Genç Adam Analiz

Dinler ve Barış Sempozyumundan Geriye Kalan

Dinler arası barış olmadıkça dünya barışı imkânsızdır. Bu gerçek de, farklı din mensuplarının birbirleriyle diyalog içinde olmalarını gerektirir. İletişimin arttığı bir dünyada müşterek yönleri olan sistemlerin birbirleriyle görüşmeleri beklenir. Hele dinsizlerin insanları birbirine kırdıran başlıca faktör olarak dini itham etmeleri karşısında, dinlerin kendilerini oldukları gibi anlatmaları, insanlığa mutluluk ve erdemli bir hayat yolunu gösterdiklerini ortaya koymaları yerinde olur.

Özellikle Hz. İbrahim'i (a.s.) ortak ata olarak kabul eden, onun dinine ve milletine mensup olmakla övünen Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler arasında daha geniş bir müşterek alan bulunmaktadır. Bu ortak değerleri ortaya koymalarında fayda vardır.

Farklı din mensupları, meselâ Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında diyalogun faydasını anlamak için, 11-13. asırlarda üç yüz yıl süren Haçlı savaşlarını hatırlamak yeterlidir. Tüm Avrupa ordularına bu ömür tüketici meşakkatli seferleri göze aldıran, yüz binlerce Hıristiyan'ı ve Müslüman'ı kırdıran bu üç asırlık hâdisenin sebebini araştıracak olursak, karşımıza İslâm ve Müslümanlar aleyhinde yayılan bazı iftiralar çıkar. Aleyhte propagandalar, maalesef İslâm hakkında hiç bilgisi olmayan Avrupa kamu oyunu, Müslümanların Hz. İsa düşmanı, onun mezarına bile hakaret eden, kana susamış, cinsel yönden iffetsiz, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) ise -hâşâ- "kötülükte sınır tanımadığı için hatıra gelebilecek tüm kötü sıfatları söylemenin hakkında mübah olduğu bir Deccal" olduğuna inandırmıştı. "Dininizi ve hayatınızı kurtarmanın savaştan başka yolu yoktur!" hıncı ile üç asır boyunca haçlı orduları dünyayı kanla doldurdular. Oysa İslâm'ı tanıma cihetine gitselerdi, Müslümanlar da onları bilgilendirselerdi bu gibi savaşlar önlenebilirdi.

Hıristiyan dünyası, en büyük rakibi gördüğü İslâm dininin kutsal kitabını öğrenmek için bir adım bile atmamış, Avrupa'da ilk Kur'ân tercümesinin ortaya çıkması için beş asır beklemek gerekmiştir. 12. asırdaki bu Lâtince tercüme yazma olarak Cluny manastırında kalmış, yayınlanması için bir o kadar zaman daha geçmesi, yani 16. asrın gelmesi beklenmiştir. Bunun mânâsı açıkça şudur: Hıristiyan dünyası, bin yıl boyunca savaştığı din hakkında hiçbir bilgi edinme cihetine gitmemiştir.

Hattâ o kadar uzağa gitmeye de hacet yok. Daha dün denecek kadar yakın 19. asırda bile bu taassup devam etmiştir. Dinler ve medeniyetler arası ilişkilerde uzman bir Avrupalı Bernard Lewis, bunu 15 yıl kadar önce TRT'de yayınlanan bir röportajında açıkça dile getirmişti. Zaten gerek o, gerek başka bir çok Batılı bu durumu kitaplarında da yazmışlardır. Ona şöyle bir soru yöneltilmişti: "16., 17., 18., 19. asırlarda İstanbul'a ve diğer Müslüman ülkelere gelip ikamet eden ve seyahatnameler yazan birçok Avrupalı biliyoruz. Ama buna karşılık Avrupa'ya gidip orada oturan, seyahatname yazan Müslüman bilmiyoruz. Bunu nasıl izah edersiniz?" Cevabında başka ihtimal üzerinde durmakla beraber şöyle demişti: "Avrupalı bir kişi, harbî biri de olsa, müste'men olarak İslâm ülkesine girip gezebilir, ticaret yapabilirdi. Orada kendi din ve mezhebinden olan, hattâ kendi dilini konuşan cemaat bulabilirdi. Ama o asırlarda bir Müslüman'ın, hayatını tehlikeye atmadan Avrupa'ya girmesi mümkün değildi." Nitekim bu zihniyetin bir sonucu olarak maddeten güçlenen İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya gibi Batı Avrupa ülkeleri o asırlarda İslâm ülkelerinin büyük kısmını işgal edip sömürgeleştirmişlerdi. Ancak 20. yüzyılın ortalarında sömürgeleştirilen Müslüman ülkeler siyasî istiklâllerine kavuşabildiler.

Bu cehalet ve bağnazlık çağlarının geride kalmasından ötürü büyük bir memnuniyet duymak gerekir. Bunların kalıntıları elbette vardır. Fakat mühim olan, bu taassubun, bir kanun gibi işleyen kapsamlı hakimiyetinin kalmamasıdır. Bu önemli değişikliğin birçok etkenleri vardır. Bu kısa makalemizde onlara değinemeyeceğiz. Ama şu bir gerçektir ki, diğer din mensupları gibi bundan böyle Hıristiyanlar da, dünyada başka büyük dinlerin bulunduğunu, dünyanın kendilerinden ibaret olmadığını iyice anladılar. 1965 yılında sona eren Vatikan II konsili, diğer din mensuplarına, özellikle Yahudi ve Müslümanlara diyalog teklif etti. Konsil metni Müslümanlarla ilgili kısmında, Hıristiyanlıkla müşterek olan inanç, ibadet ve ahlâk prensiplerine yer verdikten sonra şu paragrafı da ilâve etti: "Her ne kadar, asırlar boyunca, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında birçok anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar ortaya çıkmış ise de Konsil, hepsini geçmişi unutmaya, samimi olarak karşılıklı anlayışa gayret göstermeye ve bütün insanlar için sosyal adaleti, barış ve hürriyeti birlikte korumaya ve geliştirmeye teşvik eder." Bu tutum, Kur'ân-ı Kerim'in şu ve benzeri âyetleriyle başlattığı diyalog teklifine maalesef on dört asır gecikmiş bir cevap idi: "De ki: Ey Ehl-i Kitap! Geliniz, bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek şu sözde karar kılalım: 'Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'tan başka Rab edinmesin.' Eğer bu daveti reddederlerse 'Bizim, Allah'ın emirlerine itaat eden Müslümanlar olduğumuza şahit olun!' deyin." (Al-i İmran, 3/64. Ayrıca bkz. Ankebut, 29/46) Şimdi Müslüman olarak bize düşen, bu olumlu ortamda, dinimizin amaçlarına uygun olarak nasıl hareket edeceğimizi belirleyip İslâm'ı tebliğ etme imkânlarını değerlendirmektir. Daha düne kadar turist olarak bile giremediğimiz ülkelerde şimdi işçi, öğrenci, iş adamı, din görevlisi, hattâ parlamenter vb. olarak oturan, yerleşen milyonlarca insanımız bulunmaktadır. Anketler İslâm'ın ve onu tebliğ eden Hz. Peygamber'in (a.s.) o ülkelerde ne kadar ilgi uyandırdığını göstermektedir (Meselâ 1961'de Fransa'da tanınmış bir yayınevi "Dünya tarihinde insanlık içinde en büyük iz bırakan şahsiyet kimdir?" sorusunu sormuş, birinci sırada Hz. Muhammed yer almış. Hz. İsa, ancak çok açık ara ile ikinci olmuş. Bunun üzerine o yayınevi M. Rodinson'a Hz. Peygamber'e dair kitap sipariş ettirip yayınlamış. 1984 yılında Amerika'da yapılan bir anketten de benzer bir sonuç ortaya çıkmıştı. Bu kabil çok veriler bulunmaktadır. Bu muazzam değişikliği anlayıp ona göre İslâm'ı anlatma imkânından yararlanmak gerekir.)

Hıristiyan-Müslüman görüşmelerinde Türkiye uzun zaman pek yer almadı. Bunun muhtemel sebepleri, Türklerin iç meseleleriyle fazlaca meşgul olmaları, hak din üzere bulunduklarına olan itminanlarının verdiği bir özgüven ve tarihten gelen üstünlük şuurundan ötürü başkalarına karşı müstağni davranmaları veya diyaloga ciddî ihtiyaç duymamaları ya da hazırlıklı olmamaları ve benzeri başka sebepler de olabilir. O derecede ki, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 1968 yılında Papalıktan gelen Ramazan bayramı kutlama mesajı karşısında ne yapacağını şaşırdığını ve mukabele etmediğini bizzat biliyorum. Buna benzer tutumların 1980'li yıllarda da devam ettiğini, o sıralarda Diyanet Dış İlişkiler Dairesi yetkililerinden dinlemişimdir. Bu çekingen ve dışa kapalı tutum yüzünden, 1998'de Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Papa'yı ziyaret etmesi, ülkemizde bazı çevrelerce yadırganmıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı, ancak daha sonraki yıllarda bu temaslara -belki de pek istekli olmaksızın zoraki bir tarzda- başladı.

Dinler arası diyalog, her din mensubunun, kendi dinini, olduğu gibi, nasıl anlaşılmasını istiyorsa o tarzda anlatması, aynı fırsatı muhatabı olan din mensubuna da vermesi demektir. Herkesin en kıymetli hazinesi saydığı dinini bozmaksızın birlikte çalışacakları müşterek geniş alanlar mevcuttur. Zaten dininden taviz vermesi hâlinde ortada diyalog kalmaz, kişi -yetkisi varmış gibi- dinini âdeta değiştirmiş olur. Diyalogda muhtemel bir tehlike "hakikatin izafileşmesi"dir. Ama işaret ettiğimiz tarzdaki görüşmede bu risk yoktur. Herkes kendi farklı inancının hakikat olduğuna kesin inanmakla beraber pratik hayatın çeşitli alanlarında öteki ile işbirliği yapabilir.

Müşahhas sonuç beklemek normal sayılmalıdır. Az sonra buna dair bazı örnekler vereceğim. Fakat oraya geçmeden önce şu hususu da düşünmekte fayda olduğunu belirtmek istiyorum: Hıristiyan dünyası, Katolik, Protestan, Ortodoks olarak hemen bütün kısımlarıyla diyaloga yanaşıyorlar. Üstelik tarih içinde bir kısım savaşlar ve haksızlıklar yapan Hıristiyan devletlerin tutumlarından dolayı özür diliyor, "geçmişte olanları karşılıklı olarak unutmaya çalışalım, Batılı ülkelerle Hıristiyanlığı aynılaştırmayın, onların yaptıklarını Hıristiyan dininin meşru gördüğünü düşünmeyin, şimdi barış, adalet ve insan hakları için yapacağımız çalışmalara bakalım", diyorlar. Bu teklifi yaptıkları sırada, dünyevî kuvvet dengeleri bakımından Müslümanlardan daha güçlü olduklarını da unutmayalım. Bu tutum karşısında "Samimi misiniz?", "Size inanmamız kolay değil", "Sizin ecdadınız bizimkilere zulmetti", "G. Bush hükümeti neden şöyle şöyle yapıyor?" veya "İsrail neden Filistin'de bu katliamları yapıyor?" diye cevap vermek ve uzatılan eli reddetmek isabetli olmasa gerektir. Zira bu teklifin sahipleri, zaten o haksızlıkları takbih ettiklerini ilân ediyorlar. Beraber çalışarak böylesi olumsuzlukları gidermeye çalışmak, dünyada faziletin ve hayrın ağırlığını hissettirmek için gayret göstermek istiyorlar. Kalplerini yarıp da içindekini görmemiz mümkün olmadığına göre zahire göre hükmetmemiz uygun olur. Kin ve savaşı asırlarca yaşayıp tecrübe ettik. Biraz da sulh ortamında yaşamaya çalışalım. Kureyş müşrikleri ile yıllarca devam eden kıyasıya savaşlardan sonra Hudeybiye sulhunu emreden ve bu sulhu "fethen mubîna=âşikâr bir zafer" (Fetih, 48/1) olarak nitelendiren Kur'ân-ı Hakim'in talebeleri değil miyiz? Bu girişten sonra toplantıda sunulan tebliğlerden bazı özet iktibaslar yapmak istiyorum:


Papa'yı temsilen gelen Kardinal Musa Davut (Vatikan Doğu Kiliseleri Bakanı):

"Üç din mensuplarını bir araya toplayan böyle bir sempozyum, bence BM kararlarından daha önemlidir. Hepimizin inançta babası Hz. İbrahim'in başta gelen vasfı, Allah'a itaat eden bir kul olmasıdır. Biz de Allah'ın iradesine itaat etmekte onu örnek almalı, Allah'ı (dini) kendimize itaat ettirme küstahlığına girmemeliyiz."


Hahambaşı İshak Haleva:

"Hz. İbrahim, bir sembol olmanın ötesinde bir role sahiptir. Maalesef onun evlâtları, ona lâyık bir şekilde yaşamıyorlar. Onların birbirleriyle savaşmalarını önlememiz gerekir. Mazinin hatalarını günümüze taşımamız doğru değildir."


Ömer Faruk Harman (Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi):

"Hz. İbrahim (a.s.) Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta imanın ve fedakârlığın, İslâm'da ise teslimiyetin sembolüdür. Putları kırdığını kabul ettiğimiz Hz. İbrahim'i, birbirimizi anlamaya mâni olan putları kırmak hususunda da örnek almalıyız. Umarım ki konuştuklarımız sözde kalmaz, dünyanın çeşitli yerlerinde akan kan ve göz yaşlarını dindirmeye de katkıda bulunur."


Sahaq Maşalyan (Ermeni Kilisesi, İstanbul):

"Çağdaş dönemde etkin işler yapamama sebebiyle dindarlarda bir aşağılık kompleksi yerleşmişti. İşte bu dönemde iftihar edeceğimiz işler gerçekleştirdik: Uluslararası Harran 1998 ve bu yılki Mardin buluşmaları ve şimdiki bilimsel toplantılar gibi. Medeniyetler arası çatışma belki dinler sebebiyle çıkmayacak. Fakat bir defa çıkarsa dinlere de kolayca kayma ihtimali vardır. Bundan kaçınmak için karşılıklı anlayış gerekir. Bu da böylesi görüşmelerle olur."


James G. White (Amerika Wisconsin Üniversitesi):

"Dinler birbirleriyle ahenk içinde yaşayabilirler. Politik yapıların bizi ayırmasına aldanmayalım. Biz insan kardeşliğine davet ediyoruz. Dil, ırk, din, servet, deri rengi, güzellik gibi şeyler geçerli olamaz. Hz. İbrahim'in kardeşlik çağrısına cevap vermeliyiz."


Fred Dallmayer (Amerika, Notre Dame Üniv.):

"Benzerlikler kadar farklılıklarımıza da değer vermeliyiz. Öteki dediğimiz insan, belki de hâlâ Hacer gibi hedefe varmak için yoldadır. Mücerret şeylerle uğraşmakla kalmayıp, müşahhas olmaya çalışmalı ve her tarafı memnun edecek çözümler sunmak gereklidir."


Hartmut Dreier (Almanya):

'Avrupa'nın Oluşumu ve Hz. İbrahim' başlıklı tebliğinde özetle şöyle dedi: "Avrupa diyalogsuzluktan çok çekti. Yahudiler, Naziler, komünistler vb. öldürüldü. Hıristiyanlar arasında diyalog başladı.

Şimdi Almanya'da İslâm ikinci din. Ben eşimle beraber 20 yıldan beri Müslümanlarla diyaloga girdik. Beyza Düşüngen Hanım bu işe vesile oldu. Fakat çok sorun var. Batı Avrupalı insanlarda Müslümanlara güvensizlik duymanın çeşitli sebepleri vardı. Zira halk, öteden beri din olarak sadece kendi dinlerini biliyordu. Ancak birbirini bilgilendirmek, karşılıklı bayram kutlamaları, ibadetlere hürmet, Cuma namazı saatlerine mesai koymamak, yeni gelen Müslümanların mescit ve diğer ihtiyaçlarına destek vermek gibi çalışmalar yapıldı.

Bizim semtimizde şimdi Müslümanların Cuma günü minareden ezan okudukları camileri var. Buna Yahudi ve Hıristiyanlar destek verdiler, fakat politikacılar istememişlerdi. Aynı şekilde sinagog da istemediler. Fakat müşterek gayret edebiliriz. 2-3 yıldan beri Hz. İbrahim festivalleri yapıyoruz. Sadece dini alanda değil, medyada, okullarda da etkinlikler yapıyoruz. Bu 11 Eylül'den sonra daha da âciliyet kazandı. 2002 festivali, savaş ve işgali protestoya tahsis edildi.

İslâm'ın terörü beslediği iddia ediliyordu. Fakat biz üç din mensupları bir araya geldik, aksini gösterdik.

Saf değil, bilinçli olmalıyız. Medeniyetlerin çatışacağı iddiası saçmadır. Bu, komünizmin çöküşünden sonra (düşman arama arzusu sonucunda) ortaya atılmıştır. Bu slogan maalesef biraz daha devam edecek görünüyor. Bu, ırk ayrımıdır. Batı medyası da maalesef buna destek veriyor."


Mahmut Erol Kılıç (Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi):

"Dinlerin özü birdir, görünüşleri farklıdır. Hz. İbrahim (a.s.) üç dinde olduğu gibi, başka dinlerde de vardır. Biz, birliği onun mesajında arıyoruz. Sufîler ise esas birliği, Hz. İbrahim'in deruni mesajında (el-hakîkatu'l-İbrahimiyye'de) ararlar.

Muhyiddin İbn Arabî de Fusus'ta her peygamberi bir sıfatın kaynağı gösterir. Hz. İbrahim'i de aşk kaynağı gösterir. "Her âşıkta İbrahimîlik vardır." der. Sufîlik, diyalog için en geniş kapıdır."


Hayrettin Yücesoy (Amerika):

"İki temel görüş arz etmek istiyorum: 1- Mehdiyet inancı ve Hz. İsa'nın nüzûlüne dair hadis-i şerifler müşterek bir tutuma vesile olabilir. 2- Dinleri birleştirme mânâsız. Fakat elimizde bizi müşterek çalışmalar yapmaya sevk edecek veriler bulunmaktadır."


J. Laenemann (Almanya, Nürnberg Üniv.):

"Erlangen Üniversitesinde uzun çalışmalardan sonra 'Okullarda İslâm Dersi' adlı bir makale yazdı. Şimdi İslâm dini ders olarak okutulacak."

Papaz Herriche Rote, Hz. Muhammed'in dürüst olduğunu ve kendisinin de Müslümanlarla beraber çalışacağını söylemiştir.
Launingen Belediye Başkanı Barfuss, -seçmenlerinin çoğuna rağmen kubbeli ve minareli cami yaptırdı-:

"Avrupalılarda Müslümanlara karşı bir güvensizlik var. Fakat sebep Müslümanların dinleri değil, ekonomiktir. Avrupalılar önceki işlerini kaybediyorlar. İstikrarlı hayatı özlüyorlar. Küreselleşme seli onları korkutuyor. Medya da bunu manipüle ediyor. Diyalog şart, ama kolay değil. Direnmemiz lâzım."

A. Erkan Kavaklı (Eğitimci yazar):

"Dünya barışı için diyalog şart. Bizi birlikte hareket etmeye sevk eden sebepler daha fazla. Allah'a, âhirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere imanda müşterekiz. Kur'ân, Müslümanlara Ehl-i Kitab'ı birliğe davet etmelerini emrediyor. Âhir zamanda Hz. İsa'nın şahsiyet-i mâneviyesi nüzûl edecek, Hıristiyanlık tasaffi ederek tâbi, İslâm metbu olacak, Hz. İsa din-i hak cereyanının başına geçecek. Dinler arası barış olmadan dünya barışı olamaz (Hans Küng). Biz de diyoruz ki, diyalog olmadan, dinler arası barış olamaz."


Rahip Jilmann Steinert:

Türkçe konuşma yapan bu Alman rahip: "25 yıldan beri Türkiye'ye geliyorum. Başlangıçta ihtilâflı konuları tartışırdık: Hz. Davud peygamber mi kral mı idi? Hz. İsa çarmıha gerildi mi gerilmedi mi? gibi. Ama şimdi bunları tartışmıyoruz. Dinî inançları tartışmayalım. Barış ve insan hakları için çalışalım. Şimdi Türkiye'de insanlarla birbirimizden ayrılırken karşılıklı dua ediyoruz.


Kerim Balcı (Zaman Gazetesi İngiltere temsilcisi):

"Âhir zaman konusunda İslâm geleneğini seçici bir şekilde yeniden okumak lâzım
Ben gelenekte temizlik yapalım demiyorum. Fakat seçici olalım diyorum, dinî metinlerimizi barış lehinde yorumlayacak tarzda okuyalım arzu ediyorum. Biz şimdi birlikte yaşama sürecindeyiz. Metinleri değiştiremeyiz, onlardan bazı kısımları çıkaramayız. Ama öteki ile konuşurken o sertlikleri medar-ı bahs etmeyebiliriz."


Donald Reeves (İngiltere, Anglikan Rahibi):

Anglikan Kilisesi temsilcisi, Londra'nın merkezinde St. James Kilisesinde 30 yıl din adamı olarak çalışıp 2000'de emekli oldu. Sırpların 1993'te başlattıkları Bosna soykırımında çok sayıda cami yıktıklarını esefle dile getiren bu zât, mayınlarla yerle bir edilen ve Mimar Sinan'ın bir öğrencisinin eseri olan Ferhat Paşa Camii'ni orijinal mimarî tarzına aynen uygun olarak yeniden inşa için üç yıldan beri çalışıyor. Bu amaçla kurduğu 'Soul of Europe (Avrupa Ruhu)" adlı kuruluş bu iş için çalışıyor.

"Sırp fanatizmi İslâm'ı Avrupa'dan kaldırmayı amaçladı. Oysa Müslümanlar 500 yıldan beri Balkanlarda bulunmuş, buraya refah ve medeniyet getirmişlerdir." diyen bu rahip, toplantı arasında çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen on iki kadar katılımcı ile buluşup onların da bu hizmete katılmalarını sağladı.

Bence bu camiyi yeniden inşa etmesinden daha önemli olan husus, öğle arasında cami konusunu görüşmek için yaptığı özel toplantıda söylediği şu söz olmuştur: "Bosnalılar kendi imkânlarıyla bu camii yeniden inşa edebilirler. Fakat asıl matlup olan, bütün Avrupa ülkelerinden katılım sağlanmasıyla, İslâm'ın Avrupa'dan sökülüp atılamayacağını sembolize eden toplu ve güçlü bir cevap vermektir." (Donald Reeves'in bu projesi hakkında geniş bilgi için bkz. Zaman Gazetesi, 19 Mayıs 2004)


Scott Alexander (ABD):

"Hacer, ismine uygun olarak hicret etti. O, zorbalıktan kaçan hicretin sembolü oldu. Torunu Hz. Muhammed de hicrete mecbur kaldı. Fakat o, kendisini çıkaran şehri hürriyete kavuşturdu. Dolayısıyla Hacer, bütün muhacirlerin annesi ve sembolüdür. Biz de onunki gibi değerlere sahip muhacirler olmalıyız. F. Gülen de bu hicreti ve gurbeti temsil ediyor."


Emily D. Soloff (ABD):

"Anketler, toplumun dinî gerçeğe politik alandan daha fazla önem verdiğini göstermektedir.

Dünyada başka dinlerin de bulunduğunu insanlara öğretmek için bir eğitim tecrübesi gerçekleştirdik. Bir Yahudi için Hz. İsa ne mânâ ifade ediyor? Hıristiyan okulunda bir yıllık misafir öğretmenlik yapan Yahudi öğretmenler getirdik. Bu çalışma Yahudilerle Hıristiyanların bir arada çalışmalarıyla, daha önce hiç olmamış ve bazılarınca inanılmaz sayılan bir tecrübe olarak nitelendirildi.

Biz eğitimci olarak Hz. İbrahim'in izinden gitmeliyiz."


Thomas Michel (Vatikan):

"Kur'ân gibi Hz. İsa ve Yahudi peygamberleri de zayıf, garip, fakir, yetim ve dullara ihtimamı öğütler.

Müslümanların Hacer'i tebcil etmeleri beni pek etkilemiştir. Oysa Yahudilik ve Hıristiyanlıkta o, Sare'nin gölgesinde kalmıştır. Hacer Tevrat'ta iki yerde geçer. Orada anlatılan şekliyle çöle kaçan Hacer'i Tanrı teselli eder ve ona evine dönmesini emreder. Fakat o yalnız Arapların değil, Hıristiyan ve Yahudilerin de annesi olacaktı. Tanrı ona salim bir şekilde çocuğunu doğuracağını bildirir. Hacer O'na hitap etme cesaretini gösterir: 'Sen, beni gören Tanrı'sın.' Tanrı onu teselli eder. İslâmî rivâyetle benzerlikler var. (Kitab-ı Mukaddes geleneğinde) Hacer çöle atılıyor. Tanrı, onun oğlu İsmail'i de işitiyor, ihtiyacını gideriyor. Hz. İbrahim yıllar sonra onları bulup Kâbe'yi inşa ediyor. Hacer: 'Eğer bunu Tanrı istiyorsa, O bana yeter.' diyor. Bu ne büyük bir teslimiyet örneğidir!

İki hafta önce Bangkong'ta idim. Orada 600.000 kadar yoksul kadın var. Onların sahibi Allah! Hacer onlarla, onların arasında yaşıyor. Mabede gidenler en çok o işçiler arasından çıkıyor. Aralarında pek güzel dayanışma örnekleri gördüm. Aynı şeyi Endonezyalı Müslümanlarda da görürsünüz. Fark sadece Ramazan'da onların öğle yemeği yememesidir. Hacer sadece oralarda değil, Avrupa'da meselâ Roma'da da var. İsmail, 'Tanrı'yı gören ve işiten, O'nun emrini dinleyen' demektir. İşte biz de böylesi yoksullara yardımcı olmalıyız."

Toplantıda imkân nispetinde katılımcı ve dinleyicilerden sorular da alınıp cevaplar alındı. Onlardan birkaç tanesine yer verelim:

Soru: Diyalog istemeyenler var. Sebep ne olabilir?
Cevap: Diyalog zordur ve risklidir. Onun için de istemeyenlerin bulunması normaldir.

Soru: Amerikan yetkililerinin Müslümanlara karşı tutumlarını nasıl görüyorsunuz?
Cevap (F. Dallmayer): "ABD'de Müslümanlara zaman zaman haksızlık yapıldığı doğrudur, fakat anlayış gittikçe daha da artıyor. Zamanla Müslümanlarla münasebetler, Hıristiyanlarla Yahudilerin münasebetlerinin normalleştiği gibi gittikçe daha da iyi olacaktır."


Emily D. Soloff: "Amerikalıların Müslümanlara karşı tutumları hep aynı değil, olumlu olanlar da vardır."


Scott Alexander: "Sorun her iki tarafta da mevcut. Her iki taraf da dini kullanmak hevesinde. İşe politik açıdan bakınca mesele karışıyor."

Soru: Irak'ın ABD tarafından işgali konusunda ne dersiniz?
Cevap (T. Michel): "ABD ilk fırsatta Irak'ı BM'e devretmeli. ABD oradan çıkması gerektiğini ispatladı. Maalesef çok zarar oldu. Kırk yıldan beri Amerikalı olarak daha çok ülkemin dışında yaşıyorum. Şimdiye kadar hiçbir zaman Amerikalı oluşumdan böylesine utanç duymadım. Keşke yapabileceğim başka bir seçeneğim olsaydı.

Biz ülkemizin yöneticilerini değil, ama hakikati takip etmeliyiz. Roma'da iki milyon kişi savaşa hayır dedi, ben de Müslümanlarla beraber katıldım. İkinci adım: acı çekenlerle beraber çalışmalıyız."


Christian Trol (Vatikan temsilcisi, Almanya):

"Müslümanlar, Batı'yı Hıristiyanlıkla aynılaştırma, Hıristiyanlar ise bazı mutaassıp Müslümanlarla İslâm'ı aynılaştırma hatası işliyorlar. Her iki tarafın da bundan kurtulmaları gerekir. Bir de kabul etmeliyiz ki, her yerde her türlü insan vardır."

Sadece bu iktibaslara bakan kimse bile, bu toplantıdan geriye kalan ne oldu? sorusuna çok müşahhas cevaplar bulabilir: Bir Anglikan papazı Sırpların yıktığı camiyi yeniden inşa etme yükünün altına girmiş. Bir Belediye Başkanı Almanya'da, aykırı görüşte olan Alman vatandaşlarına rağmen, kubbeli minareli cami yapılmasına imkân vermiş. Hahambaşı İ. Haleva -bu toplantıda değil de, birkaç ay önce- İstanbul'da Sinagog bombalanmasının ardından verdiği beyanatta, "Biz İslâm'ı ve gerçek Müslümanları biliyoruz. Dinini bilen Müslüman böylesi teröre girişmez." diyor. Bir profesör, J. Laenamenne bazı okullarda "İslâm dini"nin ders olarak konulması için çalışıp sonuca ulaşıyor. Bazı Almanlar bölgelerindeki Müslümanların mescit, Cuma namazı için çalışma saatlerini ayarlama, Müslümanların hakları için çalışma gibi işlerinde destek veriyorlar. Bu gibi tezahürlere bakan bazı Hıristiyanların "Biz Müslümanlara doğru çok adım atıyoruz, ama onlar bize pek yaklaşmıyorlar." demeleri normal karşılanabilir. Fakat rahatsızlık duyan Müslümanların bulunmasını anlamak zordur. Bunlar müşahhas kazanımlar değilse, daha ne olması beklenebilir ki? Sünnetullah dünyada tedricilik prensibini koymuştur. Her şey birden düzelmez. Hedefe doğru yavaş yavaş ilerleyen kimse epeyce yol alırken, bunu azımsayarak yerinde duran, ondan hep uzak kalmaya mahkûm olur. Bir ayak ilerlemeyi bile kâr saymalıdır.

Diyalog arayışı içinde olanları ağır şekilde suçlayanlar var. Bunlar, fikirlerini makale ve kitaplarla açıklayıp ikna etme yerine ekseriya vur kaç usûlü birkaç cümle ile sataşıp ortadan kayboluyorlar. Fakat bunu bir gerginlik sebebi yapmayı doğru bulmuyorum. Din gayretiyle yapmışlarsa, şeytan ve ego karışmamışsa, yaptıkları hücum sebebiyle şahsen hakkımı helâl ediyorum. Hatasızlık iddiasında değilim. Allah'tan bizleri razı olduğu işlere muvaffak kılmasını diliyorum.


1)Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı çatısı altında faaliyet gösteren Kültürler Arası Diyalog Platformu tarafından düzenlenen "Hz. İbrahim'in Aydınlığında DİNLER ve BARIŞ" sempozyumu, Mardin-İstanbul, 13-16 Mayıs, 2004.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu