Gülen'in Tarihî İkazlarına Karşı Tarihî Saptırmalar

Fethullah Gülen Hocaefendi geçen yıl kasım ayında vatandaşlık bilincinin gerektirdiği bir duyarlılıkla ve ikaz sadedinde bazı açıklamalarda bulunmuştu. Maksadını açıkça ortaya koyan uyarılar ana hatlarıyla şöyleydi:

Bir istikrar ortamı yakalanmıştı ve bundan rahatsızlık duyan odaklar istikrarsızlaştırma eylemlerine girişebilir, kan dökebilir, suikastlar düzenleyebilir ve yaptıkları şenaati masum insanların üstüne yıkarak tamiri zor yaralar açabilirlerdi.

Olabilecek şeyleri film şeridi gibi gözden geçirme imkanı verecek tarihi tecrübeler yaşanmıştı ülkemizde ve eski filmlerin tekrarını seyretmemek için bazı endişeler dile getiriliyordu. Aynı zamanda MİT, Emniyet İstihbaratı ve Jandarma İstihbaratı gibi görevi devletin ve milletin güvenliğini korumak için istihbarat yapmak olan kurumların üstesinden gelemeyeceği bir durum olmadığına dikkat çekerek, milli birlik ve bütünlük içinde Türkiye'ye kast edenlerin üstesinden gelmeye çağırıyordu Hocaefendi.

Hocaefendi açıklama yaptı da ne oldu?

Uyarıları ciddiye alanlar sükûtu tercih etti. Konuyu saptırmak isteyenler ise nüans farkları olsa da ortak bir soruyu günlerce dile getirdiler. Mesela Emin Çölaşan "Bunları nereden ve nasıl biliyor?" diye sordu ve arkasından ilave etti; "Türkiye'ye gelemeyişinin gerekçesini mi oluşturmak istiyor. Gelirsem öldürürler mi demek istiyor" gibi. Çölaşan'ın böyle yaklaşması alışılmış bir durum. Onun kendi gerçekleri var. Bu gerçeği boşa çıkardığı için Gülen'e kızması normal. Bir din adamı çıkıyor, olayları okuyor, gidişatı tahmin ediyor ve bir fikir adamı olarak öngörülerde bulunuyor, olacak iş mi? Bundan büyük kabahat olabilir mi? Birileri çıkar cinayet de işler, başka şeyler de yapar. Bunlar Çölaşan'ın yazmasını gerektirecek kadar önemli değil. Türkiye'nin istikrarı bozulacakmış, kan akacakmış, ne var bunda? İlk defa olmuyor ya!... Bozulursa sonra düzelir!

Suret-i haktan görünenlere gelince onlar soruyu daha bir acayipleştirdi: Kimin adına konuşuyor?

"İnsan dilinin altında saklıdır" hikmeti açısından bakanlar için, yukarıdaki soru "sureti haktan" ifadesini de yeterince açıklıyor olsa gerek.

Neticede çok farklı kesimlerden olmak üzere büyük bir kalabalık "nereden biliyor?" ve "neden açıklıyor?" sorularına cevap aradı.

Bunlar Türkiye'nin acı gerçekleri. Neticede üniversite gençliğinden teröre kurban giden, öğrenci olaylarında ölen, yurt dışına kaçmak zorunda kalan, içine düştüğü olaylardan dolayı idam edilen, gençliğini hapislerde geçirenlerin sayısının yüz binleri bulduğu unutulup gidiyor. Belli bir makama gelmiş, aydın olarak halkın karşısında fikirler beyan etmiş olanların öldürülmesi ise bir müddet kullanılıyor, sonra onlar da unutuluyor.

İşte işin acı tarafı da burası. Kalem sahipleri insan kaynaklarımızın böylesine rahat harcanmasını önemsemiyor. İnsan hayatını ciddiye almıyor. Bir insanın öldürülmesini bütün insanlığın öldürülmesi kadar kötü gören, bunun için kendisini ortaya koyarak açıklamalar yapan kişiye günlerce soruyorlar; "Nereden biliyorsun?" diye.

Cehaleti mi kutsuyorlar, yoksa…

Uğur Mumcu'yu hatırlar mısınız? Hani televizyonlara çıkar, dağ başını duman almış marşını duygulanarak okurdu. Dünya görüşü olarak kendisiyle asla uyuşamayacak kimseler bile gazeteciliği ve bilgisi yönüyle taktir etmeyi vicdanlı olmanın gereği sayarlardı. Bir meçhul fail tarafından arabasına konulan bombayla hayatına kastedildiğinde Cumhuriyet gazetesi onu unutturmayacağına söz vermişti.

Ya Ahmet Taner Kışlalı… Başörtüsüne, İHL'lere karşı olduğu halde, başörtülülerin sınıflardan atıldığı günlerde bir üniversite hocası olarak insanlığı asla elden bırakmamış olmasıyla bilinirdi. Beyefendiliği ve insanlığı saygı uyandırırdı. Aynı zamanda bir Cumhuriyet yazarıydı. O da aracına konulan bir bomba ile hayata gözlerini yumdu.

Bu iki seçkin entelektüelin hunharca katledilişine Fethullah Hocaefendi mi daha çok üzüldü, yoksa İlhan Selçuk mu? Bu sorunun cevabını vermek kolay değil tabi ki. Ama görüntüye bakılırsa Fethullah Gülen Hocaefendi daha çok üzülmüş.

Nereden mi biliyorum?

İlhan Selçuk'un yazılarından. (Cumhuriyet, 20 Kasım 2004)

Hocaefendi faili meçhullere dikkat çekince Selçuk'tan ne beklenirdi? Kimlerin yapabileceğini araştırmak, önlenmesi için çabalamak mı, yoksa diğerleri gibi, nereden biliyorsun, sen ne karışıyorsun demek mi?

Selçuk da maalesef ikinci şıkkı seçenlerdendi. Arcayürek de ona katıldı, Çetinkaya da. Sadece Oktay Akbal kısık bir sesle "ölenleri hatırladık" dedi ve sonunu yine "nereden biliyor"a bağladı.

Selçuk'a göre Hocaefendi emperyalistlere karşı çıkmalı, Felluce'de öldürülenler için konuşmalıydı, Türkiye'dekiler için değil!

Türkiye'de öldürenler kim ki?

Bakış açısı ne kadar net değil mi? Felluce'de ABD askerleri öldürüyor, onlara karşı çık ve söyle. Türkiye'de kimin öldürdüğü belli olmayan şeyleri ne karıştırıyorsun. Türkiye'de öldürülenler seni niye ilgilendiriyor! Oysa Hocaefendi o açıklamada dış güçlerden üstüne basa basa bahsediyordu.

İşte ülkemizden iki insan. Aynı olayları yaşamış, yaklaşık aynı yaşlarda, yakın tarihin iki canlı şahidi. Birisi ülkesi adına tir tir titriyor. Aman dikkat edin bir cana daha kıyılmasın diye çırpınıyor. Diğeri mesai arkadaşlarından ikisini fail-i meçhule kurban vermiş ve buna rağmen sana ne deyip, geçebiliyor.

Size bir soru sorayım mı? Türkiye’de aydınlar kötülüklerin karşısına neden dikilemiyor? Ya da bazı aydınlar neden vicdanlarının tersine davranmak zorunda kalıyor?

Kaynak: Hamdi Yılmazer, Aksiyon, sayı: 571

 

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

ARŞİV İÇERİK TAKVİMİ

« November 2024 »
Mon Tue Wed Thu Fri Sat Sun
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30  

Herkül Nağme

Herkül Nağme..Ezcümle, M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bütün eserlerinin, sohbetlerinin, şiirlerinin hep bu nağmeyi terennüm ettiğini söylemek pekâla mümkündür...

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu