinilmesi üst düzeyde din adamının yetişmemesine yol açmıştır. Oysa Hıristiyan din adamlarının önemli bir bölümü, özellikle diyalog faaliyetleri içerisinde olanlar, engin kültüre sahiptirler, birkaç yabancı dil bilmektedirler. Onların karşısında bizim din adamımız zayıf kalacaktır. Bu durumda diyalog bizim aleyhimize işleyebilir. Bu değerlendirmelere katılmamak kuşkusuz olanaksızdır. Yapılacak iş din eğitimine çağdaş bir yaklaşım getirmektir. Arapça, Farsça yanında yoğun bir şekilde Fransızca, Almanca ve İngilizce okutulmalıdır. İslam dininin özgürlükçü, liberal, akılcı yorumlarının yaygınlaştırılması gerekir. Hıristiyan ve Yahudi pagan teolojiler de öğretilmelidir ki, diyalog esnasında muhatabın açmazı yakalanabilsin.


Diyalogdan kaçanlar içinde en ilginci Maocu kesim... Bunlar Maocu Marksistler... Diyaloğun her türlüsünden kaçıyorlar. Keskin bir milliyetçilik içinde, kurumları ve kavramları da bilmeden, önlerine gelene çamur atmaktadırlar. Onlara göre, diyalog içinde olan herkes vatan hainidir, ülkeyi satmaktadır. Maoculukta milliyetçilik vardır. Ama Mao’nun milliyetçiliği zaman zaman duygusal, zaman zaman akılcı bir düzlemdedir. Emperyalist güçlerle savaş verirken Mao akılcı bir milliyetçiliği savunmuştur. Ama “kültür devrimi” vs. gibi safsatalar döneminde akıl dışı, ırkçı, adeta “kafatasçı” bir milliyetçiliği gündeme getirmiştir. “Kültür devriminde”, Batı enstrümanı diye kemanlar, piyanolar kırılmış, özbenliğe dönüş istenmiştir. Bu insanlar biz faşistiz, milliyetçiyiz deselerdi tutarlı olurlardı.


Bugün, isteyin istemeyin ileri kültür düzeyini Batı temsil etmektedir. Hint’ten, Çin’den, Mısır’dan, Mezopotamya’dan, Antik Anadolu’dan, Antik Yunan’dan, Roma’dan, Bizans’tan, İslam aleminden gelerek rönesansa, oradan Aydınlanma Çağı’na geçen kültür sürecinin bayraktarlığını bugün Batı yapmaktadır. Diyaloglar kültürlerarası etkileşim doğurmuş ve böylelikle uygarlık gelişmiştir. Diyaloglar olmasaydı ilerlemeler kaydedilmezdi. Diyaloğun içinde kuşkusuz emperyalizm olgusu da mevcuttur. “Molla, kendini kolla”, kültürünü, ekonomini güçlendir, diyalogdan sen kazançlı çık.


İstemeseniz de, sınırlarınızı kapatsanız da diyalog olacaktır. Her şeyden önce sınırlarınızı kapatamazsınız. Eskinin kapalı toplumları, Arnavutluk, SSCB artık kalmadı. İletişim çağında yaşıyoruz. Propaganda, misyonerlik faaliyetleri bir yerden toplumumuza girecektir. Gelişmiş iletişim araçlarını ellerinde tutanlar, kendi ideolojilerini yayacaklardır. Yasaklamanız, engellemeniz imkansızdır. Açık ve liberal bir toplum yapısı içerisindeyiz. Herkes istediğini söyleyecek, benimsediği ideolojinin, felsefenin, dinî propagandasını yapacaktır. Bu tür propagandalarda ekonomik ve siyasal çıkarlar da olacaktır. Yasaklayamayacağınıza göre aynı yöntemleri benimseyeceksiniz. Bunun için de diyalog zemini üzerinde at oynatmak mecburiyetindesiniz. İstanbul’da düzenlenen Uygarlıklararası Diyalog, Avrupa–Birliği İslam Konferansı Ortak Forumu ülkemiz açısından da çok yararlı oldu. Her şeyden önce Türkiye’nin sesi bir kez daha dünyada duyuldu. İletişim çağında, kamuoyunun oluşumu bağlamında ses duyurmak önem taşır. Sesi duyulana daha fazla değer verilir. Toplantı Türkiye lehine bir propaganda vesilesi yaratmıştır. Olumlu imaj, uluslararası sorunların çözümünde güçlü bir dayanaktır.


Toplantıdan Türkiye açısından bir başka kazanç, Anadolu İslam yorumunun, Afgan, Suudi, İran vs. gibi tutucu yorumlara benzemediğinin, genelde liberal ve özgürlükçü bir yapıda olduğunun belirtilmesidir. Avrupa Topluluğu’na üye olma arzusu içerisinde olan Türkiye’nin çeşitli vesilelerle bu durumu ortaya koyması zorunludur. Çünkü Avrupa ve Amerika’daki sıradan halk, hatta kendini aydın zannedenler için İslam dini terörden, cihattan yanadır. (İslam dininin değişik yorumlarını bilmeyen, algılayamayan bizim sözde entelektüelimiz de aynı eğilim içerisindedir.) İslam dininin barıştan, sevgiden yana olduğunu örneklerle gösterecek tek İslam ülkesi Türkiye’dir.


Toplantı uluslararası ilişkiler bağlamında somut adımların da atılmasına vesile olmuştur. Güney Kıbrıs Rum Devleti’nin Dışişleri Bakanı toplantıya katılmış ve televizyonlarda söyleşilere davet edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde “düşmanı” Türk kamuoyunun dinlemesi önemli bir aşamadır. Onların açısından sorunlar nedir, çözümsüzlüklerin kökeninde neler yatmaktadır? Bu hususların bizzat “düşman” bakan tarafından açıklanabilmesi, her şeyden önce Türkiye’nin herkese özgür konuşma hakkını tanıdığının göstergesidir. Öte yandan, her alanda olduğu gibi uluslararası platformda da objektiflik bizi hakikatlere, doğru çözümlere götürür. “Diğerini”, “başkasını” da tanımakla, ona saygı duymakla insanlığımızı idrak edebiliriz.


Toplantının Türkiye lehine çok şeyler getireceği kuşku götürmez. Devletin böyle önemli bir toplantıyı gerçekleştirmesi tarihî bir olaydır, Türkiye’de Cumhuriyet döneminde 20 yıl önce, korkarak başlatılan dinlerarası diyalog çalışmaları artık devlet katına ulaşmış, önemi kavranmıştır. Bireysel çalışmalarla başlatılan bu diyalog süreci, önce herkesin tepkisini çekmişti. İslami kesim diyalog fikrine zor alışmıştı. 1994 yılından itibaren Zaman Gazetesi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı diyaloğa sıcak bakmaya başladı. Sıcak bakmadan öte vakıf, uluslararası diyalog toplantılarını, cizvit papazlarıyla, Yahudilerle düzenledi; Ramazan aylarında Yahudi, Rum, Ermeni din adamlarına, patriklere iftar yemeği vermeye başladı. Vakfın kurucuları, başkanları kendinden, imanından emin Müslümanlardı, kompleksleri, korkuları yoktu, cesaretle işe sarıldılar.


1998 yılından itibaren de TC Diyanet İşleri Başkanlığı yoğun bir şekilde dinlerarası diyalog etkinlikleri gerçekleştirdi. 2000 yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez ülkemizde yaşayan gayrimüslim ruhani liderler, Aziz Pavlus’un kenti Tarsus’ta bir araya geldiler. Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir toplantı gerçekleştirdi. Tüm gayrimüslim cemaatin sorunları masaya yatırıldı, ruhani başkanlar özgürce sıkıntılarını anlattılar. Cemaat başkanlarının imzasıyla bir Tarsus Deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyon Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.


Tüm bu çalışmalar acaba Türkiye’nin lehine mi? Yoksa aleyhine mi? Keskin jakobeni, Maocusu, bilgi donanımından yoksun, İslamcısı, kafatasçılıktan kurtulma bocalamaları içerisinde olan duygusal milliyetçisi diyalog karşıtı olarak birleşmiş görünmektedirler.


Varsın 1930’ların cumhuriyetçiliğinde kalan jakobenler dinin sosyal ve uluslararası önemini görmek istemesin, işin içinde İslam var diye olayı küçümseyerek gazetelerinde yeterli yer vermesin. Bilim aşığı geçinen bu jakobenler, sosyolojinin verilerini zaten dikkate almamakta, dinin sosyal konumunu anlayamamaktadırlar. Onlar artık zaten milliyetçi toplumlarla işbirliği görüşmelerine başladılar. Varsın çağın gelişimini, iletişim çağını göremeyen, kendini geliştiremeyen İslamcısı diyaloga ters baksın. Varsın kendini Marksist sanan faşist Maocusu, diyalog yandaşına vatan haini desin. Diyalogcular işlerine devam edeceklerdir. Diyalog İslam’ın ve Türkiye’nin lehinedir. Devlet artık diyaloğun önemini görmüştür. Duygusal olmayan akılcı milliyetçiler, gerçek yurtseverler diyalogdan yanadırlar.



Prof. Dr. Niyazi Öktem, Zaman, 28.02.2002

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu