Cumhuriyetten önce cumhuriyetçi olan zat

Ülke henüz saltanatla yönetilmektedir. Cumhuriyetin ilanına daha otuz yıl vardır.
Kimi aydınlar "Dîdâr-ı Hürriyet"ten ve Meşrutiyet'ten söz etseler de cumhuriyetin adını anan pek yoktur.

Çevresine zekâ ve deha pırıltıları saçmakta olan genç bir Molla, Siirt'in Tillo kasabasındaki Kubbe-i Hâsiye namındaki türbede inzivadadır.

Kendisine çorba getirmektedirler. Çorbanın suyunu içer, tanelerini de türbenin daimi sakini olan karıncalara verir. "Çalışkan ve cumhuriyetçi" oldukları için.

Ne garip ve hazindir ki bu zat, aradan kırk yıl geçtikten sonra, 1934 yılında "Cumhuriyete muhalefet"ten Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilir. Uğruna nice rüyalar gördüğü ve çileler çektiği cumhuriyet rejimine muhalefetten tutuklanır.

İki hafta önceki yazımda bahsettiğim ve geçtiğimiz hafta üç gün boyunca, 40 ülkeden iki yüze yakın bilim adamının fikirlerini tartıştığı Bediüzzaman Said Nursî'dir bu zat.

Cumhuriyete geçildiğinde yeni dönemin hassasiyetlerini dikkate alarak, önceleri Kürdî olan imzasını Nursî olarak değiştirir. Soyadı kanunu çıktığında ise Okur'u seçer. Bugün, Hizan'ın Nurs köyündeki akrabalarının soyadları hâlâ "Okur"dur.

Ne var ki, onu Kürtçülük'le suçlayan, yeni dönemin muktedirleri ona "Kürdî" demeye devam eder. Hem de Türkçe olmayan bir tamlamayla: Bediüzzaman Said-i Kürdî."

Gazeteler böyle yazar, mahkeme kayıtlarına böyle düşer ve hatta İsmet İnönü imzalı bazı Bakanlar Kurulu kararlarında adı yine "Said-i Kürdî"dir. Maksat bellidir: ötekileştirmek. Kitleye "Bak görüyorsunuz, adı bile size benzemiyor. O sizden biri değil" mesajı vermektir.

"Cumhuriyete muhalefet"le suçlandığı Eskişehir Mahkemesi tam bir hukuk faciasıdır. 119 talebesi de "Cumhuriyete muhalif cemiyetin üyesi" olmakla suçlanmaktadır. Aralarında, hem Çanakkale hem de İstiklal Savaşı gazisi olan, çifte madalyalı Binbaşı Asım Bey ve Yüzbaşı Re'fet Bey de vardır. Asım Bey, sorgulama esnasında, hâkimin baskılarına dayanamayarak kalp krizinden vefat eder.

Tan Gazetesi olayı, "Bir Mürteci İfade Verirken Öldü!" şeklinde manşetten duyurur okuyucularına.

Esasen 1934 yılında Said Nursî üzerinden kurgulanan yeni bir Menemen komplosudur. Bediüzzaman'ın ve talebelerinin tahriklere prim vermeyen tavırları ve "Maznunlar Kafilesi"ni Isparta'dan Eskişehir'e sevk etmekle görevlendirilen Binbaşı Ruhi Bey'in, asil davranışları sayesinde komplo geri teper.

Denilir ki, Ruhi Bey'e verilen gizli emir, sevkiyat sırasında en küçük "isyan kıpırtısı" bahanesiyle kafilenin imhasıdır. Kafile mütevekkilâne tavırlarıyla en küçük bir isyan emaresi göstermez ve Ruhi Bey de vicdanının sesini dinleyerek, tam tersine onlara yumuşaklıkla davranır.

Bu vesileyle, Eskişehir Mahkemesi'nin tüm safhalarını, hukukçu kimliğiyle ve objektif bir biçimde değerlendiren ve bu alanda ilk ve takdire şayan bir eser koyan Prof. Dr. Servet Armağan'ı tebrik ediyorum. Bu sayede yakın tarihimizin karanlık ve dahi trajikomik bir sayfası, bir nebze olsun aydınlığa kavuşmuştur. Detaylarını merak edenlere ilgili eseri tavsiye ederim. (*)

Ülkemizde inceleme yapan birçok yabancı bilim adamının tespitiyle Said Nursî'yi anlamak, Türkiye'nin yakın tarihini anlamaktır.

Türkiye Cumhuriyeti, "Cumhuriyetçi Said Nursî"yi dışlama ayıbından kurtulmalıdır.

Onu yok sayan akademik ve entelektüel camia da.

--------------------------

(*) "Ey Hâkimler!", Prof. Dr. Servet Armağan, Nesil Yayınları, Haziran 2010/İstanbul.

Bugün Gazetesi

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu