Genç Adam Analiz

Ecnebi Memleketlerde Doğanlar

Ecnebi Memleketlerinde Doğanların Durumları Ötede Nasıl Olacaktır?

Bu soru öteden beri sorula gelen meselelerden biridir ve zannımca, diyalektik yapılmak istenmektedir.

Yani "biz Allah'a ve Onun Peygamberine inandığımızdan dolayı Cennet'e gireceğiz; ama İslâm dünyasına çok uzak memleketlerde, meselâ, Paris'te, Londra'da, Moskova'da doğan kimseler bizim sahip bulunduğumuz imkânlara sahip olamadıklarından;

erdiğimiz nura eremeyecekler ve dolayısiyle bütünüyle Cehenneme girecekler?" sorusunda iki husus var: Merhamet-i İlahi den daha fazla merhamet gösterme. İslâm'a karşı sinsice bir tenkit...


Evvelâ, soruda belirtildiği ve çoklar tarafından zannedildiği gibi "bize uzak diyarlarda bulunan kimseler, Cehenneme girecekler" şeklinde umumî bir hüküm yok. Şöyle bir hüküm var: Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in davasını duymuş, davetini işitmiş, Onun neşrettiği nura şahid olmuş kimseler, inatlarından bu işi kabul etmiyor ve kulaklarını kapıyorlarsa, evet bunlar Cehenneme gireceklerdir. Burada Allah'ın merhametinden daha fazla merhamet ileri sürerek. başka türlü iddialarda bulunmak ukalalıktan başka bir şey değildir. Evet, Cehenneme gireceklerdir. Hem de sadece yabancı ülkelerde olanlar değil. bizim memleketimizde de, Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in davasını işitip O'na, icabet etmeyenler, getirdiği esaslarda O'na başkaldırıp arkasından gitmeyenler; onlar da, cehenneme girecek ve ebedî hüsrana uğrayanlardan olacaklardır.


Rabb'in sonsuz rahmetinden ümit ediyoruz ki, bizleri Onun davetine icabet eden, arkasından koşan; herkesin Onu terk ettiği dönemde O'na sahip çıkan kimselerden, eylesin!..


Bu mevzu,öteden beri Kur'ân ve Sünnetin meselelerini, akıl, mantık, muhakeme, saf düşünce ve felsefe yoluyla ispat, teyit ve takviyeye çalışan kelamcılar tarafından da ele alınmış ve enine boyuna tahlîl edilmiş bir mevzudur. Evet, acaba, O'na icabet etmeyenler gibi, icabet etme fırsatını bulamayanlar da ehl-i Cehennem midir?Yoksa bu ikisi arasında bir fark var mıdır?


Günümüzün pek çok önemli meselelerinin yanında, şimdilik bu kâbil sorular üzerinde durulmalı mı, durulmamalı mı? Bu türlü soruların cevabını bulmak, uhrevî hayatımız adına bize ne kazandırır? Pratik hayatımız adına vadettiği şeyler nelerdir? Dev mezhep imamlarının, bu kadar titizlikle üzerinde durdukları bu mesele o kadar önemli ve hayatî bir mesele miydi ki onu, halletmek için bu kadar mesaî sarfettiler?...


Şimdi, bunlar ve bunlar gibi bir sürü soruyu da beraberinde getiren bu meseleyi önce, akaid imamlarının mütalaa ve görüşlerinin hülasası içinde takdim etmeye çalışalım:


Akîde de, iki önemli Ehl-i Sünnet akımından Eş'arîler derler ki: Cenab-ı Hakk'ın adını duymayan, O'na dair hiç bir tebliğe şahit olmayan kimse, nerede, nasıl yaşarsa yaşasın, ehl-i fetret, dolayısıyle de ehl-i necattır. Sizler, Ümmet-i Muhammed olarak Efendimiz'e ait mesajları alıp, dünyanın karanlık iklimlerine götürmemiş iseniz, Eş'âri'ye göre o karanlıktaki kimseler ehl-i necatdırlar ve kurtulmuşlardır. Cenab-ı Hak, belli bir ölçüde onları mükâfâtlandıracak ve Cennetten istifâde ettirecektir...


Maturidîlere gelince ki; bir noktada Mutezile'nin düşüncesi de aynıdır. Derler ki; "bir insan, aklıyla Yaratıcısını bulursa, adını ünvanını bilsin bilmesin kurtulur. Ama aklıyla mücerred olsun Yaratıcıyı bulamamışsa o kurtulamaz."Aslında bu iki görüş aynı olmasa bile, birbirinden çok uzak da sayılmaz. Maturidi'ye göre bir insan nerede olursa olsun; dağda, bayırda, çölde şurada veya burada, güneşlerin doğup batmasından ayların tulû ve gurubuna, yıldızların parıldamasından, zeminin nizam-ı intizam içindeki binbir güzelliklerine, dağların mehip duruşlarından, tepelerin ünsiyetli esintilerine; koruların gürül gürül inleyen ikliminden otların-ağaçların ince ince salınmalarına, çiçeklerin cilve çakıp tebessüm etmelerine kadar her şey Ondan sırlı birer mesaj ve O Sultanlar Sultanını anlatan beliğ birer lisandır. İşte, aklı başında bir insan göz kamaştıran bu tablolar ve yürekleri hoplatan bu ses ve renk cümbüşü karşısında, her şeyin arkasındaki o gizli eli sezecek ve mutlaka bir Yaratıcının olduğuna inanacaktır. O Yaratıcının ad ve ünvanlarını, Onun kitap ve elçilerini bilmese de böyle birisi ehl-i necattır.


İşte bu itibarladır ki, başka memleketlerde yaşıyan insanlar hakkında hemen ulu orta, "inanmadı,öyle ise Cehenneme gidecektir" demiyoruz, diyemeyiz de. Zirâ, mezhep imamlarının bu şekildeki nokta-i nazarı en azından sükut etmemizi gerektirmektedir...


İmam Eş'arî hazretleri elde ettiği hükmü,"Biz Peygamber göndermedikçe (hiçbir millete) azap edecek değiliz." (İsra/15) gibi ayetlerden istinbat ediyordu. Evet, Allah Kurân'da "Peygamber göndermeden azap etmeyeceğiz" diyordu. Öyle ise; Peygamber görmemiş duymamış kimselere azap edilmese gerek.


Maturidî hazretlerine göre akıl,"hüsün-kubûh"mevzuunda da üzerinde durulduğu gibi,önemli bir unsurdur ve bir ölçüde iyiyi kötüden ayırt edecek kapasitededir. İnsan,aklıyla bir kısım şeyleri birbirinden tefrik edebilir. Bu güzel, bu da çirkin diyebilir. Vakıa aklın, her şeyi sezip bilebileceğini iddia da yanlıştır... Onun içindir ki, Allah iyileri emretmiş, kötüleri de yasaklamış ve bu önemli işi her zaman yanılabilirliği müsellem olan akla havale etmemiştir. Vahy ile bunları tanzim etmiş. aydınlatmış; peygamberleriyle vüzuha kavuşturmuş ve bir nokta muzlim bırakmamıştır. Maturidilere göre akıl, zinanın çirkinliğini. sezebilir. Çünkü onda nesebin zayi olup karışması bahis mevzuu. Kimin malı kimin evlâdına kalacak? Şayet bir kadın iffetini koruyamıyorsa ve çocuklarının nesebi şüpheliyse, evet o zaman kimin malı kime kalacak? Öyleyse zinanın aklen çirkin olduğu söylenebilir. Hırsızlığın da aklen çirkin olduğu sezilebilir. Çünkü, başkasının kan-ter elde ettiği şeyler onun elinden almak çirkindir. Aklen içkinin çirkinliği de sezilebilir. Çünkü insanın aklını izale ediyor. Nesiller üzerinde menfi tesiri sürüp gidiyor ve bir kısım hastalıklara da sebep oluyor... Daha bunlar gibi bir kısım şeylerin bir ölçüde akliliği her zaman söylenebilir...


İyi ve güzel şeyler hakkında da aynı durum bahis mevzuudur. Meselâ; adalet, başkalarına iyilikte bulunma güzel şeylerdir ve bunlar aklen sezilebilir. Kur'ân ve Sünnet ise bu mevzuda emirler vermiş, aydınlatmış ve bizi yanlış anlamadan kurtarmışlardır.


Bunun gibi Allah'a iman da güzel bir şeydir. Çünkü insan o sayede itminana ulaşır. Daha hayatta iken başı cennetlere erer ve ötelere ait güzellikleri burada yaşar. Aynı zamanda, imana ulaştıran yol da,akıl ve muhakeme ile sezilecek mahiyettedir. Nitekim çöldeki bir bedevi bile bunu hissetmiştir. Huzur-u Risaletpanâhi ye gelmiş ve nasıl bir yolla Yüce Yaratıcıya ulaştığı sorulunca: "Bir yerde bir deve tersi, oradan bir devenin geçtiğine, ayak izleri de orada yüründüğüne delâlet eder. Şu sema burç burç ahenk içinde, bu yer, vâdi vâdi güzellikleriyle, bir Alîm ve Habîr olan Allah'a delâlet etmez mi?" diyor. Demek ki bir deve çobanı dâhi aklıyla; her şeyi kabzay-ı tasarrufunda tutan, her şeyi ilimle idare eden ve her şeyden haberdar olan bir Zât'ın varlığına intikâl edebiliyor. Öyleyse imanda, aklîliği bütün bütün kulakardı da edemeyiz.



Kaynak: tr.fgulen.com, [Bu yazı Fethullah Gülen Hocaefendinin 24 Şubat 1978 tarihinde yapmış olduğu soru-cevap sohbetinden derlendi.]

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu