İçimize sinmiyor

5 gün süren Fethullah Gülen röportajı, tarihe düşülen çok önemli bir nottur. Her bir mesajı ayrı ayrı okunmalı ve değerlendirmeye tabi tutulmalı. Haftaya seçim olacağından dolayı sadece bu konuyu öne çekmek ve Hocaefendi’nin söylediği bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Aşırı partizanlar hariç bu duruma AK Parti tabanının nasıl üzüldüğüne pek çok vesile ile muttali oluyorum. Bu kadar ağır lafları içine sindiren varsa yine gidip o partiye oy verir...” Öyle şeyler yaşandı ki onları alt alta dizmek ve “İçinize siniyor mu bu zulüm?” demek zorundayım. Ben, acizane, içimize sinmeyen yanlışları sıraladım. Eminim Türkiye’yi bambaşka bir karanlık dehlize savuran pek çok mevzu karşısında siz de “içimize sinmiyor” demek durumunda kalacaksınız. Keşke binbir umutla belli bir yere getirilen temel özgürlükler bu kadar tarumar edilmeseydi! Keşke!

Hakaret dolu tekebbür, bir türlü bitmiyor. Her gün yeni bir laf uyduruluyor ve her laf vicdanları kanatıyor.

Haşhaşi, çete, örgüt, âlim müsveddesi, hain, casus ve daha akla hayale gelmez, insaf ve vicdana sığmaz tahkirler, tacizler. Hiçbir kavgada bu kadar seviyesiz bir dil kullanılmadı, hiçbir tartışmada bu kadar bozuk bir üsluba başvurulmadı. Tam bir terbiye yoksunluğu, edep eksikliği... Başta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere milyonlarca insana ağza alınmayacak hakaretler edilmesi içimize sinmiyor!

Yalan bütün kötülüklerin anası. Bir kere yalan söyleyegörsün insan; ardından binlerce kizb sökün edip geliyor. Son birkaç aydır Camia hakkında söylenmedik yalan kalmadı. O kadar ki tetikçi medyanın uydurduğu yalanları, biz tekzip etmekten yorulduk; onlar yalan söylemekten usanmadı. Üstelik utanmadı da. O yalan makinesinin düğmesine kimin bastığını herkes biliyor. Bir dönem itimat edip başımıza tac ettiğimiz insanların utanmadan her gün şenî yalanlara başvurması içimize sinmiyor!

Dershaneler eğitimde fırsat eşitliğinin ve sınava hazırlanmada adaletin sağlanması talebinin bir sonucuydu. “Hizmet’in insan kaynakları” gibi hayalî bir iddia üzerine faşizan bir zorbalıkla kapatıldı. Anayasa ihlal edildi, hür teşebbüs rafa kaldırıldı. Niçin? Kapalı kapılar ardında söylenen “Hizmet’in önünü kesme” düşüncesi seçim meydanlarında da bangır bangır itiraf edildi. Milletin alın teriyle kurduğu dershaneleri askerî rejimler bile kapatamamıştı. Bu feci icraatı hiçbir makul itirazı dinlemeksizin yerine getirenlerin kime, nerede, ne amaçla söz verdiği ve o sözün altında nasıl kaldığı aşikâr. Dershane kapatma konusundaki takip edilen sinsi taktikler ve ‘eğitimde reform’ yalanları içimize sinmiyor!

Sorgu odaları kuruldu, gencecik yavrularımız müfettişler tarafından istinkaka tabi tutuldu. Bu mütecaviz ve hoyrat baskıya eski 28 Şubatçılar bile yeltenmemişti. Onlar da teftiş yapmış, bir baskı kurmuştu ama Yeni 28 Şubatçılar kadar hakkı hukuku ayaklar altına almamıştı. İlköğretim okullarında okuyan çocuklara darbe dönemini çağrıştıran baskınlar düzenlenirken, AK Parti’nin nasıl vicdan kaybına uğradığını ve aklıselim sandığımız insanların bile nasıl ezilip büzüldüğünü gördük. Öğrenci velilerinin feryadına kulaklarını tıkamış zavallı yetkililerin çocuklarda oluşacak travmayı bile ciddiye almaması karşısında vicdanımız sızladı. Siz ne zamandan beri bu kadar zalim oldunuz? Okullarda gencecik yavrularımıza baskılar yapılması, sorgu odalarının kurulması içimize sinmiyor!

Türk okulları evrensel barışın en güzel meyvelerinden biri. Anadolu kültürünün tanıtımı açısından da muazzam bir gayret. 160 ülkede açılan Türk okulları sayesinde halklar kucaklaşıyor. İnsanlar karşılıklı sevgiyi, saygıyı öğreniyor birbirinden. Bu arada Türkiye’yi öğreniyor yeryüzü çocukları. Türkçe şarkı söylüyorlar, Türkçe şiir okuyorlar… Ne var ki hayatın tam göbeğine siyaseti yerleştirenler, kendilerine destek veren herkesi dost, bazı icraatlarına itiraz eden herkesi de düşman görünce ve o iflah olmaz tarafgirlik nefrete dönüştü ve vahim bir durum çıktı karşımıza: Bayrak ve İstiklâl Marşı’yla reklam yapmaya kalkışanlar, bayrağımızı dünyanın dört bir yanında dalgalandıran ve İstiklâl Marşı’mızı diyar-ı gurbete taşıyan öğretmenleri yabancı ülke başkanlarına jurnalledi, ispiyonladı. Binlerce kilometre ötede Türk okullarında vazife yapan yiğit Anadolu çocuklarının yabancı ülkelere gammazlanmasını içimize sindiremiyoruz!

Yolsuzluk, mücadele edilecek 3Y’den biriydi. 3Y: Yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk... Ne var ki bir gün yepyeni bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Bir kamu bankası müdürünün ayakkabı kutularından 4,5 milyon dolar çıktı. Bakan çocuklarının evinde 7 çelik kasa ve içinden trilyonlarca para çıktı. Meğer yolsuzluğun, rüşvetin vs. fetvası bile alınmış, meğer “haram”a “helal” denmiş... Telefonlar edilmiş, evdeki paraların sıfırlanması istenmiş, o paralar bir türlü sıfırlanamayınca son fasılda 30 milyon Euro kalmış. Onunla da daireler alınmış. Villalar, yatlar, katlar… Gönlümüz isterdi ki çıkıp “Bu konuşan ben değilim!” diye gürlesin muhatap. Hukukun önünü açsın, kendini temize çıkarsın. Oysa o zan altındaki kişiler paralel devlet yalanına sığınarak, suçsuz günahsız insanlar hakkında en ağır laflar söylemeye kalkıştı. Nezahet ve nezaket zannıyla bir zamanlar destek verdiğimiz insanların para ile yaşadığı sınavı kaybetmesi ve o esnada takındığı yanlış tutum içimize sinmiyor!

Sosyal medya, Türkiye’nin ulaştığı çoğulcu demokrasinin bir sembolü haline gelmişti. İnternet kullanımı dünya rekorları kırıyordu. Tâ ki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları gündeme gelene kadar. Ülkenin Başbakanı, YouTube ve Facebook’u seçim sonrasında kapatmaktan bahsetti. İnanamadık. Türkiye’nin yalnızlaşmasına, içine kapanmasına, dünyadan kopmasına gönlümüz razı değildi. Üstelik AK Parti düşünce özgürlüğü sadedinde reformist adımlar atmıştı. Yakıştıramıyorduk yasakçı zihniyeti. O yüzden pek de inanmadık YouTube’un ve Facebook’un yasaklanmasına. Ve bir gün Başbakan “Twitter, mivitter hepsinin kökünü kazıyacağız.” deyiverdi. Yine de inanamadık. Ancak o gece Twitter kapatıldı ve Türkiye, birinci ligin şampiyonluk kovalayan takımı olmaktan çıktı, amatör lige demir attı, üçüncü dünya ülkesi mührünü alnına yemiş oldu. Sosyal medyaya yasak getirerek kendi insanını umursamayan ve bu ülkeyi dünyaya rezil eden politikalar içimize sinmiyor!

Banka batırılması diye sinsi bir plan yeryüzünde hiç devreye sokulmamıştı. Faizsiz bankacılığın öncü bir kuruluşunu batırmak için devlet imkânlarını seferber ettiler. Bir banka devlet eliyle batırılırsa, bin banka da batırılabilirdi. Umursamadılar ve suç işlediler. Bu suçun emrini kim verdi, özel şirketlerin sahiplerine para çekmeleri için kim baskı yaptı; hepsi biliniyor. Pervasız bir şekilde bir bankayı batırmak için komplo düzenleyenler Türk ekonomisinin göreceği zararı da umursamadı. “Emir büyük yerden”di. Allah’tan ki bu necip millet, demokratik direnişini ortaya koydu ve kirli tezgâhı bertaraf etti. Bu arada iş dünyasına korku salındığı, talimat yağdırıldığı, boyun eğmeyenlere baskılar yapıldığı görüldü. Faizsiz bankacılığın öncülerinden biri olan bir bankayı batırmak için devlet eliyle baskı yapılması içimize sinmiyor!

Medya özgürlüğü öteden beri Türkiye’de sıkıntılı süreçler yaşadı. Askerî dönemlerde andıçlar gördük. Ancak hiçbir dönemde medya bu kadar esir alınmadı. Siyasî otorite gazetecileri işten attırdı, hükümet komiseri gibi adamları getirip medya gruplarının başına tayin etti ve ikide bir “Alo” diyerek gazete ve TV yayınlarını yönetti. Hileli yollarla medya gruplarına el konuldu, eski milletvekillerine ulufe gibi dağıtıldı o TV’ler, gazeteler. Bazılarının başına damatlar tayin edildi, bizzat yönetildi. İşadamlarına ihale karşılığı havuz medyası kurduruldu ve o medya üzerinden karakter katliamları yapıldı, siyasî operasyonlar düzenlendi. 70 küsur yaşındaki medya patronuna telefon açıp ağza alınmayacak laflar edildi, o insanların hıçkırıklara gömülmesi sağlandı. Yolun başında çok sesli demokrasi diyenlerin bütün medyayı babalarının malları gibi tepe tepe yönetmesi ve herkese hükmetmeye kalkışması içimize sinmiyor!

İstihbarat teşkilatlarının kuruluş amacı da bellidir, işleyiş biçimi de. Denetim dışına çıktıklarında nasıl bir faciaya sebep olacakları ve nasıl bir canavara dönüşecekleri de aşikâr. İktidar koltuğuna mağduriyetin gölgesinde tırmananlar, muktedir hale gelince Ortadoğu’daki devlet modeline yöneldi. Oysa istihbarat birimlerinin Batı standartlarına çekilmesi gerekiyordu. Her gün kutsanan; kutsandıkça zırh üstüne zırha bürünen MİT sayesinde tipik bir muhaberat devleti kurmaya yöneldi iktidar. Kişilerin özel hayatları, banka hesapları, seyahat bilgileri bütün kaynaklardan MİT’in havuzuna akmaya başladı. Şeffaf bir Türkiye beklerken, denetlenebilir bir devlet yapısı umarken çelik çekirdek kadronun hanedan mührüyle hareket ettiği denetimsiz bir yapı ile karşılaştı Türkiye. Şeffafiyet adına verilen bütün demokratik sözleri bir kenara iterek istihbarat devleti kurulması içimize sinmiyor!

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu