Genç Adam Analiz

Kinde Kabilesinden ayağı topal adam veya Hatemül Evliya-4

“Ka’b -radiyallahu anh- gibi güvenilir bir tabîin bu bilgiyi kendisi mi uydurmuştur?” diyen acemi müdafiimiz, anlaşılıyor ki bu sözün “hükmen merfu” olabileceğini anlatmak istemekte, fakat seviyesi ancak bu kadarına yetmektedir. Onun yerine meseleyi ben tavzih edeyim: Sahabe veya Tabiun’dan birisinin, içtihada açık olmayan bir meselede söylediği söz Usul kitaplarında ve Hadis şerhlerinde “hükmen merfu” olarak nitelendirilir. Efendimiz (s.a.v)’e açıkça izafe edilmediği halde bu söze “merfu” hükmü verilmesi, Efendimiz (s.a.v)’den başkasından alınmış olabileceğini gösteren bir delil veya karine bulunmaması durumuyla sınırlıdır.


Radiyuddîn İbnu’l-Hanbelî, Kafvu’l-Eser şerhinde şöyle der: “Kavlî hükmen merfu’un misali, kadîm kitaplardan –ki İsrailî kitaplar bunlardandır– nakilde bulunmayan sahabînin, içtihada açık olmayan bir konuda söylediği sözdür. (…) Bunun merfu hadis hükmünde olmasının sebebi şudur: İçtihada açık olmayan bir meselede söz söyleyen kişiye o konuda birisinin bilgi vermiş olması gerekir. Sahabî ise ya Hz. Peygamber (s.a.v)’den, ya da bazı kadim kitaplardan bilgi almıştır. Söz konusu sahabî, bu kitaplardan bilgi alan birisi değilse, naklettiği bilgiyi Hz. Peygamber (s.a.v)’den aldığı taayyun eder…” (el-Fer’u’l-Esîs, Yusuf Ağa Kitaplığı (Konya), no: 626, 49a-b)

Bu kaideyi Tabiun kuşağına uygulayacak olursak şunu söylemek durumundayız: Tabiun’dan birisinin, içtihada açık olmayan bir konuda söylediği bir sözün Efendimiz (s.a.v)’e ait olarak kabul edilebilmesi için, o kişinin, Sahabe veya güvenilir Tabiun dışında bir kaynaktan bilgi alan birisi olmaması gerekir.

Ka’b el-Ahbâr’ın İsrailiyat nakilcisi olduğu ayan-beyan ortada olduğuna göre, onun “bayraklılar ve topal adam” hakkındaki sözü, sahih bir nakil tarafından teyit/tasdik edilmedikçe –üzerine tasavvur inşa etmek şöyle dursun–, en azından ihtiyatla karşılanmalıdır.

11. “İmâm-ı Suyûtî Hazretleri gibi büyük bir âlim ve diğer meşhur muhaddisler bu Hadis-i şerîf hakkında: “Mütevâtir Haber’dir.” diyerek, Ümmet-i Muhammed’i tutup uydurma ve yalan bir söze mi bağlamışlardır?”

Bir başka iftira, bir başka hezeyan ve bir başka “katmerli cehalet” örneği daha! Ka’b el-Ahbâr’dan bir tek senedle gelen ve bir önceki yazıda da belirttiğim gibi şahid veya mütabii de olmayan “bayraklılar ve topal adam” rivayetinin “mütevatir haber” olduğunu söyleyebilmek için ya Usul-i Hadis’ten tamamen bihaber, ya da “denge” problemi yaşıyor olmak gerekir…

Acemi müdafiimiz tarafından ismi zikredilen müelliflerin hiç birisi Ka’b el-Ahbâr’ın bu sözünün mütevatir olduğunu söylememiştir. Sadece Ikdu’d-Dürer sahibi Yusuf b. Yahya, Mehdi (a.s) öncesinde vuku bulacak fitne, olay ve delaletleri anlatan haberlerin mütevatir olduğunu söylemiştir ki, bundan, Ka’b el-Ahbâr’a ait sözün tevatürünün söylendiği anlamı çıkmaz. Bu ifade, Mehdi (a.s) öncesi birtakım büyük fitneler, olaylar ve karışıklıklar çıkacağını anlatan rivayetlerin tevatürünü kasdetmektedir. Aksi takdirde Mehdi (a.s)’ın zuhurundan önce meydana gelecek en cüz’î hadiseleri dahi anlatan rivayetlerin –söyleyeni kim olursa olsun ve ne anlatırsa anlatsın– tamamının mütevatir olduğunu söylemek gerekir ki, böyle bir şey söyleyen kimse bilmiyoruz.

12. “Tahric” kelimesinin sözlük anlamına bakması bile kâfi iken bu iddia ile ortaya çıkması, eğer cehâletten kaynaklanmıyorsa doğrusu çok büyük bir yalan ve çok büyük bir iftirâdır! Çünkü zâten Hadis ilminde “Tahric”in mânâsı; “Resulullah Aleyhisselâm’dan gelen bir Hadis’i ilk râvîlerine dayandırıp, onların rivâyetlerinden çıkarmak”tır!..”

Benim bu sözden anladığım şu: Herhangi bir sözün senedini ortaya koyduğunuz zaman o söz “sahih hadis-i şerif” olur. Dolayısıyla Ka’b’dan gelen söz de senedli olduğu için Efendimiz (s.a.v)’e aittir!!

Yukarıdaki cümleleri başka türlü “anlamlı kılmak” mümkün değil. Ve eğer anlatılmak istenen buysa, Usul-i Hadis’e yapılmış gerçekten “orijinal” bir katkı ile karşı karşıya bulunuyoruz demektir! Ancak bu “orijinal katkı”nın bazı “küçük” maliyetleri olacaktır. Mesela özellikle “mevkuf” ve “maktu” hadisler ya bir an evvel “tahriç edilip” merfu hadis haline getirilmeli, yahut bu kavramlar ivedilikle Usul’den ihraç edilmelidir!

Seviye yoksunluğunun bu derecesinin ortalıkta “evliya müdafii” edasıyla dolaşmasına mı, yoksa insanları yalan-yanlış bilgilerle aldatmasına mı yanmalı, kararı okuyucuya bırakıp Pazar günü bu meseleye nokta koyalım.

Ka’b el-Ahbâr’ın –hem de senedi arızalı– bir sözünü büyük bir aymazlıkla “hadis-i şerif” mertebesine çıkaran, sonra da hiç alakası olmadığı halde o sözden Hatemu’l-Evliya çıkaran ve buradan da “zat-ı muhterem”in Hatemu’l-Evliya olduğuna istidlal eden acemi yazarın devirdiği çamlar hakkında bu kadar izahatın yeterli olacağını umarak sözü bugün noktalayacağım. Konu hakkında okuduğunuz yazılardan ortaya çıkan sonucu şöyle toparlayabiliriz:

1. “Bayraklılar ve Kinde’li topal adam” rivayeti Hz. Peygamber (s.a.v)’in hadisi değil, Ka’b el-Ahbâr’ın sözüdür. Bu zat İsrailiyat nakilcisi olduğu için, kimden aldığını belirtmediği sözleri ihtiyatla karşılamak durumundayız.

2. Bu sözde Hatemu’l-Evliya ile ilgili en küçük bir ima dahi yoktur. Esasen Hatemu’l-Evliya meselesi el-Hakîmu’t-Tirmizî’den önce dile getirilmiş bir husus değildir.

3. Mehdi (a.s) öncesi vuku bulacak olaylara el-Berzencî’nin kurgulaması ile bakılacak olursa Şam’dan çıkacak olan Süfyanî ile, aynı dönemde Batı’dan “topal adam” (A’rac), Arap Yarımadası’ndan “kızıl” (Asheb) ve Mısır’dan “alacalı” (Ebka’) çıkacak, aralarında şiddetli savaşlar olacaktır. (Bkz. el-İşâ’a, 92.) Bu anlatıma göre Kinde’li topal adam, tıpkı diğerleri (“kızıl” ve “alacalı”) gibi, savaşan bir grubun liderinden başka bir şey değildir.

4. Yine Ka’b’a göre bu topal adam batı tarafından gelecek ve Mısır’ı ele geçirecektir. Yani –ille de itibar edilecekse– Ka’b’ın sözü, batı tarafından gelip Mısır’ı istila edecek muharip bir kitleyi anlatmakta ve başlarında da Kinde’li topal bir adam bulunacağını belirtmektedir ki, bu haliyle bu zatın Hatemu’l-Evliya ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır!

5. Konu hakkında eser verenler arasında Ka’b el-Ahbâr’ın sözünün Hatemu’l-Evliya’yı anlattığını, Hatemu’l-Evliya’nın Kinde kabilesine mensup topal birisi olacağını söyleyen kimse bulunduğunu şahsen bilmiyorum.

6. Bu söz Hatemu’l-Evliya’yı anlatsaydı ve onunu tayininde belirleyici olsaydı, başta İbn Arabî olmak üzere kendisinin veya başkasının Hatemu’l-Evliya olduğunu söyleyenler bunu mutlak surette dikkate alırdı.

7. Keza Hatemu’l-Evliya’nın özelliklerini zikredenler arasında, onun ayağının topal olacağını söyleyen birisinin bulunduğu da meçhulümüzdür.

Son olarak bu tartışmadaki üslubumu yadırgayan okuyucular için bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyorum: Mesele Efendimiz (s.a.v)’e ait olmayan bir sözü O’ndan uzak tutma meselesidir. Benim bu tartışmadaki bütün hassasiyetim, öncelikle bu sorumluluğu ifaya yöneliktir.

Bizler herhangi bir kimsenin “veli” olup olmadığını bilmekle mükellef değiliz. Allah Teala bir kimseyi bu mertebeye layık görmüşse kimsenin bir diyeceği olamaz.

Ancak Efendimiz (s.a.v)’e ait olmayan bir sözün O’na nisbet edilmesi karşısında sessiz kalmak, meseleden haberdar olanlar için hoş görülebilecek, cevaz verilecek bir husus değildir.

Şimdiye kadar hiçbir muhatabımın dinine, şahsına, haysiyetine, namusuna  ve –her ne kadar karşı tarafça benimki söz konusu edilmiş ise de– nesebine dil uzatmadım; uzatmam. Ancak tartışmada muhatap durumundaki kişinin konuştuğu dilin, anladığı dil olduğunu da unutmamak gerekir.

Ortada bütün müslümanları ilgilendiren bir mesele varsa –ki burada “bir” değil “birçok” mesele var–, sessiz kalmam, alttan almam ya da idare-i kelam etmem söz konusu olamaz.

Dolayısıyla “sürç-ü lisan ettimse affola” riyakârlığına sığınarak, yazdıklarımın arkasından çekilecek değilim.

Vesselam

19-20.08.2006 Milli Gazete

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu