Kutlu İnsan...

Milletimizi Yoğuran Kutlu İnsan

Tarihe sevgi, saygı, hoşgörülü anlayışıyla damgasını vuran Türk milleti, asırlar boyunca dinimiz uğrunda savaşmışlar, dünyaya dinimizin emrettiği hoşgörü, sevgi, samimiyeti gösterme gayreti içinde olmuşlardır. Orta Asya’daki eski inançları ile ileride kabul edecekleri İslam dinine yakın dini yaşayışları vardı. Nitekim güzel bir tevafuk sonucu Araplar ile tanışıp, İslam’ı benimseyen Türkler bayrağı devraldıktan sonra bu mukaddes emaneti en güzel biçimde korumuşlardır.


Karahanlı hükümdarı Saltuk Buğra Han’ın İslamiyeti kabul etmesi tarihimizin dönüm noktası oldu. İslâmiyet'i benimseyen Türk'ler, Türk - İslâm sentezine dayanan yeni bir kültür sahibi olmuşlar, sosyal düzenleri ile devlet ve dünya görüşlerine bu kültür ile yeni bir şekil vermişlerdir. Yeni bir dini benimseyen milletimiz için, bunu tam olarak öğrenmelerini sağlayacak noktalara yoğunlaşmaları gerekiyordu. Yani işin esası maddi dinamikler yanında manevi dinamiklere ihtiyacı vardı. İşte, Güney Kazakistan'da, Çimkent şehrinin batısında bugün Türkistan adı ile tanınan YESİ şehrinde Sayram kasabasında doğan Hoca Ahmet Yesevi, bu manevi dinamiklerin üstadıdır. Rivayetlere göre önce annesini, sonra babasını kaybeden 7 yaşındaki Ahmet, ablasının himayesinde büyümüştür. Yesi'ye gelen Arslan Baba adlı bir mürşit, O'nun tahsil, terbiyesini üstlenir. Bir süre sonra Arslan Baba vefat eder, Yesevî de o zamanın önemli kültür ve ilim merkezlerinden olan Buhara'ya gider. Burada Hâce Yusuf-i Hemedani'ye intisap eder ve onun irşadı altına girer.  Ahmet Yesevi, Hemedani’nin de vefatı üzerine bir süre Buhara’da kaldıktan sonra Yesi’ye geri döner.


İslamiyeti kabulden sonra Türklerin en güçlü devleti Selçuklular olmuştur. Selçuklular çok geniş topraklara sahip bir devlettir. Zamanla devlet dilinde Arapça ve Farsça’ya dönüşümler olmuştur. Devletin resmi dili zamanla Farsça olarak kabul edilmiştir. Medreselerde Farsça eğitim veriliyordu. Yani halk dili Türkçe, devlet dili Farsça olmuştu. Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden Karamani Mehmed Bey’in örnek aldığı, Ahmet Yesevi bu ortamda yaşamıştır. O, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmesine rağmen Türkçeyi seçmiştir. Ahmet Yesevi, tasavvufu esas alan bilim, sanat ve edebiyata önem veren bir medrese kurdu. Burada yazışma dili, konuşma dili, eğitim dili Türkçe olarak benimsendi. Ufku geniş olup, içlerindeki İslamiyeti ve hoşgörü, sevgi, samimiyet anlayışını yayma dinamizmini yaşatan Alperenler, bunları tüm dünyaya duyurmak için yeryüzünün dört bir yanına yayıldılar. Ahmet Yesevi’nin HİKMET’lerini dünyaya duyurdular. Böylece yeni bir Türk edebiyatı anlayışı doğdu.

 


Göçebe olup, gittikleri yerde bulunan milletlerin farklı İslami yaşayışından etkilenen Türklerin, her milletin ayrı ayrı benimsediği anlayışlara tutulmamaları için sağlam kuralları ile kendi dillerinde bir anlayış ortaya çıkarmanın başarının kaynağı olacağını gören Ahmet Yesevi bunu başarıyla uygulamıştır. Ve Türkler bugün, gördüğümüz üzere en sağlam kurallarla İslamiyeti yaşayan millet olma şerefine erişmiştir. Çeşitli tahriflere mazur kalmadan kendi iradesi ile ayakta kalmayı başaran bir anlayışı benimsemiştir. Ahmet Yesevi öğretisi ile Türkler, tüm insanlar arasında sevgi, barış, hoşgörü anlayışını ve dünyayı Allah ve insan sevgisi ile kucaklamayı öğrenmişlerdir.

Ahmet Yesevi her şeyi ilahi aşkın tecellisi olarak görüp her şeyi gönülden sevmiştir. Ancak bu şekilde Allah’a ulaşılabileceğini belirtmektedir. O'na göre Aşk'sız, Mevlâyı anlamak mümkün değildir. Üstelik Aşk’sız kişi gerçek insan değildir.

Asırlar öncesinden bu yana bizlerin yoluna ışık tutan Ahmet Yesevi’nin, milletimizin tarih boyunca büyük bir dinamiğe sahip olmasında rol oynayan ve yarınlarımızı aydınlatacak yedi ilkesi şunlardır:

Birincisi, ilahi aşk... "İlâhi Aşk" Allah'dır ve bu Aşk'a düşen kişinin, bencillik, gösteriş, iki yüzlülük, kişisel çıkar gibi küçük hesapları düşünmemesi gerekir. " diyen Yesevi bir hikmetinde şöyle demektedir:

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol,
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol,
Mahşer günü dergâhına yakın ol,
Ben, benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.



İkincisi, ihlas... Yani, gösterişsiz, riyasız içten Müslümanlık. Yesevi : “Gösterişçi son nefeste imanını yitirir.” demektedir.

Üçüncüsü, insan sevgisi… İnsan yaratılmışların en mübareğidir. İnsana hizmet, İslam demektir.

Dördüncüsü, hoşgörü… Irk, dil, din, renk, mezhep ayrımı yapmaksızın tüm insanlığa sineyi açmak, onlara hoşgörülü olmak.

“Sünnet imiş, kafir de olsa insanı incitme,
Gönlü katı, kalp inciticilerden Allah şikayetçi…”



Beşincisi, kadın erkek eşitliği… Yesevi’ye göre kadın ve erkek, işte, üretimde, toplumda, dergahta birdir.

Altıncısı, emek ve işin kutsallığı… Kişinin geçiminin öz emeğiyle olması esastır. Ahmet Yesevi, binlerce öğrenci yetiştirirken geçimini kendi ürettiği kaşık ve kepçeyle sağlardı.

Yedincisi, bilim… Bilim insanı Allah’a ulaştıran ve varlığı bilerek Yaratan’ı bilmeyi sağlayan yoldur.

Ahmet Yesevi’nin anlayışında İslam’a içtenlikle sarılmak, diğer din mensuplarına da sevgi ve hoşgörüyle bakmak esastır. Bu bizim kültürümüzün değişmez unsurudur. Tabii ki İslamiyeti doğru anlayanların anlayışıdır. Tarih boyunca bizleri yaşatan da bu esaslardır. Bugün bunun takipçileri bu vazifeyi en iyi biçimde ifa etmeye çalışmaktalar. Dünyanın dört bir yanında hoşgörü ve sevgi iklimi yaşatmaya uğraşmaktalar. Ne dini sadece kendine sahiplenen ne de milliyeti sahiplenip diğer insanları hor gören bir anlayış dinimizde yoktur. Ve Ahmet Yesevi bunu çok önemli bir unsur olarak görmüş ve her dinden, her dilden insanı kucaklamayı gaye edinmiştir. Nitekim İslam’ın emri de budur. Özellikle Demir Perde’nin yırtılmasından sonra bağımsızlıklarına kavuşan kardeş ülkelerimiz için de aynı yol izlenmekte. Aynen Ahmet Yesevi’nin yaptığı gibi, dini bilmeyenlere öğretmek, milliyetimizi onlara daha çok anlatmak… Ahmet Yesevi’nin bu anlayışını benimsedikçe de doğru anlaşılmaya devam edeceğiz.  Ve şu an da görüldüğü üzere Müslüman Türk’ün gayreti Yesevi’nin gösterdiği yolda büyüyüp hem İslam’ın asıl yüzünü dünyaya gösterecek hem de dilimizi bir dünya dili haline getireceğiz. Asırlar boyunca milletimize yol gösteren bu esaslar önceden olduğu gibi yarınımıza da ışık tutacaktır. Aşk’ı gaye edinip Allah’a yaklaşmayı, İnsanı kutsal sayıp terörizme karşı durmayı, Hoşgörüyü esas alıp ayrımcılık yapmamayı, Eşitliği ilke edinip anarşi çıkarmamayı, Emeğe saygılı olup hak yememeyi, Bilimi gaye edinip Yaratan’ı ancak onunla anlayacağımızı belirten bu esaslar dünyanın İslam’a ne kadar muhtaç olduğunun bir göstergesidir. Ve dünyaya bunları kazandıran manevi dinamiklerimizi tekrar araştırıp, onların gösterdiği yolda yürümemizin ne kadar elzem olduğu dikkate değer bir husustur.

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu