Genç Adam Analiz

Gülen Cevap Verdi: ''Samimi Değiller''

Fethullah Gülen’in başta Papa ile görüşmesi olmak üzere, başlattığı diyalog çabalarının misyonerlik faaliyetlerine ön ayak olduğu ithamları bir süreden beri bazı kesimlerce bir kampanya haline dönüştürülmüş vaziyette. Ortalıkta dolaşan CD'lerle ve medyada hemen her gün yapılan yayınlarla Fethullah Gülen’in öncülüğünü yaptığı diyalog ve hoşgörü faaliyetlerinin Türkiye’de gençlerin Hristiyanlaştırılmasına sebep olduğu ileri sürülüyor. Değişik mahfillerce körüklenen bu zihin bulandırma gayretlerine karşı Fethullah Gülen açıklamalarda bulundu.


Allah nasıl dilemişse o mesele öyle olur. Biz buna benzer meseleleri ifade ederken bazıları hep suitevil ettiklerinden (kötü amaçla yorumlayan), suizanla hareket ettiklerinden, bazen de çekememezliklerine, hasetlerine bahane aradıklarından, esas ciddi bir kıskançlık yaşadıklarından ötürü yapıyorlar. Kıskançlıklarını nasıl ifade etsinler? Size küfür nispet ediyorlar. Allah nezdinde nereye düştükleri endişesi yok onlarda. Çünkü yine onların ve bizim saygı duyduğumuz Peygamber Efendimiz buyuruyor ki “Birbirine küfür isnad edenler olursa ikisinden birisi kâfirdir. Ya dedikleri kişi kâfirdir o doğru olur. Ya dedikleri kâfir değildir, o zaman kendileri kâfir olur.” Bu çok hassas bir konu.

Samimi Değiller

Bazı grupların küfür ve dalâlet isnadında bulunduklarını fakat bu isnatlarda bulunanların samimi olmadıklarını ifade eden Gülen şöyle diyor:

Onca fırak-ı dâlle (yoldan çıkmış topluluklar) var. Onlara dalâlet isnad edilmiş de kâfir dememişler. Kâfir başkadır yani. Kâfir Allah’ı inkar eden, inanılması gereken şeyleri kabul etmeyen demektir. Bir insanın on tane vasfı olsa bunun vasfından bir tanesi imanına delalet etse temkin ve tebliğ adına size düşen şey ona nazar-ı müsamaha ile bakmak, onun hakkında hüsn-ü zan etmektir. Şimdi mü’mince bakış bunu gerektirir. Ama gel gör ki sadece çevrelerindeki insanları ikna etmek veya onları kandırmak mülahazasıyla hasetlerine, kıskançlıklarına, çekememezliklerine, yerlerinde sayıyor olmalarına, bir türlü inkişaf etmemelerine bir bahane bulmak için karşı tarafı yıkma adına, bir bahane bulmak için başkalarıyla temasta bu kadar müsamahalı olmayı küfür sayıyorlar. Samimi değiller bunda. Hem kendilerinin küfre düşme ihtimali var. Hem de bir meseleyi ortaya atarken riyakarca atıyorlar.

Saf İnsanları Aldatıyorlar

Fethullah Gülen konuşmasının devamında, bazı insanların konumlarını koruma adına çevrelerine yanlış telkinlerde bulunduğunu, bu tür insanlara bir şey anlatmanın hatta onların bir şey anlamalarının da mümkün olmadığını ifade ediyor:

Bu ifadelerinde katiyen samimi değiller. Çünkü el-etek öperek bazı payeler koparırlar onlar. Bu kadar esnek, bu kadar gevşek, bu kadar durduğu yerde doğru durmayan bir insanın bu türlü meselelerde böyle hassasiyet izhar etmesi samimiyetin solukları olmadığını gösteriyor. Yani bir taraftan yanlış şey söylüyor. O yanlışı söylerken de samimi değil katiyen ve katibeten. Ama çevresindekilere de öyle telkin ettiğinden dolayı onlar da o samimiyetsizlikte aynen paylaşıyorlar onları. Şimdi bunlara bir şey anlatmak çok zordur.

Hasid Olana Laf Anlatmak Zor

Sa’d bin Ebi Vakkas’ın komutasındaki İslam ordusunun İranlılarla yaptığı savaştan bahis açarak konuyu detaylandıran Fethullah Gülen, tarihi açıdan da bir perspektif getiriyor ve şeytanın Hazreti Adem’e karşı düştüğü haset ve kıskançlıktan örnek veriyor:

Hatırlarsanız Arapların Rustum dediği, Rüstem’in Kadisiye Meydan Muharebesi'nde yenilgiye doğru gittiğini görünce yaptığı bir şey var. Yaverini çağırıyor, başındaki tâcını da veriyor. “Bunu Yezdicürd'e götür ve şöyle de” diyor. "Ben sana bunu demiştim, şehrin içinde kalalım, biz onlara vur kaç harbi yapalım, açığa çıkmayalım, bu adamlarla açıkta savaşmayalım, şunu yapalım, bunu, bunu, bunu yapalım dedim, işte buyur neticeyi gör. Böyle mağlubiyet yaşattırdın sen şanlı Sasani Devletine”. Bunları saydıktan sonra da “ııı ııh… bırak söyleme, çünkü hiç bir şey anlamaz o” diyor.

Şimdi hiç bir şey anlamayan hiç bir şey dinlemeyen tamamen hasete kilitlenmiş bu insanlara bir şey anlatmak mümkün değil. Siz onlara hakikaten böyle ra'ye'l-ayn (gözle görülen) ya da cennete götüren bir merdiven gösterseniz, bir helezon ki böyle baksalar derinden derine, orada cennet köşkünü görseler, bir sahabenin ifade buyurduğu gibi cennetteki insanların şevk u tarabına şahit olsalar. Bir de helezonun dibine baksalar esfel-i sâfilînde cehennemdekilerin gulgulesine şahit olsalar yine de “bu adamlar illüzyon küfrüyle insanları aldatmaya çalışıyorlar” diyecekler. Bunlara bir şey anlatmak mümkün değil. Çünkü haset gözü kör eder. Şeytanın gözünü Adem’e karşı kıskançlık öyle kör etti ki "Fe biizzetike leuğviyennehüm ecmain (İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım. Sa'd-82)" dedi.

Hoşgörü ve Diyalog Faaliyetlerinin Aleyhinde Garazlı İnsanlar Var

Yapılan hoşgörü ve diyalog faaliyetlerinin aleyhinde bulunan garazlı insanların olabileceğini söyleyen Fethullah Gülen, bu tür insanların işin özünü bilmeyen saf insanları yanılttıklarını ve üsluplarına hiç dikkat etmediklerini, bu tür garazla davranan insanlara karşı da hiç beddua etmediğini, ancak yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için meşru dairede tashih ve tekzip haklarını kullandıklarını vurguladı.

Bu türlü böyle kasıtlı garazlı insanların arkasında çok saf insanlar vardır. Bir hakikati ifade ederken üsluba çok dikkat etmemiz lazım. Kelimeleri seçerken çok iyi seçmemiz lazım. Su-i tevile (yanlış ve kötü yorum) açık olmamasına çok dikkat etmemiz lazım. Ta insanların bu mevzuda yanlış düşüncelerine yanlış mülahazalarına sebebiyet vermiş olmayalım. O da bizim vazifemiz. Ama gel gör ki, biz hepimiz beşeriz, nisyanla malül beşeriz, sınırlı düşünüyoruz. Vahiyle müeyyet insanlar değiliz ki, bir peygamber değiliz ki, konuşurken kelimeleri tam seçelim de hiç tevile, tefsire meydan bırakmasın bu mesele. Sınırlı düşünüyor, sınırlı görüyoruz. Kelime darlığı içinde maksadımızı ifade ediyoruz. Bu da insanların garazına çarpınca farklı bir şekil, farklı bir mahiyet alıyor.

Allah bizi de affetsin onları da affetsin. Benim onlardan hiç biri için aklımın köşesinden beddua etme geçmedi. Eğer başka türlü inansaydık, başka türlü düşünseydik “mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesi”yle bizler de bir şeyler derdik onlara. Denecek çok şey vardı. Fakat karakterimizi koruma mevzuunda namusumuzu müdafaa hususunda gösterdiğimiz hassasiyeti gösterdik. Dövene elsiz, sövene dilsiz ve bu yolda yürüyenler, Yunus gibi gönülsüz gerek dedik, hep gönülsüz yürüdük. Ama çok kirli isnatlarda bulunuyorlarsa meşru dairede bu hususta tavzihatta bulunma, tashihatta bulunma, bir tekzip neşretme bu da hareket adına, bu cereyan adına, bizim için bir vecibe idi. Yaptıksa onu yaptık.

Ciddi Çelişki ve Tenakuz İçindeler

Fethullah Gülen bugün Türkiye’de diyalog faaliyetlerini dillerine dolayanların aslında başkalarıyla saf tuttuklarını ifade ederek ciddi bir çelişki içinde olduklarını vurguluyor.

Hıristiyanlarla ve Yahudilerle diyaloga karşı çıkan kimseler, aslında Türkiye’de ateistlerle, münkirlerle, mülhitlerle çokça diyalog içindedirler. “Uzman” diye onlara yazı yazdırıyorlar, televizyona çıkarıp Allah’ı inkâr edenleri konuşturuyorlar. Yani bu diyaloga karşı çıkanlar bunu bir problem saymıyorlar. Bir materyalistle, bir natüralistle, bir kozmozcuyla, vesaire vesaire… Onlarla diyalog içinde bulunmayı ters görmüyorlar. Nedense sadece Hıristiyanlarla, Yahudilerle diyalog içinde bulunmayı serrişte edip dillerine doluyorlar. Doğru değil bu yaptıkları, ciddi bir çelişki içindeler, esastan bir tenakuz içindeler.

Genel Kabulleriniz Var mı, Yok mu?

Allah’a inanıp “Lailahe İllallah, Muhammedün Resulüllah” diyen bir insanla hayat boyu inkar içinde yaşayanların aynı tutulmaması gerektiğine dikkat çeken Fethullah Gülen, “Oysa Türkiye’de inanan da inanmayan da musalla taşına konduğu zaman hakkında iyi şeyler söylenir” şeklinde genel kabullerimiz vardır diyor. Allah ve peygamberi hayat boyu inkar etmiş, alay etmiş insanların tabutu başında “canı cehenneme” dediğimiz olmamıştır. Genel kabullerimiz böyle yapmamızı hoş görmez. Halbuki Allah’ı inkar edenlere dua edilemeyeceği şeklinde Kur’an ayeti olduğunu ifade ederek bu noktaya dikkat edilmesini istiyor.

Adam “Lailahe İllallah, Muhammedün Resulüllah” diyor nasıl yaramaz dersin sen buna. “Sen hiç bir şeye yaramazsın” diyemezsin. Kur’an, Kitab-ı münzel diyor. Siz, Türkiye’de böyle diyen insanlara bir rah-ı necat arıyor musunuz, aramıyor musunuz? Bırakın onları, ömür boyu dininize diyanetinize küfür ediyor, inkâr ediyor, gazete köşelerinde yazıyor, vefat ettiği zaman getirip önünüze koyuyorlar. Siz dua ediyorsunuz onlara. Allah, Efendimiz’e buyuruyor: "Velâ tusalli alâ ehadin minhüm mâte ebeden…” (Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fâsık olarak öldüler.Tevbe/84)

Salâtın manası Allah’tan rahmettir. Meleklerden istiğfardır, müminlerden de duadır. Onlara ne Allah merhamet eder, ne melekler istiğfar eder, ne de müminler dua etmelidirler. Ama sen ediyorsun. Ben şimdi burada bir ayrım yaparak, “falan kafirdir, filan kafirdir, falan musallaya konduğu zaman bunu nasıl bilir, nasıl şahadet edersiniz? Canı cehenneme, ne kendi rahat etti, ne de halka huzur verdi, yıkıldı gitti cihandan” manasına ehl-i kubûr diyor musunuz buna? Böyle deyin demiyorum ben. Fakat kabulleriniz var, rica ederim. Diğerlerindeki kabulleriniz geçerli oluyor da başka yerde neden geçerli olmuyor.

Kur’an’ın Tedricilik Metodunu Anlayan Var mı?

Kur’an’a ve Hazreti Peygamber Aleyhisselam’a alaka duyan yabancı insanlara karşı insafsız davranıldığını ima eden Fethullah Gülen kültür farkından doğabilecek yanlış anlaşılmalara dikkat çekerek Kur’an’ın 23 senede tedrici olarak indirilmesinin manidar olduğunu vurgulayarak günümüzün mürşitlerine düşen şeyin tedrici ve duyarlı davranmak olduğunu söylüyor.

Adam Kur’an okuyor, “ben sevap kazanmak için okuyorum bunu” diyor. Ve çevresine de bunu duyuruyor. Biri gelip “ben din değiştirmek istiyorum” diyor. “Müslümanlık bana daha cazip geliyor” diyor. Cazip geliyorsa tercih ediyor bunu. Bir Katolik Üniversitesi'nde Profesör olan bir hoca söylüyor bunu. Ve sevap kazanayım diye Kur’an okuyor bu insan. Şimdi sen bunun hakkında olumsuz düşünemezsin. Bu açıdan değişik yerlerde biz eğer birilerine bir şeyler anlatıyorsak, bir kere o toplumun neş’et ettiği kültür ortamını çok iyi bilmemiz lazım. Ruh haletleri itibariyle tepki verecekleri şeyleri çok iyi bilmemiz lazım. Hemen çarçabuk kabullenecekleri şeyleri de çok iyi bilmemiz lazım. Kur’an'daki tedricilikle gitmemiz lazım. Biz yeni baştan başlayalım da onlar gibi “lailahe illallah” diyelim, kendi hesabımıza felah bulalım demek değildir. Fakat yeni çıraklara bir şeyi anlatırken 23 senede tamamlanan Kur’an-ı Kerim’deki o tedricilik esprisine bağlı hareketimizi sürdürelim. Mesele budur yani. Ve günümüzün mürşidlerine düşen şey de budur.

Mesele üslup meselesidir. Yoksa bir hakikat, iki yanlı, iki yüzlü, iki derinlikli ortaya konmuşsa, Allah onu bir vahidin iki yüzü şeklinde ortaya koymuşsa, onu parçalamamız, bölmemiz, farklı mütalaa etmemiz, bir yanını yeterli görmemiz, diğerine –hâşâ- lüzumsuz bakmamız doğru değildir. Ama sunuş adına mesele bir üslup meselesidir.

Bu Dünya Hepimize Yeter

Sulh ve sükun içinde bir dünya arıyorsak, paylaşmayı düşünmek zorundayız. Bu dünya hepimize yeter demek lazım. Siz kendi değerlerinize bağlı yaşayın, biz de kendi değerlerimize bağlı yaşayalım. Bir insan olarak, aramızda bir kısım fasl-ı müşterekler vardır. Bunlardan ötürü de konumlarımıza karşı saygılı olmaya çalışalım. Birbirimizi rencide etmeyelim. Ben kalkıp “Brahman da neymiş ki!” dersem, karşı tarafı rencide etmiş olurum. Sonra kendi duygu ve düşüncem adına bir şey anlatacaksam, rencide ettiğim bir gönüle bir şey anlatamam ben. Evvela bir kere saygılı bir insan olduğumu ortaya koymam lazım. Kendi karakterimi ortaya koymam lazım benim. Engin bir ufkum olduğunu ortaya koymam lazım.

Benim dinime, diyanetime bağlılığım, davranışlarıma, tavırlarıma akseden bir meseledir. Ben onu en küçük adabına kadar taviz vermeden yaşamalıyım. En küçük adabı nedir denebilir. Efendimizin bir çeşit baş kaşıma meselesi varsa, ben onda bile taviz vermemeliyim. O ayrı meseledir. Ama onu hiç bilmeyen öyle kabul etmeyen insanlar var yani. Kabul etmiyorsa etmiyor tabii. Kabul etmeyen herkesin kellesini alacak halin yok senin. Onlarla bir çeşit vuslat (kavuşma, birleşme) haytları (ipleri) bularak diyalog ve temasını devam ettirmeye bakacaksın. Ve böylece kavgasız bir dünya inşa etmeye çalışacaksın. Diyalog farklı bir şey, irşad adına insanlarla münasebete geçme, neyi önce söyleyeceksin, neyi ortada söyleyeceksin, neyi sonra söyleyeceksin bu ayrı bir meseledir. Hikmet-i tebliğ (tebliğin hikmeti) onu öyle iktiza ediyor (gerektiriyor). Hikmet-i teşri (kanun, esas olarak koyma) de öyle olmuş.

Keşke Bütün Müslümanlar Birbirlerini Sevseler

“Keşke bütün Müslümanlar birbirlerini sevseler, keşke birbirlerinin kusurlarına gözlerini yumsalar, keşke birinde bir kusur gördüklerinde hemen kendi kusurlarını arama telaşı içine girseler” diyen Fethullah Gülen öbür alemde “keşke” demenin bir anlamı olmayacağını ve çekemezliğin kötü neticesini vurgulayarak sözlerini şöyle bitiriyor:

Keşke dedikleri, ettikleri şeylerin üç beş adım sonra öbür alemde Allah’a hesap verecekleri mülahazasını içlerinde hep canlı ve diri tutabilseler. Keşke orada kendilerine keşke dedirtecek durumlara düşmeseler. Keşke demeseydim, keşke etmeseydim, keşke Efendimizin tavsiyesine uysaydım, keşke iki çenem arasındaki dilimi tutsaydım. Keşke Efendimizin (sav) cennete kefaleti altına girseydim. Hasedin gözü kördür. Hz. Üstadın yaklaşımıyla hased evvela hasidi (haset edeni) yer bitirir. Mahsud (haset edilen) hakkında zararı olsa bile o kadar değildir. Mahsud sadece kendini yeniden tezkiye etme, konuyu tashih ve tavzih etme lüzumunu duyar. Hele bir de haset edilen bir kişi değil de, bir cemaat ise teker teker o cemaatin vefat edeninden hayattakilerine kadar herkese “hakkını helal et” deyip helallık almadıktan sonra kurtulma muhaldir.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu