Kuru Bir Dudağın Fısıltısı

Bir gün okulun üst katındaydık. Onu dinliyoruz. Güzel kelimeler, cümleler çiçekleniyor havada. Tatlı bir musiki akıp gidiyor atmosferimizde.

Can kulağıyla dinliyoruz sohbeti. Gözlerimizde manevi bir ışıldı ve kuru dudaklarımız akan kevsere uzanmış, tatlı tatlı yudumluyor.

Hava oldukça sıcak. Yazın bütün şiddeti İzmir'i kavuruyor. Beşinci katın üfül üfül esen rüzgârı bile sıcak nefesiyle yazı soluyor.

Terliyoruz.


Suyun serinliği, şırıltısı içimizi ferahlattı.. Eternitlerden akan sıcak hava ılıdı ve sonra serinliğin kanatlarında eridi gitti..

Bu eğik çatının oluklarına dökülen sular saçak kenarlarından musluklar gibi balkonun çıplak zeminine akıyordu.

İrem bağlarında yüksekten akan çağlayanları hatırlatan bu su içimize ayrı bir serinlik ve güzellik hissi uyandırdı..

Yalnız su sesi bile bu kavurucu sıcakta bizleri koyu, serin gölgelik bir iklime çekmeye yetiyordu.

Tatlı bir ferahlama ile terlerimiz kuruyor ve derilerimizde tatlı bir soğukluk hissediyorduk..

Ben tam balkonun ortasındaydım.. Ve büyük insanı pür-dikkat ve hayranlıkla dinliyorum.

Bakışlarım ne ileri ne geri, tam onun ay yüzüne çevrili. Güzel çehresinde dolaşan bu bakışlar onun yakut rengi dudaklarına odaklanırken ara sıra da sürmeli gözlere misafir oluyordu…

Bir ara başıma düşen birkaç serin damla ile irkildim.

Saçak altında olsam neyse, dedim. Bu su da neyin nesiydi.

Başımı kaldırdım ve yukarıya baktım. Eternitin bir yerinde minik bir delik vardı. Su oradan damlıyordu. Bu ufak delikten su damlalarının örtmediği kısa aralıklarda gök yüzünün turkuaz rengi bir mavi leke gibi görünüyordu..

Benim dikkatim dağıldı. Daha fazla dağılmasın diye kenara çekildim.

Ama yanlış yapmıştım. Çünkü Resul ü Ekrem'i dinlerken başının üstünde kuş varmış gibi dikkatli ve onu kaçırmak istemez gibi sessiz ve hareketsiz duran, sadece kulak kesilen sahabeleri hatırladım.. Ama iş işten geçmişti..

Ben çekildiğim köşeden sohbeti dinlemeye devam ettim. Ama bu sefer benim hareketim büyük insanın dikkatini çekmişti.

Benim kenara çekilmem karşısında tebessüm etti ve şöyle dedi:

"Mehmet Bey korkma seni zaman eritemedi o damlalar hiç eritemez."

Ben bu esprili sözler karşısında gülümsedim.

Ama o günlerde oldukça kiloluydum. Acaba, dedim bu büyük insan bana benim rejim yapmamı mı salıklıyor. Doğrudan söylemeyip dolaylı yönden fazla kilolarımdan kurtulmamı mı tavsiye ediyor, diye düşündüm.

Bu konuyu sohbetten sonra Barbaros'a sordum.. "H. Efendi acaba bana bu sözlerle biraz kendine dikkat et, yemende, içmende ölçülü davran ve bu kilolardan kurtul mu, demek istedi?" dedim..

O mavi gözlerini bana çevirdi ve tebessüm etti. Babacan bir tavırla hayır bu bir vehim, dedi.. H. Efendi istese bunu direkt sana söylerdi. Hem de kırmadan bu meramını sana duyurur, hissettirirdi.. O mecazi anlamda bu sözleri söylemiştir dedi. Bu sefer bana estağfurullah , demek düştü.

O sıcaklar hala var İzmir'de. Beşinci katlar hala mevcut. Ama bomboş hali ve ıssız.

O güzel çehreden, o gül endamdan ve onun soluklarından mahrum.

Gözlerinden akan şebnemler ile ruhlarımızda cennet-asa bir bahar oluşturan yüce ruhu çok özledik.

İzmir sana muhtaç sultanım. İstanbul sana muhtaç. Anadolu sana özlem içinde yanıyor güzel insan, yüce ruh, büyük mütefekkir.

Dudaklarından akan ab-ı kevsere muhtaç.. Bakışlarına, edana, sedana özlem içinde kavrulmakta.

Gel artık.. Eternitlerden damlayan billur sular bizi yerimizden oynatamayacak. Değil damla şimşekler düşse başımıza yerimize mıhlı kalacağız. Seni dinlemeyi öğrendik.. Kıymetini anladık. Hasret prangası ve özlem kemendi bizleri öyle ocaklara attı ki, piştik..

Şimdi yanıyoruz, şimdi kavruluyoruz. Gel artık.

Hz. Musa'nın asası gibi dokun tekrar ruhumuza ve on musluklu çeşme-i rahmet haline getir gönül kayalarımızı..

Ve Nuh'un gemisi gibi al bizi kurtuluş bineğine ve uzaklara götür. Cudi Dağı'na çek. O zirvede kurtuluş iklimine otağ kuralım ve ebedi mutlu olalım.

Mesihi nefesinde kalbimizdeki çölleri gülistana erdir.

Muhammedî soluğunla kalbimizi Cennet-i Firdevs iklimine çek ve Kevser havzına yönelt ve orada mukim eyle..

Balkonun üç cephesi açık. Bir yönü metruk bir mahalleye bakıyor. Diğer yanı okul bahçesine nazır. Bir kısmı da dağara yönelik.. Daha ötesinde bugün Rafia annemizin mezarı şeriflerinin bulunduğu kabristan var.

Biz bu güzel sohbeti dinlerken bir ara Cevdet elindeki hortum ile geldi. Ve balkonun üstünü kaplayan eternitleri sulamaya başladı..

Seni özledik. Sana hasretiz.

Dudaklarımızdaki kuruluk bak sahraların kavurucu ikliminden daha yanık.

Kalbimizdeki özlem Tih çölünün kavruk ikliminden daha can yakıcı ve ateşin serenatlara gebe..

Cevdet yine sulasın eternitleri, gel..

Ruhumuza serinlikler sun, gel..

Bir yaman rüzgâr essin yine bu yaman beldede gel.

Kuş sesleri gibi öğrencilerin cıvıltısı içinde bizlere kaybettiklerimizi yeniden hatırlat, gel.

Ve sana gerçek talebe olamadığımız için bizlere bir fırsat daha ver, gel..

Ümit ufkuna bizleri kanatlandır..

Allah'a nasıl kul olunur bizlere öğret..

Bu can bu tende oldukça ümitvar sana gel, diyeceğiz.

Vuslata erinceye dek yavru kuşlar gibi ey gül kokulu yar sana gel, diyeceğiz

Gel..

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu