Hahamlar Meşru Savaş Doktrinini Tartışıyor

Yahudiliğin bir meşrû savaş doktrini var mı? Ehud Olmert'in iddia ettiği gibi Lübnan'da yapılan zulüm Yahudiliğin ahlâkî normlarına sığıyor mu hakikaten? Eski Ahit'in kadınları, çocukları, hayvanları katletmeye davet eden ayetlerinin mesajı ne? Aksiyon hahamlara ve akademisyenlere sordu.


Doğrusu şu ki Romalı General Metilius, silahlarını ve beraberlerinde bulunan bütün malları bırakmak karşılığında hayatlarının bağışlanması için Eliezer'e mesaj gönderdiğinde kuşatmayı kaldırmak konusunda asıl istekli olan Yahudiler olmuştu. Eliezer ve diğer Yahudi ayaklanmacılar Metilius'a güvende olacakları yönünde teminat verince, Romalı general askerlerinin silah bırakmasını emretti. Sonra, askerlerle isyancı halk arasında herhangi bir karışıklık yaşanmadığı veya askerlerin anlaşmayı ihmal etmesi söz konusu olmadığı halde, askerler silah ve kalkanlarını bırakmış olarak kaleyi terk ederken Eliezer'in adamları onlara vahşi bir şekilde saldırdı, etraflarını çevirdi ve hepsini katletti. Silahsız askerler ne kendilerini savunmuş, ne de merhamet dilenmişlerdi. Sadece yaptıkları anlaşmanın ve Yahudilerin yaptığı yeminin içeriğini bağırıp durmak olmuştu. Sonuçta Yahudiliğe dönüp sünnet olacağını haykıran komutan Metilius dışındaki bütün askerleri barbarca katlettiler. Romalılar için bu kayıp sıradan bir kayıptı; o gün orada olan, muazzam büyüklükteki ordularının çok küçük bir kısmıydı. Ama bu olay Yahudilerin başına gelecek yıkımın habercisiydi. Yaşlılar sokaklarda ağıtlar düzmeye başlamış, böylesi bir günahın Romanın intikamından kurtulsalar bile bir karşılığının olacağını anlatmaya başlamışlardı. Şehir kahırla dolmuş ve aklı başında olan herkes aralarındaki isyankârların çılgınlıklarının cezasını çekecek olduklarını fark etmişti. Yetmezmiş gibi bu katliam bir Şabat gününde, Yahudilerin ibadete çekilerek iş güçten uzak durdukları bir günde işlenmişti!. (Josephus, Yahudilerin Savaşları, 17. Bölüm: "Yahudilerin Romalılarla savaşının nasıl başladığı ve Menahem Hakkında")

* * *

 

Miladî birinci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Yahudi tarihçisi Josephus'un görgü tanıklarına dayanarak anlattığı bu olay 70 yıllarında gerçekleşti. Kudüs o zamanlar Roma işgali altındaydı ve Romalıların Yahudilere reva gördükleri zulüm kaldırılır gibi değildi. Eliezer ben Yair adında bir liderin önderliğinde ayaklanan şehir halkı kaleyi kuşatmış, sonra da Romalı askerlere silahlarını bırakmaları karşılığında Akdeniz sahillerindeki Caeseria şehrine kadar emniyet içinde gidebilecekleri sözü verilmişti. Ayaklanmacılar sözlerini tutmadılar. Din âlimleri bu yapılanın Romalılar kadar Allah'ı da kızdıracağını biliyordu. Josephus'un bahsettiği 'ceza' çok kısa zaman sonra geldi. Roma'nın Suriye Valisi Titus bütün bir Filistin'i yakıp yıktı. Bu arada Yahudiliğin kutsal mekânı Beytülmakdis'i de yerle bir etti. Ölü Deniz sahillerindeki Masada Kalesi'ne sığınan Eliezer ben Yair ve ayaklanmacılar Romalıların eline geçmemek için toplu şekilde intihar ettiler.

Yahudi tarihi yıkımlar, kıyımlar, sürgünler ve kısa süren ümitler tarihidir. Josephus'un kaydettiği olay ne bir ilk, ne de bir sondur. Ancak Yahudi din adamlarının savaş ahlakı üzerine tarihin en erken dönemlerinden beri kafa yorduklarını göstermesi açısından manidardır. İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in temmuz ayı sonunda Karmiel şehrinde yaptığı konuşmada atıfta bulunduğu 'Yahudi ahlâkî geleneği' hakikaten binlerce yıllık bir sürecin sonunda şekillenmiştir. Olmert'in 'İsrail'in binlerce yıllık Yahudi geleneğinin parçası olan en temel ahlâkî kurallara bağlı olduğu, dolayısıyla da hiçbir ülkenin İsrail'e ahlâk öğretmeye kalkışamayacağı' yönündeki beyanının ne kadar gerçeği yansıttığını Yahudi din adamlarına sormayı tercih ettik. Güney Lübnan'da yaşananlar gerçekten Yahudiliğin temel ahlâkî normlarına uyuyor mu? Yahudiliğin bir adil savaş doktrini var mı? Bir ülkeyi sivil-asker, yaşlı-genç, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın bombalamak ne kadar ahlâkî? Olmert'in cevabını biliyoruz. Hahamların içinde ona destek verenler de var. Ama tam aksini düşünenler de!

HAHAMLAR KONSEYİNİN FETVASI

Ehud Olmert'in Lübnan işgalini 'dinen meşru' ilân eden açıklamasını destekleyen fetvalardan biri Batı Şeria'da yaşayan hahamlar konseyinden geldi. Yeşa Hahamlar Konseyi adındaki radikal hahamlar birliği Eski Ahit'te savaş sırasında kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülebileceğinin kaydedildiğini iddia ederek Lübnan'da yaşananların tamamen dine uygun olduğunu açıkladı. Dünya basınının Yahudiliğin tamamını temsil eden bir grup zannettiği Yeşa Hahamlar Konseyi, aslında Filistin topraklarında yerleşim birimleri kurmayı ibadet sayan dindar Siyonist hahamlardan oluşuyor ve aynı konseyin hiç değilse bazı üyelerinin Yitzhak Rabin'in öldürülmesine yol açan fetvayı destekledikleri biliniyor. Aksiyon'a Yahudiliğin adil savaş doktrinini ve Yeşa Konseyi'nin atıfta bulunduğu ayetler hakkındaki görüşlerini açıklayan hahamların tamamı söz konusu ayetlerin tarihsel ayetler olduklarını, bir tek defaya mahsus olmak üzere ve artık yeryüzünde kalmayan bir dizi milletle alakalı nazil olmuş ayetler olduklarını kaydetti. Yine de özellikle Ortodoks hahamların İsrail'in Lübnan ve Gazze operasyonlarını destekledikleri gözlemlendi. Ehud Olmert'in sert politikalarını doğru bulan hahamlardan biri Rav Shraga Simmons.

New York'ta doğup büyümüş, şimdilerde Kudüs'te yaşayan Ortodoks Yahudilik geleneğine bağlı Rav Shraga Simmons, Yahudiliği her durumda barışçı ve pasifist kalmayı emreden bir din olarak lanse eden meslektaşlarını eleştiriyor. Simmons'a göre Yahudilik hayatın öneminden bahsetmekle birlikte savaşın bazen gerekli olduğunu da kabul eder. Yahudiliğin büyük fakih ve müfessiri Rashi'nin bir sözünü hatırlatıyor Rav Simmons: "Tehlikeli anlaşmazlıklar çözülmelidir. Kötüyü vurmazsan, sonunda sana saldırır."

Rav Simmons, Eski Ahit'te anlatılan savaş sahnelerini veya telkin edilen katliam çağrılarını Batı'da rahat içinde yaşayan, savaş ve acı yüzü görmemiş insanların eleştirmesini de haklı bulmuyor. Tevrat'ın Tesniye Kitabı'nda geçen ve Eski Ahit'in diğer pek çok kitabında tekrar edilen sert ve zalim savaş prensiplerini hatırlatıyor Rav Simmons ve Batılıların bu prensipleri o günün şartlarını düşünmeksizin eleştirdiklerini söylüyor. Rav Simmons'a göre bu prensipler sadece tarihsel ve tek defaya mahsus prensipler olmakla kalmamış, aynı zamanda yapılan bir dizi barış ve ortak yaşam teklifinin reddinden sonra devreye sokulmuş prensipler. Simmons, Yuşa Aleyhisselam'ın Filistin'e girmeden önce orada yaşayan kavimlere üç defa mektup gönderdiğini ve Nuh Aleyhisselam'ın mesajında şekillenmiş 'yedi insanlık kuralını' kabul etmeleri şartıyla ortak yaşamı teklif ettiğini anlatıyor. Yahudi teolojisine 'Nûhî Yasalar' diye geçen bu yedi kural, 'öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, başka tanrılara inanmayacaksın, zina etmeyeceksin, çiğ et yemeyeceksin, küfre girmeyeceksin ve adaleti uygulayacak ve uygulatacaksın' şeklinde sıralanıyor.

Rav Simmons Eski Ahit'te bahsi geçen 'kıyım sahnelerinin' ancak bu tekliflerin reddinden sonra gündeme geldiğini, hatta bu emirlere rağmen uygulamada Benî İsrail krallarının savaş sırasında dahi merhametli olmaya çalıştıklarını iddia ediyor. Bazen bu 'fazlaca merhamet' Yahudilere zarar dahi vermiş. Mesela İslam kaynaklarında ismi Harut olarak geçen Kral Saul hak etmediği halde Ameliki Kralının yaşamasına izin vermiş ve bu kendi krallığını kaybetmesine sebep olmuş. Rav Simmons, İsrail yöneticilerinin modern dönemde de benzer merhamet ifadeleri kullandığını söylüyor. Örneğin İsrail Başbakanı Golda Meir'e 'İsrail askerlerini öldürdüğü için Mısır'ı bağışlayabilecek misiniz?' diye sorulduğunda, Meir, 'Mısır'ı bize kendi askerlerini öldürttüğü için bağışlamam daha zor.' cevabını vermiş.

İsrail ordusuna toz kondurmaya yanaşmayan Rav Simmons, yine de savaşın insanı zalim ve umursamaz yapacağını kabul ediyor. Simmons'un ümidi Yahudilere kötülerden kurtulmayı emreden Tanrı'nın askerlerin kalplerine merhametli olmayı da yerleştireceği. Bunun için Tesniye Kitabı'nda geçen bir duayı tekrarlıyor Simmons: 'Tanrı merhamet etsin ve olmuş olabilecek tüm kötülükleri tersine çevirsin.'

MOSHE YAALON: KENDİMİZİ TEHLİKEYE ATIYORUZ

Rav Simmons şimdilerde İsraillilerin oldukça rağbet gösterdikleri Aish.com adlı haber ve din sitesinin editörlüğünü yapıyor ve sitesinde emekli askerlerin İsrail ordusunun ahlâkî normlara bağlı olduğunu iddia eden makalelerini de yayınlıyor. Aish.com'un yayınladığı son makalelerden biri 2002-2005 yılları arasında İsrail Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan Moshe Yaalon'a ait. Emekli Org. Yaalon makalesinde adil savaş doktrininin 'aktif savaşçıyla sivillerin ayırt edilmesi prensibine' indirgenmesini eleştiriyor.

Hizbullah'ın sivilleri kalkan olarak kullandığını, sivil ve çocuk kayıplarını dünya kamuoyunu yönlendirmek için lanse ettiğini iddia eden Yaalon'a göre dünyanın sivil kayıplarıyla ilgili olarak İsrail'i kınaması tam da Hizbullah'ın istediği şey. Yaalon, bu tür kınamalarla dünyanın bütün terör örgütlerine 'bu metot işe yarıyor, halkın arasına yayılın, saldırılardan sonra takip edilirseniz sivillerin arasına karışın' mesajını verdiğini söylüyor. Güney Lübnan'daki bütün sivil ölümlerinden Hizbullah ve onun destekçisi olan Suriye ve İran'ın sorumlu olduğunu iddia eden Yaalon, İsrail ordusunun sivil ölümlerine engel olmak için bölgeye el ilanları dağıttığını, telefon ve radyo mesajlarını gönderdiğini hatırlatıyor yazısında. İsrail ordusunun sırf bu uyarıları yapmak için sürpriz baskın avantajını kaybetmeyi göze aldığını söyleyen Yaalon, İsrail ile teröristlerin arasındaki farkı şöyle ifade ediyor: "Biz onların sivillerini korumak için kendimizi tehlikeye atıyoruz. Onlarsa kendilerini korumak için kendi sivillerini tehlikeye atıyorlar."

TEVRAT'IN SAVAŞ ÇAĞRILARI TARİHTE KALDI

Brandeis Üniversitesi'nden Prof. Reuven Kimelman Yahudiliğin adil savaş doktrini üzerinde en fazla kafa yormuş isimlerden biri. Kimelman, klasik Yahudi kaynaklarında savaşlardan 'ilahi bir kaynak tarafından dayatılmış olanlar' (Milhemet Hova) ve 'tercihe bırakılmış olanlar' (Milhemet Reşut) şeklinde iki başlıkla bahsedildiğini kaydediyor. Eski Ahit'te anlatılan savaşlardan Yuşa Aleyhisselam'ın Filistin'de yaşayan yedi Kenanlı kavime karşı savaşı, Amelikilere karşı savaş ve düşmanın başlattığı bir savaşta kendini korumaya yönelik savaşlar 'dinen zorunlu' olan savaşlar. Siyasi bir otoritenin yetkin bir din adamları konseyinin (Sanhedrin) onayını aldıktan sonra ilan ettiği savaşlar ise tercihli savaşlar sınıfına giriyor. Tercihli savaşlar genellikle toprak kazanmak, siyasi güç ve prestij edinmek veya ekonomik çıkarları güvence altına almak için yapılmış.

Kimelman Kenanlı kavimlere yönelik savaşların ve bu savaşlar hakkında Eski Ahit'te kaydedilmiş olan bütün vahşi, yok edici ifadelerin tarihsel olduğunu ve bunların klasik dönemin bütün hahamlarınca tekrarlanmayacak emirler olarak kabul edildiğini kaydediyor. 'Kutsal Savaş' başlığı altında incelenebilecek bu savaşları anlatırken Kimelman, bu savaşın 'ilahi bir sebebinin olduğu, bu sebebin vahiy yoluyla bilindiği, düşmanın hiçbir hakkının olmadığı, savaşın son çare olması prensibinin bu durumda uygulanmadığı ve savaşın kazanılabilir olmasının şart olmadığını ifade ediyor.

Zorunlu savaşların içinde Amelikilere yönelik savaş hakkında bazı şaz kanaatler var. Yahudi ulemasının hemen tamamı bu savaşların da tarihsel olduğunu ve bir daha tekrarlanmayacağını, dolayısıyla Amelikilerin kadın ve çocuklarını öldürmeye teşvik eden Eski Ahit ayetlerinin artık geçerli olmadığını söylüyor. Ancak küçük bir azınlık bu Amelik'in Mesih öncesi dönemde geleceğini veya soykırım anlamına geldiğini düşünüyor. Amerika'da bulunan Tufts Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan ve dinlerarası diyalog alanında önemli projelere imza atan Prof. Marc Gopin, Amelikilerle alakalı bu şaz kanaatin modern dönem radikal hahamlarınca kullanıldığını belirtiyor ve bu adamların fetvalarının çok tehlikeli boyutlara taşınabileceği uyarısında bulunuyor. Eski Ahit'te savaşa ve etnik temizliğe teşvik eden ayetlerinin büyük çoğunluğunun Amelikilerle alakalı olduğu bilgisi, Amelikilerin Arapların atası olduğu yönündeki inanç ve şimdilerde Mesih öncesi çağlarda yaşadığımız yönündeki dinci görüşle birleşince Filistinlilere ve öteki Araplara yönelik savaş bir tür 'Kutsal Savaş'a dönüşme potansiyeli taşıyor. Gopin, Nazi soykırımı döneminde hahamların Nazileri de Ameliki ilan ettiklerini hatırlatıyor. Bu da Ameliki motifinin bir ırk değil bir tavır motifi olarak anlaşıldığını gösteriyor.

KATİP RADİKALİZMİ

İngiltere'nin önde gelen dinlerarası diyalog otoritelerinden Rav Dr. Norman Solomon, Yahudiliği tarihin bir döneminde kutsal metinlerin vahyedilmesi ile kemale ermiş bir din olarak görmemizin yanlış olacağı kanaatinde. Ona göre Yahudilik büyük oranda bu kutsal metinlerin yorumlandığı ve İslam'ın ortaya çıkışından hemen önce tamamlanan Talmudik dönemde şekillenmiş. Bu açıdan Tesniye Kitabı 20. Bab'da verilen kıyım emrini sadece Tevrat okuyarak yorumlamanın Yahudiliğe haksızlık olacağını düşünüyor. Nitekim bu hataya düşen ünlü Tevrat kritiği Moshe Weinfeld gibi isimler bu ayetlerdeki sertliği ilahi rahmet ile bağdaştıramamış ve bunların 'katip radikalizmi' olduklarını iddia etmişlerdir. Weinfeld'e göre Amelikilerin ve diğer Kenanlı kavimlerin kıyılması ile alakalı emirler yağdıran ayetler Yuşa Aleyhisselam döneminde Tevrat katipleri tarafından yazılı hale getirirken eklenmiş olmalı.

Rav Norman Solomon söz konusu ayetlerin tarih boyunca tartışma konusu olduğunu hatırlatıyor. Mesela Yuşa bin Hananya adlı büyük bir haham MS 100 yıllarında verdiği fetvasında yok edilmeleri emredilen yedi milletin artık bulunmadıklarını, dolayısıyla bu emrin geçerliliğini yitirdiğini kaydetmiş. Solomon, Yahudi tarihine bakıldığında Tesniye Kitabı'ndaki ağır emirlerin bu kadar da acımasız bir şekilde uygulanmadığının görüleceğini söylüyor. Örneğin Kral Saul (Harut) ve Ahab gibi krallar fethettikleri topraklarda yaşayan Kenanlı ve Ameliki kavimlerle barış içinde birlikte yaşayabilecekleri anlaşmalar yapmışlar. Hazreti Davud döneminde Filistin'de Amelikilerin yaşadığı ve hatta krallığın başkenti olan Kudüs'te uzun müddet Ameliki nüfusun çoğunlukta olduğunu gösteren arkeolojik bulgular dahi var.

Norman Solomon, Yahudi adil savaş doktrininden bahsederken karşılaşılan asıl problemin Talmudik dönemdeki yorumlamaların gerçeklikten kopuk olmaları olduğunu söylüyor. Ona göre bu dönemde İsrail bağımsızlığını kaybetmiş olduğundan savaşla alakalı her türlü yorum ya tarihî bir rekonstrüksiyon veya Mesihçi beklentilerle bağlantılı bir spekülasyondan ibaret kalmış. Solomon'u Amerikan Hahamlar Konseyi'nin yayın organı olan Tradition (Gelenek) dergisinin editörü olan Rav Shalom Carmy destekliyor. Kendisini sadece bir Tevrat öğrencisi olarak tanıyan Rav Carmy, Yahudilerin asırlardır bir savaş ilan etmek durumunda olmamalarından dolayı savaşla ilgili dinî hükümlerin diğer konularda olduğu kadar tartışılmamış ve gelişmemiş olduğu uyarısında bulunuyor. Son yüzyılda silah teknolojisi ve sivillerin şiddete maruz kalma ihtimalinin artması da eski prensiplerin gerçek durumlara uygulanmasını zorlaştırmış.

Ehud Olmert'in 'Yahudi ahlâkı' konusundaki söylemini irdeleyen Rav Carmy, İsrail ordusunun 'ahlâkî kurallar' belgesinde Yahudi din hukukunu andırır bazı ifadelerin bulunduğunu ama bir dindar Yahudi'nin formüle edeceği bir metin olmadığını söylüyor. Yine de İsrail ordusunun adil savaşın en önemli unsurlarından biri olan sivillerin uyarılması konusunda oldukça titiz olduğunu düşünüyor Carmy. Fakat gerektiğinde savaşçıların dahi çekilebilecekleri bir kaçış rotası bırakılması yönündeki prensibin ihmal edildiğini gözlemlemiş.

KILIÇLARINI SABAN DEMİRİ YAPSINLAR

Bir Talmudcunun yapacağı üzere Rav Carmy sorulara soruyla cevap veriyor: Bir ülke sivillere zarar vermemek için kendi halkını hangi noktaya kadar tehlikeye atabilir? Mesela bir ülke hava bombardımanını hiçbir ayrım gözetmediği için terk edip direkt kara harekâtına mı kalkışmalı? Bunların cevapları yok. 'Dahası,' diyor Rav Carmy, "Arap, İsrailli veya diğer ülkelerin karar vericilerinin silahlar sustuktan sonra ne olacağı konusunu hiç düşünüp düşünmedikleri kurcalıyor kafamı. Her masum ölüm, yaşa ve cinsiyete bakılmaksızın bir trajedidir. Hem kurban için, hem de onu sevenler için. Ben bir filozof olarak bu soruları cevaplayamam, ama her insan gibi uykumu kaçırmama ve kurbanlar için dua etmeme engel olmuyor bu durum."

Kudüs İbrani Üniversitesi'nde Yahudi Düşüncesi Departmanı başkanlığı yapan Kabala uzmanı Prof. Rachel Elior, Ehud Olmert'in Yahudi etiği hakkındaki sözlerine katılmadığı gibi bir politikacının Yahudi ahlâkı uzmanı ağzıyla konuşmasını da eleştiriyor. 'Yahudi ahlâkı, 2800 yıl önce İşayahu Peygamber tarafından 'İnsanlar kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri, mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. Millet millete kılıç kaldırmayacak, savaş eğitimi yapmayacaklar artık.' (İşayahu, 2:4) sözleriyle şekillenmiştir' diyen Prof. Elior, alışıldık bir politikacı gibi konuşan Olmert'in toplum nazarındaki otoritesiyle uyumlu bir sorumluluk göstermediğini düşünüyor.

Elior, Yahudi ahlâkının savaşı yanlış ve anlaşmazlıkların çözümünde müzakereleri tek yol olarak gördüğünde ısrarcı. Ama bir adil savaş doktrinin olduğunu da reddetmiyor. Bir ülkenin egemenliğini, hayatı veya bağımsızlığı tehdit eden bir ilk saldırıya karşılık vermenin adil bir gerekçe olduğunu kaydediyor, ancak Temmuz ayında Hizbullah'ın gerçekleştirdiği eylemin böyle bir tehdit içermediğini de ekliyor: 'Hizbullah İsrail'e savaş ilan etmedi. Olan şey, ne yazık ki Lübnan hükümetinin de izniyle, sıradan bir terör eylemidir. İsrail Lübnan hükümeti ile müzakereler yoluyla şimdi olandan çok daha akılcı bir çözüm üretebilirdi. İslam dünyasındaki rasyonel güçler de müzakereleri desteklerdi sanıyorum.

KAYNAKLAR BARIŞ İÇİN HARCANMALI

Prof. Elior, Güney Lübnan'da yaşananların İsrail halkı hakkında dünyaya yanlış mesajlar verdiğinden de şikâyetçi. Bir kadın olarak savaşan her iki taraftaki ölümlerin de kendisini çok üzdüğünü söyleyen Elior, savaş için harcanan kaynakların hayatı güzelleştirmek, huzuru, güveni ve birlikteliği sağlamak için kullanılması gerektiğine inanıyor. İsrail halkının da büyük oranda barış taraftarı olduğunu söyleyen Prof. Elior'a göre Filistin ve Hizbullah cephelerindeki şiddet eylemleri durulduğu takdirde İsrail halkı da barışa olan bağlılığını tazeleyebilecek.

Amerika'nın önde gelen siyaset felsefecisi ve adil savaş doktrincisi Prof. Michael Walzer, İsrail'in Güney Lübnan'daki faaliyetlerini geleneksel adil savaş doktrini çerçevesinde değerlendiremeyeceğimizi düşünüyor. Walzer, İsrail'in karşı karşıya olduğu düşmanın düzenli bir ordusu, kurumsal yapısı veya ahlâkî ya da yasal düzeneği olmayan bir düşman olduğunu kaydediyor. Ona göre böylesi bir düşmanla savaşırken ahlâk ile politika birbirine girmek zorunda. Walzer, İsrail'in gerek Hamas'a gerekse Hizbullah'a yönelik saldırılarının kışkırtılmamış terör eylemlerine karşı misillemeler olduğu kanaatinde. Bunun için de Amerikan ordusunun Irak'ta uyguladığı sindirme taktiklerine getirdiği eleştirinin aynını İsrail için ifade etmeyi reddediyor.

'1991'de Amerika'nın Irak'ın altyapı sistemlerine saldırmasını eleştirmiştim. Çünkü bir ülkenin enerji ve su kaynaklarını tahrip ederseniz sivil halka saldırmışsınız demektir. Çünkü sivil yaşam bu kaynaklar sayesinde idame ettirilir. Ama İsrail'in Gazze'de veya Lübnan'da benzer bir saldırı yapması hem basiretli hem de etik bir harekettir. Çünkü burada hedef halk değil, politik liderlerdir. Böylelikle İsrail'e saldıran 'gölge güçlerin' üzerinde bir baskı oluşturulması ümit ediliyor.' şeklinde konuşan Walzer, İsrail'in hedefleri ile düşmanlarının hedefleri arasındaki uçurumun da adil bir savaşı imkânsız hale getirdiğini söylüyor. Walzer'e göre İsrail sınırlar ını güvenli hale getirmek derdinde iken Hamas'ın ve Hizbullah'ın derdi güvenlik veya bağımsızlık değil; onlar İsrail'i tamamen yok etmeye kilitlenmiş durumdalar.

Walzer, Maimonides'ten aktardığı 'Bir şehri ancak üç tarafından kuşat' ifadesini sivillerin kaçabilmesine imkân tanıma şartı olarak yorumluyor. Tesniye Kitabı'nın 20'nci babında geçen 'zayıf ve yumuşak kalplilerin savaşa katılamayacağı' ifadesini de modern dönemde ortaya çıkan 'vicdani red'din bir ön versiyonu olarak görüyor. Walzer'in Eski Ahit ve diğer Yahudi kaynaklarından çıkardığı adil savaş doktrini şunları da içeriyor: "Anlaşmaları ihlal etme, sivilleri öldürme, etnik temizliğe kalkışma ve toprak genişletmeye girişme."

ÖNLEYİCİ SAVAŞ DOKTRİNİ

İnsan Hakları İçin Hahamlar Örgütü'nün direktörü olan Rav Arik Asherman bir taraftan en haklı savaşta dahi kesinlikle aşılmaması gereken kırmızı çizgilerin olduğunu söylüyor, diğer taraftan da Ehud Olmert'in Lübnan'daki savaşın bir nefsi müdafaa eylemi olduğu yönündeki söylemini destekliyor. Yahudi adil savaş doktrininin bir boyutunun Talmud'da geçen 'eğer biri seni öldürmeye geliyorsa, daha erken davranıp sen onu öldür' (Sanhedrin 70a) prensibi olduğunu hatırlatan Rav Asherman, Gazze ve Lübnan cephelerinde İsraillilere yönelik bir savaşın başlatılmış olduğunu söylüyor. Asherman İsrailli sivillerin üzerine füzelerin yağdığı, bir ila iki milyon arasında İsrail vatandaşının sığınaklarda yaşamak veya evlerini terk etmek zorunda kaldığı bu atmosferde İsrail'i eleştirmenin çok da haklı olmayacağı kanaatinde.

Yine de İsrail'in yaptığı her şeyi Yahudi geleneğine sığıştıramıyor Arik Asherman. 'Tevrat'ın ilk ayetlerinde bize her insanın Yaratıcı'nın suretinde yaratılmış olduğu hatırlatılır. Bu yüzden de bize bir kişinin hayatını almanın tüm dünyayı yok etmek olduğu öğretilir. Aynı şekilde tek bir hayatı kurtarmanın da tüm dünyayı kurtarmaya bedel olduğu söylenir. Yani biz bir insana saldıranın aslında yaratıcısına saldırdığını düşünüyoruz. (Mekhilta D'Rabbi Yishmael) Gerçekten her yiten yaşam, tasviri mümkün olmayan bir trajedidir.' şeklinde konuşan Asherman, Talmud öğretinin masum bir kişinin zarar görmesini engellemek için ne gerekiyorsa yapılmasını öngördüğünü kaydediyor. Bu anlamda İsrail'in, Hizbullah'ın 'kassam' roketleri tehdidini bertaraf etmek için müzakere yolunu yeterince kullanmadığını düşünüyor Asherman. 'Zaten,' diye ekliyor, 'Müzakere ile elde edilemeyen hedeflerin güç kullanılarak elde edilmesi çok daha zordur.'

MEŞRU SAVAŞTA DAHİ KIRMIZI ÇİZGİLER VAR

Kudüs'te bulunan İş Ahlâkı Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak çalışan Rav Dr. Asher Meir haftalık olarak yayınladığı 'Yahudi Ahlâkçısı' adlı köşesinde Lübnan savaşını ve Yahudiliğin adil savaş doktrinini irdeleyen kalemlerden biri. Rav Meir, Yahudilikte savaş doktrini çalışmalarının bir paradoksla başladığını düşünüyor. Aslî kaynakları açısından Yahudiliğin savaşı asla tasvip etmediğini, uluslar arasında kardeşlik ve dostluk olgusuna dikkat çeken en eski geleneğin Yahudilik geleneği olduğunu, ama buna karşılık Eski Ahit'in bazı bölümlerine peygamberlerin insanları savaşa ve kararlı bir şekilde savaşmaya davet ettiklerini hatırlatan Meir, bu paradoksun çözümünün 'ideal Yahudilik dünyası' ile 'reel dünya' arasındaki ayrımı anlamakta olduğunu söylüyor.

Rav Meir'e göre Yahudiliğin öngördüğü ideal dünyada savaşa da adil savaş doktrinlerine de yer yok. Ama dünya ideal olmadığı için, dünyayı bu ideale yaklaştırmak için sınırlı savaşları kabullenmek gerekiyor. Bu açıdan barış sonucuna odaklanmamış ve savaş sonrasında kurulacak huzur ortamı hakkında herhangi bir vizyonu olmayan her türlü savaşı gayr-i meşru görüyor Rav Meir. Ona göre savaş reel hayatın kaçınılmaz bir durumu olarak dayatıldığı durumda dahi Yahudi askerlerin aşamayacağı bazı kırmızı çizgiler var. Öncelikle savaşın bittiği gün ve sonrasına nazarın asla kaybolmaması ve savaşın araç durumundan amaç durumuna dönüşmemesi gerektiğini vurguluyor Asher Meir. 13. yüzyılda yaşamış Yahudi bilgini Maimonides'in (İbn Meymûn) savaş ilanından önce barış davetinin ön şart olduğunu kaydettiğini hatırlatan Meir'e göre sivillerin zarar görmesinin engellenmesi ve savaşın bir dünya savaşına dönüşmesine engel olacak tedbirlerin alınması da Yahudi adil savaş doktrininin parçaları olarak görülebilir.

Rav Meir, Yahudi askerlerin bir savaşta neler yapabileceğini biraz da düşmanın ahlâkî normları takip edip etmediğinin belirleyeceğini düşünüyor. Buna göre hiçbir ahlâk kuralı tanımayan bir düşmanı yenmek için elden gelen her şey yapılmalı. Zira onları yenmek demek zulmü ve merhametsizliği yenmek anlamına gelecek. Ama temel savaş kanunlarına riayet eden bir düşmana karşı aşırıya gitmeyi doğru bulmuyor Meir. Karşı taraf bunlara uygun davrandığı müddetçe Cenevre Konvansiyonu'nun öngördüğü savaş kurallarının Yahudilik açısından da adil ve uygun olacağını düşünüyor.

DİN BARIŞA DA HİZMET EDEBİLİR

İsrailli ve Filistinli gençler arasında başlattığı dinlerarası diyalog faaliyetleri ile ünlenmiş olan Prof. Marc Gopin, Hıristiyan geleneğinde şekillenmiş olan Jus ad bellum ve jus in bello'nun Yahudiliğin adil savaş teorisi üzerindeki çalışmaları da şekillendirdiğinden şikâyetçi. Ona göre bu durum hayatın her alanına hükmeden ahlâkî değerler sunan Yahudiliğin sanki sadece savaş durumlarına hükmeden kuralları varmış imajını oluşturuyor. Bu sebeple de Yahudiliğin savaş durumlarında da geçerliğini koruyan alçakgönüllülük, komşusunun namusunu koruma, şefkat ve adalet gibi değerlerinden arındırılmış bir savaş doktrini ortaya çıkıyor.

Gopin adil savaş teorilerinin temelde 'savaş' veya 'savaşma' seçeneklerinin dışında bir seçenek yokmuş gibi formüle edilmesini de eleştiriyor. Oysa mesela ölümcül silahların satılması konusunda Budizm ve Yahudilikte yasak var. Bu yasak göz önüne alınmadan Amerika'nın Irak operasyonu değerlendirilse bir tehdit olduğu gerçeği savaşı meşru kılabilir. Ama yıllarca Saddam rejimini silahlandıranların yine Batılı ülkeler olduğu bilgisi ve bunun gayr-i ahlâkî olduğu hükmü suçu bizzat Amerika ve müttefiklerinin üzerine koyacaktır.

Gopin Yahudiliğin ve diğer dinî geleneklerin ahlâkî kurallarının bir savaş kararı alınmadan önce devrede olması gerektiğini ve savaşa dönüşme potansiyeli olan çatışmaları gidermekte kullanılabileceklerini kaydediyor. Mesela Hıristiyanlıkta var olan 'karşılık beklemeyen sevgi' eğer uygulanırsa ileride şiddetli savaşa dönüşebilecek anlaşmazlıklar önceden engellenebilir. Eğer savaş ufukta göründükten sonra veya başladıktan sonra 'din bu hususta ne der' diye soracaksak dinin yön göstericiliğinin ve barışçıl potansiyelinin kaybı anlamına gelir bu.

Marc Gopin Yahudiliğin 'tercihli savaş' denilen Milhemet Reşut kategorisinin artık uygulanamaz olduğu kanaatinde. Yahudi geleneklerine göre bu savaşı ilan edebilmek için Davud Aleyhisselam'ın soyundan gelen bir Yahudi kralı, Yahudi yüksek mahkemesi olarak görev yapan Sanhedrin ve urim ve tumim bulunmalıdır. Bu sonuncusu Yüksek Haham'ın giydiği ve savaşın başlaması konusunda Allah'ın rızasının olup olmadığını ortaya koyan mucizevî bir tür zırhtır. Geleneksel Yahudilik bu üç şartın Mesih gelmeden önce asla gerçekleşemeyeceğine hükmetmiştir. Çoğu ultra-ortodoks ve anti-siyonist haham meseleye bu açıdan bakar.

Dindar Siyonist hahamlar ise İbn Meymûn'un yorumunu takip ederek Sanhedrin'in halkın ve şeriatın otoritesini temsil ettiğini ve bu kararda kralın otoritesini dengelemek için dahil edilmiş olduğunu söylerler. Buna göre parlamenter demokrasilerde bulunan güçler dengesi sistemi ve seçim mekanizmaları Sanhedrin'in görevini yerine getirmektedir. Urim ve tumim kaybedilmiş olduğuna göre savaş konusunda bu tür bir danışma ihtiyacı da kalmamış olsa gerektir. Bu görüşü özellikle 1967 savaşı sırasında İsrail Hahambaşısı olan Shlomo Goren savunmuştur. Goren'e göre seçilmiş bir hükümet tanınmış Yahudi şeriatı uzmanlarının da onayını aldıktan sonra 'tercihli savaş' ilan edebilmek için gerekli dinî şartlar yerine getirilmiş olur.

17 TEMMUZ 2006

İsrail ordusu Güney Lübnan'daki Mervahin kentinin halkına bölgeyi terk etmeleri için iki saat mühlet verdi. Korkuyla toparlanan sivil halk yollara döküldü. Halkın bölgeyi terk etmesinden kısa bir müddet sonra İsrail helikopterleri saldırdılar. Ancak sanıldığı gibi Mervahin kentine değil, kenti terk etmekte olan araçlara saldırıyorlardı. Saldırıda dokuzu çocuk olmak üzere 23 kişi öldü. Bunlar kaçan sivillere yanlışlıkla isabet eden füzeler değillerdi. Bunlar helikopterlerden, görüş mesafesinden ateşlenen füzelerdi…

Josephus bunları görseydi yeni bir Yahudi Savaşları kitabı yazar mıydı? Acaba bu kıyım hakkında bir yorum yapar mıydı?

DİNLER VE SAVAŞ


YAHUDİLİK


Merkezinde barışın olduğu bir öğretiye dayansa da Yahudilik 'barışçı' bir din değildir. Savaş gerekli olduğunda kabullenilir ve savaşçı olmak bir erdemdir. Yine de adaletin savaş ve şiddetle tesisi gibi bir anlayış yoktur. Meşru olabilmesi için bir savaşın ya Yaratıcı'nın direkt emri olan Kutsal Savaşlardan biri veya bir savunma savaşı olması gerekir. Kutsal Savaş hiçbir zaman dini yaymaya yönelik olmamıştır.

HIRİSTİYANLIK

Merkezi öğretisi sevgi ve merhamet olan Hıristiyanlık dünyaya tarihin en acımasız savaşlarını yaşatmıştır. Günümüz Hıristiyanlarının çoğu savaşın utanç verici bir suç olduğu konusunda birleşir ve büyük bir çoğunluğu pasifist bir yaklaşımı savaşa tercih ederler. Yine de modern dünyanın benimsemiş olduğu 'Adil Savaş Doktrini' bir Hıristiyan azizi olan St. Augustine tarafından şekillendirilmiştir.

İSLAMİYET

Merkezi öğretisi Rabb'e bağlılık ve emirlerine teslimiyet olan İslam'ın adil savaş doktrini müsteşriklerce 'kılıç cihadı'na indirgenerek eleştirilmiştir. Oysa Kur'an aynen Tevrat gibi haksız yere bir kişiyi öldürmeyi bütün insanlığı öldürmekle bir tutmuştur. İslam tarihi temelde bir savaşlar ve olağanüstü haller tarihi olduğundan İslam'ın barış teolojisi henüz yazılmamıştır. Kur'an barışı doğal durum olarak kabul eder ve en adil savaş koşullarında dahi barış şansı doğduğunda bunun değerlendirilmesini emreder.

HİNDUİZM

Tanrısal figürleri oldukça kanlı savaşlar vermiş olmakla birlikte Hinduizm 'barışçı' bir dindir. Şiddetin her türlüsüne karşıdır ve şiddete karşı pasif direnişi öngörür. Yine de Bhagavad Gita'da savaş kaçınılmaz olduğunda nasıl adilane yürütülebileceğinin ipuçları verilir: 'Süvari süvariyle, piyade piyadeyle çarpışsın. Yaralılara, kaçaklara ve sivillere yardım edilsin.' Hinduizmin barışçı ve pasifist teolojisini modern zamanlarda Gandhi yorumlamış ve Hindistan'ın özgürlük mücadelesinde uygulamıştır.

BUDİZM

Budizm'de barışçılık ifrat boyuta ulaşır: Öldürmektense ölmek evladır. Vietnam Savaşı sırasında Amerikan ve komünist orduların arasında barışı sağlamaya çalışan bazı Budist rahiplerin tarafları protesto için kendilerini yakmaları bu öğretinin bir gösterisidir. Budizm'in ilkelerinden doğan Taoculuk ve Konfüçyanizm iç huzuru bulmanın tek yolunu şiddetten uzak durmakta görür. Bütün bu barışçı öğretilere rağmen Çin tarihi inanılmaz boyutlarda kanlı savaşlarla doludur.

FİLOZOFLAR VE SAVAŞ

THOMAS HOBBES

İnsanlar arasındaki tabii hal savaş halidir. İnsan tabiatı yıkıcıdır. Eşitlikten 'güvensizlik', ondan da savaş türer. Savaşta hiçbir şey adalete aykırı olamaz. Çünkü adaletsizliğin veya adaletin olabilmesi için, nizam sağlayan genel bir gücün mevcudiyeti şarttır. Genel bir gücün olmadığı yerde, yasa yoktur; yasa olmayan yerde de, adaletsizlik yoktur. Cebir ve hile savaşta en büyük iki erdemdir.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU

Savaşın amacı düşman devletin yok edilmesi olduğu için, karşı tarafın, bu devleti koruyanları, ellerinde silah olduğu sürece öldürme hakkı vardır. Ama savaşanlar silah bıraktığı andan itibaren sivil olurlar. Kimi zaman, bir devlet, vatandaşlarından hiçbiri öldürülmeden de yok edilebilir. Savaş, amacı için gerekli olmayan hiçbir hak tanımaz.

MARKSİZM-LENİNİZM

Devrimci ve halkın kurtuluşu için yapılan savaşlar meşru, burjuva egemenliği için yapılan savaşlar veya kapitalist emperyalist savaşlar gayr-i meşrudur. Savaş durumu geçicidir. Bunları doğuran sosyal ve ulusal nedenler sosyalizmin bütün dünyada muzaffer olmasıyla ortadan kalkacaktır. Savaşın haklılığının temel ölçütü ideal durum olan komünizme doğru gidip gitmediğidir.

CARL VON CLAUSEWITZ

Savaş siyasetin farklı aletlerde devam etmesi halidir. Düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemidir. Yani ciddi bir amacın ciddi bir aracıdır. Bizzat kendisi bir değer taşımaz ama gerek sebepleri ve gerekse sonuçları itibarıyla siyasettir, siyasi bir fiildir, genel siyasetin bir parçasıdır.

JOHN LOCKE

İnsan doğası yapıcıdır ve insanlar doğal olarak barış ve uyum içinde yaşarlar. Savaş durumu ise, bir düşmanlık ve yok etme durumudur. Bu durumda insanların olabildiğince korunması, hepsi korunamayınca da, suçsuzların güvenliği tercih edilmelidir. Bu nedenle, beni yok etmekle tehdit edeni yok etme hakkımın olması akla ve adalete uygundur.

THOMAS MALTHUS

Savaş nüfus planlamasıdır. Savaşlar nüfusların artması ve buna karşılık ihtiyaç duyulan kaynakların kısıtlı olması sebebiyle ortaya çıkar. Nüfusların artışını da savaş, kıtlık ve salgın hastalıklar durdurabilir. Kaynaklar artar veya nüfus artışı farklı yöntemlerle durdurulursa savaşlar da azalır.

ESKİ AHİT'TEKİ SAVAŞ KONULU AYETLERDEN ÖRNEKLER

'Bir kente saldırmadan önce, kent halkına barış önerin. Barış önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için angaryasına çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın. Tanrınız RAB kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız RAB'bin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. (Tesniye 20:10-14)

Tanrınız RAB'bin size buyurduğu gibi, onları -Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını- tümüyle yok edeceksiniz. Öyle ki, ilahlarına taparken yaptıkları iğrençliklere uymayı size öğretemesinler, siz de Tanrınız RAB'be karşı günah işlemeyesiniz. Bir kentle savaşırken, kenti ele geçirmek için kuşatma uzun sürerse, ağaçlarına balta vurup yok etmeyeceksiniz. Ağaçların ürünlerini yiyebilirsiniz, ama onları kesmeyeceksiniz. Çünkü kırdaki ağaçlar insan değil ki kuşatma altına alasınız. (Tesniye 20:17-19)

Sen benim savaş çomağım, savaş silahımsın. Ulusları parçalayacak, krallıkları yok edeceğim seninle. Seninle atlarla binicilerini, savaş arabalarıyla sürücülerini kırıp ezeceğim. Erkeklerle kadınları, gençlerle yaşlıları, delikanlılarla genç kızları, çobanla sürüsünü, çiftçiyle öküzlerini, valilerle yardımcılarını darmadağın edeceğim. (Yeremya 51:20-23)

Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür. (I. Samuel 15:3)

Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak; sınırınız çölden ve Lübnan'dan, ırmaktan, Fırat ırmağından garp denizine kadar olacaktır. Önünüze kimse duramayacak; Allah'ınız Rab, size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu, ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır. (Tesniye 11:24-25)

ADİL SAVAŞ DOKTRİNİ

Modern dünyanın referans kabul ettiği ve Cenevre Konvansiyonu ve BM Sözleşmesi gibi metinlere esaslık yapan Adil Savaş Doktrini 5. yüzyılın ilk çeyreğinde St. Augustine tarafından ortaya atılmış, daha sonra Thomas Aquinas (1225-1274), Francisco de Vitoria (1492-1546), Francisco Suarez (1548-1617), Hugo Grotius (1583-1645) ve Emerich de Vattel (1714-67) gibi isimlerin çalışmalarıyla şekillendirilmiştir. Doktrin bir savaşın başlatılmasını meşru kılan sebepleri (Jus ad Bellum) ve savaş sırasında gözetilmesi gereken kuralları (Jus in Bello) şöyle sıralamaktadır:

JUS AD BELLUM (BİR SAVAŞA DAHİL OLMANIN ŞARTLARI)

Haklı Gerekçe: Savaş, ancak, bütün insanların temel haklarına yönelik kitlesel bir şiddetin mevcudiyeti durumunda ve bu şiddeti ortadan kaldırmak için başlatılabilir.

Meşru otorite: Sadece meşru olarak tesis edilmiş bir siyasi otorite savaş ilan edebilir veya savaşa katılabilir.

Haklı Maksat: Kuvvet kullanılması için sebebin haklı olması yetmez, maksadın da haklı olması gerekir.

Son Çare: Kuvvet, ancak, bütün barışçı alternatifler denendikten sonra kullanılabilir.

İzafi Adalet: Tashih edilecek yanlış, harbe tutuşmayı haklı kılacak derecede bir kıymeti haiz olmalıdır.

Başarı İhtimali: Taraflardan hiçbirinin başarılı olamayacağı bir savaş abestir.

Orantılılık: Savaş'tan elde edilecek başarı, muhtemel bütün tahribata değer olmalıdır.

JUS İN BELLO (SAVAŞ SIRASINDA GÖZETİLECEK KURALLAR)

Orantılılık: Saldırıya verilecek cevap, saldırının tahribatını aşmamalıdır.

Ayrım Gözetme: Savaşmayan unsurlar hücumun hedefi olmamalıdır.


*Katkıda bulunanlar: Ebru Akın, Ebru Birtane, Yurdanur Yılmaz

14.08.2006
Kerim Balcı

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

ARŞİV İÇERİK TAKVİMİ

« November 2024 »
Mon Tue Wed Thu Fri Sat Sun
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30  

Herkül Nağme

Herkül Nağme..Ezcümle, M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bütün eserlerinin, sohbetlerinin, şiirlerinin hep bu nağmeyi terennüm ettiğini söylemek pekâla mümkündür...

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu